Ağustos ayı sanayi üretimi TÜİK tarafından yayınlandı. Sanayi üretimini iki nedenle önemseriz. Birincisi konjonktürle ilgili taşıdığı bilgiden kaynaklanır. Ekonomik gidişatın öncü göstergelerinden biridir. Milli gelirin yakın geçmişte nasıl büyüdüğü hakkında bir fikir verir.Diğeri daha geneldir. Sanayileşme ve ekonomik gelişme özdeş kavramlardır. Özellikle Türkiye gibi büyük nüfuslu ülkelerde sanayi üretimi, sanayi istihdamı ve milli gelir artışı arasında bire bir ilişki vardır. Dolayısı ile sanayi üretiminin orta vadede seyri büyüme modelini değerlendirme olanağını sağlar. Sanayi üretimin milli gelirden hızlı artması büyümenin sürdürülebilmesi ihtimalini yükseltir. Tersi durum ise sorunlu bir geleceğe işaret eder.Sanayinin hikâyesi2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarını uzun süredir eleştiriyoruz. Türkiye ekonomisini tatsız bir köşeye sıkıştırdığını söylüyoruz. Sorunlar arasında sanayi üretimindeki artışın yavaşlamasını da sayıyoruz.Aşağıdaki grafikte son beş yılın sanayi üretimi hikâyesi anlatılıyor. Düz çizgi toplam sanayi üretimi, kesikli çizgi imalat sanayi üretimi için yıllık artış oranlarını veriyor.Ağustos 2002’de sanayi krizi atlatmaya başlıyor. Aralık 2002 ile Nisan 2005 arasında sanayi üretiminde yıllık artış hızı yüzde 8’in üstünde. İmalat sanayiinin toplam sanayiden daha hızlı büyüdüğüne dikkatinizi çekerim.Mayıs 2005’ten bugüne sanayi üretiminde yıllık artış yüzde 8’in altında kalıyor. Ortalamalar ise yüzde 5.7’ye, imalat sanayinde ise yüzde 5.3’e geriliyor. Dönem boyunca imalat sanayi toplam sanayiden daha yavaş büyüyor.Sanayisiz büyümeManzara tereddüde yer vermeyecek kadar açıktır. Kriz sonrasında cansız iç tüketim ve düşük değerli TL imalat sanayiine ihracata yönelerek hızlı büyüme fırsatını verdi. Maalesef bu dönem çabuk bitti.Grafiğe tekrar dönelim. Son aylarda bu ana eğilimde olumlu yönde değişim işaretleri görülüyor mu? Hemen cevap verelim: Kesinlikle hayır. Kısa vadeli analiz bir başka yazıya kaldı. Cevabın ayrıntılarına orada gireceğim.
Eylül enflasyonunu inceliyoruz. Geçen yazıda enflasyon hedeflemesi rejiminin şeffaflık ilkesi gereği açıklanan Merkez Bankası tahminlerini değerlendirdik. 2006 başı tahminleri tutmadı. Ama sonraki iki tahmin daha başarılı oldu.Merkez Bankası, Ekim 2006’da Eylül 2007 için yıllık TÜFE artışı yüzde 5.2-8.6 aralığında (ortası yüzde 6.9) olur dedi. Fiili enflasyon yüzde 7.1 ile tahmin aralığının içinde ve orta noktaya çok yakın bir yerde gerçekleşti.Bu karşılaştırma bazı bildiklerimizi doğruluyor. Bir: 2005 başı ile 2006 ortası arasında Merkez Bankası enflasyon üzerinde denetimini kaybetmişti. İki: Enflasyon üzerinde denetimini ancak 2006 ortasından sonra kurabildi.Bu konuları o tarihlerde çok tartıştık. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının ekonomiyi sıkıştırdığı köşeyi anlattık. Enflasyondaki yükselmeyi arz şokları ile açıklama çabalarına karşı çıktık.Kura ne oldu?Kısaca hatırlatalım. Mayıs 2006’da dünya mali piyasalarını sarsan mali türbülans Türkiye’yi vurdu. Kur ve faiz zıpladı. Merkez Bankası bu olaylara gecelik faizlerde 4 puan artışla yani para politikasını sıkarak tepki verdi.Ancak türbülans geçici kaldı. Dünya mali piyasaları hızla sakinledi. Sermaye girişleri tekrar başladı. Dolayısı ile YTL önce türbülans sırasında kaybettiğini geri aldı. Sonra değer kazanmaya devam etti.Aylık ortalama kurlara bakalım. Nisan 2006’dan Haziran 2006’ya euro 1.63 YTL’den 2.02 YTL’ye, dolar 1.33 YTL’den 1.60 YTL’ye, “0.5 euro + 0.5 dolar” döviz sepeti 1.48 YTL’den 1.81 YTL’ye yükseldi. Özetle, döviz sepeti bazında YTL yüzde 21 değer kaybetti.Ancak Eylül 2006’ya gelindiğinde euro 1.88 YTL’ye, dolar 1.63 YTL’ye, döviz sepeti 1.67 YTL’ye indi. Üç ayda YTL yüzde 7.3 değer kazandı. Sonraki bir yıl boyunca YTL’nin değerlenmesi sürdü.Eylül 2007’de euro 1.75 YTL’ye, dolar 1.26 YTL’ye, döviz sepeti 1.51 YTL’ye düştü. Başka bir ifade ile son bir yılda YTL’nin değeri sepet bazında yüzde 10.1 arttı. Bir not: Bu satırları yazarken euro 1.67’ye, dolar 1.18’e gerilemişti.Bir bilmeceSayılar ortadadır. Son bir yılda döviz kuru enflasyonla mücadeleye büyük destek vermiştir. İthal ürünlerin, yoğun ithal girdi kullanan ürünlerin ve ithalatle rekabet eden yerli ürünlerin fiyatlarının gerilemesi enflasyondaki düşüşte etkili olmuştur.Lafı nereye getirdiğimi tahmin ediyorsunuz. Türkiye’de döviz kuru ile enflasyon arasında ilginç bir ilişki buluyoruz. 2006’nın ikinci yarısında döviz tırmanınca enflasyon iki katına çıkıyor. Ama 2007’de kur çöktüğü halde enflasyon yüzde 7’de kalıyor.
Enflasyon verileri Çarşamba günü açıklandı. Tüketici fiyatları endeksi Eylül ayında yüzde 1.03 yükseldi. Böylece yıllık TÜFE enflasyonu yüzde 7.12 olarak gerçekleşti. Bu sayılar beklentilerin çok az altında kaldı. Örneğin benim tahminim yüzde 1.2 idi.Para Politikası Kurulu’nun 18 Eylül toplantısında gecelik faizi .25 puan indirmesi tartışmaya yol açmıştı. Erken diyerek karşı çıkanlar ve yanlış bulanlar oldu. Ben faiz indiriminin geciktiğini ve yetersiz kaldığını savunanlar safhında yer aldım.Para politikası kararları için enflasyonun gelecekteki seyri hayati önemdedir. Enflasyonda artış riski (ya da katılık) para politikasının sıkılmasını, enflasyonda gerileme ihtimali gevşetilmesini gerektirir. Bu ilişki çok iyi kavranmalıdır.Para politikasında şeffaflıkEnflasyon hedeflemesi rejiminin en cazip yanlarından biri para politikasına getirdiği şeffaflıktır. Somut anlamı Merkez Bankası’nı kendi enflasyon tahminlerini açıklamak zorunda bırakmasıdır. Böylece kamuoyu Merkez Bankası’na hesap sorabiliyor. Türkiye enflasyon hedeflemesine 2006 başında geçti. Dolayısı ile Merkez Bankası’nın enflasyon tahminleri ile gerçekleşmeyi karşılaştırma olanağı oluştu. Sağlıklı para politikası yolunda çok büyük bir adımdır. \fi708\li162 Merkez Bankası yılda dört (Ocak, Nisan, Temmuz, Ekim) Enflasyon Raporu yayınlıyor. 1.5-2 yılı kapsayan TÜFE tahminleri orada yer alıyor. Yıl sonları için metinde sayı veriliyor. Araları grafikten okuyoruz.Merkez Bankası enflasyonun alt ve üst sınırını belirliyor. Bu yöntem enflasyon hedefinin de artı eksi 2 puan şeklinde tanımlanması ile tutarlı duruyor. Ben Merkez Bankası’nın 12 ay sonrası için tahminlerini izliyorum: Ocak’ta yıl sonu, Nisan’da bir sonraki Mart, Temmuz’da bir sonraki Haziran ve Ekim’de bir sonraki Eylül.Tahminler tuttu mu?Ocak 2006’da Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 4.7-6.3 aralığında: Ortası yüzde 5.5 ediyor. 2006 enflasyonu yüzde 9.7 gerçekleşiyor. Nisan 2006’da Merkez Bankası’nın Mart 2007 enflasyon tahmini yüzde 4.5-6.3 aralığında: Ortası yüzde 5.3 ediyor. Ama enflasyon yüzde 10.7 çıkıyor. Dikkat: Bunlar Serdengeçti dönemine ait. Yılmaz yönetiminin ilk raporunda (Temmuz 2006) Haziran 2007 enflasyonu yüzde 6.0-9.5 aralığında tahmin ediliyor. (Ortası yüzde 7.8) Haziran 2007 enflasyonu yüzde 8.6 çıkıyor. Ekim 2006’da ise Eylül 2007 enflasyon tahmini yüzde 5.2-8.6 aralığına (ortası yüzde 6.9) geriliyor. Gerçekleşme yüzde 7.1 oldu. Elde dört tahmin var. İlk ikisinin ekonominin gerçeklerinden kopuk kaldığı anlaşılıyor. Üçüncüsü kesin daha gerçekçi ama tuttu diyemiyoruz. Dördüncüsü en başarılısı; sadece 0.2 puan sapıyor. Son olarak Merkez Bankası’nın Ocak 2007’de açıkladığı yıl sonu enflasyon tahminini hatırlatalım: Yüzde 3.6-6.6 aralığı. (Ortası yüzde 5.1) Ocak başında bu tahmini de değerlendirebileceğiz.
2006 yılı için satın alma gücü paritesine göre kişi başına gelir verileri Dünya Bankası tarafından açıklandı. Pazar günü verileri tanıttık. Türkiye dahil 21 ülkeyi kapsayan bir tablo hazırladık. 2006’yı 2000’le karşılaştırdık. Genel gözlemler yaptık.Ancak analize haklı bir eleştiri yöneltilebilir. Türkiye açısından karşılaştırmayı 2000’le başlatmak yanlış olur. Çünkü 2001’de yaşanan büyük mali kriz büyüme hızını düşürür. Kriz, sonraki toparlanmanın doğru anlaşılmasını engeller.Bugün karşılaştırmayı 2002 ile yapıyoruz. 2002’de Türkiye ekonomisi yüzde 7.9 büyüdü. Yani milli gelir kriz öncesi düzeyine yaklaştı. Ayrıca AKP’nin 2003’te iktidara gelmesi de bu dönemi siyasi açıdan daha anlamlı kılıyor.Başarıyı ölçüyoruzTablonun ilk iki sütununda 2002 ve 2006 yılları için satın alma paritesi ile cari dolar cinsinden kişi başına gayrisafi milli gelir yer alıyor. Üçüncü sütunda dört yıllık ortalama büyüme hızı var.Pazar günü 21 ülkeye bakmıştık. Bunlardan Türkiye dışında sadece beşini buraya taşıdık: Çin, Arjantin, Hindistan, Rusya ve Romanya. Neden? Bu dönemde Türkiye’den daha yüksek büyüme hızları tutturmuşlar. Dikkat: Tek ülkeler sadece bilgi amaçlıdır.Bizi esas ilgilendiren ülke kategorileridir. Yani tablonun alt bölümüdür. Türkiye’nin nispi büyüme performansını bunlara bakarak değerlendirme olanağını buluyoruz. Sonuç derhal görülüyor. Türkiye’nin ortalama büyüme hızı yüzde 8.8 olmuş. Buna karşılık “orta-alt gelir” grubundaki ülkeler (2006’da kişi başına gelir 7.020 dolar) yüzde 10.8 büyümüş. 2 puan daha yüksek. Bekleneceği gibi Çin ve Hindistan bu grupta yer alıyor.“Düşük ve orta gelir” kategorisi dünya ekonomisinin en büyük grubunu oluşturuyor. Büyüme hızı Türkiye’den 0.3 puan daha yüksek: yüzde 9.1. Bu sonucun da Çin ve Hindistan’ın yüksek büyümesinden etkilendiğini söyleyebiliriz.Türkiye kimlerden daha başarılı çıkıyor? Bir: “Orta-üst gelir”, “Yüksek gelir - OECD”, “Euro bölgesi” velhasıl zenginler Türkiye’den daha yavaş büyümüş. İki: Aynı şey yüksek borçlu fakir ülkeler için geçerli.Özetleyelim. Türkiye’nin 2003-2006 arasında kendi yakın geçmişine kıyasla çok başarılı bir büyüme dönemi geçirdiği doğrudur. Ancak, bu dönemde bile performansı kendisi ile aynı gelişmişlik düzeyindeki ülkelerin altında kalmıştır. Kişi Başına Gayrisafi Milli Gelir (Satın Alma Gücü Paritesi) Cari dolar (000) 2002 2006 Büyüme hızı %Çin 4,730 7,740 13.1Arjantin 9,750 15,390 12.1Hindistan 2,590 3,800 10.1Rusya 7,940 11,630 10.0Romanya 6,950 9,820 9.0Türkiye 6,460 9,060 8.8Orta-alt Gelir Ülkeler 4,662 7,020 10.8Düşük ve Orta Gelir Ülkeler 4,004 5,664 9.1Orta-üst Gelir Ülkeler 8,151 10,817 7.3Dünya Ortalaması 7,962 10,218 6.4Yüksek Borçlu Fakir Ülkeler 1,150 1,415 5.3Yüksek Gelir OECD ülkeleri 29,693 35,867 4.8Euro Bölgesi 26,755 31,429 4.1
Ekim başında, IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısı öncesi yayınlanan Dünya Gelişme Raporu’nun özel bir önemi vardır. Nedeni raporun sonunda tüm dünya ülkeleri için satın alma paritesine göre kişi başına milli gelir verilerinin yer almasıdır.Bu yıl Ramazan nedeni ile toplantı Ekim sonuna atıldı. İmdadımıza internet yetişti. Dünya Gelişme Göstergeleri’ne (World Development Indicators - WDI) abone olmuştum. Hafta başı kontrol edince 2006 milli gelir verilerinin eklendiğini gördüm.Ülke içinde büyümeyi analiz ederken kullanılan serilerin (GSYİH ve GSMH) uluslararası karşılaştırmalarda yetersizlikleri var. Dünya Bankası daha sağlıklı yöntemler geliştirdi. Birine Gayrisafi Milli Gelir (Gross National Income) diyor. Özellikle tercih ediyor. Diğer sorun cari kurlardaki dalgalanmaların karşılaştırmayı bozmasıdır. Dünya Bankası bu amaçla Satınalma Gücü Paritesi - SAG (PPP) kurlarını hesaplıyor. Böylece refah düzeyi farklarının daha iyi görülmesi mümkün oluyor.Veriler tablodaYazıyı kısa tutuyorum. 226 ülke arasından 21 ülke seçtim. İçinde dünya ekonomisinde ağırlığı olan büyük ülkeler, küçük ama çok zengin ülkeler, komşular, gündemi işgal eden Malezya ve iki Güney Amerika ülkesi yer alıyor. Son satıra dünya ortalamasını koydum. Ülke sıralamasını en zenginden en fakire göre (2006’da) yaptım. İlk iki sütunda 2000 ve 2006 yılları için satın alma paritesine göre cari dolar cinsinden kişi başına gayrisafi milli gelir verileri var. Üçüncü sütun altı yıllık ortalama büyüme hızını gösteriyor. Son iki sütun kişi başına geliri ABD’nin yüzdesi olarak ifade ediyor. Dünya Bankası 2006’da Türkiye’de kişi başına geliri 9060 dolar hesaplıyor. 2000’de bu sayı 6520 dolardı. Yıllık ortalama artış yüzde 5.6 oluyor. ABD’de yüzde 3.9 arttığından aradaki mesafe 1 puan kapanıyor. 2000’de ABD’nin yüzde 19’u iken 2006’da yüzde 20’sine yükseliyor. Birkaç gözlemle bitirelim. Bir: Türkiye dünya ortalamalarına çok yakın seyrediyor. İki: Singapur ve üstündeki zengin ülkelerde gelir Türkiye’den yavaş artıyor. Üç: Yunanistan ve altındaki ülkeler içinde geliri Türkiye’den yavaş artan dört ülke var: Arjantin, Brezilya, Mısır ve Suriye. Örneğin Çin ve Hindistan’ın ABD’yi yakalamakta Türkiye’den daha başarılı olduğu zaten biliniyordu. Dikkatinizi çekerim: Yunanistan, Malezya, Kore, Rusya, Malezya, Bulgaristan, Romanya ve Ürdün de bu kategoride yer alıyor.
Döviz kuru üstüne yazınca vatandaş derhal ilgileniyor. Böylece Türkiye insanının dövizle yaşadığı garip ilişkinin hâlâ süregeldiğini anlıyoruz. Pazar günü “dolar bir lira” muhabbeti yaptım. Çok sayıda mesaj aldım.Önemli bir optik sorun derhal göze çarpıyor. “Dolar eşittir döviz” görüşü tahmin edilenden çok daha yaygın duruyor. Anlaşılan yılların oluşturduğu düşünme kalıplarından vazgeçmek zaman alıyor. Parite dalgalanmalarına rağmen çoğunluk sadece dolara bakıyor. Dolayısı ile profesyonellerin “parite etkisi” diye adlandırdıkları olay tam algılanmayor. Bu konuda bazı okuyucularımdan haklı uyarılar geldi. Paritedeki değişimin etkilerini somut örneklerle açıklamamı istediler. Ben de yararlı olacağını düşündüm.Döviz sepeti ile kurTürkiye’de doların psikolojik ağırlığı ile ekonomik önemi arasında ciddi kopukluk var. Nedeni AB’nin açık ara ile Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olmasıdır. İhracattaki payı yüzde 60’a, ithalattaki payı yüzde 40’a ulaşıyor. Diğer kalemlerde daha yükseliyor. Bu durum Türkiye’nin coğrafi konumundan ve AB ile Gümrük Birliği’nin on ikinci yılını yaşamasından kaynaklanıyor. Yani şaşırtıcı olan AB ile ekonomik bütünleşme değildir. Ona rağmen toplumun doları temel döviz birimi kabul etmeye devam etmesidir.Dolar-euro paritesi fazla oynamasa sorun ihmal edilebilir. Ama tam tersine, paritede kısa dönemde bile büyük dalgalar oluşuyor. Dolayısı ile TL’nin döviz karşısındaki değerinde değişimi doların euro karşısında değişiminden ayırt etmek önem kazanıyor. Lafı uzatmayalım. Sorunu çözmek için dolar ve euro’yu bir döviz sepetine atıyoruz. Bir yapay para elde ediyoruz. İki dövizi yarı yarıya (0.5 $ + 0.5 euro) almak bana en makulu geliyor. TL’nin değerini hesaplarken onu kullanıyorum.Aşağıdaki grafikte son altı yıl için döviz sepetinin seyri izleniyor. Dün sepetin değeri 1.50 YTL idi ($=1.23 YTL; euro=1.73 YTL). Sepetin daha düşük değer aldığı dönemler hemen görülüyor: 2001 sonbaharı-2002 yazı arasında; 2003 sonunda, 2004 ilkbaharında; 2005 yazı-2006 yazı arasında.Parite etkisiDöviz sepeti bir başka karşılaştırmaya olanak tanıyor. Aynı sepet değeri ama farklı parite ile dolar kurunu hesaplayabiliyoruz. Mevcut kurla fark bu anlama parite etkisi oluyor. Birkaç örmek verelim.Şubat 2001’deki parite, 0.92 dün geçerli olsa aynı sepet değerinde dolar 1.59 YTL ve euro 1.44 YTL çıkıyor. Parite etkisi ile doların 36 kuruş kaybettiği, euro’nun 39 kuruş kazandığı anlaşılıyor.Haziran 2001’de euro dibe vurmuş: 0.85 dolar. Aynı paritede dün için doları 1.62 YTL ve euro’yu 1.38 YTL buluyoruz. Bir yıl öncesine bakalım: Eylül 2006 paritesi 1.27 ile dünkü dolar 1.32 YTL ve euro 1.68 YTL çıkıyor.Şimdi euro’nun dolar karşısında yükselişinin sürdüğünü varsayalım. Parite 1.50’ye çıkınca, dünkü sepet değerinde dolar 1.20 YTL’nin az altına inerken euro 1.80 YTL’ya varıyor. Son olarak: Dünkü sepet değerinde doların bir liraya inmesi için euro’nun 2.0 dolara tırmanması gerekiyor. Olur mu? Kim bilir...
Bu yıl Eylül ayı gerçekten çok hareketli geçiyor. Önce Merkez Bankası’nın, ardından Fed’in faiz indirimleri benim yazı programını iyice aksattı. Örneğin Temmuz ödemeler dengesine bakma fırsatı kaçtı. Çünkü bir hafta sonra Ağustos dış ticareti açıklanıyor. Benzer bir durum Temmuz sanayi üretimi ve Haziran istihdamı için de söz konusu. Dolayısı ile konjonktür analizi de mecburen gecikiyor. Bir bakıma benim işimi de kolaylaştırıyor. O arada dış koşullardaki belirsizliğin azalabileceğini umut ediyorum. Hatırlatalım. 13 Eylül’de Merkez Bankası’nın 0.25 puan faiz indirimini destekledim. Hatta biraz geç ve az bulduğumu söyledim. Yani eleştiri korosuna katılmadım. Zaten Fed’in faiz indiriminden sonra o cephe aniden susuverdi. 8 Eylül’de Fed’in 0.25 puan faiz indirimine ise sıcak bakmadım. Ekonominin kısa ve uzun dönemli ihtiyaçları arasında kurmaya çalıştığı dengeyi gerçekçi bulmadığımı, toparlanmanın kısmi ve geçici kalacağını söyledim.Dolar bir liraÇifte faiz indirimi derhal döviz piyasasına yansıdı. Bir ay önce, 22 Ağustos’ta dolar 1.34 YTL, euro 1.81 YTL iken, Cuma güne dolar 1.22 YTL ve euro 1.73 YTL’ye geriledi. Yarım dolar yarım euro döviz sepetine göre TL bir ayda yüzde 6 değer kazandı. Dolardaki düşüşün bir bölümü paritedeki değişimden kaynaklanıyor. Döviz sepeti ile hesaplayınca geçmiş yılların tümünde bu düzeyin altında olduğu günlere raslanıyor. Ama dolar kurunun psikolojik etkisi yüksek. Kimse sepete bakmıyor.Sevgili dostum ve Ekodiyalog ortağım Mahfi Eğilmez 2006 başında “dolar bir lira” sloganını ortaya atmıştı. Tartışmalar sürerken Mayıs 2006 türbülansı geldi. Dolar 1.70 YTL’ye fırladı. Mahfi’ye özeleştiri yapmak kaldı. Sonra ne oldu? Dolar bir kere daha tepetaklak inişe geçti. Yavaş yavaş 1,22 YTL’ye kadar geriledi. Üstelik bu düşüşün duracağına dair fazla işaret de yok. Yarın 1.20’nin altına gelebilir mi? “Hayır, gelmez” diyecek babayiğit olduğunu pek sanmıyorum.İktisatçı tahminlerinde nasıl başarılı olur? Değer verince tarih, tarih verince değer vermeyerek. Galiba Mahfi’nin hatası tarih vermek olmuş. Yoksa doların bir liraya ineceğini herkesten önce görmüş. Konut fiyatlarıMartin Feldstein Harvard’ın ünlü iktisat profesörlerinden biridir. Başkan Reagan’ın Ekonomi Danışmanları Konseyi’nin ve benim de üyesi olduğum Amerikan Ekonomi Derneği’nin başkanlığını yapmıştı. Başkan Bush’un da danışmanıdır. Bir ay önce Fed tarafından düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmanın metni elime geçti. Toplantının konusu: konut fiyatları, likidite krizi, konjonktür ve para politikası. Aynı toplantıda Fed Başkanı Bernanke’nin de önemli bir sunumu var. Feldstein önemli bir gerçeği hatırlatmak ihtiyacını duyuyor. Konut fiytalarının yükselmesi aslında arsa fiyatlarının yükselmesidir. Konutun inşaat maliyeti bellidir. Şu ya da bu şekilde enflasyonu izler. Enflasyonun üstüne çıkan toprak rantıdır. Unutanlar olabilir, hatırlatmak istedim.
FED’in kararı mali piyasaların beklediği yönde çıktı. Bernanke’nin başkanlığında toplanan Federal Açık Piyasa (İşlemleri) Komitesi faizleri yarım puan düşürdü. Amerikan para piyasasında faiz yüzde 4.75’e geriledi.Mali piyasaları kutlamak gerekiyor. Bir: FED’i doğru okumuşlar. Analistlerin kararla ilgili tahminleri iyi tuttu. İki: Güç mücadelesini kazandılar. Faiz indirimine özellikle mali piyasaların ihtiyacı vardı. İstediklerini elde ettiler.Son yılların hiç tereddütsüz en kritik kararıdır. Geçen yazıda karar matrisinin teknik ve ahlaki risklerini kısaca açıkladık. İlki enflasyon eğiliminin doğru ölçülmesidir. Diğeri toplumsal maliyeti düşürme çabasının “ahlaki zafiyete” dönüşme ihtimalidir.Kısa ve uzun dönemPara politikasının bizzat doğasından kaynaklanan zorluklar en deneyimli merkez bankalarının bile çok ciddi hatalar yapabilmesine yol açar. Yakın ve uzak geçmiş vahim sonuçları olan yanlış para politikası örnekleri ile doludur.“Doğru” politikayı “yanlış” politikadan nasıl ayırt edeceğiz? Toplumsal faaliyetlerin tümünde olduğu gibi para politikasında da nihai hakem zamandır. Politikanın uzun dönemde hedeflediği sonuçlara ulaşıp ulaşmadığına bakarız. Ulaşıyorsa “doğru” deriz.Bir hipotez getirelim. Uzun dönemde fiyat istikrarını sağlayan ve büyümeyi teşvik eden para politikası kısa dönemde can acıtır. Tersine, kısa dönemde rahatlatan para politikası uzun dönemde sorunları ağırlaştırarak daha büyük bedel ödetir.Bu hipotez daima ve her yerde geçerli değildir. Ancak istisnaların kuralı bozmadığını da unutmayalım. Pek çok durumda olaylar aynen o şekilde seyreder. Örneğin kısa dönemli rahatlama, gerçekle yüzleşme zorunluluğunu geleceğe atar. Ama sorunları çözmez. Neticede toplum tedavide gecikmenin getirdiği ek bedelleri de ödemek zorunda kalır.“Doğru” karar mı?Yukarıdaki paragraf cevabımın işaretini taşıyor. FED’in ekonominin kısa ve uzun dönemi arasında kurmaya çalıştığı denge bana gerçekçi gelmiyor. Kararda mali piyasanın kısa vadeli çıkarlarının gereğinden fazla etkili olduğu kanısındayım.Kararın kısa dönemde etkileri çok olumlu durabilir. Ciddi zafiyetler taşıyan mali piyasalara ilaç gibi geldiği ve kendilerini soktukları spekülasyon labirenti kâbusunu hafiflettiği kesindir.Ancak aynı süreç varolan gerçek sorunların çözümüne bırakın katkı yapmayı tam tersine geciktirecektir. Dolayısı ile toparlanma kısmi ve geçici kalacaktır. Enflasyon riskinin yükseldiği, mali volatilitenin arttığı, risk iştahının azaldığı günlerin çok uzakta olmadığını düşünüyorum. Türkiye’ye etkisi ne olur? Yerim bitti, cevabı bir başka yazıya kaldı.