Nisan sonu itibarıyla dış ticareti ve cari işlemler hesabını değerlendirdik. Bugün ödemeler dengesinin geri kalan bölümüne bakıyoruz. Özetle dış finansman diyoruz. Nedenini kısaca hatırlatalım.Tüm döviz gelir ve giderlerini kapsayan cari işlemler hesabı dışında üç ana kalem var: Sermaye hesabı, rezerv hareketleri ve “net hata noksan.” İlk ikisi “dış finansman” tanımına bire bir uyuyor. Sonuncusunu çaresizlikten oraya katıyoruz.Dış finansmanın ilginç bir yönü var. Çünkü günü gününe döviz piyasasından izlenebiliyor. TL’nin değer kazanması dış finansmanın dış açıktan büyük olduğuna işaret ediyor. Tersi de aynı şekilde geçerli.Doğrudan yatırım patladıGerekli dış finansman miktarına cari işlemler açığından ulaşıyoruz. Örneğin Ocak-Nisan döneminde cari işlemler açığı geçen yılın aynı dönemine göre 300 milyon dolar azalarak 12.3 milyar dolar oldu. Bunun finansmanı gerekiyor.Bu noktada “net hata noksan” kalemini devreye sokabiliriz. Cari işlemler dengesi ile toplamı dar anlamı ile finansman gereğini verir. “Net hata noksan” ilk dört ayda geçen yılın 2.1 milyar dolar üstünde 2.3 milyar dolar artı verdi. Böylece dış finansman ihtiyacı geçen yılın 2.5 milyar dolar altına 10 milyar dolara indi.Şimdi sıkı durun: Yılın ilk dört ayında Türkiye’ye 10 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye yatırımı girdi. Kelimenin tam anlamı ile tarihi bir rekordur. Telekom, Akbank vs. şirket alım ve ortaklıklarının ödemesi bu döneme rastladı. Tekrarı zordur.1.3 milyar dolar yurtdışına doğrudan sermaye yatırımını düşüyor ve 900 milyon dolar borsaya net girişi ekliyoruz. Borçlanma harici dış finansman 8.9 milyar dolara ulaşıyor. Buna göre Ocak-Nisan döneminde sadece 1.1 milyar dolar dış borçlanma gerekiyor.Aynı eğilim yıllık verilere de yansıyor. Yıllık cari işlemler açığı 31.3 milyar dolar, “net hata noksan” eksi 1.1 milyar dolar, toplamı 32.4 milyar dolar ediyor. 28.4 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye geliyor. Neticede borçlanma gereği 5.1 milyar dolarda kalıyor.Kim borçlanıyor?TL’ye değer kazandıran mekanizmaya ulaştık. İlk dört ayda 1.1 milyar dolar borçlanma ihtiyacına karşılık net 8.4 milyar dolar dış borçlanma yapılıyor. Aradaki farkın 5.5 milyar doları Merkez Bankası’nın, 1.8 milyar doları bankaların döviz rezervlerine gidiyor.Borcun ayrıntısı da ilginç. Yabancılar net 4.3 milyar dolarlık TL tahvil ve Hazine bonosu almış; net dış borçlanmanını yarıdan fazlası ediyor. Banka-dışı sektörler net 8.7 milyar dolar borçlanmış; borçlanma gereğinden yüksek.Yıllık veriler de aynı eğilimi taşıyor. Yabancıların TL, tahvil ve hazine bonosu alımı net 9.6 milyar dolar, banka-dışı kesimlerin net dış borçlanması 18.9 milyar dolar, ikisinin toplamı 28.5 milyar dolar ediyor.Özetleyelim. İyi haber, dış açığın borç-dışı finansmanla karşılanmasıdır. Ama iki kötü haber vardır. Bir: Yüksek TL faizi spekülasyona açık finansmanı cezbetmektedir. İki: Reel sektör firmalarının bilançolarında döviz riski artmaktadır.
Dış ticarete ve ödemeler dengesine üç ayda bir bakmayı tercih ediyoruz. Ama bu yıl gündem yoğundu. Mart verilerine zaman kalmadı. Hafta başında Nisan dış ticaretini ele aldık. Bugün Nisan sonu itibariyle cari işlemler dengesini değerlendiriyoruz. Cari işlemler dengesi dış ticaret verilerine kıyasla daha kapsamlıdır. Ülkenin tüm döviz gelir ve giderleri dahildir. Böylece dış dünya ile ilişkilerde resmin bütününü görme olanağını verir. Konjonktür analizi açısından daha yararlı bilgiler taşır. Bildim bileli Türkiye kamuoyu dış açıklara karşı duyarlıdır. Son yıllarda dış açığın rekor düzeylere tırmanması ilgiyi iyice arttırdı. Vatandaş bize her yerde aynı şeyleri soruyor. Dış açık sürdürülebilir mi? Döviz kurunda bir yukarı hareket olabilir mi?Bir bilmece Ocak-Nisan 2007 döneminde (dört ay) cari işlemler açığı 12.3 milyar dolar olmuş. 2006’nın ilk dört ayında 12.6 milyar dolarmış. 300 milyon dolar ya da yüzde 3 gibi cüzi bir düşüş söz konusu. İlk bakışta bu sayı şaşırtıyor. İç talepte yavaşlama, hızlanan ihracat, turizmden gelen olumlu haberler, vs. neticede topu topu 300 milyon dolar mı farkettirmiş? Verilerin ayrıntısına inme gereğini duyuyoruz. Ekonomiyi yakından izleyenler hatırlayacaktır. Aralık 2006’da ithalatta garip bir çöküş yaşanmıştı. Buna karşılık Ocak 2007 ithalatı beklenenin üstünde gelmişti. Nedenleri bizi ilgilendirmiyor. Ama bu olay takvim yılı bazında karşılaştırmayı bozuyor. Önce Şubat-Nisan arası üç aya bakalım. 2006’da 11.2 milyar dolar olan cari işlemler açığı 2007’de 9.3 milyar dolara gerilemiş. 1.9 milyar dolar ya da yüzde 16 düşüş anlamına geliyor. Yani Ocak ayını çıkartınca diğer göstergelerle tutarlı bir eğilim ortaya çıkıyor.Şimdi Aralık ve Ocak aylarını beraberce karşılaştırmaya dahil eden Kasım-Nisan arası altı aya bakalım. 2006’da 20.6 milyar dolar olan açık 2007’de 17.3 milyar dolara inmiş. 3.3 milyar dolar ya da yüzde 16 düşüş çıkıyor. Üç aylıktan hesaplanana eşittir. Dış açık küçülüyorEğilimleri kavramak için yıllık verilerin seyrini izlemek yararlı olacaktır. Yıllık cari işlemler açığı Türkiye tarihinde ilk kez 30 milyar dolar düzeyini Temmuz 2006’da gördü. Kasım 2006’da tüm zamanların tarihi rekoru olan 34 milyar dolara ulaştı.İyi haber, Kasım’dan bu yana küçülmeye başlamasıdır. Aralık 2006-Mart 2007 arasında 32 milyar dolar civarında küçük oynamalar yaptı. Nisan 2007’de 31 milyar dolara geriledi. Temmuz’dan itibaren yıllık cari işlemler açığı bir önceki yılın altına inecektir. Özetleyelim. Cari işlemler açığı 2005 ilkbaharında hızla büyümeye başladı. Kasım 2006’da zirveye çıktı. Bir süre durağan kaldıktan sonra küçülmeye başladı. Yılın geri kalan kısmında bu eğilimin süreceğini söyleyebiliriz.
Mayıs enflasyonu piyasa beklentisinin altında çıktı. TÜFE için tahminler yüzde 0.8 civarında dolaşıyordu. Gerçekleşme ise yüzde 0.5 oldu. Geçen yıl mayısta tüketici fiyatları yüzde 1.9 artmıştı. Dolayısı ile nisanda yüzde 10.7 olan yıllık enflasyon mayısta yüzde 9.2’ye geriledi. Böylece yıllık enflasyon son on iki ayın en düşük değerine indi.Her iki gelişme de olumludur. Sonbaharda okuyucularıma enflasyondaki yükseliş eğiliminin durduğunu haber vermiştim. Kış başında ilkbahardan itibaren belirgin düşüş öngörmüştüm. Şimdilik veriler bu yönde geliyor.Ancak, özellikle taze sebze-meyve fiyatlarındaki mevsimlik düşüş göz önüne alınırsa, mayıs ayı için yüzde 0.5 yine de yüksek bir enflasyon düzeyidir. Enflasyonla mücadele açısından daha katedilecek çok yol vardır.TL değer kazandıBugünkü konumun ipucunu bir ay önce verdim. 2006’da enflasyonda yaşanan tırmanışı döviz kuruna atfeden görüşlere karşı çıktım. “Mayısta kur bir yıl öncesinin altına düşünce bakalım diyecekler?” diye sordum.Merkez Bankası’nın yayınladığı aylık ortalama döviz kurlarını kullanıyorum. Mayıs 2006’da dolar 1.41 YTL, euro 1.81 YTL iken, bu yıl dolar 1.34 YTL’ye gerilemiş, euro ise aynı kalmış.Kur hareketlerinden parite etkisini temizlemek için “0.5 $+0.5 euro” döviz sepetini kullanıyoruz. Geçen mayısta sepet 1.61 YTL iken bu yıl 1.57 YTL’ye gelmiş. Yani TL sepet karşısında yüzde 2.6 değer kazanmış.Bakkal hesabı yapalım. Son on iki ayda döviz kurunun enflasyona etkisi negatiftir. İçeride fiyatlar döviz sepeti cinsinden sabit kalsa yıllık enflasyon eksi yüzde 2.6 olurmuş. Halbuki yüzde 9.2 olmuş. Döviz etkisini çıkartınca kur dışı etkenlerin enflasyona katkısı yüzde 11.8 ediyor.Doğallıkla hesap bu kadar basit değil. Kur sadece ithal malların ve onlarla rekabet eden yerli ürünlerin fiyatlarını etkiliyor. Artı ithalat yapılan ülkelerde de az da olsa fiyatlar artıyor.Kedi ve ciğerKonuyu sevgili Mahfi Eğilmez’le konuşuyorduk. Aklına hemen Nasreddin Hoca’nın ünlü fıkrası geldi. Bence çok iyi oturuyor.Hoca eve bir ciğer yollar. Hanımı arkadaşları ile beraber evde oturuyordur. Bir güzel pişirip yerler. Hoca gelince hanım korkup “ciğeri kedi yedi” der. Hoca hemen kediyi tartar. Ağırlığı ciğer kadar çıkar. Hoca meşhur lafını eder. “Hanım, ciğer buradaysa kedi nerede? Kedi buradaysa ciğer nerede?”
Olağanüstü bir durum yoksa temel ekonomik göstergeleri çeyrek bazında değerlendiriyoruz. Ama bazen gündemin başka maddeleri daha yoğun oluyor. Atlıyoruz. Bu kez dış ticaretin başına geldi. Birinci çeyreği yazmadan nisan verileri açıklandı. TÜİK tarafından derlenen ihracat ve ithalat sayıları iktisatçı açısından zengin bilgi kaynağıdır. İthalat iç talep düzeyinin, ihracat dış rekabet gücünün göstergeleridir. Dış ticaret açığı ise dış açığın en önemli kalemidir.İhracat ve ithalat verileri gümrüklerden gelen belgelere dayanır. Bavul ticaretini, yolcu beraberinde giren ve çıkan malları ve altın ticaretini kapsamaz. Ayrıca ihracat sigorta ve navlun öncesidir (FOB). İthalatta ise bunlar dahildir (CIF).Olumlu eğilimlerOcak-nisan döneminde (dört ay) ihracat yüzde 25,3 artarak 31.4 milyar dolar, ithalat yüzde 15,9 artarak 47.6 milyar dolar, dış ticaret açığı da yüzde 1,2 artarak 16.2 milyar dolar olmuş. İhracat ithalattan 9,4 puan daha hızlı artmasına rağmen dış ticaret açığında küçük de olsa bir büyüme görülüyor.Kasım-nisan döneminde (altı ay) ihracat yüzde 27,2 artarak 48.6 milyar dolar, ithalat yüzde 16,1 artarak 75.5 milyar dolar, dış ticaret açığı yüzde 1,1 azalarak 23,9 milyar dolar olmuş. İhracatın ithalattan 11,1 puan daha hızlı artması dış açığı küçültmeye yetiyor.Son bir yılda ihracat yüzde 22,2 artarak 92 milyar dolar, ithalat yüzde 18,2 artarak 145 milyar dolar, dış ticaret açığı yüzde 11,8 artarak 53 milyar dolar olmuş. Ancak dış ticaret açığının gördüğü en yüksek değer 53.7 milyar dolar ile Ocak 2007’de. Son üç ayda yıllık dış ticaret açığı küçülmeye başlamış.Dış ticaretimizin euro’nun dolar karşısında değer kazanmasından etkilendiği biliniyor. Ben “0.5 $ + 0.5 euro” döviz sepeti ile verileri yeniden hesaplıyorum. Bekleneceği gibi ihracat ve ithalat artış hızları düşüyor Ama sepet bazında son dört ay için de dış ticaret açığı küçülüyor (yüzde 3,6).Özetle, 2007 başında ihracatın hızlanması ve ithalatın yavaşlaması sonucunda dış ticaret açığının dolar bazında sabitlendiğini ve hafif düşüş eğiliminin belirdiğini söyleyebiliyoruz. Bu bulgu genel konjonktür analizi ile tutarlı duruyor.AB ile ticaretAB ile gümrük birliğinden Türkiye’nin çok zararlı çıktığı yönündeki eleştiriler biliniyor. Ben de yeri geldikçe sayıları hatırlatıyorum. AB ile ticareti ayrı bir kalem olarak ele alıyorum.AB ile ticareti doğrudan euro cinsinden hesaplıyoruz. Böylece paritedeki değişimin etkileri ortadan kalkıyor. Ocak-nisan döneminde ihracat yüzde 26,9 artarak 13.6 milyar euro, ithalat yüzde 12,5 artarak 14.9 milyar euro, dış ticaret açığı ise yüzde 49 azalarak 1.3 milyar euro olmuş. Dış ticaret açığı yarı yarıya düşmüş.Dış ticaret ilişkilerinin anlaşılmasında en yararlı ölçü ihracatın ithalatı karşılama oranıdır. AB için geçen yıl yüzde 81 iken bu yıl yüzde 91,3’e yükselmiş. Gümrük Birliği öncesi (1995’te) bu oran yüzde 65’di.Özetle, Türkiye’nin AB ile ticaretinin geri kalan dünyaya kıyasla çok daha olumlu seyrettiğini söyleyebiliyoruz.
Türkiye gerçekten sürprizler ülkesi. Sözcüğü sadece olumsuz anlamı ile kullanmıyorum. Tam tersine, sık sık, hiç beklenmedik şekilde, olumlu gelişmelerle karşılaşabiliyoruz.Son örneği geçen hafta mali piyasalarda yaşandı. Cuma günü dolar 1.31 YTL, euro 1.77 YTL düzeyini gördü. Döviz sepetine göre TL’de bir haftalık değer artışı yüzde 1’i, bir aylığı ise yüzde 4’ü buldu. Kısmen paritenin de etkisi ile dolar Mayıs 2006 türbülansı öncesinin altına indi. “Ne var bunda şaşacak, yıllardır hep böyle olmuyor mu?” diyebilirsiniz. Evet ama geçmişle önemli bir fark var. Son ay, özellikle son hafta çok gergin bir siyasi ortam içinde geçti. Üstelik, yakın gelecekte ortamın yumuşayacağına dair neredeyse hiç işaret de yok.İki farklı tavırMali piyasalardaki olumlu havanın tümü ile yurtdışından kaynaklandığı biliniyor. Daha açık söyleyelim. TL değer kazanıyor çünkü yabancılar TL varlık almak için döviz bozduruyor. Yabancıları TL’ye meraklı kılan nedenleri araştırırken iki süreci ayırdetmek gerekiyor. Biri dünya mali piyasalarının genel koşulları. Bunlar Türkiye’nin denetimi dışında kalıyor. ABD, Japonya, AB, Çin, vs. büyük ekonomilerin iktisat politikaları tarafından belirleniyor. Son dönemde dışarıda çok olumlu bir hava esiyor.Bizi ilgilendiren ikincisi, yani Türkiye’nin özel koşulları. Bunu da ikiye ayırabiliriz. Reel faizlerin hala çok yüksek seyretmesinin yabancılar için önemli bir cazibe unsuru olduğunu biliyoruz. Madalyonun öbür yüzünde ise Türkiye’nin siyasi rejim sorunları ve riskleri yer alıyor: tırmanan siyasi kutuplaşma, seçilemeyen Cumhurbaşkanı, askeri darbe tehdidi, Irak’a müdahale, seçim belirsizliği, vs.Bu noktada yerlilerle yabancıların tavrı farklılaşıyor. Yerliler siyasi sorunları ciddiye alıyor ve tedirgin oluyor. Buna karşılık, kur, faiz, vs. mali göstergelerin seyrinden yabancıların bunları önemsemediği sonucuna varıyoruz.Nasıl okumalı?Neden acaba? Aklıma çok sayıda hipotez geliyor. Ama sadece önemli gördüğüm ikisi üstünde duracağım. İlki iyimser tefsirdir. Yabancılar dışarıdan baktıkları için Türkiye’nin genel eğilimlerine daha gerçekçi yaklaşıyorlar. Dolayısı ile gerginliğin kısa dönemli olduğunu, uzun dönemde Türkiye’nin olumlu gelişme çizgisini sürdüreceğini düşünüyorlar. İkincisi karamsar tefsirdir. Mali piyasaların gerçekten kopuk yapay balonlar yaratmak adetleridir. Kindelberger’in “Cinnet, Panik ve Çöküş” (İstanbul Bilgi Üniversitesi yay. 2007) kitabını geçen hafta önermiştim. Yani bu da bir balondur ve patlayacaktır.İşte size bir bilmece. Acaba uluslararası mali piyasa oyuncuları Türkiye siyasetini doğru mu okuyor? Yoksa büyük bir yanılgıya mı düşüyorlar? Sanırım kısa sürede cevabını öğreneceğiz.
Sevgili hocam İdris Küçükömer’in tarih ve siyaset tezleri şu sıralar çok konuşuluyor. Onikibuçuk yıl önce, 14 Aralık 1994’de yayınlanan köşe yazımdan uzun bir alıntı aşağıdadır. ***En iyisini, vefatının hemen ardından Can Yücel söylemişti:İdris adam mıydı? Yoo!İdris bir bilim adamıydı...İdris insan mıydı? Yoo!İdris insan bir insandı...İdris Hoca, hayatının son yıllarını bir türlü bitiremediği bir kitabın peşinde geçirdi. Vefatından sonra öğrencisi ve dostu Yücel Yaman tarafından İdris Küçükömer’in Eserleri Dizisi’nin dördüncü kitabı olarak yayınlandı: “Halk Demokrasi İstiyor Mu?” (Bağlam Yay. 1994). 1990’lar (2007?) Türkiye’sinin en önemli sorusu galiba budur. Türkiye, kendi içsel dinamikleri ile sivil toplumu ve demokrasiyi üretebilecek mi? Yoksa, bunu yapamayacak ve içinden kanaya kanaya tarihin bir kenarında unutulmaya kalan bir toplum mu olacak?Bu soruya cevabımı, İdris Hoca’nın vefatı üstüne yazdığım bir makaleden uzun bir alıntı yaparak vereceğim (bak. http://akat.bilgi.edu.tr içinde sanal kitap, s.45-46).“Bu noktada, İdris’in yaşam macerasının açık bıraktığı esas soruya gelmek istiyorum. ” Doğu toplumunun “-” Doğu despotizmi “ demek daha doğru olurdu-liberal demokrasiye doğru evrilebilmesi mümkün müdür? Yani, binlerce yıldır “kutsal devlet” inancı içinde gelen, yöneten kadar yönetilenin de bu kutsamayı içselleştirdiği bir toplum; birey, birey hakları, hukuk, sivil toplum, piyasa gibi her birinin amacı ve kökeni devletin etkinliğini kısıtlamak olan kavram ve kurumları üretebilir mi? Yönetenler buna razı olur mu? Yönetilenlerin bunu gözü keser mi? Yoksa, İdris’in hep söylediği gibi, merkezi buyurgan devlete kul olmak, “Doğu toplumunu” oluşturan insanların “genetik kalıtım” mekanizmalarına kadar yerleşmiş mi? Bunlar teorik ve ampirik düzeyde iyimser yanıtlaması zor sorular. Batı feodalitesinin doğrudan uzantısı olan toplumlar ve Asya’da tek feodalite geçmişi olan Japonya dışında, liberal demokrasiyi içsel ya da dışsal dinamiklerle kalıcı şekilde üretmiş toplum örneği yok gibi. Dönüp dolaşıp vereceğimiz örnek Hindistan. Doğru, dünya nüfusunun beşte birini barındıran Hindistan muhteşem bir örnek. Ama neticede bir istisna, uzun dönemde ne yönde evrileceğini kestiremediğimiz bir istisna diye düşünebiliriz. Geri kalan Doğu toplumlarını tümü (ve de bir sürü Doğulu olmayan toplum), öyle ya da böyle, asker ya da sivil, dinci ya da laik, tutucu ya da ilerici, ama neticede otoriter rejimlerle idare ediliyor. 1970’lerin sonundan ölümüne kadar, İdris’i en çok rahatsız eden konuların başında bu geliyordu. O kadar çalışmadan sonra “bitmeyen senfoni” halini alan meşhur “kitabını” yazmayı bu nedenle bitiremediğini düşünüyorum. Aklı, bilgisi ve hümanizması, liberal demokrasinin her yerde mümkün olması gerektiğini söylüyordu. Türkiye’de 1940’lardan beri gördükleri ve yaşadıkları ise tersini, liberal demokrasinin imkânsızlığını gösteriyordu. Hoca bu açmazı, bu çelişkiyi bir türlü çözemedi. Çözemediği ölçüde, aslında her anlamda bitmiş olan kitabını yayınlayamadı. Ömrü vefa etse, birkaç yıl daha yaşasa, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını ve komünizmin iflasını görebilse, durum çok farklı olurdu. Olmadı. Hoca’nın Türkiye’ye son defa baktığı tarihi anda, zorbalıktan, despotluktan ve kulluktan, özgürlüğe, fazilete ve vatandaşlığa bir yol gidip gitmediği çok net görülemiyordu. İdris Küçükömer’in yaşamını ve eserini, Türkiye insanını özgürlüğe götürecek zor ve meşakkatli yolda atılmış bir çığlık, bir haykırış gibi görüyorum. Bu anlamda, yarınlarda bir gün gerçekleştireceğimiz özgürlükler rejimi, Hoca’nın bize bıraktığı asıl mirastır.”
Bir süredir dünya mali piyasaları çok hareketli günler geçiriyor. Bir yandan her gün yeni rekorlar kırılıyor. Ama öte yandan adeta nefesler tutulmuş vaziyette gergin bir bekleyiş sürüyor. Herkesin aklında aynı soru var: Böyle devam eder mi?İktisatçılar, başka konularda olduğu gibi, iki zıt cephede yer alıyor. Bir bölümü iyimser bakıyor. Haberleşme ve bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerin, Çin ve Hindistan’ın yükselişinin dünya ekonomisini yeni bir çağa taşıdığını söylüyor.Diğer kesim karamsar bir analiz yapıyor. Dünya ekonomisinde oluşan ciddi dengesizliklerin mali varlık fiyatlarını şişirdiğini iddia ediyor. Ciddi ve acılı bir düzeltmeyi kaçınılmaz görüyor.Bu konu Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor. Cumhurbaşkanı seçimi süreci ekonominin iç siyasi olaylar karşısında daha sağlam olduğunu gösterdi. Ancak ekonominin dış mali şoklar karşısında kırılganlığının sürdüğü de biliniyor.Mali piyasa dalgalanmalarıMali piyasaları geliştiren kurumsal yapı Yeni Çağın başlarında Avrupa’da oluşmaya başladı. Temelinde özel mülkiyeti teminat altına alan hukuki-siyasi düzenlemeler yatıyordu. İş bölümü ve ticaret yaygınlaştıkça mali piyasalar da güçlendi.Bu bakımdan kapitalizmin (piyasa ekonomisinin) tarihi ile mali piyasaların tarihinin birebir kesiştiğini söyleyebiliriz. Gerçekten ikisini birbirinden ayırt etmek neredeyse imkânsız denecek kadar zordur.Mali piyasalarda menkul varlıklar işlem görür. Diğer piyasalarda tüketim ya da üretimde kullanılmak üzere mal ve hizmet alınır. Mali piyasada ise gelecekteki bir gelir akımının ticareti yapılır.Mali piyasaları diğerlerinden ayırt eden temel özelliklerin başında bunların büyük dalgalanmalara yatkınlığı gelir. Çok kısa sürede büyük servetler kazanmak mümkündür. Ama daha da kısa sürede her şeyi kaybetmek de mümkündür.Bunları bugün söylemesi kolay ama toplumlar tarafından öğrenilmesi hiç de öyle kolay olmadı. Piyasa ekonomisinin ilk günlerinden itibaren oluşan çalkantıların ekonomik ve insani maliyetleri yüksektir. Tüm geçmiş deneyimlere rağmen hâlâ devam ediyor.Önemli bir kitapCharles Kindleberger yakında vefat eden çok ünlü bir Harvard’lı iktisatçıdır. Benim neslim dış ticaret teorilerini onun kitabı ile tanıdı. Akademik hayatının son döneminde mali krizler üzerine çalışmalarını bir kitapta topladı. Kitabın Türkçe çevirisi çıktı.C. P. Kindleberger: Cinnet, Panik ve Çöküş - Mali Krizler Tarihi (Manias, Panics and Crashes - A History of Financial Crisis), çeviren Halil Tunalı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2007. Benim de kısa bir sunuş yazım var.Bugünü daha iyi anlamanın en iyi yollarından birinin geçmişi bilmek olduğunu düşünen okuyucularıma hararetle tavsiye ediyorum. Hiç sıkılmadan okuyacaksınız. Çok şey öğreneceksiniz. Eminim mali piyasalara bakışınız kitabı okuduktan sonra çok farklı olacaktır.
Siyasi partilerde lider hegemonyasını teşvik eden ortamı araştırdık. Seçmenle temsilcisi arasındaki ilişkinin zayıflamasını vurguladık. Bu olayı seçim bölgelerinin 10-15-20 milletvekili seçilecek şekilde oluşturulmasına bağladık.Çözüm çoklu (geniş) seçim bölgesinin terk edilmesidir. Yerine tekli (dar) seçim bölgesi ve iki turlu seçim önerdik. Bu yöntemde aday önseçimini de ilk turda seçmen yapabilmektedir. Liderin ve parti oligarşisinin gücü kırılmaktadır.Türkiye’de lider hakimiyeti vatandaşın gözü önünde cereyan etmektedir. Bir hafta sonra siyasi partiler milletvekili adaylarını açıklayacaklar. Kimin ve listenin hangi sırasında aday olacağına kapalı kapılar arkasında lider karar verecektir. Siyasi dekorasyonBu sürecin en ilginç tezahürlerinden biri her seçim öncesinde gündeme gelen ve medyayı çok meşgul eden “vitrin düzenleme” operasyonlarıdır. Frenk kökenli sözcük “cam” kökeninden gelir. İçinde eşyayı gösteren camlı dolap anlamınadır. Türkçe kullanımında perakendecilerin mallarını sergilemesi öne çıkar. Amaç yoldan geçen müşteriyi cezbetmek, böylece dükkana girmesini sağlamaktır. Bir şey arayan potansiyel alıcı vitrinlere bakarak bir tür piyasa araştırması yapabilir. İngilizcede “vitrin alışverişi” denir.Vitrinin düzenlenmesi başlı başına bir iştir. Müşterilerin ilgisini canlı tutmak için sık sık vitrin dekorasyonu değiştirilir. Pazarlama yöntemleri geliştikçe bu işte uzmanlaşmış özel dekoratörler ortaya çıkar. Özellikle hizmet sektörlerinde vitrin işi sorunludur. Araba kiralama firması neyi sergileyecek? Vitrinine çok güzel bir saat koyan fenni sünnetçi fıkrasını okurlarımın bildiğini sanıyorum. Vitrin ustaları Gelelim siyasi partilerin seçim öncesi vitrin düzenlemelerine. Kamuoyunun yakından tanıdığı ve sevdiği kişiler aranır. Amaç bir taşla iki kuş vurmaktır. Partinin aslında dar kadrocu lider partisi olmadığı mesajı verilir. Ünlülere yönelik sempatinin partiye kazandırabileceği ek oy ise cabasıdır. Ancak vitrin düzenlemesi lider ve yakın çevresi açısından fevkalade hassas bir konudur. Gelen ünlüler yakın ya da uzak gelecekte lider ve çevresine rakip olabilir. Vitrin seçiminde bu riski ortadan kaldırılacak tedbirler mutlaka alınır. Bekleneceği gibi, Türkiye’de vitrin düzenleme ustalığı siyasi parti liderinin olmazsa olmaz vasıfları arasındadır. Usta her seçimde eski vitrini boşaldır. Yerine yeni bir vitrin koyar. Bu şekilde devam eder.Bir soru: Geçmiş seçimlerde büyük gürültü ile milletvekili olan ünlülerden bugün hala siyasette etkili bir isim hatırlıyor musunuz? Boş yere hafızanızı zorlamayın; yoktur. Yukarıda söyledik. Çoklu seçim bölgelerinin kaçınılmaz sonuçlarından biri de lider partilerinin ebediyen değişen vitrinleridir.