Beklenen gün geldi çattı. Bizim Para Politikası Kurulunun (PPK) Amerikan Merkez Bankası’ndaki muadili Federal Açık Piyasa İşlemleri Komitesidir (FOMC). Bugün faiz kararı için toplanıyor. Washington’la yedi saat fark var. Sonucu gece öğreneceğiz.Bu toplantıda faizin yükseltilmesine ihtimal veren hiç yok. Sabit tutulacağına inananlar da yok denecek kadar az. Gözlemcilerin büyük bölümü yarım puan, gerisi çeyrek puan faiz indirimini kesin görüyor.Son yılların belki de en kritik toplantısı olduğunu söyleyebiliriz. Mali piyasaları vuran gerginlik ve türbülans haftalardır medyada tartışılıyor. Tatil dönüşünde ben de varlık fiyatlarında oluşan balon ve likidite krizi üstüne yazdım.Zor tercihlerNe olmalı? Ne olacak? İkisi aynı şey değildir. Her iktisatçının kendi analizi ve tercihleri vardır. Onlar uyarınca doğru olduğunu düşündüğü para politikasını saptar. Faiz şu kadar düşmeli ya da düşmemeli der. Kararı verenler ise komite üyesi az sayıda iktisatçıdır. Sonucu onların analiz ve tercihleri belirler.Varlık fiyatlarında oluşan balonlar sönmeye başlayınca para otoritesi zor tercihlerle karşı karşıya kalır. İşin teknik tarafı daha kolaydır. Aşağıda kısaca özetleyeceğiz. Esas zorluk daima ahlaki-siyasi boyutta çıkar.Bir yanda, mali kesimde yaşanan sorunların reel ekonomiye olumsuz etkileri yer alır. Dar bir çevrenin hatalı kararları, kendi haline bırakıldığı takdirde çok sayıda insanı işsiz bıracak, iş yerini iflas ettirecek vs. bir resesyona dönüşecek, bedelini toplum ödeyecektir.Öte yanda, mali kesim oyuncularının kurtarılmasının yarattığı “ahlaki zafiyet” vardır. “Kâr bana, zarar topluma” anlayışı piyasa ekonomisinin temel ahlaki ilkeleri ile uyumsuzdur. Üstüne spekülasyonu teşvik ederek gelecekte daha büyük sorunlara davetiye çıkartır.“Aşağısı sakal, yukarısı bıyık” misali, bu soruların cevapları sorunludur. Normatiftir yani ahlaki değerleri yansıtır. Aynı anda çıkarlara dokunur. Doğrusu bunu kabul etmektir, objektiflik maskesi arkasında gizlenmemektir.Enflasyon sorunuTeknik düzeyde kararı belirleyen enflasyonun seyridir. Para otoritesinin öncelikli sorumluluğu fiyat istikrarıdır. Önce şunu sorar: Orta vadede enflasyonun hedeflenen düzeyin üstüne taşıyacak talep ya da maliyet baskıları var mıdır? Bu bir ölçme sorunudur ve yüzde yüz güvenilir olmasa da cevabı vardır.Eğer enflasyonist baskı yoksa teknik açıdan para politikası gevşetilebilir. Yani faiz indirimine gidilir. Eğer enflasyonist baskı varsa teknik açıdan para politikası gevşetilemez. Yani faiz indirilmez. Her iki politikayı optimal kabul eden iktisatçı çoktur. Ama her ikisine ahlaki nedenlerle karşı çıkılabileceği de çok açıktır.Böylece bugünkü toplantıda karar matrisini oluşturan teknik ve ahlaki faktörleri gördük. Zaten kararı da onları kullanarak değerlendireceğiz.
Bugün dış dengeyi yazmayı planlamıştım. Sanayi üretimi ve istihdamla devam edecektim. Amacım ekonomideki yavaşlamanın gerçekçi bir resmini çekmekti. Böylece enflasyonu ve para politikasını değerlendirme olanağı oluşacaktı.Doğrusu, ben de Eylül’de Merkez Bankası’ndan faiz indirimi beklemeyenler arasında yer alıyordum. Perşembe günü toplanan Para Politikası Kurulu’nun (PPK) “statükoya devam” diyeceğini düşünüyordum. Sürpriz oldu. Baştan kendi pozisyonumu açıklamak istiyorum. 2007 ilkbaharından itibaren para politikasının aşırı sıkı kaldığı kanısındayım. Mayıs-Temmuz döneminde faiz indirimine gidilmemesini seçim belirsizliğine atfettim. Bu anlamda makul karşıladım.Seçim sonuçlarını görünce Ağustos’ta “belki yaparlar” diye umutlandım. Ama faiz sabit tutuldu. Biraz hayal kırıklığına uğradığımı kabul etmek zorundayım. Aşırı temkinli bir tavır sergileyecekleri sonucuna vardım.Reel faiz yükseliyorduPara politikasının temel enstrümanı Merkez Bankası gecelik faizleridir. Merkez Bankası para piyasalarına hep borçlu kaldığı için “borçlanma faizi” öne çıkıyor. Politikayı ona bakarak izliyoruz. Serdengeçti yönetimi, Aralık 2005’te gecelik faizi yüzde 13.5’e düşürmüştü. Yılmaz başkan olunca 28 Mart 2006’da yüzde 13.25’e indirdi. Ardından Mayıs-Haziran 2006 mali türbülansı geldi. Bir buçuk ay içinde faiz 4.25 puan artışla yüzde 17.5’e yükseltildi. Orada 14 ay kaldı.İlk 12 ayda yıllık TÜFE artışı yüzde 10-11 aralığında seyretti. Orta nokta olarak yüzde 10.5’i alalım. Basit reel faiz yüzde 7 çıkıyor. Ancak, Haziran’dan itibaren yıllık TÜFE yüzde 7’lere geriledi. Yani basit reel faiz fiilen yüzde 10’un üstüne çıktı. Hesaba enflasyon beklentilerini dahil edelim. Eylül 2006’da bir yıl sonrası için yüzde 7.6 enflasyon öngörülüyordu. Yüzde 10 reel faize tekabül ediyor. Halbuki Eylül 2007’de bir yıl sonrası için yüzde 6.3 bekleniyor. Yani reel faiz yüzde 11.2’ye yükseldi.Yaz başından itibaren reel faizin artmaya başladığı çok açıktır. Bu ise iç talepte ekonomide yavaşlama işaretlerinin iyice belirginleştiği bir ortamda para politikasının daha da sıkıldığı anlamına gelmektedir. Faiz indiriminin geri planı budur.Sembolik önemi vardırReel faiz hesaplarından faiz indirim miktarını değerlendirmek için yararlanabiliriz. Para politikasını 2006 sonbaharı sıkılığında tutmak için gerekli faiz indirimi nedir? Basit faiz hesabında 3 puan, beklenti hesabında ise 1.2 puan buluyoruz. Ancak, enflasyondaki düşüş ve ekonomideki yavaşlama eğilimi aslında para politikasında bir yıl öncesine kıyasla gevşeme ihtiyacını gösteriyor. Dolayısı ile gecelik faizde daha büyük indirim gerektiriyor. Benim tefsirim şöyle: Merkez Bankası’nın gecelik faizde 0.25 puan indirime gitmesi sembolik bir davranıştır. Kamuoyuna ve piyasalara para politikasında normalleşme sürecinin başladığı işaretini veriyor. Bu çabasında destek istiyor. Ben destekliyorum.
Milli gelir verilerini değerlendiriyoruz. İkinci çeyrek büyüme hızı yüzde 3.9’a geriledi. 2001 krizi sonrası dönemin en düşük büyümesidir. Sadece Irak Savaşı sırasında (2003 ikinci çeyrek) aynı büyüme hızına rastlıyoruz. Ama arada büyük nitel farklar var. Son bir yılın konjonktürüne damgasını vuran iç talepte duraklamadır. Nedeni biliniyor. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının tetiklediği saadet zinciri 2006 yazında koptu. Hızlı büyümenin motoru olan özel tüketim harcamaları aniden hız kesti.Özel tüketim harcamaları beş yıl boyunca hep artmıştı. 2006’nın ikinci yarısında ve 2007’nin ilk çeyreğinde artış yavaşladı. Ama düşüş olmadı. İkinci çeyrekte ise ilk kez özel tüketim yüzde 0.3 geriledi. Irak savaşı günlerinde ise yüzde 2.9 artmıştı.Konjonktürün doğru analizi için talep kalemlerinin büyümeye yaptığı katkının anlaşılması çok önemlidir. Literatürde “büyümenin kaynakları” deniyor. Sorunların nerelerde yattığını görmeyi kolaylaştırır.Özel kesim ve kamu kesimiMilli gelir iki kalemden oluşur: Toplam nihai talep ve stok değişmeleri. İkincisini şimdilik bir kenara koyalım. Toplam nihai talep ikiye bölünür: İç talep ve dış talep. Dış talebi de ayıralım. İç talebin ayrıntılarına girelim. İki farklı kıstasa göre sınıflayabiliriz. En bilineni harcama türleridir. Üç ana kalemden oluşur: Özel tüketim, kamu tüketim ve yatırımlar. Diğeri daha az kullanılır. Harcamayı yapanın kimliğine göredir: Özel kesim ve kamu kesimi. Her ikisi de tüketir ve yatırım yapar.Büyümeye katkılara bakalım. Büyümeye özel tüketim yüzde - 0.2 ve özel yatırımlar yüzde 2 katkı yapmış. Özel kesim toplamı yüzde 1.8 ediyor. Kamu tüketimi yüzde 0.5 ve kamu yatırımları yüzde 1.2 katkı yapmış. Kamu kesimi toplamı yüzde 1.7 ediyor.2007’nin yakın ve uzak geçmişten temel farkı kamu kesimi talebinin iç talepteki ağırlığında yatmaktadır. İç talebin neredeyse yarısı (yüzde 50) kamu kesimi kökenlidir. Bu oran birinci çeyrekte dörtte bir (yüzde 25) olmuştu. Daha önce yüzde 10-15 düzeyinde kalırdı.Lafı uzatmayalım. İkinci çeyrekte büyümenin daha düşük çıkmasını engelleyen bütçe disiplininde gevşemedir. Kamu yatırımlarındaki hızlı artış bu sonuçta özellikle etkili olmuştur. Seçim ekonomisi diyebiliriz.İç ve dış talepÖzel kesim ve kamu kesimini toplayınca iç talebin büyümeye katkısına ulaşılır. İkinci çeyrekte yüzde 3.5 çıkıyor. Bu sayı milli gelir büyüme hızı yüzde 3.9’dan küçüktür. Aradaki fark dış talep ve stok değişmeleri tarafından açıklanacaktır.Dış talep ihracat ve ithalatın toplamıdır. İkinci çeyrekte ihracat ithalattan hızlı arttı. Böylece dış talep büyümeye yüzde 0.8 katkı yaptı. Dikkat: Dış talebin katkısı 2006’nın ikinci yarısında yüzde 3.0 ve ilk çeyrekte yüzde 4.1 olmuştu. 2006’nın ikinci yarısından itibaren iç talep yavaşlamıştı. Ama dış talep büyümeyi yüksek tutuyordu. İkinci çeyrekte ithalatın hızlanması dış talebin olumlu etkisini sınırlayarak büyüme hızını düşürdü.Özetleyelim. İkinci çeyrekte özel kesim talebinde ve dış talepte belirgin gerileme gözleniyor. Kamu talebindeki artışın sürdürülebilirliği ise çok şüphelidir. Velhasıl ikinci çeyrek milli gelir verilerinden gelen haberler pek iç açıcı değildir.
Nisan-Haziran dönemi (ikinci çeyrek) milli gelir verileri dün TÜİK tarafından yayınlandı. Ekonominin genel gidişatı hakkında en kapsamlı bilgiyi milli gelir verilerinde bulduğumuzu tekrar vurgulayalım.Büyüme sayıları piyasaları şaşırtmadı. Yüzde 4 civarında bekleniyordu. Yurtiçi hasıla (GSYİH) ve milli hasıla (GSMH) eşit hızla yüzde 3.9 büyümüş. Şansına, benim tahminim de ilki için tuttu, ilkinde 0.1 puan karamsar kaldım.Bu yıl milli gelirin ayrıntıları konjonktür analizi için özellikle önem kazandı. Örneğin tüketimde ve iç talepte duraklama enflasyon açısından olumlu haberdir. Faiz indirimini kolaylaştıracaktır. Dış talep ise ekonomideki yavaşlamanın boyutunu belirleyecektir.Türkiye ekonomisinde bir düzeltmeyi kaçınılmaz gördüğümüz ama tarihini tutturmakta zorlandığımız biliniyor. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının bedeli mutlaka ödenecektir. Geciktikçe faturanın kabardığını da hatırlatalım.Konjonktürün neresindeyiz?Makro analizlerde milli gelirin hangi sektörlerde üretildiği ikinci planda kalır. Ağırlık talep koşullarında yani harcamalardadır. İç talep üç ana kalemden oluşur: Özel tüketim, kamu tüketimi ve yatırımlar. Bunlar dışında stok değişimi kalemi ve dış talep (ihracat-ithalat) vardır.2005 sonrasında Türkiye ekonomisinin motoru iç talep oldu. Özel tüketim patladı. Beraberinde iç piyasaya yönelik sektörlerde yatırımları hızlandırdı. O zaman “saadet zinciri” dedik. AKP’nin seçim başarısında çok etkili olduğunu da anlattık.2006 yazından itibaren birçok nedenle motor teklemeye başladı. Mayıs 2006’daki mali türbülans moralleri bozdu. Yanlış para politikası enflasyonu tırmandırınca para muslukları kısıldı. Faizler yükseltildi. Neticede iç talep durakladı.Ekonomi dev tankerlere benzer. Motoru durdursanız bile uzunca süre kendi ağırlığı ile hareketini sürdürür. İngilizce “inertia” deniyor. Motorun durmasının tam etkisi ancak bir gecikme ile görülür.2006’nın son çeyreğinde, uzun bir aradan sonra ilk kez iç talep milli gelirden daha az büyüdü. 2007’nin ilk çeyreğinde bu eğilim devam etti. İkinci çeyrekte de durumun değişmediğini, yani iç talebin milli gelirden daha yavaş arttığını görüyoruz.Özel tüketimde düşüşTek çeyrekten hareketle genelleme yapmanın sorunlarına sık sık değiniyoruz. Sonradan verilerin revizyona tabi tutulduğunu da unutmamak gerekiyor. Söylediklerimizi bu uyarı ışığında değerlendirmekte yarar var.İkinci çeyrekteki önemli gelişme özel tüketim harcamalarında 2001 krizi sonrasında ilk kez düşüş ortaya çıkmasıdır. Özel tüketimde ilk çeyrekte bir yıl öncesine göre artış yüzde 2’de kalmıştı. Bu çeyrekte ise yüzde 0.3 gerileme var.İki kalemde düşüş görülüyor. Dayanıklı tüketim malları yüzde 9.3 gerilemiş. Araç, beyaz eşya vs. satışlarında yaşanan sorunları yansıtıyor. Yarı dayanıklı ve dayanıksız mallar yüzde 2.1 azalmış. Tekstil ve giyim bu kalemde yer alıyor.Yerim bitti. Milli gelir verilerinin analizine devam edeceğim.
Veri zengini bir haftaya giriyoruz. Yarın ikinci çeyrek milli geliri ve Temmuz sanayi üretimi açıklanacak. Çarşamba günü Temmuz ödemeler dengesi ve Ağustos bütçe sonuçları bekleniyor. Ayrıca son istihdam ve enflasyon verilerine daha bakamadık.Dolayısıyla önümüzdeki günlerde konjonktür sorunlarına ağırlık vermek istiyorum. İlkbahar ve yaz aylarında seçimler, sıcaklar, tatil, dünyada likidite krizi, vs. başka konulara takıldık. Ekonominin genel gidişatını ihmal ettik. Zamanı geldi. Bu arada Başbakan Erdoğan kamuoyunda ilginç bir tartışmayı tetikledi. 2012 yılında Türkiye’de kişi başına gelir için 10 bin dolar sayısını telaffuz etti. İlk tepkim bulaşmama yönünde oldu. Ama hesap işlerini severim. Dayanamadım. Ölçme sorunlarıMilli geliri daima cari TL fiyatları ile (nominal) hesaplıyoruz. Yıl ortası nüfusa bölünce kişi başına gelir bulunuyor. Uluslararası karşılaştırmalar için TL’yi dövize çevirmek gerekiyor. Ortalama piyasa dolar kuru ile bölersek cari kurdan gelir diyoruz. Doların zaten yerli para kadar yaygın kullanıldığı ortamlarda kamuoyu bu yöntemi seviyor. Halbuki, hem ülkeler arasında hem de zaman içinde karşılaştırmalarda cari kurdan milli gelir hesapları çok ciddi ölçme sorunları içeriyor. Biri ABD’de düşük de olsa enflasyonun sürmesi. Yıllık yüzde 3 desek, beş yıl sonra doların ABD’deki satın alma gücü bugüne kıyasla yüzde 15 daha düşük olacak. Diğeri döviz kurlarında zaman içinde büyük dalgalanmaların olması. Bir yandan TL’nin döviz karşısında değeri dalgalanıyor. Öte yandan doların diğer paralar karşısında değeri değişiyor. Üçünü toplayınca ilginç bir durum çıkıyor. 2012 yılı fiyatları ile 10 bin doların bugünkü fiyatlarla kaç dolar ettiğini aslında bilemiyoruz. Dolayısıyla karşılaştırma biraz anlamsızlaşıyor.Benim hesaplarım2007 yılı için kişi başına geliri 6 bin 250 dolar tahmin ediyorum. 2012’de 10 bin dolara çıkması beş yılda toplam yüzde 60 artış anlamına geliyor. Bakalım hangi koşullarda mümkün olabilir? ABD’de enflasyonu yıllık yüzde 3, Türkiye’de nüfus artış hızını yıllık yüzde 1.1, milli gelir artış hızını yüzde 6.3 aldım. Bence üçü de makuldür. TL’nin ve doların değerinde bir değişme olmadığı varsayımı ile 2012 için kişi başına geliri 9 bin 300 dolar buluyoruz. Kurlara gelelim. TL’nin değerini sabit tutalım. Ama son gelişmeleri de düşünerek doların diğer paralar karşısında yüzde 7 değer kaybettiğini varsayalım. 2012’de kişi başına gelir tam 10 bin dolara çıkıyor. Türkiye’den kaynaklanan iki ek sorun var. 2008’de TÜİK milli gelir ve nüfus serilerinde revizyona gidiyor. Milli gelirin yüzde 10 artacağı, nüfusun yüzde 5 düşeceği rivayet ediliyor. 2012’de kişi başına milli gelir 11 bin 600 dolar çıkyor. Sonuç: 2012’de kişi başına gelirin fiilen 10 bin doların üstünde olma ihtimali bence çok yüksektir. Ama o 10 bin dolar sizin sandığınız 10 bin dolar değildir. Böyle işte...
Geçen yazıda mart sonu itibarıyla kamu net borcunu ele aldık. Hazine bu yıl bir yenilik yaptı. Üç ayda bir Türkiye’nin net dış borç stoğunu açıklamaya başladı. Maalesef bu konuda çok kafa karışıklığı var. O açıdan bakmaya değer görüyoruz.Kamuoyu, eski alışkanlıklarla Türkiye’nin dış borcunu önemsiyor. Ama ciddi yöntem hataları yapılıyor. Bir: Türkiye’nin dış borcunda hem kamunun hem özel kesimin borçları yer alır. Bu sayıyı kamu iç borcu ile toplamak anlamsızdır. İki: önemli olan brüt değil net borçtur.Stok verilerinin bir başka yararı vardır. Akım verilerinin sağlamasını yapma olanağı verirler. Örneğin Türkiye’nin net dış borç stoğundaki değişimle ödemeler dengesinin sermaye hesaplarını karşılaştırabiliriz.Net dış borç artıyorYerleşiklerin kayda girmiş tüm yurt dışı borçları brüt dış borç stoğunu oluşturuyor. Bir sonraki aşamada bu sayıdan Merkez Bankası ve diğer bankaların dış borçları düşülüyor. Böylece mali kesim hariç (kamu kesimi dahil) dış borç sayısına ulaşılıyor.Neden? Çünkü bankacılık kesiminin dış borçları var ama aynı anda döviz rezervlerine sahipler. İkisi toplanarak Merkez Bankası dahil bankacılık kesimi net dış pozisyonu hesaplanıyor. Banka dışı dış borç ve bankacılık net pozisyonu toplamı net dış borcu veriyor.2007’nin ilk üç ayında brüt borç 6 milyar dolar artışla 213 milyar dolara yükselmiş. Merkez Bankası’nın borcu 16 milyar dolarda sabit kalmış. Bankaların borcu 4 milyar dolar azalarak 39 milyar dolara gerilemiş.Böylece bankacılık hariç dış borç 10 milyar dolar artışla 159 milyar dolara çıkmış. Aynı dönemde Merkez Bankası dahil bankaların net dış varlıkları 7 milyar dolar artışla 46 milyar dolara yükselmiş. Dolayısı ile net dış borç stoğu 3 milyar dolar artışla 113 milyar dolar olmuş.Dış açığın finansmanıBu noktada ödemeler dengesine bakabiliriz. İlk çeyreğin cari işlemler açığı 9.3 milyar dolar tutuyor. Buna karşılık net dış borç artışı 3 milyar dolar. Resmin tümünü görmek için ödemeler dengesinin sermaye hesabının ayrıntıları gerekiyor.İlk üç ayda Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye yatırımı 9.1 milyar dolar, çıkan 1.2 milyar dolar, net giren 7.9 milyar dolar ediyor. Bu sayıya 1 milyar dolar gayrimenkul yatırımı dahildir. Aynı dönemde .5 milyar dolar borsadan çıkış yaşanıyor. Net hata noksan kalemi ise 1 milyar dolar fazla veriyor.Üç kalemi toplayınca ilk çeyrekte borçlanma dışı dış finansmanı elde ediyoruz: 8.4 milyar dolar. Buradan kolayca borçlanma ile karşılanacak dış açığa ulaşıyoruz: .9 milyar dolar. Yani akım hesabına göre Ocak-Mart 2007 döneminde Türkiye’nin net dış borç stoğunun sadece .9 milyar dolar artması gerekiyor.Aradaki 2 milyar dolar farkı nasıl açıklayabiliriz? Paritedeki değişiklik bir neden olabilir. Euro/dolar paritesi üçayda 1.315’den 1.334’e yükseldi. Euro cinsinden net borcun dolar değerinin yüzde 1.4 artması anlamına geliyor. Yani stok ve akım verilerinin tutarlı olduğunu söyleyebiliyoruz.
Kamu maliyesi 2000 başından bu yana faiz dışı fazla veriyor. Yani sıkı maliye politikası sekizinci yılını doldurmak üzere. İlk yıllarda hedeften küçük sapmalar oldu. Ama AKP iktidarı yüksek faiz dışı fazla hedeflerini tutturdu. 1990’ların sonunda kamu borcunun çevrilmesi giderek zorlaşmış, kamu borcundaki tehlikeli tırmanış ekonomik istikrarsızlığın temel nedeni haline dönüşmüştü. Bekleneceği gibi, kalıcı bütçe disiplini borç dinamiğini çok olumlu etkiledi.Önce kamu borcundaki artış yavaşladı. Sonra borç sabitlendi. Giderek yavaş yavaş gerilemeye başladı. Dolayısı ile gündemdeki eski önemini de kaybetti. Bugün daha çok toplam kamu dengesi hakkında taşıdığı bilgi nedeni ile izliyoruz.Net kamu borcunda artışBorç serilerinin nasıl hesaplandığını kısaca hatırlatalım. Merkezi yönetim brüt borç stoğu ve ayrıntıları aylık bazda yayınlanıyor. Diğer kamu kesimi çeyrek bazında buna ekleniyor. Böylece brüt kamu borç stoğuna ulaşılıyor.İkinci aşamada kamunun elindeki menkul değerler bulunuyor. Üç ana kalem var: Merkez Bankası’nın net iç ve dış varlıkları, merkezi yönetim ve diğer kamu kesiminin mevduatı ve işsizlik sigortası varlıkları. Brüt kamu borcundan menkul varlıklar düşülünce net kamu borcu elde ediliyor.Net kamu borç stoğu 2004 sonunda 274 milyar YTL ile zirveye çıktı. Sonra inişe geçti. 2006’da 258 milyar YTL’ye düştü. Mart 2007’de (ilk çeyrek) 3.4 milyar YTL artışla 263 milyar YTL’ye yükselmiş.Borç yükünü ölçmekte kullanılan esas gösterge milli gelire oranıdır. 2000’de yüzde 57 iken 2001’de yüzde 90’a tırmanmıştı. 2006’da yüzde 45’e indi. Mart 2007’de 1.1 puan düşüşle yüzde 43.9’a gerilemiş.İç ve dış borca ayrı ayrı bakalım. İlk çeyrekte net dış borcun milli gelire oranı 1.5 puan düşüşle yüzde 3.7’ye inmiş. Kamunun kur riskinin neredeyse sıfırlandığını söyleyebiliriz. Buna karşılık net iç borcun milli gelire oranı 0.4 puan artışla yüzde 40.2’ye yükselmiş.Kamu kesimi dengesiTanım icabı, kamu borç stoğundaki değişim kamu kesimi toplam dengesine eşittir. Buradan ilk çeyrekte her şey dahil toplam kamu kesiminin cari fiyatlarla 3.4 milyar YTL açık verdiği anlaşılıyor. Geçen yılın aynı dönemde 2 milyar YTL fazla vardı.Hesaba enflasyonu dahil ederek kamu kesimi reel dengesini bulabiliriz. Bulunan büyüklüğe operasyonel denge deniyor. Biraz bakkal hesabı gibi duruyor ama son derece gerçekçidir. Daha ince hesapların sonuca etkisi çok kısıtlı olacaktır.2007’nin ilk çeyreğinde TÜFE yüzde 2.4 arttı. 2006 sonu net kamu borcunu Mart 2007’de reel olarak sabit tutan değer 265.3 milyar YTL çıkıyor. Halbuki fiili stok 262.6 milyar TL yani 2.7 milyar YTL daha düşüktür. 2.7 milyar YTL ilk çeyrekte kamu kesimi reel fazlasıdır. GSMH’nın yüzde 2.1’idir. 2006’da bu oran yüzde 6.5 idi.Özetleyelim. Kamu kesimi 2007’nin ilk çeyreğinde de reel fazla vermiş yani net borç ödeyicisi olmuştur. Buna karşılık 2006’ya kıyasla daha yılın ilk çeyreğinde bile bütçe disiplininde ciddi bir gevşeme yaşandığı çok açıktır.
Başbakan Erdoğan ikinci hükümetini kurdu. İlki benim bildiğim en uzun süreli hükümettir. 2003 başında Başbakanlığın Gül’den Erdoğan’a geçmesini saymazsak 4 yıl 9 ay bir rekor anlamına geliyor.Bir gözlemle başlamak istiyorum. İki hükümet arasında sürekliliğin ağır bastığı kanısındayım. Doğallıkla iki hükümet tıpatıp aynı değil. Gül ve Şener’in ayrılması zaten bunu olanaksız kılıyordu. Ama genel çizginin değişmediğini söyleyebiliyoruz.Bakanlar Kurulu’nun içerdiği siyasi mesajlar üstünde durmayacağım. Yeni yasama döneminin siyaseten önemli olayı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesidir. Sembolik değeri yüksek değişim odur. Tavrımı geçen yazımda açıkladım.İş alemi dostu hükümetBence AKP iktidarının en belirgin özelliklerinden biri “iş alemi dostu” olmasıdır. İngilizce “business friendly” deniyor. İktidarın özel mülkiyete, piyasa mekanizmasına ve müteşebbislere yönelik yaklaşımını özetliyor.Geçmiş hükümetlerle bakanların özgeçmişlerini karşılaştırmak bu bakıma öğretici olabilir. Başbakan’ın kendisi dahil, bürokratik gelenekten gelen çok azdır. Özel teşebbüs deneyimi çok hakimdir. Piyasa ekonomisine yakın zihniyetin insanlarıdır. Yeni hükümette bu eğilimin daha da güçlendiğini söyleyebiliriz. Yeni Hazine Bakanı Şimşek, uluslararası mali piyasalarda aktif görevden gelmektedir. Bütün önemli oyuncuları şahsen tanımaktadır. Bunların Türkiye’ye bakışını etkileyebilecek konumdadır. Sanayi Bakanı Çağlayan, Türkiye’nin ikinci büyük kentinde sanayi odası başkanıdır. Türkiye iş aleminin en yaygın örgütü TOBB’da Başkan Yardımcısı’dır. Ekonominin can damarını oluşturan küçük ve orta boy işletmelerin sorunlarına birinci elden vakıftır.Ekonomik koordinasyondan sorumlu Devlet Bakanı Ekren, İstanbullu ve akademik iktisatçıdır. Gene bürokrasi dışındandır. Kariyerinde makro konular öne çıkar. Liberal ekonomi politikalarından yanadır. İlk intibalarBirinci AKP iktidarının en başarılı olduğu alan maliye politikası idi. Yüksek faiz dışı fazla hedeflerinin üstüste tutturulması bugünkü istikrarın temel nedenidir. Maliye Bakanı Unakıtan’ın bu başarıda payı büyüktür. Görevini koruması bence yeni hükümet döneminde de mali disiplinden taviz verilmeyeceğinin işaretidir.Hazine’ye Şimşek’in gelmesi yeni hükümetin uluslararası mali piyasalarla iyi geçinme arzu ve iradesini yansıtmaktadır. Bu da bana makro politikanın temel çerçevesinin ilk dönemdeki gibi devam edeceğini düşündürüyor. Çağlayan’ın Sanayi Bakanlığı’nı Başbakan’ın önümüzdeki dönemde istihdamla ilgili sorunlara ağırlık vermek istediği şeklinde değerlendiriyorum. Türkiye’de istihdamın motoru küçük ve orta boy işletmelerdir.Ya Ekren? Muhtemel dış kökenli mali sorunlar karşısında ekonominin güçlendirilmesi, yapısal reformların başarı ile hayata geçirilmesine yakından bağlıdır. Ekren’in bu görevi üstlendiğini düşünüyorum. Yeni hükümete başarılar diliyorum.