Haberin Devamı
Sevgili hocam İdris Küçükömer’in tarih ve siyaset tezleri şu sıralar çok konuşuluyor. Onikibuçuk yıl önce, 14 Aralık 1994’de yayınlanan köşe yazımdan uzun bir alıntı aşağıdadır.
En iyisini, vefatının hemen ardından Can Yücel söylemişti:
İdris adam mıydı? Yoo!
İdris bir bilim adamıydı...
İdris insan mıydı? Yoo!
İdris insan bir insandı...
İdris Hoca, hayatının son yıllarını bir türlü bitiremediği bir kitabın peşinde geçirdi. Vefatından sonra öğrencisi ve dostu Yücel Yaman tarafından İdris Küçükömer’in Eserleri Dizisi’nin dördüncü kitabı olarak yayınlandı: “Halk Demokrasi İstiyor Mu?” (Bağlam Yay. 1994).
1990’lar (2007?) Türkiye’sinin en önemli sorusu galiba budur. Türkiye, kendi içsel dinamikleri ile sivil toplumu ve demokrasiyi üretebilecek mi? Yoksa, bunu yapamayacak ve içinden kanaya kanaya tarihin bir kenarında unutulmaya kalan bir toplum mu olacak?
Bu soruya cevabımı, İdris Hoca’nın vefatı üstüne yazdığım bir makaleden uzun bir alıntı yaparak vereceğim (bak. http://akat.bilgi.edu.tr içinde sanal kitap, s.45-46).
“Bu noktada, İdris’in yaşam macerasının açık bıraktığı esas soruya gelmek istiyorum. ” Doğu toplumunun “-” Doğu despotizmi “ demek daha doğru olurdu-liberal demokrasiye doğru evrilebilmesi mümkün müdür?
Yani, binlerce yıldır “kutsal devlet” inancı içinde gelen, yöneten kadar yönetilenin de bu kutsamayı içselleştirdiği bir toplum; birey, birey hakları, hukuk, sivil toplum, piyasa gibi her birinin amacı ve kökeni devletin etkinliğini kısıtlamak olan kavram ve kurumları üretebilir mi?
Yönetenler buna razı olur mu? Yönetilenlerin bunu gözü keser mi? Yoksa, İdris’in hep söylediği gibi, merkezi buyurgan devlete kul olmak, “Doğu toplumunu” oluşturan insanların “genetik kalıtım” mekanizmalarına kadar yerleşmiş mi?
Bunlar teorik ve ampirik düzeyde iyimser yanıtlaması zor sorular. Batı feodalitesinin doğrudan uzantısı olan toplumlar ve Asya’da tek feodalite geçmişi olan Japonya dışında, liberal demokrasiyi içsel ya da dışsal dinamiklerle kalıcı şekilde üretmiş toplum örneği yok gibi.
Dönüp dolaşıp vereceğimiz örnek Hindistan. Doğru, dünya nüfusunun beşte birini barındıran Hindistan muhteşem bir örnek. Ama neticede bir istisna, uzun dönemde ne yönde evrileceğini kestiremediğimiz bir istisna diye düşünebiliriz.
Geri kalan Doğu toplumlarını tümü (ve de bir sürü Doğulu olmayan toplum), öyle ya da böyle, asker ya da sivil, dinci ya da laik, tutucu ya da ilerici, ama neticede otoriter rejimlerle idare ediliyor.
1970’lerin sonundan ölümüne kadar, İdris’i en çok rahatsız eden konuların başında bu geliyordu. O kadar çalışmadan sonra “bitmeyen senfoni” halini alan meşhur “kitabını” yazmayı bu nedenle bitiremediğini düşünüyorum.
Aklı, bilgisi ve hümanizması, liberal demokrasinin her yerde mümkün olması gerektiğini söylüyordu. Türkiye’de 1940’lardan beri gördükleri ve yaşadıkları ise tersini, liberal demokrasinin imkânsızlığını gösteriyordu.
Hoca bu açmazı, bu çelişkiyi bir türlü çözemedi. Çözemediği ölçüde, aslında her anlamda bitmiş olan kitabını yayınlayamadı. Ömrü vefa etse, birkaç yıl daha yaşasa, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını ve komünizmin iflasını görebilse, durum çok farklı olurdu.
Olmadı. Hoca’nın Türkiye’ye son defa baktığı tarihi anda, zorbalıktan, despotluktan ve kulluktan, özgürlüğe, fazilete ve vatandaşlığa bir yol gidip gitmediği çok net görülemiyordu.
İdris Küçükömer’in yaşamını ve eserini, Türkiye insanını özgürlüğe götürecek zor ve meşakkatli yolda atılmış bir çığlık, bir haykırış gibi görüyorum. Bu anlamda, yarınlarda bir gün gerçekleştireceğimiz özgürlükler rejimi, Hoca’nın bize bıraktığı asıl mirastır.”