Pazartesi sabahı telefonum hiç durmadı. Gazete ve televizyonların ekonomi bölümlerinden hep aynı soru geldi: Seçim sonuçlarının ekonomiye etkisini iki cümle ile özetleyebilir misiniz?Böyle durumlarda çelişkili duygulara kapılırım. Bir yandan aranan kişi olmak hoşuma gider. Gizliden koltuklarım kabarır. Ama böyle önemli bir konuyu kısaca özetlemek meşakkatlidir. Aynı şeyleri çok kere tekrarlamak ise resmen sıkıcıdır.Ekonomi aslında bu seçimin diğer ucunda da yer alıyor. Yani bir değil iki soru var. İlkini yukarıda söyledik. İkincisi de en az onun kadar ilginç ve tartışmalı duruyor. AKP’nin oy oranını yüzde 47’ye yükseltmesinde ekonominin etkisi nedir?Şikâyet edenler nerede?İkincisi ile başlamak istiyorum. Pazar gece yarısından sonra NTV’nin seçim programına katıldım. Sevgili dostum Güngör Uras kendi gözlemleri ile seçim sonuçları arasındaki çelişkiye dikkat çekerek çok önemli bir konuyu gündeme getirdi.Herkes biliyor. Seçim öncesinde vatandaş sürekli şikâyet ediyordu. Esnaf, çiftçi, memur, işçi, emekli, tüm toplum kesitleri eskiye kıyasla çok daha kötü durumda olduklarını söylüyordu. Ekonomi iyi gidiyor, ben memnunum diyen ise adeta hiç yoktu.Bu koşullarda AKP’nin bu kesimlerden aldığı oyun azalmasını beklemez misiniz? Halbuki seçim sandıkları açılınca tam tersi çıktı. Şikâyet edenlerin gidip oylarını AKP’ye verdikleri anlaşıldı.Bu ilginç durumun birden farklı tefsiri olabilir. Yaygın görüşe göre bu seçimde ekonomi ikinci planda kaldı. Seçim sonucunda Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde askerden gelen darbe tehdidine toplumun tepkisi etkili oldu. Hasan Cemal “halkın muhtırası” dedi.Gerçek payı olduğunu düşünüyorum. Asker ve laik seçkinler arasında zaten varolan demokrasi karşıtı eğilimlerin güçlendiği biliniyor. Bu hayati konunun seçmenin oy kararını etkilemesi çok normaldir.Ekonomi önemlidirAncak, ona rağmen ekonominin bu seçimde de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Nedenini görmenin bir yolu tam tersine bakmaktır. AKP Hükümeti’nin ekonomiyi kötü yönettiğini varsayalım. Mali disiplin bozuluyor. Enflasyon azıyor, döviz tırmanıyor vs. ekonomik çalkantısı bol bir dönem sonunda seçime gidiliyor. Acaba askeri darbe tehdidi 22 Temmuz sonucuna yeter miydi? Benim cevabım hiç tereddütsüz “hayır” oluyor. Kanıt isteyenlere 3 Kasım 2002 seçimlerini hatırlatırım. Seçmen hükümetteki partileri neden barajın altında bıraktı diye sorarım?Doğru teşhis doğru analizden geçer. İki nedenle ekonomi AKP’nin seçim başarısına ciddi katkı yapmıştır. Bir: AKP ekonomiyi yakın geçmişteki tüm iktidarlardan daha iyi yönetmiştir. İki: Muhalefet partileri, özellikle CHP ekonomik konularda çok zayıf kalmıştır. Ekonomi ve seçim konusuna devam edeceğim.
Cuma günü çıkan seçim yazımda üç hususu vurguladım. Bir: Tarhan Erdem’in tahminlerine güvenirim. Her seçim aynı zamanda seçim tahminleri arasında bir yarıştır. Bir kez daha Konda’nın galibiyeti kesindir.İki: AKP oy oranını yükseltir. Erdem’in son araştırması yayınlanıncaya kadar ben AKP’nin yüzde 40’ı çok aşabileceğini sanmıyordum. Belli ki vatandaşın hükümet partisinden memnuniyetini yeterince görememişim. Üç: AKP tek başına hükümet kurar. Oy oranları üstüne tahminin uzantısıdır. Doğrusu ya AKP’nin meclis çoğunluğunu elde etmemesine hiç ihtimal vermedim. Güçlü bir hükümete olanak sağlayacak bir grupla meclise girdiler.Önemli bir seçimHer genel seçim önemlidir. Her genel seçimin şaşırtıcı boyutları vardır. Gene de bu seçimin çok önemli sonuçları olduğunu düşünüyorum.1954’den bu yana ilk kez iktidardaki parti oylarını arttırmıştır. Oranladığımız takdirde AKP’nin oy oranındaki artış daha da yüksektir. Anlamı açıktır. 2002’de AKP’de oy vermemiş çok sayıda vatandaş bu seçimde onu tercih etmiştir.1980 sonrasında bir partinin aldığı en yüksek oy oranıdır. ANAP 1983’de yüzde 45’e çıkabilmişti. 1950 sonrasında sadece üç kez seçimi kazananın oy oranı daha yüksekti: 1950 ve 1954’de DP ve 1965’de AP.AKP Türkiye’nin her yöresinde yüksek oy alarak bir Türkiye partisi olduğunu göstermiştir. Maalesef diğer partiler için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Keza kırsal bölgeler kadar kentlerde ve metropollerde de birinci parti olmuştur. Hayırlı olsunÖnümüzdeki günlerde daha ayrıntılı değerlendirmeler yapma fırsatını bulacağız. Genelde seçim sonuçlarını Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarı ve gelişmesi açısından olumlu buluyorum. Hayırlı olmasını diliyorum.
Olacak, olmayacak derken, seçim günü geldi çattı. Bugün sandığa gidiyoruz. Vatandaşlık görevimizi yapmak için kuyrukta bekleyeceğiz. Sonra, birkaç dakika içinde seçim pusulalarında tercihlerimizi işaretleyeceğiz. Yazıyı okumadan önce o işi bitirenler bile vardır.Bütün gürültü patırtı neticede o kısa süreye sıkışıyor. İrademizi ifade ettiğimiz anda her şey bitiyor. Geriye seçim sonuçlarını beklemek kalıyor. Gece geç vakitlere kadar televizyon başında sayılardan anlam çıkartmaya çalışacağız.Seçim olayı beni çok heyacanlandırır. Açıkça, insanoğlunun en büyük keşiflerinden biri, belki de en önemlisi olarak görüyorum. Mucize sözcüğünü bile kullanmaktan çekinmiyorum. Transistörü, bilgisayarı, uyduları, yani bilim ve teknolojideki gelişmeleri küçümsemiyorum. Ancak, seçim onların hepsinden önemli duruyor. Teknolojideki gelişmenin, özgürlük ve demokrasinin bir yan ürünü olduğunu düşünüyorum. Eşit oy hakkıAslında, bu olay Kristof Kolomb’un yumurtasını hatırlatıyor. Bir kere yapınca çok basit olduğu anlaşılıyor. Her vatandaşın bir tek oya sahip olması bize şimdi son derece doğal geliyor. Ama keşfedilmesi için binlerce yılın geçmesi gerekti.Seçim, mutlak toplumsal eşitliğin sağlandığı belki de tek andır. Güzel çirkinle, zengin fakirle, güçlü güçsüzle, eğitimli eğitimsizle, kahraman korkakla, genç yaşlı ile, erkek kadınla, şişman zayıfla, uzun kısa ile, vs. sadece sandıkta eşitleniyor.Aramızdaki bütün farklılıklar seçim sandığına gittiğimizde buhar oluyor. Neticede herkesin bir tek oyu var. Genelkurmaybaşkanı ve sıradan er, Sakıp Sabancı ve yanında çalışan müstahdemi, başbakan ve dağdaki çoban, ülkeye yönetici seçerken aynı ağırlığa sahip oluyoruz.Türkiye’nin bu fikre alışması zaman aldı. 1950’lerde “halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor” diyen zihniyet, cahil köylülerin ülke yönetimini seçmesini bir türlü içine sindiremedi.Daha yakın bir geçmişte, 12 Eylül cuntasının herkesin tek oya sahip olmasından şikayet ettiğini çok net hatırlıyorum. Hoş, solda da benzer görüşlerin ne kadar yaygın olduğunu Aziz Nesin’den öğrenmiştik. Oy sorumlulukturO nedenle, her seçim döneminde bir gerçeküstü olayı yaşamanın heyecanını taşırım. Benim attığım bir oy, Türkiye’yi, hatta neredeyse dünyayı değiştirecek hissine kapılırım. Oyumu kullanmadan kılı kırk yararım. En doğrusunu yaptığım inancı ile sandığa giderim.Şöyle bir mantık yürütürüm. Oy verdiğim partinin bir tek oyla ilave bir milletvekili kazandığını ve o sayede mecliste bir milletvekili ile çoğunluğu elde ettiğini düşünürüm. Kendimi sorarım. Ben bu sorumluluğu taşımaya razı mıyım? Öyle olmaz diyeceksiniz. Doğru, olmaz. Ama ya olursa? Olmayacağını hiç kimse garanti edemeyeceğine göre, bu sorumluluğu baştan yüklenmek gerekiyor. O nedenle, okuyucularımı mutlaka oy kullanmaya davet ediyorum.Son nokta: Seçimin kendi, sonuçlarından çok daha önemlidir. Sonuçlar canınızı sıkabilir. Sizin istediğiniz gibi olmayabilir. Bunlar geçicidir. Bir sonraki seçimde her şey değişebilir. Yeter ki seçimler olsun. Not: Eski okuyucularım bu yazıyı 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 günlerinde okuduklarını hatırlayacaklardır.
Bir seçim dönemini daha kapatıyoruz. Genel seçimde ilk oyumdan (1965) bugüne 42 yıl geçti. Oy kullandığım on birinci genel seçimim oluyor. Yaşlılık alametleri de belirdi. Geçen gün kendimi “acaba daha kaç seçim göreceğim?” diye düşünürken yakaladım.Salı günü oyumu açıkladım. İstanbul 2’inci bölge bağımsız adayı Baskın Oran’ı destekliyorum. Nedenlerini kısaca özetledim. Baraj şantajının bitmesi gerekiyor. Lider sultasına da ciddi darbe vuracaktır.Seçim gününe doğru adayların sinirleri gerilir. Birinci elden biliyorum. Zaten seçim kampanyası çok yorucudur. Bu yıl üstüne temmuz sıcakları eklendi. Karar günü yaklaştıkça heyecanı taşımak zorlaşır.Aktif destekçiler ayrı bir âlemdir. Futbolla benzerlik çoktur. Fanatikler için seçim sonucu önceden bellidir. Bizim parti mutlaka oy patlaması yapacaktır. Tek başına iktidar garantidir. Gerisi fasa fiso boş laftır.Seçim anketleri2002 seçimleri öncesinde seçim anketlerinin yayınlanmasını engelleyen yasal düzenlemeye karşı çıktım. Yazılarımda bu yasağın ifade özgürlüğü ile çeliştiğini, kolay delinebileceğini vs. anlatmaya çalıştım.“Türk’ün yasağı iki gün sürer” denir. Dikkatinizi çekmiştir. Bu yıl yasak unutuldu. Kalktı mı? Bildiğim kadar hayır, yerinde duruyor. Ama her gün gazetelerde bir başka anketin sonuçları yayınlanıyor. Bunlar televizyonlarda uzun uzun tartışılıyor.Anketlere güveniyor muyuz? Genelde hayır. Bazı anketlerin amacının kamuoyunu yanıltmak ve yönlendirmek olduğunu hissediyoruz. Belki ortada anket de yok, sadece sonuçlar var. Bunlar anket kirliliği yaratıyor.Tarafsız anketlerin başka sorunları var.Bir: Güvenilirliği artıracak tedbirler anketin maliyetini de yükseltiyor.İki: En kapsamlı anket bile metodolojik açıdan hata marjı taşıyor. Az da olsa, bir bölüm seçmen nihai kararını seçim sandığında veriyor. Nesnel bir ölçü gene de bulunabiliyor. Eski seçimlerde oy dağılımını doğru tahmin eden kuruluşun sonuçlarına ulaşmaya çalışıyorum. Özellikle Tarhan Erdem’in yönettiği anketlerin sonuçlarını önemsiyorum. Ana eğilimleri hep yakaladığını düşünüyorum.Meclis senaryolarıOy oranlarından milletvekili sayılarına gitmek meşakkatli bir iştir. Nedenleri biliniyor. Milletvekili sayısında oyun coğrafi dağılımı önem kazanıyor. Çünkü küçük illerde daha az oyla milletvekili seçiliyor.İnternet bu konuda da imdada yetişiyor. İlgilenenlere tavsiye ederim. www. bilinclioy.com sitesine girin. İstediğiniz gibi oy oranlarını saptayın. Her senaryo için mecliste sandalye dağılımı anında hesaplanıyor.Yazının sonuna geldik. İki genel tahminle bitirelim.Bir: AKP’nin oy oranı yükselecektir.İki: AKP mecliste çoğunluğu bulacaktır.
Benim neslim gözlerini çok partili demokrasiye açtı. 1949’a kadar Ankara’da oturduk. Bir gün “ben demokratım, ben demokratım” diye dolaşınca anneannem çok kızmış, “sus, öyle konuşma, babanın başını belaya sokacaksın” demişti.Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesi hafızamda hâlâ tazedir. 1950 ilkbaharında Aksaray’da bulvara yakın oturuyorduk. Saraçhane’de ilkokul birinci sınıfa gidiyordum. Bağırarak geçen insan selinden hem korkmuş hem de heyacanlanmıştım.İlk kez 1965 seçimlerinde oy kullandım. 1965 ve 1969’da Aybar’ın TİP’ine, 1973 ve 1977’de Ecevit CHP’sine oy verdim. Referandumda 1982 Anayasası’na “hayır” dedikten sonra 1983’de boş oy kullandım.1987’de oyumu İnönü SHP’sine, 1991’de küçük bir partiye verdim. 1995’de Yeni Demokrasi Hareketi İstanbul 1’inci bölge adayı oldum. 1999 ve 2002’de yine küçük partilere döndüm.Huzurlu bir seçimBunları neden anlatıyorum? Oy vermeyi önemserim. Ama “yararlı oy” diye bir derdim hiç yoktur. Oyumu bir tavrın açıklanması ya da yarın karşısında bir duruş olarak görürüm. Kılı kırk yararak tercihimi yaparım.12 Eylül rejimi aslında beni partisiz bıraktı. SHP ve YDH istisnadır. Diğer seçimlerin tümü benim için sıkıntılı geçti. Benzer duyguları paylaşan okuyucularım olduğuna eminim. Oy kullanmak istiyorsunuz ama oy verecek parti bulamıyorsunuz...2007 seçimlerinin de aynı sıkıntılı ortamda gerçekleşmesini bekliyordum. Sohbetlerde sık sık seçim konusu açılıyordu. “Kime oy vereceksin?” “Bilmiyorum; hiçbirine elim gitmiyor!” “Ben de aynı durumdayım...” “Ne yapacağız?” Halbuki tam tersi oldu. Adeta bir mucize gerçekleşti. 22 Temmuz günü seçim sandığına büyük bir gönül rahatlığı ile, tercihimden mutlu ve kendimle barışık gideceğim. YDH hariç, benim için son otuz yılın en huzurlu seçimi olacak.Oyum Baskın Oran’aLafı uzatmaya gerek yok. Pazar günü oyumu Baskın Oran’a vereceğim. Şanslı bir seçmen olduğumu düşünüyorum. Baskın Oran bu meşakkatli mücadeleden kaçınabilirdi. Kaçınmadı. İstanbul 2’inci bölge yerine başka bir yerden aday olabilirdi. Olmadı.Büyük kentlerden bağımsız milletvekillerinin seçilebilmesinin siyasi sonuçları çok önemlidir. İki kapıyı açacaktır. Yüzde 10 barajı fiilen kırılacaktır. Lider sultasında bir gedik açılacaktır. Bu açıdan İstanbul 1’inci bölge seçmenlerinin de bağımsız sol aday Ufuk Uras’ı desteklemelerini yararlı görüyorum.Ezberleri bozalım... Baskın Oran’ı Meclise yollayalım...
Bu haftayı kur-faiz-borsa üçgeni dışında geçirdik. Üstüne siyasete de bulaşmadık. Nedenini de söylemeliyim. Yurt dışında ve deniz kenarındayım. İçimden ciddi takılmak gelmedi. Hafta başında zaten İstanbul’a dönüyorum. Bıraktığım yerden devam ederim.Bugünün konusu Bodrum’dan. Tarihin bir anlamı var. İstanbul’dan bindiğimiz Denizyolları vapuru tam 40 yıl önce, 15 Temmuz 1967 sabahı Bodrum açığına demirledi. Karşımızda bütün heybeti ile kale vardı. Kayıklarla limana indik. İlk görüşte aşk derler, öyle bir şey oldu. Üç yada dört gün sonra 12 metrelik kamarasız bir kum teknesi ile ilk mavi yolculuğa çıktık. Azra Erhat’ın, Halikarnas Balıkçısı’nın, Eyüboğlu’nun izlerini sürdük. Gümüşlük’le de o yaz tanıştım. Yol olmadığı için yarımadada bir yerden diğerine ancak eski usul ciplerle gidilirdi. İçimizin dışımıza çıktığını, yarı yolda vazgeçmeye kalktığımızı hatırlıyorum. Klasik Müzik Festivali 40 yılda çok şey değişti. İlle her şey daha iyi oldu diyemem. Her geçen gün artan insan kalabalıklarının doğaya ve tarihi çevreye zarar verdiği kesin. Ama o gün hayal bile edemeyeceğimiz gelişmeleri de takdir etmek gerekiyor.Bunlardan biri Gümüşlük Klasik Müzik Festivali’dir. Bu yıl dördüncüsü yapılıyor. 30 Temmuz’da başlıyor ve 15 Ağustos’a kadar sürüyor. Gümüşlük Kültür ve Sanat Derneği düzenliyor. Dernek başkanı tiyatro sanatçısı Ahmet Leventoğlu’nun piyanist kızı Eren Leventoğlu. Festivalin sanat danışmanı devlet sanatçısı Gülsin Onay. Geçen yıllarda olduğu gibi, bu yıl da dünyanın önde gelen müzisyenleri katılıyor. Bundan önceki festivalleri haberim olmadığı için kaçırdım. Ama bu yıl mutlaka izlemek istiyorum. Güzel bir Gümüşlük gecesinde bir ustayı dinlemek fikri beni şimdiden heyecanlandırıyor.Eklisia yaz müzik okuluHepsi bu kadar değil. Festivalde yer alan sanatçılar aynı zamanda müzik öğrencileri için ustalık sınıfları düzenliyorlar. Eklisia Yaz Müzik Okulu adını rumlardan kalan eski kiliseden alıyor. Türkiye’den ve yurtdışından öğrenciler 20 gün boyunca seçkin sanatçılarla birlikte çalışma ve çalma fırsatını buluyorlar.Ayrınıtı bilgi için internette www.cornucopia.net/abouteklisia adresine bakılabilir, 0252-394 4029 ve 0538-418 0373 numaralı telefonlarla ya da erenlevendoglu@hotmail.com ile iletişim kurulabilir.Bence hem festival hem de yaz müzik okulu Gümüşlük’e çok yakışıyor. Düzenleyenleri kutluyorum. Başlattıkları doğal ve tarihi güzelliklerle kültürel zenginlik ve kaliteyi buluşturma çabasının başkalarına da örnek olmasını ümit ve temenni ediyorum. İki hafta sonra Gümüşlük Klasik Müzik Festivali’nde buluşmak üzere...
Bu yaz hiç tereddütsüz çok sıcak geçiyor. Geçen hafta İstanbul’u vuran sıcak dalgasının benzerini ben hatırlamıyorum. Arabanın termometresi akşam üstü olmasına rağmen 43 dereceye yapışıp kalmıştı. Kış da zaten çok ılık geçmişti. Giderek artan sayıda bulgu dünyanın yeni bir ısınma dönemine girdiğini gösteriyor. Ortada insanlık için hayati önemde bir soru var. Isınma ne ölçüde doğal nedenlerden ne ölçüde modern toplumun doğaya karşı duyarsızlığından kaynaklanıyor?Bilim adamlarının ezici çoğunluğu ikinci görüşü savunuyor. Doğrusu ya, söyledikleri bana da makul geliyor. Fosil enerji kaynaklarının kullanımı sırasında serbest kalan karbon gazlarının atmosferin hassas dengelerini bozduğuna inanıyorum.Ya bu yazın sıcakları? Acaba küresel ısınmanın bir başka kanıtı olarak görebilir miyiz? Olabilir. Ama tümü ile bağımsız bir başka doğal dalga da pekâlâ mümkündür. Uzun dönemli trendleri kısa dönemli dalgalanmalardan ayırt etmek gerçekten çok zordur.Kalp çarpar beyin bölerYukarıdaki giriş “bu sıcakta canım ekonomi ya da siyaset gibi ciddi konular yazmak istemiyor” demek içindi. Biraz uzattım galiba. Sıcağın bir başka yan etkisi olarak kabul edilebilir. Bu sıcakta en iyi ne yapılır? Önce püfür püfür esen gölge bir yer bulunur. Buz gibi kola ya da ayran eşliğinde kitap okunur. Size böyle birkaç kitap önerim var. Ama yazının giriş kısmını uzun tuttuğum için bugün birini ele alacağım. Diğerleri başka sıcak günlerin yazı konusu olacak.Yankı Yazgan: “Kalp Çarpar Beyin Böler” (Kapital Kitapları, İstanbul 2007). Yazgan, on parmağına yirmi marifet sığdırmayı beceren bir tıp doktorudur. Sohbetinden büyük keyif aldığım sevgili bir dostumdur.Bir ipucu vereyim. Meraklıları 1980’lerin Yeni Gündem dergisinde Sadık Özben imzalı köşeyi hatırlayacaklar. Murat Belge yazardı. Yanına çizgiler eklenirdi. Yankı’nın kaleminden çıktığını öğrendim.İktisatçı yanım uzmanlaşma üstüne methiyeler düzmeyi çok sever. Gerçekten insanoğlunun bugünkü zenginliğinin gerisinde giderek daha dar alanlarda uzmanlaşma yatıyor. Derinliğine bilgi beraberinde büyük verim artışları getiriyor.Ancak, sık sık olduğu gibi, bireysel düzeyde ağır bir bedeli de var. Uzmanlaşma insanın ufkunu daraltıyor. Potansiyel yaratıcılığını törpülüyor. Büyük bir makinenin kolay değiştirilebilir sıradan bir dişlisine dönüştürüyor.Yankı, uzmanlığından taviz vermeden çok yanlı olmayı becerenlerden. Kitabı bana hem çok keyif verdi hem de derin düşüncelere sevketti. Bu yaz günü için tam kıvamında olmuş.Okuyuculara tavsiye ediyorum.
Ocak-Mart dönemi (ilk çeyrek) milli gelir verileri dün TÜİK tarafından yayınlandı. Ekonominin genel gidişatı hakkında en kapsamlı bilgi milli gelir verilerinde yer alır. Makro gösterge hiyerarşisinin tepesinde oturduğunu söyleyebiliriz.Piyasa ekonomilerinde ekonomik faaliyetler dönemden döneme dalgalanır. Bu durumu “konjonktür” kavramı özetler. Geri planda talep koşulları yatar. Talep kapasitenin üstüne çıkınca enflasyon tırmanır. Yetersiz talep ise üretimi düşürür ve işsizliği artırır.Bir dalgadan ötekine geçiş sürecine “düzeltme” denir. Türkiye’nin geçmişte yaşadığı ani ve sert hareketler ise “kriz” diye adlandırılır. Bekleneceği gibi, geçişin zamanlamasını ve alacağı somut biçimi öngörmek fevkalade zordur.2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları 2005 sonunda bir “saadet zincirini” tetikledi. İç talebin çektiği hızlı büyüme hem enflasyonu azdırdı hem de dış açığı rekor düzeylere tırmandırdı. Bir düzeltme kaçınılmaz hale geldi.Düzeltme senaryolarıTürkiye ekonomisinde bir düzeltme gereği genel kabul gördü. Buna karşılık düzeltmenin zamanı ve mekanizmaları konusunda çok farklı fikirler vardı. Basitleştirerek özetlemek istiyorum.Karamsarların önemli bölümü düzeltmenin geçmişteki gibi dış finansman sıkıntıları tarafından tetiklenmesini bekledi. “Kriz senaryosu” diyebiliriz. Hâlâ bu kanıda olanlar eminim vardır. Ama bugün itibarıyla olasılığı düşük duruyor.Benim de aralarında olduğum bir başka kesim büyümenin yavaşlayacağını yani ekonominin resesyona gireceğini düşündü. “İntizamlı düzeltme” demiştim. İç talep balonu sönecek ama aşırı değerli TL ihracatın büyümeyi desteklemesine izin vermeyecekti.İyimser kesim burada ayrıldı. İç talebin düşme zorunluluğu tamamdı. Fakat hızlı ihracat artışı büyümeyi yüksek tutacaktı. Yani ekonomi enflasyonist baskı yaratmayan ihracatın çektiği büyümeye yönelecekti. Merkez Bankası bu görüşü savundu.İlk çeyrek verileri bu açıdan merakla bekleniyordu. Enflasyon, dış ticaret, sanayi üretimi vs. diğer göstergeler kesin bir yargıya ulaşmak için yetersiz kalmıştı. Milli gelirden gelecek işaret önem kazanmıştı.Büyüme yüksek2007 birinci çeyrekte sabit 1987 fiyatları ile GSYİH ve GSMH’nin büyüme hızı, sırası ile, yüzde 6,8 ve yüzde 6,7 çıktı. Hiç tereddütsüz yüksek bir büyüme hızıdır. Uzun dönem ortalamasının çok üstündedir. 2002 sonrasının yüksek ortalamasına yakındır.Sonucu baştan söyleyelim. İlk genel intibam olumludur. İki hususu vurgulamak istiyorum. Bir: İntizamlı düzeltme olasılığı iyice artmıştır. İki: Zayıf iç talebi ihracat telafi etmiştir. Veriler Merkez Bankası’nın analizi ile tutarlıdır.Verilerin ayrıntılarına girmeye vakit olmadı. “Şeytan ayrıntıda gizlidir” denir. Kafamı kurcalayan bilmeceler var. Aşırı değerli TL’ye rağmen net ihracat nasıl bu kadar arttı? İç talep enflasyon hedefi ile tutarlı düzeye geriledi mi? Bunlara önümüzdeki günlerde bakarız.