Üçüncü çeyrekte kamu borcu

31 Ekim 2007

Eylül sonu itibariyle merkezi yönetim borç stoğu Hazine tarafından yayınlandı. “Merkezi yönetim” ifadesi doğrudan Hazine’nin üstündeki borçları kapsadığı anlamına geliyor. Yani toplam kamu kesimi borcunu göstermiyor. Ayrıca söz konusu olan brüt borçtur; net borç değildir.Haziran sonu itibariyle kamu net borcunu yeni değerlendirdik. Net borcun hem mutlak ve reel hem de milli gelirin oranı olarak tehlikeli bölgenin altına indiğini gördük. Türkiye’nin Maastricht Kriterleri arasında sadece kamu borcuna ait olanına uyum sağlayabildiğini hatırlattık.Bu koşullarda merkezi yönetim borç stoğu verisine bakma gereksiz durabilir. Ancak son günlerde bütçe disiplini yeniden tartışılıyor. Maliye politikasının gevşediği, borç ve faizleri olumsuz etkileyebileceği iddia ediliyor. Borç verileri bu bakıma önem kazanıyor.Brüt borç azalıyorEylül sonunda merkezi yönetimim toplam borcu 345 milyar YTL olmuş. Yılbaşında 342 milyar YTL imiş. Dolayısı ile borç 3 milyar YTL ya da yüzde 1 azalmış. İlk bakışta olumlu bir haber gibi duruyor. Ancak TL ve döviz borçlarını tek tek ele alınca manzara değişiyor.Üçüncü çeyrek sonunda merkezi yönetimin TL cinsinden borç stoğu 229 milyar YTL olmuş. Yılbaşında 217 milyar YTL imiş. Dolayısı ile TL cinsinden borcun 12 milyar YTL ya da yüzde 6.8 arttığını hesaplıyoruz.Gelelim TL dışı borçlara: Bunlar dövizle ve dövize endeksli olabiliyor. Döviz cinsinden borçlar 2006 sonunda 91 milyar dolar iken Eylül’de 93 milyar dolara yükselmiş. Döviz cinsinden borçların 2 milyar dolar ya da yüzde 1.8 arttığını hesaplıyoruz.Çelişki hemen görülüyor. TL cinsinden ve döviz cinsinden borçların ikisi de artıyor. Ama toplam borç azalıyor. Geri planda bu dönemde TL’nin değer kazanması yatıyor. Dolar kuru yılbaşında 1.40 YTL iken eylül sonunda 1.21 YTL’ye geriliyor. 2007’nin ilk dokuz ayında TL yüzde 13.9 değer kazanınca döviz cinsinden borcun TL karşılığı 16 milyar YTL ya da yüzde 15.9 düşüyor. TL cinsinden borçtaki artış daha küçük olduğu için (12 milyar YTL), toplam borçta düşme gerçekleşiyor.Kur ve enflasyon etkileriBasit bir hesap yapalım. Döviz kuru yılbaşındaki düzeyinde kalsın. Bu durumda döviz cinsinden borcun TL değeri 2 milyar YTL artışla 130 milyar YTL’ye yükseliyor. Dolayısı ile toplam borç 15 milyar YTL ya da yüzde 4.3 artışla 360 milyar YTL’ye ulaşıyor.Bu şekilde borç stoğu verilerinden döviz kurundaki dalgalanmanın etkisini temizledik. Şimdi enflasyonun etkisine bakalım. 2007’nin ilk dokuz ayında tüketici enflasyonu yüzde 4.2 olmuş. Oranlayınca merkezi yönetim brüt borç stoğundaki reel artış yüzde 0.1 çıkıyor.Böylece döviz kuru ve enflasyon etkileri temizlenince reel borcun sabit kaldığı anlaşılıyor. Hemen soralım. Borç verileri 2007’de mali disiplinin gevşediği iddialarını destekliyor mu? Sayılar ortadadır. Değerlendirmesini size bırakıyorum.

Devamını Oku

Orta sınıfı tanımlamak

29 Ekim 2007

Ülkenin yaşadığı büyük değişimin nicel boyutu tüketim verilerinde izleniyor. Elektrik, doğal gaz, çimento, otomobil, telefon, bilgisayar, çamaşır makinesi, televizyon, iç hat uçuşu vs. tüm refah göstergeleri hızla artıyor.Değişimin nitel boyutu ise çok daha zor saptanıyor. Adı üstünde, “nitel” sözcüğü ölçme sorunlarına işaret ediyor. Toplumu oluşturan bireylerin ve birey gruplarının kendilerini ve içinde yaşadıkları dünyayı tanımlama biçimlerini kapsıyor. Zihniyetlerini ve algılamalarını yansıtıyor. Buna karşılık söz konusu nitelikler toplumsal belirlenmenin esas eksenlerini oluşturuyor. Bugünü yarına bağlayan karmaşık süreçleri kestirmek için mutlaka onlara ulaşmak ve anlam kazandırmak gerekiyor.Yeri geldikçe hatırlatmak ihtiyacını duyarım. Gelişmişlik öncelikle nitel bir olgudur. Toplumların kendilerini anlama becerileri ile refah düzeyleri arasında bire bir ilişki vardır. Üstelik nedensellik ilkinden ikincisine doğru gider.Önemli bir araştırmaElimde çok ilginç ve yararlı bir araştırmanın sonuçları var. Projeyi Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü desteklenmiş. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Hakan Yılmaz’ın yönetiminde bir ekip tarafından gerçekleştirilmiş.“Türkiye’de Orta Sınıfı Tanımlamak - Ekonomik Düzeyleri, Siyasal Tutumları, Hayat Tarzları ve Dinsel-Ahlaki Yönelimleri”. Ek bilgi için info@osiyaf.org.tr adresine müracaat edilebilir. Projede orta sınıf kavramı üstüne bir literatür taraması yer alıyor. Toplumsal piramidin tepesindeki güçlüler-zenginler ve dibindeki güçsüzler-fakirler arasına sıkışan ilginç toplumsal kesimin özellikleri ortaya çıkartılıyor. Örneğin orta sınıf kavramının Aristo ve Madison (ABD’nin kurucularından) tarafından kullanıldığını görüyoruz.Ardından esas soru geliyor. Günümüz Türkiye’sinde bir orta sınıftan bahsedebilir miyiz? Araştırma bu hayati konuyu beş ana başlık altında inceliyor: Algılar-beklentiler; siyasal gruplaşmalar; ekonomik gruplaşmalar; sosyal gruplaşmalar; bağlantılar-kesişmeler-çatışmalar.Yöntemi de tanıtalım. Önce 8 ilde 56 kişi ile derinlemesine görüşmeler yapılıyor. Buradan elde edilen sonuçlar çerçevesinde oluşturulan soru kağıtları ile 18 ilde 1809 kişi ile yüz yüze görüşerek kamuoyu yoklaması gerçekleştiriliyor.Nasıl zengin olmuş?Resmin bütününe yerim olmadığından ilginç bir ekonomik bulguyu seçtim.Soru: Zengin nasıl zengin olmuş? İki yanıt hakkı var (toplam yüzde 200). Olumlularla başlayalım: Çok çalışma ve çaba yüzde 47; iyi aile-iyi eğitim yüzde 23’er; zekâ-yetenek yüzde 12; dürüstlük-güvenilirlik yüzde 7. Olumsuzlarla devam edelim: Yolsuzluk-hırsızlık yüzde 20; torpille yüzde 14; yoksulları sömürerek yüzde 13; devlet desteği ile yüzde 8. Ortada şans-talih diyen yüzde 21 var.Bu sayılara göre orta sınıfta zenginin zenginliğini hak ettiği görüşü hakimdir. Fakirliğe de aynı optikten bakılıyor. Bu sonucun beni şaşırttığını söylemeliyim. Başka ilginç bulgular da var. Araştırmayı ilgilenenlere tavsiye ediyorum.

Devamını Oku

PPK toplantı özeti

27 Ekim 2007

2001 krizi Türkiye’de iktisat politikası matrisinde köklü bir dönüşüme yol açtı. Kamu borcu patlayınca maliye politikasını borç dinamiğine kilitleme zorunluluğu doğdu. Konjonktürün denetimi için elde tek araç olarak para politikası kaldı.Maalesef Türkiye bu yeni duruma hazır değilldi. Başlangıçta para politikasının iki temel ilkesi, şeffaflık ve hesap verilebilirlik bürokratik geleneklere yenildi. Yerini gizlilik ve sorumsuzluk aldı. Vahim para politikası hatalarının yolu açıldı. Temel ilkelerle uyumlu para politikasına ancak 2006’da enflasyon hedeflemesi ile birlikte geçildi. Maalesef geçmiş hataların olumsuz sonuçlarının ortaya çıktığı bir döneme rasladı. Ona rağmen para politikasını olumlu etkilediği giderek daha iyi görülüyor. İki raporCuma günü Merkez Bankası çok önemli iki rapor yayınladı. Biri gecelik faizlerde 0.25 puan indirimin kararlaştırıldığı 16 Ekim 2007 tarihli Para Politikası Kurulu - PPK toplantısının özeti. Diğeri ise bu yılın dördüncü (ve son) Enflasyon Raporu. Enflasyon Raporu daha kapsamlı olanıdır. Üç ayda bir yayınlanır. Uzundur (72 sayfa). En önemlisi, hesapverilebilirlik ilkesinin ana unsuru olarak Merkez Bankası’nın kendi enflasyon tahminlerini açıklar. Toplantı özeti ise kısadır (6 sayfa). İçinde tahminler yoktur. Ancak esas para politikası analizi açısından arada çok az fark vardır. Çünkü Para Politikası Kurulu toplantısı ile Enflasyon Raporu’nun yazılışı aynı tarihlere denk gelmektedir. Aynı analizi yansıtmaktadırlar.Bugün Enflasyon Raporu’na girmeyeceğim. Ekim enflasyonu bir hafta sonra açıklanıyor. Onu gördükten sonra enflasyon üstüne daha genel bir değerlendirme yapmayı tercih ediyorum. Dış şoklar ve Merkez BankasıPPK toplantı özetinin bir bölümü çok ilgimi çekti. Okuyucularımın dikkatinden kaçmış olabileceğini düşündüm. Paylaşmak istedim. PPK haklı olarak uluslararası likidite koşullarındaki ve kredi piyasalarındaki muhtemel olumsuz gelişmeleri ele alıyor. Büyük bir sorun beklemiyor. Gene de temkinliyim diyor. Sonraki cümleyi aynen alıyorum.“Önümüzdeki dönemde riskten kaçış eğiliminin derinleşmesi ve bu durumun gelişmekte olan piyasalara olan yatırım iştahının azaltması durumunda, Merkez Bankası, etkin likidite yönetimi ile ve gerektiğinde diğer politika araçlarını kullanarak olası dalgalanmaların orta vadeli enflasyon görünümü üzerindeki etkilerini sınırlı tutmaya amaçlayacaktır”. (italikler benim).Uzun ve iktisatçı argosu ile yazılmış cümleyi özetlemek istiyorum. Olumsuz dış koşullar sonucu hızlı sermaye çıkışının TL’de büyük değer kaybına yol açmaması için ne gerekiyorsa onu yaparım; parayı da kısarım, dövizi de satarım... Bu yaklaşımın Irak’a askeri müdahale gibi olumsuz iç koşullar halinde de geçerli olduğunu sanıyorum. Doğru-yanlış tartışmasına hiç girmeden duyurmakla yetiniyorum.

Devamını Oku

Referandum üstüne

24 Ekim 2007

Hakkı Devrim üstadın tabiri ile “koşe kadısı” olunca kendi çapımda mütevazı gelenekler geliştirdim. Bunlardan biri her yılbaşı tahmin verip yıl sonunda değerlendirmektir. Bir başkası ise önemsediğim siyasi ve toplumsal olaylar karşısında duruşumu açıklamaktır. Örneğin seçim konusuna mutlaka girerim. Hem ekonomik hem de ekonomi dışı unsurlar hakkında görüşlerimi anlatırım. Hatta, 22 Temmuz seçimlerindeki gibi, oyumu kime vereceğimi yazdığım bile olur.Bu noktada aklınıza gelen soruyu tahmin ediyorum. Madem böyle bir geleneğin vardı, pazar günü yapılan anayasa referandumundan önce neden sustun? Lehte ya da aleyhte hiçbir şey yazmadın? Açıklamak istiyorum.Aslında referandumu yazdım. Ancak bunu referandumdan çok önce, anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçtiği günlerde yaptım. “Başkanlık Sistemine İlk Adım” başlıklı yazım 20 Mayıs 2007’de yayınlandı.Bugüne nasıl gelindiğini kısaca hatırlamakta yarar görüyorum.Gül’ün ilk adaylığında cumhurbaşkanı seçilmesi şu ya da bu şekilde engellendi. Başta CHP, bu operasyonu yapanların amacı asla bu yetkinin meclisten alınıp halka verilmesi değildi.Bu noktada devreye toplumsal yaşamın ünlü “amaçlanmayan sonuçlar kanunu” girdi. Hukukun zorlanması ile yaratılan yapay bunalımla olay yön değiştirdi. Meclis anayasayı değiştirdi. Cumhurbaşkanını halkın seçmesini kabul etti. Bu kez Cumhurbaşkanı Sezer anayasa değişikliğini onaylamadı. Referanduma götürdü. Böylece 22 Temmuz’da Gül’ün halk tarafından cumhurbaşkanı seçilmesi yolunu kapattı. Amacı AKP’ye mağdur rolü sağlayıp oylarını attırmak değildi. Ama neticede öyle oldu.Devam edelim. Bazen tarih hızlanır. AKP’nin ikinci iktidar dönemi sıkıntılı başladı. Referandumdan çıkan ezici “evet” oyu fevkalade sıkışık bir siyasi ortamda hükümeti güçlendirdi. AKP, Nisan ayında bu süreci tetikleyen ve bugüne getirenlere çok şey borçludur.Sessiz devrim“Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesini çeyrek yüzyıl önce savunmaya başladım. Nasıl olacağını tam bilmiyordum ama bu dönüşümün mutlaka gerçekleşeceğine hep inandım. Demek ”amaçlanmayan sonuçlar kanunu“ sayesinde olacakmış.” “Anayasa değişikliğinde prosedür işlemektedir. Referandumda büyük çoğunlukla kabul edilecektir. Sorun ilk adımı atmaktı. Başkanlık sistemine kolay geçilir. Seçmenin yüzde 50’den fazlasının oyunu almış cumhurbaşkanının yetkileri çabuk artar.” 20 Mayıs 2007 tarihli yazım böyle bitiyordu. Referandum sonucunu beş ay önce zaten açıkladığım için yeni yazıya gerek duymadım. Özetle, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bir sessiz devrimdir. Bir rüyamın daha gerçekleşmesine katkıda bulunanlara teşekkür etmek istiyorum.

Devamını Oku

2008 bütçesi

22 Ekim 2007

Kendi deneyimlerimizden iyi biliriz. Bazen bütün sorunlar sanki sözleşmiş gibi aynı anda karşınıza gelir. Hangisine koşacağınızı şaşırırsınız. Bazen toplumlar benzer süreçleri yaşamak zorunda kalıyor.Dünya mali piyasa gelişmeleri Türkiye açısından önemli riskler taşıyordu. Bilinen nedenlerle ekonominin dış kökenli sorunlar karşısında kırılganlığı yüksekti. Nitekim bu hafta gergin başlayacaktı.Hükümete Irak’ta askeri operasyon yetkisini veren tezkere geçmişti. Türkiye-Irak-ABD üçgenindeki bilek güreşi tehlikeli bir mecraya giriyordu. Üstüne PKK’nın son şiddet olayı geldi. Ortam iyice gerildi.Dolayısı ile mali piyasalar haftaya kötü başladı. Borsa düştü, faiz ve döviz yükseldi. Tüm işaretler çalkantının uzun süreceği yani geçici olmadığı yönündedir. Alışmamız gerekiyor.Temel büyüklükler2008 bütçesi hafta ortasında Maliye Bakanı Unakıtan tarafından Meclis’e sunuldu. Bütçenin bizi ilgilendiren iki varsayımı var: Yüzde 5.5 büyüme ve yüzde 4 enflasyon. 2008 milli geliri (GSMH) 717 milyar YTL ediyor. Cari fiyatlarla büyüme yüzde 10.7 oluyor.Vergi gelirleri yüzde 13.3 artarak 171 milyar YTL bütçelenmiş. Dolayısı ile milli gelire oranı da yarım puan artıyor (yüzde 23.9). Vergi dışı gelirler yüzde 9.7 azalarak 34 milyar YTL tahmin edilmiş. Milli gelire oranı bir puan düşüyor (yüzde 4.7). Toplam gelir yüzde 8.8 artışla 205 milyar YTL öngörülmüş. Milli gelire oranı yarım puan düşüyor (yüzde 28.5).Faiz dışı giderler yüzde 8.1 artarak 166 milyar YTL, faiz giderleri yüzde 14.3 artarak 56 milyar YTL, toplam giderler yüzde 9.6 artarak 222 milyar YTL bütçelenmiş. Faiz dışı giderlerin milli gelire oranı 0.6 puan düşüyor (yüzde 23.2), faizinki 0.2 puan artıyor (yüzde 7.8) ve toplam giderlerinki düşüyor (yüzde 31).Faiz dışı fazla yüzde 12.1 artarak 38 milyar YTL tahmin edilmiş. Milli gelire oranı sabit kalıyor (yüzde 5.3). Bütçe açığı yüzde 19.3 artarak 18 milyar YTL öngörülmüş. Milli gelire oranı 0.2 puan artıyor (yüzde 2.5).İlk izlenimİlk izlenimim olumludur. Bütçe disiplini konusunda Türkiye çok yol katetti. Bence en iyi haber bütçe gelirlerinin ve faiz dışı giderlerin milli gelire oranında küçük de olsa düşüş olmasıdır. Destekliyorum.Ya riskler? Yüzde 5.5 büyüme tahmini gerçekçi durmuyor. Dolayısı ile vergi gelirleri beklendiği gibi artmayacaktır. Ek tedbir olmadığı takdirde faiz dışı fazla ve bütçe açığı hedefleri tutmayacaktır.Başta şehitlerimizin aileleri ve yakınları, tüm Türkiye’ye başsağlığı diliyorum.

Devamını Oku

Bir toplantı izlenimleri

20 Ekim 2007

Salı akşamı Merkez Bankası gecelik faizi .5 puan indirdi. Ertesi gün Gaziantep’te bir panele katıldım. Garanti Bankası’nın düzenlediği toplantıda Sanayi Odası ve Ticaret Odası başkanları da konuşuyordu. İzleyenlerin büyük çoğunluğu da sanayicilerdi. Bekleneceği gibi para politikası tartışmaları gündeme damgasını vurdu. İki oda başkanı konuya cepheden girdiler. Merkez Bankası’na ve para politikasına sert eleştiriler yönelttiler. Salonun da onları onaylayarak dinlediği çok belirgindi.Ben sunuşumu daha genel ve yapısal düzeyde tutmaya çalıştım. 2000 sonrasında yaşanan büyük ekonomik dönüşüme iş alemi açısından baktım. Yeni ortamın içerdiği fırsatlara ve tehlikelere dikkat çektim. Para politikasına ve konjonktür sorunlarına ise çok kısa değindim. Ama tartışma bölümünde sadece faiz ve kur soruldu. Dolayısı ile para politikası polemiğinin içine ben de çekildim. Sıcağı sıcağına izlenimlerimi okuyucularımla paylaşmak istiyorum.Neden böyle oluyor?Birincisi, insanlar faizin neden bu kadar yüksek tutulduğunu anlamakta zorlanıyorlar. Önce sorular şöyle geliyor. Gecelik faiz neden bu kadar yüksek? Enflasyonla gecelik faiz arasındaki farkın böylesine açıldığı başka ülke var mı? Hangi mantık bu farkı açıklayabilir? Hemen ardından ilk tepkiler seslendiriliyor. Merkez Bankası kapris mi yapıyor? Yüksek faiz ve düşük kurun verdiği hasarı görmüyor mu? Ekonomiden ve toplumdan nasıl bu kadar kopuk olabiliyor? Sonra eleştiri sertleşiyor. Merkez Bankası’nın faizi yüksek tutmakta bir çıkarı mı var? Dolar cinsinden faizleri kimler alıyor? Para politikasının tek hedefi Türkiye’ye sıcak para çekmek midir? Ve esas konuya geliniyor. Yoksa cari işlemler dengesi açığının yüksek faize gelen sıcak para ile finanse edilmesi üzerine kurgulanmış bir ekonomi modeli mi var? Bu modelin tasarım ve uygulamasında IMF’nin sorumluğu nedir? Bunları toplantıda aldığım notlardan yazdım. Hepsi kelimesi kelimesine söylendi. Bu görüşlerin ve benzerlerinin toplumda çok yaygın olduğunu katıldığım başka toplantılardan da zaten biliyorum. “Akıllı tasarım” mı?Bu bakış açısı bana biraz evrim teorisine karşı çıkanların kullandıkları “akıllı tasarım” görüşünü anımsatıyor. Ne diyorlar? Yaşam çok karmaşık ve çeşitlidir. Kör doğa güçlerinin raslatısal evrimi sonucu ortaya çıkmış olamaz. Gerisinde bir akıl ve tasarlayan olmalıdır.Ben evrim teorisini tercih ediyorum. “Yüksek faiz-değerli TL-büyük dış açık” üçlüsünün içiçeliğini kabul ediyorum. Ama hükümetin ve Merkez Bankası’nın bunu amaçladığını düşünmüyorum. Aksine, üçlünün hükümeti ve Merkez Bankası’nı rahatsız ettiğini görüyorum. O zaman nereden çıkıyor? Uzun süredir anlatıyorum. 2003 sonrasında uygulanan para politikaları iyi niyetli idi ama yanlıştı. İyi niyet yanlışı engellemeye yetmez. Şimdi Türkiye o hatalı politikaların bedelini ağır şekilde ödüyor. Bu açıklamanın temel sorununu biliyorum. İçinde komplolar, çıkarlar, dış güçler, vs. hikayeyi heyecanlı kılan unsurlar yok. Bürokratlar, teknik yetersizlikler, deneyimsizlik, yanlış kararlar, vs. yani sıradan olaylar var. Maalesef hayat böyle...

Devamını Oku

İlk yarıda uluslararası yatırım pozisyonu

16 Ekim 2007

Geçen yazıda Haziran 2007 itibariyle kamu kesimi borç stoğuna baktık. Borç dinamiği ile maliye politikası tercihleri arasındaki bağı açıkladık. Brüt kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 58’e, net kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 41’e gerilediğini gördük.Bugün Türkiye’nin dış dünya ile varlık-yükümlülük ilişkisine bakıyoruz. İki ayrı seride izleniyor. Türkiye’nin net dış borç stoğunu Hazine yayınlıyor. Kamu kesimi ve özel kesim borç ve alacakları toplamını yansıtıyor.2007’nin ilk yarısında Türkiye’nin brüt dış borcu 18 milyar dolar artarak 226 milyar YTL’ye, döviz rezervleri ve diğer dış alacakları ise 12 milyar dolar artarak 108 milyar YTL’ye, böylece net dış borç stoğu 6 milyar dolar artarak 118 milyar dolara yükseliyor.Bu sayıyı ödemeler dengesinden kontrol ediyoruz. İlk yarıda cari işlemler açığı 20 milyar dolar. Buna karşılık 12 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye yatırımı, 3 milyar dolar borsaya net giriş var. Geri kalan 5 milyar dolar dış borç artışı ile tutarlı duruyor.Verilere bakıyoruzKamuoyu Merkez Bankası tarafından hesaplanan ikinci seriyi ödemeler dengesi kadar iyi tanımıyor. Adı “Uluslararası Yatırım Pozisyonu.” Üç aylık yayınlanıyor. Ülkenin yurt dışında sahip olduğu tüm varlıkları ve yurt dışına tüm yükümlülüklerini kapsıyor. Üç ana kalemden oluşuyor: Doğrudan yatırımlar, hisse senetleri, borç ve alacaklar.2007’nin ilk yarısında Türkiye’nin dış varlıkları 15 milyar dolar artışla 158 milyar dolara yükseliyor. Ayrıntılara bakıyoruz. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları 2 milyar dolar artışla 11 milyar dolara, yurt dışına açılan ticari krediler 1 milyar dolar artışla 9 milyar dolara çıkıyor. Gerisi 12 milyar dolar artışla 138 milyar dolara ulaşan krediler ve döviz rezervlerinden oluşuyor.Aynı dönemde Türkiye’nin dış yükümlülükleri 56 milyar dolar artışla 399 milyar dolara yükseliyor. Yabancı sermaye yatırımları 23 milyar dolar artarak 111 milyar dolara, hisse senedi yatırımları 11 milyar dolar artarak 45 milyar dolara çıkıyor. Geriye 22 milyar dolar artarak 243 milyar dolara ulaşan dış borçlar kalıyor.Varlıklardan yükümlülükleri düşünce net uluslarası yatırım pozisyonu elde ediliyor. Bekleneceği gibi, bu sayı Türkiye’de hep eksi oluyor. İlk yarıda 41 milyar dolar artarak 242 milyar dolara ulaşıyor. Milli gelire oranı 6 puan artışla yüzde 56’ya tırmanıyor.Dış açığın bedeliTanım gereği, cari işlemler açığının net uluslararası yatırım pozisyonundaki bozulmaya eşit olması gerekir. Yukarıda gördük: İlk yarıda dış açık 20 milyar dolar ama net uluslararası yatırım pozisyonu 41 milyar dolar eksi veriyor.Farkın 11 milyar doları yabancı sermaye yatırımlarından geliyor. Yabancı şirketlerin sermayelerine ekledikleri birikmiş kârlar ödemeler dengesinde gözükmüyor. 8 milyar doları ise borsanın yükselmesi sonucunda oluşan değeri yansıtıyor. Yani akım ve stok hesapları tutuyor.Sonuç bence çok açıktır. İlk yarıda Türkiye’nin dış dünyaya karşı net yükümlülüğündeki artış zaten devasa olan dış açığının iki katından fazladır. Yabancı sermaye yatırımları ile finanse edilen dış açıklarda sorun görmeyenlere duyurulur.

Devamını Oku

İlk yarıda net kamu borcu

13 Ekim 2007

Bayram günlerinde ekonomi dışında yazmayı seviyorum. Duygusal hatta nostaljik takılmak açıkcası hoşuma gidiyor. Okuyucularımın da hafif konuları tercih ettiklerini düşünüyorum.Ancak bu bayram hafta sonuna, yazım ise Bayramın son gününe rasladı. Zaten şehit düşen askerlerimiz, Kuzey Irak’a müdahale ihtimali ve ABD Temsilciler Meclisinin kararı bayramın tadını kaçırmıştı. Bilgisayarın önünde debelendim ama bir türlü hafifleyemedim. Sonunda ekonomi yazmaktan başka çare bulamadım. Yayınlanmış ama daha değerlendiremediğim çok veri olması da kararımı etkiledi. Değerli okuyucularımın mübarek Şeker Bayramı’nı kutlar, sağlık, huzur ve refah dilerim.Maliye politikası ve kamu borcuIMF ile mevcut anlaşmanın ilkbaharda bitmesi maliye politikasını gündemin tepesine yerleştirdi. Yerine ne gelirse gelsin, maliye politikasında bir miktar gevşeme kaçınılmaz duruyor. Nitekim Başbakan Erdoğan bu yönde bir işaret verdi. Son iki IMF anlaşması süresince Türkiye neden bu kadar sıkı maliye politikası uyguladı? Kamu kesimi faiz-dışı fazlasının milli gelire oranı neden yüzde 6.5 gibi rekor düzeyde tutuldu? Sorunun cevabı kamu borç dinamiğinde yatıyor. 1990’ların sorumsuz iktisat politikaları kamu borcunu patlattı. Beraberinde faizler de yükselince tehlikeli bir kısır döngü tetiklendi. Tek çare vardı: yüksek faiz dışı fazla vermek. Bu hususun çok iyi anlaşılması gerekiyor. Maliye politikasının belirlenmesinde en önemli girdi borç dinamiğidir. Enflasyon, büyüme, vs. tüm diğer göstergeler ancak borç dinamiği sorunu çözüldükten sonra devreye girerler.Dolayısı ile önümüzdeki dönemin maliye politikasını değerlendirmek için önce kamu borcunun seyrine bakmak gerekir. Kısır döngü kırıldığı ölçüde sıkı maliye politikasını haklı kılacak gerekçeleri bulmak da zorlaşacaktır. Net borçta hızlı düşüşİlk yarı (Haziran 2007) net kamu borç stoğu verileri Hazine tarafından yayınlandı. Kısaca verileri görelim. Brüt kamu borcu yılbaşına kıyasla 7 milyar YTL azalarak 357 milyar YTL’ye gerilemiş. Milli gelire oranı 5 puan düşüşle yüzde 58’e inmiş. İlk kez brüt borçta Maastricht Kriteri yüzde 60’ın altına iniliyor. Kamu menkul varlıkları yılbaşına kıyasla 3 milyar YTL artarak 108 milyar YTL’ye yükselmiş. Milli gelire oranı yüzde 18’de sabit kalmış. Esas artışın kamu mevduatında (5 milyar YTL) olduğunu anlıyoruz. Bu durumda net kamu borcu yılbaşına kıyasla 10 milyar YTL azalarak 249 milyar YTL’ye (2003’ün 2 milyar YTL altına) gerilemiş. Milli gelire oranı 4 puan düşüşle yüzde 41’e inmiş. Bu oran 2000’de yüzde 68 iken 2001’de ise yüzde 90’a tırmanmıştı. Bilgi için: Net kamu dış borç stoğu 14 milyar dolar ya da milli gelirin yüzde 3’üdür. Sayılar çok açıktır. Kamu borcu kısır döngüsü kesinlikle kırılmıştır. Bu somut olgu maliye politikasına yansıtılmalıdır.

Devamını Oku