Hazine net kamu borcunu çeyrek bazında hesaplayarak yayınlıyor. Yılbaşında üçüncü çeyrek (Eylül) 2006 sonuçlarına baktık. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olurmuş. Yılın nasıl biteceğini az çok kestirdik. Geçen hafta Aralık 2006 sonuçları açıklandı. Bir süredir tekrarlıyoruz. Artık kamu borcu kriz sonrası dönemdeki gibi bir tehlike unsuru olmaktan çıktı. Nedeni biliniyor. Sıkı maliye politikası borç sorununu hafifletti.Gene de kamunun borç dinamiğini izlemek gerekiyor. Makroekonomik istikrarın temel unsurlarından biridir. Bizim işimize onun ötesinde yarıyor. Toplam kamu kesimi dengesini hesaplama imkanını veriyor. Net borç hızla iniyorBorç serilerinin nasıl hesaplandığını kısaca hatırlatalım. Merkezi yönetim brüt borç stoğu ve ayrıntıları aylık bazda yayınlanıyor. Diğer kamu kesimi çeyrek bazında buna ekleniyor. Böylece brüt kamu borç stoğuna ulaşılıyor.İkinci aşamada çeyrek bazında kamunun elindeki menkul değerler bulunuyor. Üç ana kalem var: Merkez Bankası’nın net iç ve dış varlıkları, merkezi yönetim ve diğer kamu kesiminin mevduatı ve işsizlik sigortası varlıkları. Brüt kamu borcundan menkul varlıklar düşülünce net kamu borcu elde ediliyor.2004 sonunda net kamu borç stoğu 274 milyar YTL ile zirveye çıktı. O tarihten itibaren inişe geçti. 2005’te 269 milyar YTL, 2006’da 258 milyar YTL’ye düştü. İki yıldır net kamu borç stoğunun cari fiyatlarla düştüğüne dikkatinizi çekerim. Borç yükünü ölçmekte kullanılan esas gösterge milli gelire oranıdır. 2000’de yüzde 57 iken 2001’de yüzde 90’a tırmanmıştı. 2002’de yüzde 72’ye, 2003’te yüzde 70’e, 2004’te yüzde 64’e, 2005’te yüzde 55’e ve nihayet 2006’da yüzde 45’e geriledi.Brüt kamu borcunda küçük de olsa artış sürüyor. 2005’te 348 milyar YTL’den 2006’da 363 milyar YTL’ye yükselmiş. Ama özellikle kamu mevduatı ve Merkez Bankası net varlıklarındaki hızlı artış net kamu borcunun düşmesine yol açmış.Kamu kesimi dengesiTemel bir özdeşlik vardır. Tanım icabı, kamu borç stoğundaki değişim kamu kesimi toplam dengesine eşittir. Buradan 2006 yılında her şey dahil toplam kamu kesiminin cari fiyatlarla 12 milyar YTL fazla verdiği anlaşılıyor. GSMH’nin yüzde 2’si ediyor. Enflasyonu dahil ederek kamu kesimi reel dengesini bulabiliriz. Operasyonel denge deniyor. Biraz bakkal hesabı gibi duruyor ama son derece gerçekçidir. Daha ince hesapların sonuca etkisi çok kısıtlı olacaktır. 2006’da TÜFE yüzde 9.7 arttı. 2005 sonu net kamu borcunu 2006’da reel olarak sabit tutan değer 295 milyar YTL çıkıyor. Halbuki fiili stok 258 milyar YTL yani 37 milyar YTL daha düşüktür. 37 milyar YTL kamu kesimi reel fazlasıdır. GSMH’nın yüzde 6.5’idir. Borç verileri hiç tereddüte yer bırakmıyor. Kamu kesimi 2006’da önemli miktarlarda net borç ödeyicisidir. Geriye bilinen bilmece kalıyor. Böylesine katı bir bütçe disiplinine rağmen 2006’da faizler neden bu kadar yüksek seyretti?
Devlet Bakanı Babacan yeni bir gelenek başlattı. Düzenli aralıklarla köşe yazarı profesyonel iktisatçılarla buluşuyor. İstanbul’un hoş bir mekânında yemek yeniyor. Ekonominin sorunları tartışılıyor. Sonuncusu Cumartesi gecesinin geç saatlerine kadar sürdü. Sonunda yorgunluktan pes ettik. Ekonomi yönetimi toplantıda Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ve Başkan Yardımcısı Erdem Başçı tarafından zirve düzeyinde temsil edildi. Bizim cenahta da güçlü bir katılım vardı. Başka işleri olduğu için gelemeyen birkaç meslektaş dışında herkes geldi.Arşivime baktım. Bakan Babacan’ın Haziran 2003’te yaptığı ilk toplantıyı kısaca köşeme taşımışım. Diğerlerini sessiz geçmişim. Ancak bu kez meslektaşlar toplantıdan çok söz etti. Ben de modaya uyma kararını aldım.İki sunumÖnce Hazine Müsteşarı uzun bir sunum yaptı. Yanılmıyorsam 45 dakika sürdü. 2003’ten günümüze makroekonomik gelişmeleri tablo ve grafiklerle özetledi. Gelir dağılımı ve borçla ilgili yeni verileri tanıttı.Bu tür sunumların çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Yakın geçmişle ve bugünle ilgili bütün temel veriler bir arada olunca resmin tümü kolay görülüyor. Gözden kaçan ayrıntılar ortaya çıkıyor. www.hazine.gov.tr adresine konmuş; okuyucularıma indirmelerini tavsiye ederim.Merkez Bankası Başkanı, bekleneceği gibi, enflasyon ve para politikası hakkında konuştu. 2000’den bu yana enflasyonla mücadelede katedilen büyük mesafeyi vurguladı. Para politikasının genel duruşunu açıkladı.Benim de aralarında yer aldığım bir grup iktisatçının kriz sonrasında uygulanan para politikalarını eleştirdiği biliniyor. Doğal olarak, ilk yılların etkileyici başarılarından sonra 2005’ten itibaren enflasyonun tekrar yükselmesi konuyu daha da ilginç kılıyor.Maalesef hevesimiz kursağımızda kaldı. Başkan ve Yardımcısı gece uçağı ile Ankara’ya dönmek için erken ayrıldılar. Tartışmaların heyecanlı olması beklenen bölümü sönük geçti. Şimdi baktım; Başkan’ın sunumuna internetten ulaşılamıyor.İzlenimlerKısa-orta-uzun velhasıl tüm vadelerde Türkiye’nin esas siyasi-ekonomik-toplumsal çapası AB üyeliğidir. Bakan Babacan’ın bu konuda net, kararlı ve bilinçli tavrı beni sevindirdi. Bekliyordum ama iman tazeledim.Ekonomide yaşanan toparlanma ve nisbi istikrarın gerisinde sıkı maliye politikası yatıyor. Üstelik özverisi yüksek bu politikanın yakın gelecekte sürdürülmesi zorunlu duruyor. Bakan Babacan bu konuda kararlı bir tavır sergiledi. Çok olumludur.Ya para politikası? Rekor gecelik faizlerin tavizsiz devam edeceği tereddütsüz şekilde söylendi. Onu anladım. Sevindim mi? Eskiler “rivayet muhtelif” der. Burada zaten yerimiz kalmadı. Nasıl olsa para politikası sorunlarını konuşmaya çok vaktimiz oluyor.
2006 milli gelir verilerini değerlendirmeyi sürdürüyoruz. Geçen yazıda 20 yılın tümüne uzun dönem eğilimler açısından baktık. 2000 sonrasında ortalama büyüme hızında ciddi bir artış görülüyor. Ama düzeyini kestiremiyoruz. Çünkü son yılda eğilim tekrar inişe geçiyor. Uzun dönem analizleri için “yapısal” kavramı uygun düşüyor. Kısa dönemli gelişmeler ise “konjonktür” kavramı ile özetlenir. Ekonominin genel gidişatı da diyebiliriz. Doğallıkla, ekonomi normalleştikçe konjonktürün önemi de artar. Konjonktür analizinde milli gelir ve bileşenlerinin yakın geçmişteki seyri hayatidir. Ekonominin yönelimleri üstüne en kapsamlı ve güncel bilgileri taşırlar. Bunlardan özellikle yakın geleceğin muhtemel gelişmeleri hakkında ipuçları elde ederiz.“Saadet zinciri” ve kopuşu2005 yazından bu yana yazılarımda konjonktürle ilgili sorunlara daha çok yer vermeye başladım. Okuyucularım ana temalarımı biliyor. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının ekonomiyi olumsuz bir konjonktüre sıkıştırdığını söylüyorum.Bir de slogan geliştirdim: “Sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist büyüme.” Ama 2005’te tahminlerimin tam tersine gerçekleşti. Tüketim ve yatırım harcamaları patladı. İç talepte sürdürülemez bir balon oluştu.Balonun başlangıç tarihi 2005’in yaz aylarıdır (üçüncü çeyrek). “Eyvah, Hızlı Büyümüşüz!” (17/12/2005) başlığı ile karşıladım. 2006 başında “saadet zinciri” ifadesini kullandım. 2006 baharında teklediğini, mayıs türbülansı sonrasında koptuğunu iddia ettim.Durumu daha net görmek için verileri takvim yılı yerine konjonktür dalgasına göre dönemlemek yeterlidir. Saadet zinciri 2005 üçüncü çeyrekten 2006 ikinci çeyreğe tam dört çeyrek (bir yıl) sürdü. 2006’nın ikinci yarısında geldiği gibi kayboldu.İç talepte durağanlıkTemmuz 2005 - Haziran 2006 arası dönemde özel nihai tüketim artışı yüzde 11,5’tur. Sadece özel tüketimin büyümeye katkısı yüzde 7,2’dir. Temmuz-Aralık 2006’da ise özel tüketim artışı yüzde 1 ve büyümeye katkısı yüzde 0.7’dir.Eşdeğer eğilimleri özel kesim yatırımlarında görüyoruz. Saadet zinciri yılında özel kesim makine teçhizat yatırımları yüzde 28,3 artarak büyümeye yüzde 5,8 katkı yapmış. Son altı ayda ise aynı kalemde artış yüzde 3,7’ye, büyümeye katkı yüzde 0.6’ya düşüyor.Bu iki kaleme bina ve konut inşaat harcamalarını da ekleyince toplam özel kesim nihai iç talebine ulaşırız. Saadet zinciri yılında özel kesim iç talebinin büyümeye katkısı yüzde 14,8’dir. Son altı ayda ise yüzde 2,7’dir.Halbuki saadet zinciri döneminde GSMH büyüme hızı yüzde 8,5’tur. Özel kesim talebinin büyümeye katkısı 6.3 puan daha yüksektir. Aradaki fark ithalatla yani dış kaynakla karşılanmıştır.Son altı ayda ise büyüme yüzde 4,4’e geriledi. Ama özel kesim talebinin katkısı bunun da 1,7 puan altındadır. Özel kesimin borç ödemeye başladığı anlaşılıyor. Dış denge ile ilişkisine bir başka yazıda değineceğim.
Bugün kullanılan milli gelir serisinin başlangıcı 1987’ye gidiyor. Milli gelir muhasebesini hatırlatalım. Üretim ve harcama önce cari fiyatla hesaplanıyor. Sonra deflatör denilen enflasyon ölçüsü ile 1987 fiyatlarına çevriliyor. O seriden büyüme hızı bulunuyor.Aslında daha gerçekçi bir milli gelir serisi için baz yılını bugüne yaklaştırmak gerekiyor. Bir süredir bu çalışma TÜİK tarafından sürdürülüyor. Maalesef bir türlü sonuçlanmadı. Belki bu yıl biter. 1987’den 2006’ya tam 20 yıl ediyor. Tek seri olmasının avantajları da var. Seriler arası geçiş sorunları olmadan dönemin tümünü görmeye izin veren bazı istatistik araçları kullanabiliyoruz. 20 yılın hikayesiBugün 1987-2006 döneminde büyüme eğilimlerine bakmak istiyorum. Uzun dönem eğilimleri kısa dönem dalgalanmalardan ayırdetmek için şu sıralarda en yaygın kullanılan yönteme başvurdum. Daha önce de kullanmıştım. Önce sabit fiyatlarla üç aylık GSMH’dan mevsimlik etkileri Tramo-Seats yöntemi ile temizliyoruz. Sonra bunlara Hedrick-Prescott filtresini uygulayarak kısa dönemli dalgalanmaları ayıklıyoruz. Uzun dönemli büyüme eğilimlerini elde ediyoruz.Sonuçlar aşağıdaki grafiktedir. Büyüme eğilimi açısından son 20 yılı üç ayrı döneme ayırabileceğimiz derhal görülüyor. Grafik, bu anlama ekonominin son 20 yılının hikayesini özetliyor.1987-1997 arasında ekonomi yüzde 4 civarında bir hızla büyüyor. Fiili büyümenin çok dalgalanmasına rağmen dönem içinde ortalamanın istikrarlı kaldığını saptıyoruz. 1998-2000 arasında ortalama büyüme hızla düşüyor. 2000’de dibe vuruyor: Yüzde 1. 2001’den sonra büyüme tekrar toparlanıyor. 2003’de 1987-1997 dönemini yakalıyor. 2005’de yüzde 6.7 ile tepe noktasına çıkıyor. Sonra yavaş bir inişe geçiyor. 2006 sonu itibariyle yüzde 6.5 oluyor.Dün ve bugünden yarınaGrafiğe bakarak ikisi geçmişe, biri geleceğe yönelik üç gözlem yapmak istiyorum. Dünü anlamanın yararlarını her fırsatta vurgularım. Yarınla ilgili soruların özellikle bu günlerde daha da önem kazandığı biliniyor. Bir: Grafik krizin tarihini netleştiriyor. Türkiye’nin esas ekonomik krizi 1998’de başlıyor. Ortalama büyüme hızının yüzde 1’e indiği 2000’de dibe vuruyor. 2001 ise krizden çıkış dönemine raslıyor. İki: 2001 sonrasında büyüme eğilimi 1987-1997 dönemine kıyasla ciddi şekilde yükseliyor. Enflasyonla mücadele ve yapısal reform çabalarının bu büyüme hızını artırıcı olumlu etkisi sanırım artık daha iyi kavranıyor.Üç: Buna karşılık yeni uzun dönem büyüme eğiliminin mutlak düzeyi konusunda hala belirsizlik görülüyor. Çünkü 2006’da büyüme eğilimi aşağıya dönüyor. Acaba ortalama büyüme hızındaki bu düşüş geçici mi? Yoksa kalıcı mı? Kalıcı ise yeni büyüme eğilimi nerede istikrar kazanacak? Soruların önemi bence çok açıktır. Grafik onlara cevap vermiyor. Ama sorma fırsatını yaratıyor.
2006 yılı milli geliri verileri pazartesi günü TÜİK tarafından açıklandı. Göstergelerin ağababasıdır. Çünkü reel ekonominin bütününde olup bitenler hakkında en kapsamlı bilgi oradadır. Sektör ve harcama bazında ayrıntıları özellikle önemlidir. Dolayısı ile her yıl nisan başında milli gelire yoğunlaşırız. Büyümenin analizi birden fazla yazıya yayılır. Bu yıl biraz daha uzun sürebilir. Nedenlerin bir kısmı benden bir kısmı dönemin özelliklerinden kaynaklanıyor.Sonuçla başlayalım: 2006’da GSYİH ve GSMH, sırası ile; yüzde 6.1 ve yüzde 6.0 büyüdü. Haber ve yorumları iki gündür medyada izliyorsunuz. Büyüme genelde daha düşük bekleniyordu. Bir kez daha Türkiye ekonomisi karamsarları mahçup etti. 2005 ortasından bu yana benim de karamsar cephede yer aldığım biliniyor. İlginç şekilde, büyümede karamsar, enflasyonda iyimser kaldım. Ocak 2006’da büyümeyi yüzde 3.6, enflasyonu yüzde 6.9 öngördüm. İlki 2.5 puan, ikincisi 2.8 puan yüksek gerçekleşti.Yöntemle ilgiliOrtada çok konu olunca yazıları bir plana bağlama ihtiyacı oluştu. Önce büyümeyi uzun dönem perspektifinden ele alacağım. 2001 krizinden bu yana beş yıl geçti. Dönemin tümünü kuşbakışı görmek değişen trendleri saptamayı kolaylaştırır.Ardından konjonktür analizine gireceğim. Tahminlerdeki yanılgıların nedenlerini mutlaka teşhis etmek gerekiyor. Bundan sonraki tahminlerin başarısı açısından konjonktürü doğru kavramak giderek daha önem kazanıyor.Doğallıkla bu arada 2006 yılının ayrıntılarına girilecek. Sektör ya da harcama bazında geçmişten farklılaşan trendler bulunacak. Verilerin içsel tutarlılığı sınanacak. Ölçme sorunları araştırılacak.Sonuncusu hakkında bir paragraf açmak istiyorum. Üç yıldır verilerin revizyonunda ilginç bir gelişme yaşanıyor. Yıllık veriler yayınlanırken diğer üç çeyreğin milli geliri yükseliyor. Bu yıl da öyle oldu.Yanlış anlaşılmasın. Verilerin kesinleşirken değişmeleri kuraldır. Her yerde yapılır. Sorun, revizyonun hep tek yönlü (burada yukarı doğru) olmasıdır. Hesap hatalarının sistematikleştiğine işaret eder. Gözlemcileri ve iktisat politikasını yapanları yanıltır.Kesintisiz büyümeBakan Ali Babacan haklı olarak vurguladı. Türkiye ekonomisi tam beş yıldır (yirmi çeyrek) kesintisiz büyüyor. 1987 bazlı seride GSMH’ye baktım. İlk on beş yılda beş pozitif büyüme dönemi var. Ortalama uzunluğu iki yılın altında (yedi çeyrek). En uzunu 1994 krizi sonrasında üç buçuk yıl (on dört çeyrek).Son beş yıl büyümenin hızı ve kalitesi açısından da ayrışıyor. Yirmi yılın ortalama yıllık büyüme hızı yüzde 3.9, volatilite ölçüsü olan standart sapma 6.4 çıkıyor. İlk on beş yıl için, aynı sıra ile, yüzde 2.8 ve 6.7’yi buluyor. Halbuki son beş yılda ortalama büyüme yüzde 7.5 ve standart sapma 3.6’ya, birikimli GSMH artışı ise yüzde 43.2’ye ulaşıyor.Yukarıdaki basit gözlemlere itirazları duyuyorum. Örneğin döneme krizden çıkış yılı 2002 dahil ya da 2006 son yarısında büyüme ortalamanın altına düştü denebilir. Haksızlık olur. Gerçeği kabul etmeliyiz.Günahı ve sevabı ile, Türkiye’nin 2000’den bu yana enflasyonla mücadele ve yapısal reform konusunda gösterdiği irade ve fedakârlık sonuç vermiştir. Arada yapılan politika hatalarının etkileri ya da ödenen bedelin yüksekliği ayrı konulardır. Başarıyı gölgelemelerine izin veremeyiz.
Çünkü reel ekonominin bütününde olup bitenler hakkında en kapsamlı bilgi oradadır. Sektör ve harcama bazında ayrıntıları özellikle önemlidir. Dolayısı ile her yıl nisan başında milli gelire yoğunlaşırız. Büyümenin analizi birden fazla yazıya yayılır. Bu yıl biraz daha uzun sürebilir. Nedenlerin bir kısmı benden bir kısmı dönemin özelliklerinden kaynaklanıyor.Sonuçla başlayalım: 2006’da GSYİH ve GSMH, sırası ile; yüzde 6.1 ve yüzde 6.0 büyüdü. Haber ve yorumları iki gündür medyada izliyorsunuz. Büyüme genelde daha düşük bekleniyordu. Bir kez daha Türkiye ekonomisi karamsarları mahçup etti. 2005 ortasından bu yana benim de karamsar cephede yer aldığım biliniyor. İlginç şekilde, büyümede karamsar, enflasyonda iyimser kaldım. Ocak 2006’da büyümeyi yüzde 3.6, enflasyonu yüzde 6.9 öngördüm. İlki 2.5 puan, ikincisi 2.8 puan yüksek gerçekleşti.Yöntemle ilgiliOrtada çok konu olunca yazıları bir plana bağlama ihtiyacı oluştu. Önce büyümeyi uzun dönem perspektifinden ele alacağım. 2001 krizinden bu yana beş yıl geçti. Dönemin tümünü kuşbakışı görmek değişen trendleri saptamayı kolaylaştırır.Ardından konjonktür analizine gireceğim. Tahminlerdeki yanılgıların nedenlerini mutlaka teşhis etmek gerekiyor. Bundan sonraki tahminlerin başarısı açısından konjonktürü doğru kavramak giderek daha önem kazanıyor.Doğallıkla bu arada 2006 yılının ayrıntılarına girilecek. Sektör ya da harcama bazında geçmişten farklılaşan trendler bulunacak. Verilerin içsel tutarlılığı sınanacak. Ölçme sorunları araştırılacak.Sonuncusu hakkında bir paragraf açmak istiyorum. Üç yıldır verilerin revizyonunda ilginç bir gelişme yaşanıyor. Yıllık veriler yayınlanırken diğer üç çeyreğin milli geliri yükseliyor. Bu yıl da öyle oldu.Yanlış anlaşılmasın. Verilerin kesinleşirken değişmeleri kuraldır. Her yerde yapılır. Sorun, revizyonun hep tek yönlü (burada yukarı doğru) olmasıdır. Hesap hatalarının sistematikleştiğine işaret eder. Gözlemcileri ve iktisat politikasını yapanları yanıltır.Kesintisiz büyümeBakan Ali Babacan haklı olarak vurguladı. Türkiye ekonomisi tam beş yıldır (yirmi çeyrek) kesintisiz büyüyor. 1987 bazlı seride GSMH’ye baktım. İlk on beş yılda beş pozitif büyüme dönemi var. Ortalama uzunluğu iki yılın altında (yedi çeyrek). En uzunu 1994 krizi sonrasında üç buçuk yıl (on dört çeyrek).Son beş yıl büyümenin hızı ve kalitesi açısından da ayrışıyor. Yirmi yılın ortalama yıllık büyüme hızı yüzde 3.9, volatilite ölçüsü olan standart sapma 6.4 çıkıyor. İlk on beş yıl için, aynı sıra ile, yüzde 2.8 ve 6.7’yi buluyor. Halbuki son beş yılda ortalama büyüme yüzde 7.5 ve standart sapma 3.6’ya, birikimli GSMH artışı ise yüzde 43.2’ye ulaşıyor.Yukarıdaki basit gözlemlere itirazları duyuyorum. Örneğin döneme krizden çıkış yılı 2002 dahil ya da 2006 son yarısında büyüme ortalamanın altına düştü denebilir. Haksızlık olur. Gerçeği kabul etmeliyiz.Günahı ve sevabı ile, Türkiye’nin 2000’den bu yana enflasyonla mücadele ve yapısal reform konusunda gösterdiği irade ve fedakârlık sonuç vermiştir. Arada yapılan politika hatalarının etkileri ya da ödenen bedelin yüksekliği ayrı konulardır. Başarıyı gölgelemelerine izin veremeyiz.
Son ABD seyahatinden siyasi izlenimlerimi pazar günü yazdım. Özetle, iki ülke arasındaki ilişkilerde Soğuk Savaş sonrası döneme uyum sancılarının sürdüğünü, hatta önümüzdeki günlerde anlaşmazlıkların artabileceğini gözledim.Bugün ekonomik izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Türkiye ekonomisi üzerine iki konuşma yaptım. New York’ta mali kesim kökenli iktisatçılarla konjonktürün seyrini ve muhtemel senaryoların ayrıntılarını tartıştık. Çok yararlandım.Washington’da ise eski IMF Başkan Yardımcısı Profesör Anne Krueger yorumcu idi. Kendisinin 2002-2006 döneminde Türkiye’nin uyguladığı iktisat politikalarının tasarımında birinci elden sorumluluk taşıması olayı daha ilginç kıldı.Piyasa iyimserİki temel tema var. Bir: Toplumun büyük fedakârlığı ile kısa sürede kamu açığı kapanmıştır. Başarının sırrı budur. İki: Kriz sonrası para politikası yanlıştır. Aşırı değerli TL’nin, gerileyen özel kesim tasarruf oranının, büyüyen dış açığın, artmayan istihdamın sorumlusu odur.Dolayısı ile iki düzeltme kaçınılmazdır. Tasarruf artışı iç tüketim duraklamasıdır. Ya iç taleple birlikte büyüme hızı düşer. Ya da büyümeyi ihracatın çekmesi için TL değer kaybeder. Küresel piyasa risk iştahında bir olumsuzluk yaşanmadığı takdirde düzeltme intizamlı seyreder.Bu analizde karamsar unsurlar bulundu. İç talepte nispeten uzun sürecek bir durağanlık fikrine herkes kendini alıştırmış. Ama kur ve ihracat konusunda daha iyimserler. Verimlilik artışı ve reel ücretin sabit kalması sayesinde TL değer kaybetmeden ihracatın artacağı düşünülüyor. Bu da 2007’de daha hızlı büyüme ve TL’de daha az değer kaybı demek.Buna rağmen, dolaylı yoldan yine sorular döviz kuruna yoğunlaştı. En çok merak edilen husus şu: Küresel piyasada bir türbülans halinde Merkez Bankası’nın tepkisi ne olur? Soruyu açınca karşımıza “dövize müdahale gelir mi?” çıkıyor.Krueger karamsarWashington’da daha genel düzeyde aynı analizi anlattım. Enflasyon, kamu borcu, kamu dengesi, büyüme, yabancı sermaye girişi, özelleştirme vs. olumlu yapısal göstergeleri saydım. Konjonktürel sorunlara değindim. Düşük istihdam oranını yükseltmek için hızlı büyüme zorunluluğunu vurguladım.A. Krueger sunumu iyimser buldu. Türkiye’nin enflasyon, kamu borç ve maliyesinde katedilecek daha çok yolu var dedi. Başka yapısal reformlar yapılmadığı takdirde uzun dönem büyüme hızının yüzde 5’in üstüne çıkamayacağını özellikle belirtti.Öte yandan, yetersiz istihdam savını kabul etmedi. TÜİK’in yayınladığı istihdam verileri yanlış, kayıt-dışı istihdamı kapsamıyor dedi. Özetle “gerçekçi olun, hızlı büyümeye heveslenmeyin” mesajını aldım.
Siyasetle başlamakta yarar var. Yıllardır Mart ayında Türkiye’den Washington’a bir hareketlilik oluşur. ABD-Türkiye ilişkilerinin masaya yatırıldığı bir dizi toplantı düzenlenir. Programa iki ülkeden siyasiler, iş alemi, diplomatlar, akademisyenler, gazeteciler, bürokratlar, askerler, vs. katılır. Ben de bunlardan Türk-Amerikan İstişari Konseyi toplantısına katıldım. Yılda iki kez biraraya geliniyor. Eylül ayında Amerikalılar İstanbul’a gelmişti. Bu kez Türkler Washington’a gitti.Kısa tarihçeABD-Türkiye ilişkilerini 1990’a kadar soğuk savaş olgusu belirledi. ABD komünizme ve onu temsil eden Sovyetler Birliğine karşı mücadele ediyordu. Türkiye de komünizmi ve Sovyetler Birliği’ni güvenliğine en büyük tehdit kabul ediyordu. İki ülkenin çıkar birliği güçlü bir askeri-savunma işbirliğine imkan verdi. Türkiye ABD’nin başta NATO, kurduğu askeri ittifak sisteminde kilit oyuncu oldu. Karşılığında ABD’den askeri, ekonomik ve siyasi destek aldı.Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile bu net denklem bozuldu. Komünizm tehlikesinin ortadan kalkması sonrasında iki tarafın güvenlik çıkarları ayrışmaya başladı. Tehdit ve tehlike algılamaları çeşitlendi. Hatta zıtlaşma ihtimalleri belirdi. 1990’lar geçiş dönemidir. Yeni koşullara uyum sağlamak, yeni vizyon ve stratejiler geliştirmek, ilişkileri yeniden tanımlamak gerekiyordu. Söylemesi kolay, gerçekleştirmesi zordu. Ama kaçınılmazdı. 11 Eylül bu süreci hızlandırdı. Irak savaşı öncesinde hem ABD’nin Türkiye’den talepleri hem de Türkiye’nin tavrı aslında eski ilişkinin geri dönülmez şekilde bittiğini iki tarafa da kanıtladı. Arayış sürüyorBugün gelinen noktaya doğru teşhis koymak gerekiyor. Geçmişte ABD-Türkiye yakınlığının özünü oluşturan askeri ittifak zayıflamıştır. Hatta bazılarına göre ortadan kalkmıştır. Burası çok açıktır.Ancak sonrası belirsizdir. Bir alternatif, geçmişteki yakınlığın gelecekte uzaklığa dönüşmesidir. İki tarafın da bunu arzulamadığı yönündeki işaretler güçlüdür. Buna karşılık, yerine ne konacağı konusunda kafalar karışık durmaktadır.Benim izlenimim, ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerginlik, belirsizlik ve hatta çekişme ortamının kısa dönemde süreceği hatta ağırlaşacağıdır. Önümüzdeki dönem açısından hesapları buna göre yapmakta yarar görüyorum.