Enflasyon-para politikası ilişkisini irdelemeye kısa bir ara veriyoruz. Aralık sanayi üretimi açıklandı. Bu hafta Aralık ödemeler dengesi ve Kasım istihdam-işsizlik verileri de yayınlanıyor. Son veri milli gelir için Mart ortasını beklemek gerekiyor. Sanayi üretimi reel ekonominin en önemli göstergelerinden biridir. Türkiye’nin sanayide büyük bir hamle gerçekleştirdiği çok açıktır. Ancak henüz sanayileşmesini tamamlamadığı, daha katedeceği çok mesafe kaldığı da doğrudur. Bu açıdan sanayi üretimini sadece konjonktür perspektifinden değerlendirmek yetersiz hatta yanlıştır. Mutlaka sürdürülebilir büyüme için gerekli sanayileşme stratejisi ile bağlantı kurulmalıdır.2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının Türkiye’yi “sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist büyüme” açmazına sıkıştırdığını her fırsatta söylüyorum. 2006 verileri bu yargımı ne ölçüde doğruluyor?Sanayisiz büyümeSanayileşme-büyüme ilişkisini tanımlamak için basit ama kullanışlı bir ölçü geliştirdik. Sanayi üretimi ve milli gelirin artış hızlarını karşılaştırıyoruz. Sanayi üretimi milli gelirden hızla artıyorsa sorun yoktur. Sanayi üretimi milli gelirden yavaş artıyorsa durum kötüdür. Bu gerçeği kavramak için iktisat okumak gerekmiyor. Sağduyu yetiyor. Milli gelirden yavaş artan sanayi üretimi milli gelirde sanayi kesiminin payının gerilemesi demektir. Zengin ülkelerde gelişen ekonomilerin rekabeti sonucu ortaya çıkıyor. “Sanayisizleşme” deniyor. Türkiye’ye bakalım. İmalat sanayii üretimi çeyrek bazında 2002 başı ile 2004’ün üçüncü çeyreği arasında (11 çeyrek) milli gelirden hızlı büyüyor. 2004’ün son çeyreğinde ilişki tersine dönüyor. 2006’nın ikinci çeyreğine kadar (7 çeyrek) imalat sanayi milli gelirden yavaş artıyor. 2006’nın üçüncü çeyreğinde imalat sanayii üretim artışı tekrar milli gelirdeki büyümenin üstüne çıkıyor. 2006 son çeyrek verileri daha yayınlanmadı. Görüldüğü gibi, sanayi üretimi verileri Türkiye ekonomisinin 2004 sonundan itibaren sürdürülemez bir konjonktüre girdiğinin önemli bir kanıtını sağlıyor. Geriye 2006 üçüncü çeyrek ve sonrasını açıklamak kalıyor.Yavaş büyüme ve sanayiSanayi üretiminde artış hangi koşullarda milli gelir artışının üstüne çıkar? Dört mantıkî ihtimal var.Bir: Sanayi üretim artışı yükselir.İki: Milli gelir artışı düşer.Üç: Her ikisi de düşer ama ikincisi daha çok düşer.Dört: İlki daha çok artar.Üçüncü çeyrekte imalat sanayii üretim artışı yüzde 5.2’ye geriliyor. Buna karşılık milli gelir artışı yüzde 3.4’e iniyor. Yani ilişki ekonominin durgunluğa yönelmesinden kaynaklanıyor. Arzulanan durum olmadığı çok açıktır. Giderek son çeyrekte imalat sanayii üretim artışının yüzde 5.7 ile üçüncü çeyreğin biraz üstüne çıktığını belirtelim.
“Bütün yollar Roma’ya çıkar” özdeyişi iktidarın çevre üstündeki hakimiyetini anlatır. Romalılar ünlü yollarını gerçekten bu amaçla inşa ediyorlardı. Bugün enflasyon için eş değer bir güç, para politikasında yoğunlaşıyor. Enflasyon deyince bütün yollar Merkez Bankası’na çıkıyor.Çünkü enflasyon hedeflemesi rejimi para politikasının tasarımı ve uygulanmasında köklü değişim yapıyor. En önemlisi, Merkez Bankası siyasi iktidardan bağımsızlaşıyor. Sadece enflasyona odaklanıyor. Yetki daima sorumluluk demektir. Sorumsuz yetki olmayacağına göre denetimi gerekir. Bunu da para politikasına “şeffaflık” ve “hesap verilebilirlik” zorunluluğu getirerek sağlıyor. Hesap verilebilirlikŞeffaf para politikası nedir? Merkez Bankası’na nasıl hesap sorulur? İlk bakışta çok karışık duruyor. Korkmayın. Somuta indirince çok sadeleşiyor. Teşbihte hata olmaz. Kristof Kolomb’un dibi kırılınca dik duran ünlü yumurtasına benzetebiliriz.Mantık basittir. Para politikası kararlarının temel girdisi nedir? Para otoritesinin kendi enflasyon tahminleridir. Tüm kararları bu tahminler belirler. Enflasyonda artış öngörülüyorsa para politikası kısılır. Düşüş halinde gevşetilir.Demek ki para politikasının denetimi de bu tahminlerden geçecektir. Bir: Merkez Bankası kendi enflasyon tahminlerini gizli tutamaz (şeffaflık). İki: Tahminlerini tuturma derecesi para politikasının hatalarını ortaya çıkartır (hesap verilebilirlik).2002-2005 döneminde uygulandığı söylenen “örtük” enflasyon hedeflemesini neden ciddiye almadığım sanırım anlaşılıyor. “Tek parça bikini” gibidir. Şeffaflık yoksa enflasyon hedeflemesi de yoktur. 2006 tahminleriMerkez Bankası üç ayda bir “Enflasyon Raporu” (ER) yayınına Ocak 2006’da başladı. ER 2006-I içinde 23 Ocak 2006 tarihi itibariyle verilerin kapsandığı belirtiliyor. İlk kez Merkez Bankası’nın kendi enflasyon tahminleri yer alıyor.2006 yıl sonu için TÜFE’de yüzde 4,7 ile yüzde 6.3 aralığı tahmin ediliyor. Ortası yüzde 5,5 eder. 2005 yıl sonunda yüzde 7,7 olduğuna göre enflasyonda 2,2 puan düşüş öngörülüyor. Metinde toplam yurt içi talebin enflasyondaki düşüşe olumlu katkı yapacağı belirtiliyor.ER-2006-II 13 Nisan 2006 itibariyle verileri kapsıyor. Nisan sonunda yayınlandı. 2006 yıl sonu TÜFE tahminleri 0,1 puan artışla yüzde 4,8-6,4 aralığı olarak açıklanıyor. Halbuki Mart 2006’da yıllık enflasyon yüzde 8,2 çıkmıştı (Aralık’tan 0,5 puan yüksek). Artışın sadece beşte biri Merkez Bankası tahminine yansıyor. Yine toplam yurt içi talebin enflasyondaki gerilemeye olumlu katkısı belirtiliyor.İki hatırlatma: Yıllık TÜFE 2006’yı yüzde 9,7 ile bitirdi; raporlar yayınlandığında Serdengeçti başkandı. Bekleneceği gibi, bu hayati önemdeki konuyu didiklemeyi sürdüreceğim.
Bütçenin 7 yıllık faiz dışı fazlası 233 milyar YTL’dir. Bu aslında fakirden zengine yapılan gelir transferinin tutarıdır. Vatandaş inanılmaz fedakârlık yapmıştır.2006 yılında bütçenin denk ya da cüzi bir açıkla kapanabileceğinin işaretleri ilkbahardan itibaren gelmeye başlamıştı. Bütçe verileri yayınlandıkça bu beklendi güçlendi. Yıl sonuna doğru az çok sayılar bile belirginleşti.Ocak başında bütçeyi birebire yakın yansıtan nakit dengesi Hazine tarafından açıklandı. 2006’da nakit gelir ve giderler üzerinden faiz-dışı dengede 37 milyar YTL fazla, bütçe dengesinde 7.5 milyar YTL açık vardı. Özelleştirmeden ve TMSF’den gelen 11 milyar YTL eklenince Hazine hesabında borçlanma öncesinde 3.5 milyar YTL fazla çıkıyordu.Maliye Bakanlığı 2006 yılı Merkezi Yönetim Bütçe sonuçlarını Perşembe günü yayınladı. Faiz dışı fazla 42 milyar YTL, bütçe açığı ise 3.995 milyar YTL çıktı. Böylece bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 1’in altına geriledi. Bu oran 2001’de yüzde 16.5, geçen yıl yüzde 2 idi. Türkiye mucizesiBu olayın kahramanı vatandaştır. Dönem içinde gelirinden devlete ödediği vergi hızla yükselmiştir. Buna karşılık devletten aldığı hizmetler az çok sabit kalmıştır. Aradaki fark faiz ödemelerine gitmiştir.Vatandaşın son yedi yılda yaptığı inanılmaz fedakârlığı ölçmek için birikimli faiz dışı fazlayı kullanmıştık. 2006 sonu için yeniden hesapladım. Bütçenin yedi yıllık (2000-2006 dönemi) faiz-dışı fazlası, Aralık 2006 fiyatları ile 233 milyar YTL’dir. Uygulanan maliye politikasının ekonomi politiğini iyi kavramalıyız. En muhtaç vatandaş bile benzin, mazot, elektrik, KDV, telefon, vs. neredeyse nefes aldığında devlete vergi ödüyor. Faiz ise yerli ve yabancı mali piyasa yatırımcılarına ödeniyor. Genel hatları ile 233 milyar YTL bu dönemde fakirden zengine yapılan gelir transferinin tutarıdır.Sorumlu para politikasıYüksek faiz dışı fazla şeklindeki sıkı maliye politikasını ve bütçe disiplinini hep destekledim. Bugün de destekliyorum. Desteklediğim için bedelini vatandaşın ödediğini her fırsatta hatırlatmaya özen gösteriyorum. Bir adım geriye gidelim. Bu bedel neden ödendi? Bu acı ilaç neden içildi? Düşük enflasyonla hızlı büyüyen, böylece işsizlik sorunun hafifleten ve bunu dış dengesizlere yol açmadan gerçekleştiren bir “güçlü ekonomiye” geçmek için ödendi.Böylece esas soruna geldik. Vatandaş kendi payına düşeni yapıyor. Sıkı maliye politikasını kabulleniyor. Ama karşılığını bir türlü alamıyor. Yerine benim “sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist büyüme” dediğim konjonktür geliyor.Son bütçe verileri, ekonomide bugün yaşanan sorunların sorumluluğunu bütçe ve maliye politikasının sırtına yıkılamayacağını bir kez daha kanıtlıyor. Ama sorun varsa sorumlusu da vardır. Mutlaka bir yerde hata yapılmıştır. Bütçede somutlaşan büyük toplumsal fedakarlığa rağmen yaşanan sorunların sorumlusu 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarıdır. Hataların köküne inecek şekilde para politikasının ayrıntılı analizi bu açıdan hayatidir.
Ocak’ta tüketici fiyatları yüzde 1 artınca enflasyon gene ekonomik gündemi tepesine oturdu. Diğer meslekleri bilmem ama böyle sürprizler iktisatçıları sevindirir. Heyecan artar. Tartışmalar kızışır. Yazı konusu bulmak sorunu ortadan kalkar. Bilgisayar başına oturmadan önce neler yazılabileceğine baktım. Birbirinden ilginç asgari dört yazı konusu derhal belirdi. Hepsi çok güncel ve önemli gibi gelince sıralama zorlukları yaşadım. Neticede enflasyonu değerlendirme kıstası ile başlamaya karar verdim.Soruna son yazımda değindim. Enflasyonun bir önceki döneme kıyasla düşmesi para politikasını başarılı addetmek için yeterli midir? “Evet” diyemiyoruz. Demek ki başarı kıstaslarını dikkatle tanımlamalıyız.Enflasyonun sorumlusu bellidir2001 krizi sonrasında oluşan kurumsal yapıda para politikası özel bir önem kazandı. Dört temel nedeni hatırlatalım: Merkez Bankası’na kısa vadeli faizi denetleme olanağı veren dalgalı kur; Merkez Bankası’na bağımsızılık; bütçede disiplin ve enflasyon hedeflemesi rejimi. Bunların sonucu, geçmişten çok farklı bir iktisat politikası ortamıdır. Merkez Bankası web sayfası şöye özetliyor: “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın temel amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir.” Merkez Bankası yönetiminin de her fırsatta vurguladığı bu ifade iki tarafı keskin kılıçtır. Para otoritesinin sadece enflasyonla ilgilenmesi onu büyüme, işsizlik, vs. diğer göstergelerde sorumluluğunu kaldırıyor. Ama enflasyonun da tek sorumlusu haline getiriyor.Bu yeni durumun yeterince algılanmadığını çevremde hissediyorum. O nedenle vurgulamakta yarar görüyorum. Mevcut iktisat politikası ortamında para politikası ve enflasyon özdeştir. Aynı olayın iki farklı yüzüdür. Birbirinden ayırdedilmeleri olanaksızdır.Hedefler ve tahminlerEnflasyon hedeflemesi ile para politikasına içiçe iki başarı kıstası gelmektedir. İlki hükümetle birlikte saptanan enflasyon hedefidir. Toplumsal ve politik görünülürlüğü yüksektir. Başka bir ifade ile çok medyatiktir. Diğeri Merkez Bankası’nın kendi enflasyon tahminleridir. İktisatçılardan oluşan daha dar bir çevre için ilkinden çok daha önemlidir. Çünkü Merkez Bankası’nın teknik yeterliliğini yani denetleme iddiasında olduğu olayı ne ölçüde doğru anladığını ölçer.Özetleyelim. Enflasyon hedefi gevşek başarı kıstasıdır. Aşağıdan yada yukarıdan ıskalanmasının pekala makul nedenleri olabilir. Merkez Bankası’nın kendi enflasyon tahmini ise sıkı kıstastır. Tutmaması mutlaka para politikasında ciddi zafiyetlere işaret eder. Yerim gene bitti. Merkez Bankası’nın enflasyon tahminlerini gerçekleşme ile karşılaştırmak daha sonraya kaldı.
Salı günü 2006 enflasyonuna baktık. Üç temel eğilim saptadık. Bir: 2006’da enflasyonda görülen tırmanışın nedeni arz şokları değildi. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikasından kaynaklanan yüksek iç talepti. İki: Geçici olan kur etkisi sonbaharda bitti. Üç: İç talebin durağanlaşması ile birlikte enflasyonda düşüş işaretleri belirdi. Perşembe günü 2006 dış ticaretini ele aldık. Aralık ayında ithalat 2005’e kıyasla yüzde 1.3 geriledi. İç talepte yavaşlama işaretidir. Bir anlamı da konjonktürün enflasyon açısından olumlu yönde değiştiğidir.Cuma günü Ocak enflasyonu açıklandı. Beklenenin çok üstünde çıktı. Doğrusu ya, iktisatçılığı heyecanlı bir meslek yapan işte bu sürprizlerdir. Nerede enflasyondaki düşüş? Hani iç talep yavaşlıyordu? Ne oldu?Yiyecek ve içecek enflasyonuOcak ayında TÜFE ve ÜFE için piyasa beklentileri, sırası ile, yüzde 0.3 ve yüzde - 0.2 idi. Buna karşılık gerçekleşme, aynı sıra ile, yüzde 1.0 ve yüzde -0.05 oldu. Beklenenle gerçekleşen arasınnda büyük bir fark olduğu çok açıktır. Cuma öğleden sonra Bilgi Üniversitesi’nde ders programında değişiklik amacı ile bölüm toplantısı yapıyorduk. Genç bir meslektaşım “Bu ay TÜFE eksi çıkar mı?” sorusunu yöneltti. Örnek olarak giyim fiyatlarındaki büyük indirimleri gösterdi.Az sonra açıklanacak bir veri için tahmin vermenin tehlikelerini bilecek deneyime sahibim. Lafı dolaştırdım. Ama enflasyonu büyük ölçüde gıda ve tarım fiyatlarının belirleyeceğini de söyledim.Aynen öyle oldu. “Gıda” kaleminde fiyat artışı yüzde 4.7 oldu. Neyse ki “alkolsüz içecekler” kalemi yüzde 0.8 artıyor. İkisinin toplamı olan “gıda ve alkolsüz içecekler” kaleminda aylık artış yüzde 4.4’te kalıyor. Gıda ve işlenmemiş tarım ürünleri fiyatları enflasyondaki yükselişle birlikte gündemin önüne çıktı. Merkez Bankası’nın analizindeki “arz şokları” arasında özel yerleri var. Ben de bir süredir yakından izliyorum. Önümüzdeki günlerde ayrıntılarına gireceğim.Eğilim değişti mi?Aylık enflasyon verilerinde mevsimsel ve rastlantısal sapmalar kolay oluşur. Gözlem dönemi uzayınca bunlar birbirini telafi eder. Geçmişte de böyle durumlar çok oldu. O zaman da tek gözlemden genelleme yapmanın mahzurlarını anlatmıştım. Esas konuya gelelim. Ocak enflasyon verileri konjonktür analizi açısından ek bilgi taşıyor mu? Daha açık soralım. Enflasyondaki düşüşün durduğu hatta yeni bir tırmanmanın başladığı anlamına geliyor mu? Cevabım “Hayır” oluyor. Ancak enflasyonda düşüş eğilimi muğlak bir ifadedir. Örneğin 2007 yıl sonu TÜFE yüzde 8.9 çıksa 2006’ya göre düşmüş olacaktır. Enflasyonda düşmeden kastedilen nedir? Ne olmalıdır?Ölçme kıstası enflasyon hedeflemesi rejiminde var. Merkez Bankası enflasyon tahminini açıkladı. 2007 sonu TÜFE artışını yüzde 70 olasılıkla yüzde 6.6 ile yüzde 3.6 arasında (orta nokta yüzde 5.1) öngördü. İkinci ve çok daha hayati soruya ulaştık. Bugün itibarıyla enflasyondaki düşüş eğilimi Merkez Bankası tahminleri ile tutarlı mıdır? Daha açık söyleyelim. Merkez Bankası kendi tahminini tutturabilecek midir?Soru çok önemli ama yerim kalmadı. Bugünlük Merkez Bankası’nın benden daha iyimser olduğunu söylemekle yetiniyorum.
Her ekonomide dış ticaret önemlidir. Ama Türkiye'de biraz daha hassas bir konudur. Tedirginliğin nedeni biliniyor. Yakın tarihte iki kez, 1950'li ve 1970'li yıllarda, ülkenin dövizi bitti. 1994 ve 2001'de dev dış ticaret açıklarının ardından döviz kuru zıpladı.Son iki yıldır yeni rekorlara koşan dış ticaret ve cari işlemler açıklan tarihin derinlerinden gelen korkuları tekrar canlandırdı. Kamuoyu, haklı ya da haksız, yine dış ticaretten kaynaklanan bir krizin işaretlerini görmeye başladı.Ayrıca bu yıl aralık ithalat verileri özel önem kazandı. Çünkü ithalat iç talebin ve dolayısı ile konjonktürün kritik öncü göstergesidir. Mayıs türbülansı sonrasında sıkılan para politikasının hedeflediği iç talepte durgunluğun ne ölçüde gerçekleştiğini ölçmeye imkân verir.Rekorlar yılı2006 dış ticarette kelimenin tam anlamı ile rekorlar yılı oldu. ihracat 2005'e kıyasla yüzde 15,9 artarak 85,1 milyar dolara yükseldi. Türkiye İhracatçılar Birliği gazetelere verdiği tam sayfa ilanlarla kamuoyunu bilgilendirmişti.İthalat 2005'e kıyasla yüzde 17,3 artarak 137 milyar dolara tırmandı. Etkileyici bir sayı olduğunu kabul etmeliyiz. İki yıl önce "Türkiye 2006'da 137 milyar dolar ithalat yapacak" desem sanırım çok az kişi ciddiye alırdı. Halbuki oldu.Dolayısı ile dış ticaret açığı da 2005'e kıyasla yüzde 19,8 artarak 51.9 milyar dolara çıktı. 2000'deki herkesin gözünü korkutan meşhur dış ticaret açığı bunun neredeyse yarısı yani 27 milyar dolardır.Genel anlamı ile bu sayıların sürpriz olduğu söylenemez. Yıl başında ihracat, ithalat ve dış açık tahminleri daha düşüktü. Ama eğilimler ortaya çıktıktan sonra üçünde de yukarı yönde revizyon yapıldı.Daha ilginç bir husus var. 2006'nın yıllık değerleri daha yayınlandıkları gün ilgi alanımızın dışında kaldı. Nedeni konjonktür açısından 2006'nın homojen olmaması, yani iki ayrı konjonktürü taşımasıdır.Konjonktür değişiyorGelelim aralık ayının çok özel verilerine. Hemen nedenini anlayacaksınız. Bir önceki yılın aynı ayı ile karşılaştırıyoruz. İhracat yüzde 16,6 artıyor. İthalat yüzde 1,3 düşüyor. Dolayısı ile dış ticaret açığı yüzde 30,5 küçülüyor.İthalattaki son düşüş Şubat 2002'de görülmüştü. Yani aylık ithalat beş yıldır ilk kez aralıkta düşmüştür. Hayati önemde bir gelişme olduğunu söylemeye gerek yoktur. Üstelik ihracatta yakın dönem ortalamasının üstünde bir artışa rağmen ithalat düşmüştür.Tek aylık veriden genelleme yapmayı sevmem. Ekim-aralık dönemi üç aylık değişime de baktım. Gene 2002 başından bu yana ilk kez ihracat artışı (yüzde 19,5) ithalat artışını (yüzde 13,1) geçiyor. Yerim bitti. Bu önemli konuya geri döneceğim.
Bu yıl enflasyon değerlendirmemiz gecikti. Gecikmenin bir yararı da oldu. Merkez Bankası’nın ayrıntılı enflasyon analizlerini görme olanağını bulduk. Bir hafta önce hedefin ıskalanması münasebeti ile hükümete hesap veren mektup, dün 2007’nin ilk Enflasyon Raporu açıklandı.Bir önceki mektup ve rapor ekimde verilmişti. Kasım başında uzun uzun enflasyonu yazdım. Enflasyonun 2006’da tekrar yükselme eğilimine girmesinin nedenlerini ele aldım. Merkez Bankası’nın bakışı ile farklarımı anlattım. Sonrası için beklentilerimi verdim. Sonucu peşinen söyleyelim. Aralık sonu gerçekleşmesi analizde bir değişiklik yapmayı gerektirmiyor. Dolayısı ile bu kez temel sorunları belirtmek yeterli duruyor. Doğallıkla isteyenler o yazılara dönebilir.Enflasyonun seyriKasım başında enflasyonun genel gidişatı üstüne yaptığım üç gözlemi kısaca özetleyeceğim. İlki enflasyondaki yükselişin 2005 sonunda başladığıdır. Yani mayıs ayındaki mali türbülans öncesinde enflasyon yıllık yüzde 10 platosuna çoktan oturmuştu. İkincisi mayıstaki mali türbülansın sonuçlarıdır. Kur hareketi maliyetler üstünde enflasyonu yukarı çekti ama etkisi geçici kalmaya mahkûmdu. Nitekim ek tırmanma kısa sürdü. Yaz sonunda enflasyon yüzde 10 platosuna geri dönmüştü.Üçüncüsü ana eğilim itibariyle enflasyonun düşüşe geçmediğidir. Yükselişin durması düşüşün başlayacağı anlamına gelmez. Enflasyonu oturduğu yüzde 9-10 platosundan hedef yüzde 5’e doğru indirecek bir düşüş eğiliminin işaretleri yoktu.Açıklanan kasım ve aralık enflasyon verileri ilk ikisini kesin doğruladı. Sonuncusu için ise o kadar kategorik olamayız. Enflasyonun gerileyebileceğine dair işaretler görülüyor. Ama özellikle iç taleple ilgili ciddi belirsizliğin sürdüğünü de izliyoruz.Enflasyonun nedeniSırada esas konu var. 2001 krizi sonrasındaki dört yıl üst üste hedefin altında gerçekleşen enflasyon 2006’da neden hedefin iki katına yükseldi? Öyle sormak istemesek de akla derhal “kabahat kimde?” sorusunun geldiği çok açıktır.Merkez Bankası’nın mektuplarını, raporlarını, Başkan’ın konuşmalarını okuyoruz. “Arz şokları” diyor. Örneğin dünyada petrol-emtia fiyatları, içeride işlenmemiş gıda fiyatları ve konut-hizmet kesiminde katılıklar öne çıkartılıyor. Nedenler arasında iç talep ise sayılmıyor. Benim analizim tam tersini söylüyor. Enflasyondaki yükselişin esas nedeni, hiç tereddütsüz, iç talepteki sürdürülemez artıştır. Onun gerisinde 2003 sonrasına uygulanan yanlış para politikaları vardır.Hem sağduyu hem de iktisat bunu söyler. Enflasyonda sorun varsa önce para politikasına bak der. Tekrar ediyorum. Ekonomiyi son iki yıldır ciddi şekilde sıkıştıran konjonktürün temel sorumlusu yanlış para politikalarıdır. En somut kanıtı 2006 enflasyonunun seyridir.
Geçen Pazar kamu net borç stoğunun Eylül sonu (üçüncü çeyrek) sonuçlarına baktık. Hafta içinde merkezi yönetim brüt borç stoğu yıl sonu değerleri Hazine tarafından açıklandı. Ana hatlarını kısaca görelim.Net-brüt ve kamu-merkezi yönetim farklarını hatırlatalım. Brüt borçtan menkul varlıklar düşülerek net borca ulaşılıyor. Merkezi yönetim ise Hazine’nin yeni ismidir. Diğer kurumlar eklenince (yerel idareler, fonlar, katma bütçeler) kamu borcu elde ediliyor. Teorik açıdan merkezi yönetim borç stoğundaki değişim yanıltıcı olabilir. Örneğin borç Hazine yerine bir başka kamu kurumuna kaydırılmış olabilir. Ya da Hazine borcunu ve mevduatını aynı miktarda arttırabilir. Uygulamada ilki önemsizdir. Merkezi yönetimin brüt kamu borcundaki payı zaten yüzde 95’in üzerindedir. İkincisi sorunludur. Örneğin Hazine iç piyasada TL borçlanıp Merkez Bankası’ndan döviz alıyor ve mevduat olarak tutuyor. Reel düşüş varMerkezi yönetim brüt borç stoğu 2005’de 331 milyar YTL iken bu yıl 345 milyar YTL oldu. Artış 14 milyar YTL ya da yüzde 4.1. Aynı dönemde tüketici enflasyonu yüzde 9.7 olduğuna göre borç reel olarak yüzde 5.1 geriliyor.Merkezi yönetim borç stoğundaki nominal artışın enflasyonun altında kalması çok önemlidir. Bu duruma sadece 2003’de rasladık. Nedeni farklı idi. YTL değer kazanınca dış borcun yerli para karşılığı düşmüştü. Halbuki 2006’de TL dolara karşı yüzde 4.8 değer kaybetti.Dolar cinsinden borçta ise krizden bu yana ilk kez küçük de olsa bir düşüş görüyoruz. 2005 sonunda 247 milyar dolar iken bu yıl 245 milyar dolara iniyor. Nominal 2 milyar dolar ya da yüzde 0.6’lık bir azalış demek. Yüzde 2.5 dolar enflasyon koysak reel düşüş yüzde 3 eder. Ancak borç stoğunu dövizle ölçmenin sorunları var. Örneğin döviz kurunu sabit tutunca 2006 sonu borç stoğu 253 milyar dolara yükseliyor. Buradan dolar cinsinden borç stoğundaki düşüşün TL’nin dolar karşısında değer kaybını yansıttığını anlıyoruz.Piyasaya TL borcuBorcun yapısına bakalım. Eskiden önemli olan iç-dış borç ayırımı artık anlamını yitirdi. Zaten kamunun net dış borcu hızla düşüyor. TL-döviz borç ayırımı da o bağlamda önemsizleşti. TL tahvillerde yabancıların payı artıyor.Geriye piyasa-kamu ayırımı kalıyor. Mali piyasaları ilgilendiren ve kamuoyunda görünülürlüğü olan ilkidir. Piyasa borcundaki değişim toplam borç değişiminden bile kritik bir göstergedir. 2006’da piyasaya borç yüzde 6.4 artıyor. Artış gene enflasyonun altındadır. Ancak ayrıntıya inince bir nedenin dövizle borçtaki yavaş artış olduğu görülüyor. Piyasaya TL borcu ise yüzde 9.2 artıyor. Enflasyondan bir gıdım düşüktür. Borç yapısında üçlü değişim yaşanıyor. Dış borç yerine iç borç, döviz borcu yerine TL borcu, kamu borcu yerine piyasa borcu ikame ediliyor. Bu durumda piyasaya TL borcunun 2006’da reel olarak sabit kalması son derece olumlu ve önemli bir gelişmedir.