Nisan enflasyonu açıklandı. TÜFE ve ÜFE’de aylık artış, sırası ile yüzde 1.2 ve yüzde 0.8 çıktı. TÜFE gene beklentilerin üstünde. 2007’nin ilk dört ayında TÜFE yüzde 3.6 artarak yıllık hedefi neredeyse yakaladı. Böylece yıllık artış, aynı sıra ile yüzde 10.7 ve yüzde 9.7 oldu. Yani TÜFE iki hanede kaldı. Bu sayılar siyasi belirsizliğin azalmasını beklerken neden enflasyonu pertavsız altına aldığımızı açıklıyor. Nisan 2006’da Merkez Bankası’nın Mart 2007 için yıllık TÜFE tahmini yüzde 5.1 idi. Halbuki fiili enflasyon 5.8 puan yukarıda yüzde 10.9 olarak gerçekleşti. Merkez Bankası tahminindeki sapmayı “öngörülemeyen arz şoklarına” bağladı. Döviz kurunda Mayıs türbülansıyla oluşan hareketin enflasyona etkisini geçen yazıda araştırdık. TL’nin tekrar güçlendiği biliniyor. Nitekim kur etkisinin enflasyondaki sapmayı açıklamadığını söyledik. Gıda fiyatları dalgalanırBugün Merkez Bankası tarafından işaret edilen bir başka arz şokuna, gıda fiyatlarına bakıyoruz. Özellikle işlenmemiş gıda fiyatlarında görülen yükselişler son bir yılın tüm enflasyon açıklamalarında vurgulanıyor. Tarımsal ürünler enflasyonun ölçülmesinde daima sorunludur. Çünkü, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, tarımsal üretim doğa koşullarından çok etkilenir. Arz hareketleri talebin elastik olmaması ve yaygın rekabetle birleşince ciddi nisbi fiyat dalgalanmalarına yol açar. Enflasyon ekonominin genel arz-talep dengesini yansıtır. Teoride, tekil mal ve hizmetlerin arz-talep dengelerinin nisbi fiyatlarda yaratacağı değişimden etkilenmez. Nisbi fiyatların hızlı değiştiği tarım ürünlerinde ikisini ayırdetmek hiç kolay değildir. Yaygın bir yöntem, enflasyon ölçüsünü yeniden tanımlamaktır. Bu tür ürünlerin hariç tutulduğu özel kapsamlı göstergeleri Türkiye de kullanıyor. Bir diğer yöntem, bu ürünlerdeki dalgalanmaya görünülürlük kazandırmaktır. Olağandışılık ortaya çıkar.Gıda fiyatlarında düzeltmeAşağıdaki grafik olayın anlaşılması açısından çok yararlıdır. Ocak 2003-Nisan 2007 arası kapsanıyor. Az dalgalanan üçgenli çizgi genel TÜFE endeksini, dalgalanan düz çizgi ise gıda fiyatları endeksini gösteriyor. Seriler yukarıda anlatılan teorik çerçeve ile tutarlıdır. Tarım ağırlıklı gıda ürünlerinde fiyat hareketleri genel enflasyondan çok daha dalgalı seyrediyor. Gıda fiyatları endeksi 2003 ve 2004 ilkbaharında iki kez TÜFE’nin üstüne çıkıyor. 2005 ve 2006 yazında TÜFE’nin çok altına iniyor. Dönemin tümünde gıda alt kaleminin genel endeksten daha çok artmadığı görülüyor. Nisan 2007’de genel TÜFE endeksinin değeri 139.33 iken gıda alt endeksinin değeri 139.28’dir. Verilerin anlamı açıktır. Gıda fiyatlarında enflasyonu tırmandıracak olağandışı artış yoktur. Sadece bir süre düşen nisbi fiyatlarında bir düzeltme hareketi gözlenmektedir. Merkez Bankası tahmininde 5.8 puanlık sapma gıda fiyatları kökenli arz şoku ile açıklanamaz.
Siyasi belirsizlik sürüyor. Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karar sonrasında ihtimal zenginliği yaşamaya başladık. Değerlendirmeyi süreç tamamlandıktan sonraya bıraktığımı söylemiştim. O arada enflasyon konusuna başladım.Merkez Bankası’nın 2006’nın Ocak ve Nisan aylarında yayınladığı bir yıl sonrası için yıllık TÜFE artışı tahminleri elimizde: 2006 sonu için yüzde 5.5, Mart 2007 için yüzde 5.1. Halbuki fiili yılık TÜFE artışı 2006’da yüzde 9.7, Mart 2007’de yüzde 10.9 olmuş.Mart 2007 için gerçekleşme, tahminin iki katından fazladır. 5.8 puanlık sapmayı hafife almak, “Ne var yani, iktisatta tahminler ne zaman tutmuş!” diyerek geçiştirmek zordur.Küçük bir dokundurma yapalım. Benim tahmin hatalarım çok eleştirilir. Hak veririm; hamama giren terlermiş. Ama beni eleştirenler Merkez Bankası’nın yanlış tahminlerine hiç değinmiyorlar. Galiba benim tahminlerimi ekonomi için daha önemli (!) buluyorlar.Arz şokları mı?“Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın temel amacı fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesidir” ifadesi bankanın internet sayfasının tepesinde yer alıyor. Yönetimi de her fırsatta bu hususu vurguluyor. Doğrusu, ben de katılıyorum.Bu durumda, mutlaka cevaplandırılması gereken esas soru çok açıktır. Geçtiğimiz on iki ayda neden enflasyon Merkez Bankası tahminlerinin bu kadar üstünde seyrediyor? Hangi etkenler enflasyondan sorumlu kurumu yanıltıyor?Merkez Bankası bu soruya “öngörülemeyen arz şokları” cevabını verdi. Enflasyondaki yükselişi maliyetlere yani talep-dışı koşullara atfeden yaklaşım mali piyasalar tarafından benimsendi. Buna karşılık, son bir yılın yazılarında görüleceği gibi ben karşı çıktım.Özellikle üç ana maliyet unsuru öne çıkıyor. Dünyada enerji fiyatları tırmandı. Gıdada beklenmedik fiyat artışları oluştu. Mayıs ayındaki mali türbülans sonrasında YTL ciddi şekilde değer kaybetti.Döviz kurunun seyriÜçüncüsü ile başlıyorum. Mart 2007 sonu TÜFE artışının Merkez Bankası tahmininde 5.8 puan yani iki katından daha yüksek gerçekleşmesini döviz kurundaki değişimle açıklayabilir miyiz?Mart 2006 sonunda dolar ve euro kurları, sırası ile 1.35 YTL ve 1.62 YTL iken Mart 2007 sonunda aynı sıra ile 1.39 YTL ve 1.85 YTL olmuş. Yıllık değişim euro için yüzde 14.2, dolar için yüzde 3.2, “0.5 euro+0.5 dolar” döviz sepeti için yüzde 9.2 çıkıyor. Yani YTL’nin yıllık değer kaybı enflasyondan (yüzde 10.9) küçüktür.Ülke parasındaki değer kaybının enflasyona yansımasını “geçişlilik oranı” ölçer. Büyüklüğü ekonominin yapısal ve konjonktürel özelliklerine göre değişir. Kesin olan, mutlaka birden küçük olacağıdır.Sizi hesap ayrıntılarına boğmadan sonuca gelmek istiyorum. Enflasyondaki 5.8 puan artışın olsa olsa 1 ya da 2 puanı YTL’nin değer kaybından kaynaklanabilir. O bile şüphelidir. Son olarak, olağandışı olaylar dışında, Mayıs ve Haziran’da kurun geçen yılın altına ineceğini de hatırlatmalıyım.
Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli idi. Cumhurbaşkanı seçiminin siyasi gerginlik yaratacağı AKP’ye iktidar yolunu açan Kasım 2002’den bu yana biliniyordu. Seçim günü yaklaştıkça kutuplaşmanın tırmandığını izledik.Bu satırları, belirsizliğin tepe noktasına çıktığı bir anda yazıyorum. Seçimin ilk tur oylamasının geçerliliğine Anayasa Mahkemesi karar verecek. Asker gece yarısı internette açıklama yaptı. Bugün İstanbul’da hükümet karşıtı bir miting yapılıyor.Ne oluyor? Ne olmalı? Ne olabilir? Böylesine önemli sorular varken tutup büyüme, dış ticaret, istihdam, enflasyon, vs. ekonomik konular üstüne yazmak doğrusu bana da biraz garip geldi. Tereddüt ettim. Sonunda iktisatçı tarafım ağır bastı. Nisan sonunda enflasyonu büyüteç altına almayı çok önceden planlamıştım. Cumhurbaşkanı seçimi üstüne görüşlerimi süreç tamamlandıktan sonra açıklamaya karar verdim.Enflasyon RaporuTürkiye 2006 başında enflasyon hedeflemesi rejimine geçti. Böylece para politikasının tasarlandığı ve uygulandığı kurumsal çerçevede son derece önemli bir değişiklik gerçekleşti. Somuta inince, esas fark, Merkez Bankası’nın kendi enflasyon tahminlerinin kamuoyuna açıklanmasıdır. Merkez Bankası’nın kendi enflasyon tahminlerini kamuoyu ile paylaşması “şeffaflık” ilkesi gereğidir. Aynı zamanda, “hesap verilebilirlik” ilkesi uyarınca, enflasyon konusunda tam yetkili kılınan Merkez Bankası’nın kamuoyu tarafından denetlenmesini mümkün kılar.Bu bağlamda, üç ayda bir yayınlanan Enflasyon Raporu özel önem kazanır. Her raporda gelecek dönem için enflasyon tahmini yer alır. Bunları daha önceki tahminlerle ve gerçekleşme ile karşılaştırma fırsatı oluşur. Örneğin önceki enflasyon tahmini ile fark o dönemde Merkez Bankası’nın konjonktüre bakışındaki değişime dair ipuçları taşır. Gerçekleşen enflasyonla fark ise, bekleneceği gibi, para politikasının değerlendirilmesinde temel girdidir. Tahminler tutmadıPara politikası enflasyon üzerindeki belirli bir gecikme ile etkilidir. Türkiye için bu süreyi bir yıl kabul edebiliriz. İlk rapor 2006 başında yayınlandığına göre, elimizde Aralık 2006 ve Mart 2007 için iki tahmin ve iki gerçekleşme var. Bakalım nasıl olmuş.Ocak 2006’da yayınlanan Enflasyon Raporu 2006 yıl sonu TÜFE enflasyonunu yüzde 4.7-6.3 aralığında tahmin ediyor. Ortası yüzde 5.5 eder. Halbuki 2006 sonunda enflasyon yüzde 9.7 gerçekleşti. Nisan 2006’da yayınlanan Enflasyon Raporu 2007 birinci çeyrek sonunda TÜFE enflasyonunu yüzde 4.0-6.1 aralığında tahmin ediyor. Ortası yüzde 5.1 eder. Halbuki Mart 2007 sonunda enflasyon yüzde 10.9 gerçekleşti.Manzara çok nettir. Merkez Bankası’nın 2006’nın ilk yarısında açıkladığı enflasyon tahminleri gerçekleşmenin çok altında kalmıştır. Enflasyonla ilgili tüm analizlerin başlangıç noktası bu gözlem olmak zorundadır.
Geçen yazıda Türkiye’nin dış yatırım pozisyonuna baktık. Net dış yükümlülüklerin son beş yılda 111 milyar dolar artarak 2006 sonunda 195 milyar dolara (milli gelirin yarısı) yükseldiğini, yabancıların TL kağıtlarına 27 milyar dolar ve borsaya 34 milyar dolar yatırdığını gördük.Türkiye’nin büyük dış açıklara rağmen döviz rezervlerini artırabilmesini iç politikalarla dış koşulların ilginç bir bileşimi mümkün kıldı. Mali disiplin ve reformlar içeride güven ve istikrarı tesis etti. Küresel likidite bolluğu dış piyasalarda risk iştahını arttırdı. Üstüne 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları eklendi.Türkiye’nin paradoksu, ekonomik temellerini sağlamlaştırdıkça küresel mali piyasalara daha bağımlı hale gelmesidir. Daha açık söyleyelim. Yapılan büyük toplumsal fedakârlığa rağmen ekonomide kırılganlığın azalmaması, hatta artmasıdır.Bu sürecin kaçınılmaz bir sonucu var. Küresel ekonomik, siyasi vs. gelişmelere kamuoyunun ilgisi ve piyasaların duyarlılığı çok yükseldi. Bu durum bizi de dünya ekonomisini daha yakından izleme ve yazma zorunda bırakıyor. Dünya ekonomisiIMF’nin esas işi, bazen zannedildiği gibi Türkiye ekonomisini yönetmek değildir. Üye ülkelere doğrudan destek vermek kadar, hatta ondan önemli, başka bir görevi vardır: Üye ülkeler adına dünya ekonomisini analiz etmek ve gelecekle ilgili tahminler yapmak.Her yılın eylül ve nisan aylarında birbirini tamamlayan iki çalışma yayınlar. Dünya Ekonomisine Genel Bakış, genel ekonomik konjonktürü inceler. Küresel Mali İstikrar Raporu ise mali piyasaları ve sorunlarını ele alır. Bekleneceği gibi, raporlar birbirini tamamlar.Analizi beş temel soru çerçeveler. Dünya ekonomisinde dengesizlikler oluştu mu? Evet ise, nasıl bir düzeltme bekleyebiliriz? Düzeltme süreci mali piyasaları olumsuz etkiler mi? Mali piyasa çalkantıları dünya ekonomisinde ek sıkıntı yaratır mı? Bütün bu muhtemel gelişmelere iktisat politikası tepkileri nasıl olabilir?Bu noktada IMF’nin kurumsal kısıtlamasını da bilmeliyiz. IMF üye ülkeler tarafından yönetilen kooperatif benzeri resmi bir kuruluştur. Dolayısı ile söylediklerinde çok dikkatlidir. Bir: Üye ülkelere sert eleştiri yöneltmez. İki: Dünya ekonomisinde bir çalkantıyı tetikleyecek analiz ve yargılardan kaçınır. Konjonktür analizi IMF uzun süredir dünya ekonomisinde ciddi dengesizlikler biriktiğini söylüyordu. Nedeni, başta ABD, bazı ülkelerde büyük dış açıkların oluşması idi. Düzeltme kaçınılmazdı. Ama ille intizamsız olması gerekmiyordu.Eylül 2006 raporuna, geçen mayıs ayında yaşanan küresel mali çalkantının da etkisi ile, karamsar bir ton hakimdi. Vurgu çalkantılı bir düzeltmeye yol açacak risklerde ve enflasyon-resesyon ikilemine idi. “İkinci dalga” korkusu belirgindi.Nisan 2007 raporu daha iyimser. Düzeltme gerçekleşti ya da mali piyasa riskleri ortadan kalktı demiyor. Tam tersine, tüm riskleri her fırsatta hatırlatıyor. Ama önümüzdeki bir-bir buçuk yıl için çalkantı ihtimalinin azaldığını söylüyor. O nedenle başlıkta “tedbirli iyimserlik” ifadesini kullandım.
Borç yazılarına kamu net borç stoğu ile başladık. AB tanımlı kamu borç stoğu ile devam ettik. Kamu ve özel kesimin (Türkiye’nin) net dış borç stoğunu gördük. Stok-akım farkını hatırlatıp net dış borcun dış açıkla ilişkisini kurduk.Sıra ülkenin dış varlık ve dış yükümlülüklerine bir bütün olarak bakmaya geldi. Ayrım önemli; çünkü borç-alacak ilişkisi dışındaki dış varlık ve dış yükümlülüklerin önemi giderek artıyor. Türkiye bağlamında üç kalem özellikle öne çıkıyor. Doğrudan yatırımlar büyük tutarlara ulaştı. Borsada yabancı yatırımcıların payı yüzde 60’ı geçti. Ve yabancılar TL kağıtlarına önemli yatırım yaptı.Merkez Bankası 2006’dan itibaren üç ayda bir “Uluslararası Yatırım Pozisyonu” verilerini yayınlamaya başladı. On yıl geriye (1996’ya) gidiyor. Kayıt içindeki tüm dış varlık ve dış yükümlülükleri kapsıyor.Net dış yükümlülükBekleneceği gibi, dönem boyunca Türkiye’nin dış varlıkları dış yükümlülüklerinin altında kalıyor. O nedenle net dış yatırım pozisyonu demeye gerek yok. Doğrudan net dış yükümlülük diyebiliyoruz.2006 sonunda, Türkiye’nin dış varlıkları 138 milyar dolar, dış yükümlülükleri 333 milyar dolar, dolayısı ile net dış yükümlülüğü 195 milyar dolar çıkıyor. 2006 milli geliri 400 milyar dolar olduğuna göre, net yükümlülüğün milli gelire oranı yüzde 49 oluyor.Dış varlıklar içinde doğrudan yatırımlar 9 milyar dolar tutuyor. Hisse senedi yok sayılabilir (165 milyon dolar). Döviz rezervleri ve yurt dışından alacaklar geri kalan 129 milyar doları oluşturuyor.Dış yükümlülüklerin yapısı farklı. Doğrudan yatırımlar 79 milyar dolar, borsa 34 milyar dolar, TL tahviller 27 milyar dolar. Bunlar dış borç stoğunda görülmüyor. Net 130 milyar dolar ile net yükümlülüğün yüzde 71’ini oluşturuyor.Net yükümlülüğün yüksekliği kadar yapısal farklar da önemlidir. Rezerv ağırlıklı varlıkların riski az, getirisi düşüktür. Buna karşılık doğrudan yatırım, borsa ve TL tahvili şeklinde yükümlülüklerin daha riskli ama yüksek getirili olduğunu söyleyebiliriz.Hızla artıyorGelelim net yükümlülüğün zaman içinde evrimine. 2001 sonunda Türkiye’nin net yükümlülüğü 84 milyar dolar. Beş yıllık artış 111 milyar dolar ediyor. Varlıkların 85 milyar dolar, yükümlülüklerin ise 196 milyar dolar arttığını saptıyoruz.Net yükümlülükteki artışın 55 milyar doları doğrudan yatırımdan, 29 milyar doları borsadan, 26 milyar doları TL tahvillerinden geliyor. Üçündeki artış 120 milyar dolarla net yükümlülükteki toplam artışın üzerindedir.Gelelim stok-akım karşılaştırmasına. Beş yıllık dönemde toplam cari işlemler açığı 80 milyar dolar, net hata noksan düşüldükten sonra 73 milyar olmuş. Halbuki net yükümlülük 111 milyar dolar artmıştı. Arada 38 milyar dolar fark var.Net dış borç stoğunda da benzer bir durumla karşılaştık. Farkı bu dönemde euro’nun dolar karşısında yüzde 50 değer kaybetmesi ile açıkladık. Aynı şeyi net dış yükümlülük için de söyleyebiliriz.Özetleyelim: Dış açık dış açıktır. Finansman kalitesi önemlidir ama sonucu değiştirmez. Tanım gereği, net dış yükümlülük artışı dış açığa eşittir. Nitekim son yılların büyük dış açıkları net dış yükümlülüğün hızla yükselmesine neden olmuştur. Nokta.
2006 sonu itibarıyla borç verilerini değerlendiriyoruz. Kamu kesimi net borç stoğunun 2006’da azaldığını gördük. Geçen yazıda bir başka yeni veriye, Türkiye’nin net dış borcuna baktık. Net çünkü kamu ve özel kesimin dış borcundan ülkenin döviz rezervleri düşülüyor. 2006’da net dış borç stoğunun 11 milyar dolar arttığını saptadık.Borç verilerine neden “stok” deniyor? Çünkü bir tarihteki borç durumunu yansıtıyorlar. Örneğin 2006 deyince 31 Aralık 2006 günü kastediliyor. Resmin öbür yüzünde bir dönem içindeki hareketleri yansıtan “akımlar” yer alıyor. 2006 deyince 1 Ocak-31 Aralık 2006 arasını anlıyoruz.Tanım gereği, akımların toplamı stoğa eşit oluyor. Ödemeler Dengesi dış borçlanmayı gösterdiğine göre (akım) dış borçtaki değişimin (stok) sağlaması olarak kullanabiliyoruz.Beş yılda dış finansmanDaha açık söyleyelim. Eldeki iki ayrı verinin birbirine eşit olması gerekiyor. Biri ödemeler dengesinin sermaye hesabındaki dış borçlanma miktarı; diğeri net dış borçtaki değişim. Kriz sonrası dönemi temsil eden 2002-2006 arasındaki beş yıla bakıyoruz.Beş yılın toplam cari işlemler açığı 79.5 milyar dolar Türkiye’nin dış finansman gereğini oluşturuyor. Bunun 6.5 milyar doları (yüzde 8) ünlü net hata noksan kaleminden, 32.5 milyar doları (yüzde 41) doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından, 10 milyar doları (yüzde 12) hisse senedi alımlarından karşılanıyor. Toplamı yüzde 61 ediyor. Açığın yüzde 39’u için borçlanma gerekiyor.Bu noktada ilginç bir olay devreye giriyor. Yabancılar Hazine’nin TL cinsinden tahvil ve bonolarına 20.6 milyar dolar yatırıyor. Finansman ihtiyacının yüzde 26’sı bu kalemden geliyor. Soru: yurtdışında yerleşiklere ama yerli para ile borç dış borç sayılır mı? Yukarıdaki kalemlerin toplamı 69.2 milyar dolar yani finansman gereğinin yüzde 87’sini karşılıyor. Kamu ve özel kesim ayrıca 45.3 milyar dolar dövizle borçlanıyor. Buna karşılık döviz rezervleri 35 milyar dolar artıyor. Net dövizle dış borçlanma 10.3 milyar dolar (yüzde 13) çıkıyor.Veriler neden tutmuyor?Dönüyoruz net dış borç verilerine. 2001 sonunda 79 milyar dolar iken 2006 sonunda 110 milyar dolara yükselmiş. Artış 31 milyar dolar. Halbuki ödemeler dengesine göre 10 milyar dolar olması gerekiyordu. 21 milyar dolar fazla borç stoğu buluyoruz. Nasıl olabilir? En önemlisi arada paritede yaşanan büyük değişimdir. 2001 sonunda euronun dolar karşındaki değeri 0.88 iken 2006 sonunda 1.33’ye yükselmiş. Yani euro cinsinden borcun dolar karşılığı yüzde 50 artmış. Hesabı kolaylaştırmak için Temmuz 2002’de euro-dolar paritesi eşitlendiğinde net dış borcun yarısının euro ile olduğunu varsayalım. Bu durumda 2001’den 2006’ya parite değişimi net dış borçta 19 milyar dolar yükselişe yol açıyor. İki seri arasındaki farka çok yakındır. Böylece muhasebenin temel ilkelerinden birini hatırlatma fırsatını buluyoruz. Stok için fiyat değişmesinin etkisi çok önemlidir. Yukarıda gördüğümüz gibi, euronun değer kazanması sonucunda yeni borç almadan borç stoğu artmaktadır.
Hazine bu yıl iki yeni borç stok verisi açıklamaya başladı. İlki, kamu borç stoğunu Maastricht kriterlerine uyumlu hale getirdi. Geçen yazıda ele aldık. İkincisi Türkiye'nin net dış borç stoğuna bugün bakıyoruz.Konvertibilite öncesi dönemden kalma alışkanlıkla Türkiye'nin dış borcu kamuoyu tarafından önemseniyor. Ancak ilgi ille verilerin değerlendirilmesinde özen anlamına gelmiyor. Ciddi yöntem hataları yapılabiliyor.Biri, Türkiye'nin dış borcuna devletin iç borcunun eklenmesidir. Kamunun iç ve dış borç toplamı ya da kamu ve özel kesim dış borç toplamı anlamlıdır. Ama toplam kamu borcu artı özel kesim dış borcu garip bir sayıdır. Elma ile armudun toplanması muadilidir.Diğeri, toplam kamu borcunda da yaşanan bir sorundur. Brüt borç verileri gerçek resmi göstermez. Hatta bazen saptırır. Doğrusu, varlıkları da hesaba katarak net borçtaki değişimi izlemektir. Hazine'nin yeni verileri bunu yapıyor.TanımlarTürkiye'de yerleşiklerin dış dünya ile giriştikleri mali ilişkiler Hazine ve Merkez Bankası tarafından yakından izleniyor. Yabancı sermaye ve portföy yatırımlarını da kapsayan en kapsamlı veriyi Merkez Bankası "Uluslararası Yatırım Pozisyonu" adı altında yayınlıyor.Borç-alacak durumu uluslararası yatırım pozisyonunun bir alt bölümünü oluşturuyor. Ancak kamuoyu ve piyasalar borç miktarına ilgi duyuyor. Nedenini tahmin etmek kolay. "Borç yiyen kesesinden" misali, borcun geri ödenme zorunluluğu tedirginlik yaratıyor.Yerleşiklerin kayda girmiş tüm yurt-dışı borçları brüt dış borcu oluşturuyor. Bir sonraki aşamada bu sayıdan Merkez Bankası ve diğer bankaların dış borçları düşülüyor. Böylece mali kesim hariç (kamu kesimi dahil) dış borç sayısına ulaşılıyor.Neden? Çünkü bankacılık kesiminin dış borçları var ama aynı anda döviz rezervlerine sahipler. İkisi toplanarak Merkez Bankası dahil bankacılık kesimi net dış pozisyonu hesaplanıyor. Banka dışı dış borç ve bankacılık net pozisyonu toplamı net dış borcu veriyor.Veriler2006'da brüt dış borç stoğu 38 milyar dolar artışla 206 milyar dolar olmuş. Merkez Bankası'nın dış borcu 16 milyar dolarda sabit kalmış: Bankaların borcu ise 12 milyar dolar artışla 42 milyar dolara ulaşmış. Yani bankacılık dışı dış borç 26 milyar dolar artışla 149 milyar dolara tırmanmış.Bankacılık kesiminin net döviz pozisyonu ise artı işaretine sahip. Yani Merkez Bankası dahil bankaların döviz rezervleri dış borçlarından daha yüksek. 2006 sonunda net döviz pozisyonu 14 milyar dolar artışla 39 milyar dolara çıkmış.İkisini toplayınca, 2006'da 11 milyar dolar artarak 110 milyar dolar olduğu hesaplanıyor. Brüt ve net dış borç arasındaki 96 milyar dolar fark bankacılık kesimi döviz rezervlerine eşittir. Net dış borç/GSMH oranı ise yüzde 27,4'te sabit kalıyor.Net dış borç stoğundaki değişimle ödemeler dengesi sermaye hesabı ve uluslararası yatırım pozisyonu arasındaki karşılıklı ilişkileri başka yazılarda ele alacağım.
Hazine Müsteşarlığı 2006'nın borç stoğu verilerini açıklarken iki yenilik yaptı. Ekonomi gelişip karmaşıklaştıkça veri akışının da buna uyum sağlayacak şekilde iyileştirilmesini çok önemsediğim biliniyor. Bu açıdan Hazine'yi kutluyorum. Birini bugün ele alacağım.Kamu borç stoğu verileri birden çok formatta hesaplanabilir. Her formatın olumlu ve olumsuz yanları olabilir. Yöntem farkları özellikle uluslararası karşılaştırmalarda sorun yaratabilir.Türkiye uzun süredir brüt borç-net borç ayrımını kullanıyor. Bu format kısmen kendi ihtiyaçlarını, kısmen IMF'in tercihlerini yansıtıyor. Geçen yazıda 2006 sonuçlarına bakmıştık. Teorik açıdan yeterli olduğunu söyleyebiliriz.Ancak olayın bir boyutu daha var. Maastricht kriterleri diye bilinen para birliği anlaşmasında kamu borcu farklı bir tanıma göre hesaplanıyor. AB ile uyum çerçevesinde Hazine kamu borcu hesabında bu formatı da kullanmaya başladı.Tanımın ayrıntılarıBu format Maastricht müzakereleri sırasında, günün ihtiyaçlarına göre oluşturuldu. Amaç para birliğine üye ülkeleri sorumlu maliye politikasına zorlamaktı. Bütçe açığına konan sınırı güçlendirmek için borç düzeyine ayrı kısıtlama getirildi.Borç tanımını, doğal olarak, başta Almanya, müzakereye taraf ülkelerin kendi uygulama ve anlayışları belirledi. Ayrıntılar bizi ilgilendirmiyor. Sonuçta bir borç tanımında anlaşıldı. Tam adı şöyle: "Avrupa Birliği Tanımlı Genel Yönetim Nominal Borç Stoğu". Veri kamu yönetiminin tümünü kapsıyor. Yani bizim "Merkezi Yönetim" tanımından daha geniş; toplam kamu kesimi tanımına çok yakın duruyor.Üç fark var. Hazine bonolarını nominal değerden borca katıyor; biz ise o günkü iskontolu değerinden yazıyoruz. Devletin elindeki tahvil ve bonoları borçtan düşüyor. Piyasada dolaşan bozuk parayı borca ekliyor.2006 stoğuna bakıyoruz. "AB Tanımlı Genel Yönetim Nominal Borç Stoğu" 350 milyar YTL çıkıyor. Diğer formatla karşılaştırıyoruz: "Toplam Kamu Kesimi Borç Stoğu (Brüt)" ise 363 milyar YTL bulunuyor. Yani AB tanımı brüt kamu kesimi borcunda 13 milyar YTL bir düşüş anlamına geliyor.Diğer formattaki "Toplam Kamu Net Borç Stoğu" ile farklar neler? AB tanımı Merkez Bankası net varlıklarını ve kamu kesiminin mevduatını hesaba katmıyor. Bu iki kalemin 2006 sonunda 81 milyar YTL tuttuğunu hatırlatalım. Maastricht kriteri tutuyorEuro için borç stoğu üst sınırı, yukarıdaki tanımla milli gelirin (GSMH) yüzde 60'ı idi. 2006 sonunda Türkiye bu kritere iyice yaklaşıyor; borç oranı yüzde 60,7'ye düşüyor. Halbuki Euro üyesi ülkeler arasında yüzde 100 ve üstünde borç oranına sahip ülkelere rastlanıyor. 2001'de AB tanımlı borcun milli gelire oranının yüzde 106 ile zirveye çıkıyor. Böylece borç oranındaki düşüşün tanımlardan değil Türkiye'nin uyguladığı mali disiplinden kaynaklandığı bir kez daha kanıtlanıyor.