Enflasyon beklentileri

23 Nisan 2008

Ekonomi gelişip karmaşıklaştıkça konjonktür hakkında erken bilgi sağlanması önem kazanıyor. Halbuki enflasyon, sanayi üretimi, istihdam, dış ticaret, milli gelir vs. temel makro göstergeler gecikmeli yayınlanıyor.Buna karşılık ekonomik aktörlerin beklentilerini neredeyse günü gününe saptamak mümkün oluyor. Dolayısı ile kullanımı yaygınlaşıyor. Geçen yazıda tüketiciler ve imalat sanayii firmaları için güven endekslerini ele aldık. Morallerin bozulduğunu gördük.Beklentiler ve beklenti yönetimi özellikle para politikası açısından özel bir öneme sahiptir. Bir: Para teorisi bu görüşü güçlendiren yönde gelişti. İki: Enflasyon hedeflemesi rejiminde beklentiler ve beklenti yönetimi kritik bir rol oynuyor.Dolayısı ile bugün Merkez Bankası’nın gerçekleştirdiği “Beklenti Anketi” verilerine bakacağım. Mali kesim ağırlıklı profesyonel iktisatçılara ayda iki kez soruluyor. Ortalama 80 civarında katılımcı cevaplıyor. Nisan ikinci anketinin sonuçları salı günü açıklandı.Bir yıl sonrası enflasyonuAnkette altı başlık altında 19 soru yer alıyor. Başlıklar şöyle (soru adedi parantez içinde): Enflasyon (6), faizler (7), kur (3), cari işlemler dengesi (1) ve büyüme (2). Enflasyona odaklanacağız.İçinde bulunulan ay, gelecek bir ve iki ay için aylık, yıl sonu ve bir ve iki yıl sonrası için yıllık TÜFE tahminleri toplanıyor. Aylık tahminlerde teknik-raslantısal nedenlerle büyük sapmalar olabiliyor. Taşıdığı bilgi çok sınırlı kalıyor.Buna karşılık bir yıl sonrası için enflasyon tahminini çok önemsiyorum. İlk anketin yapıldığı Ağustos 2001’den bu yana kaydediyor ve daha sonra gerçekleşme ile karşılaştırıyorum.Sonucun hiç parlak olmadığını baştan söylemeliyim. Üstelik tahmin hatalarının belirli dönemlerde hep aynı yönde çıktığını görüyoruz. İstatistikte buna “sistematik hata” deniyor. Raslantı ile açıklanamayacağı anlamına geliyor.Ağustos 2002 ile Ocak 2006 arasında (40 ay) fiili enflasyon bir yıl önce beklenenden düşük çıkıyor. Şubat 2006 ile Haziran 2007 arasında (16 ay) ise fiili enflasyon beklentiden yüksek gerçekleşiyor. Temmuz-Eylül 2007 arası üç ayda fiili enflasyon gene beklentinin altına iniyor. Ekim 2007’den bu yana (6 ay) üstünde seyrediyor.Eldeki 68 gözlemden sadece 7’sinde tahminle gerçekleşme arasında 1 puan ve altında fark çıkıyor. Öngörülebileceği gibi bunlar eğilimin döndüğü 2006 yılbaşı sonrası ve 2007 yaz ayları.Enflasyon beklentilerinde bozulmaNisan 2008 için bir yıl önce beklenen enflasyon yüzde 6.6 idi. Bir hafta sonra fiili sayıyı öğreneceğiz ama yüzde 9 civarında çıkacağı kesin. 2007 yaz aylarında enflasyon beklentilerinde bir hafif bir düzelme görülüyor. Kasımda yüzde 5.9’a iniyor.Aralık-Mart dönemini yüzde 6.0-6.2 dar aralığında geçiriyor. Nisanda aniden kıpırdıyor. İlk ankette yüzde 6.8’e, ikincisinde yüzde 7.04’e tırmanıyor. Mayıs-Haziran 2006’dan bu yana bir ayda gerçekleşen en büyük artıştır.Özetleyelim. Anket bir yıl sonrası enflasyonu doğru tahmin etmek konusunda güven vermiyor. Ancak yılbaşından bu yana, özellikle son bir ayda enflasyon beklentilerinde ciddi bir bozulma olduğu da kesindir.

Devamını Oku

Güven göstergelerinde bozulma

21 Nisan 2008

Benim gençliğimde ekonomik analiz reel faktörlere yoğunlaşırdı. Sermaye birikimi, üretim, istihdam, teknoloji, dış ticaret dengesi, reel ücret, maliye politikası vs. önemsenirdi. Para politikası, beklentiler ya da güven gibi psikolojik etkenler ve siyaset geri planda kalırdı.Bir yandan küreselleşme, diğer yandan mali piyasaların gelişmesi kamuoyunun önceliklerini değiştirdi. Mali piyasaları doğrudan ilgilendiren para politikası ve beraberinde subjektif ve siyasi etkenler ekonomi gündemine damgasını vurmaya başladı. Beklentilerin, güven duygusunun ve siyasi olayların mali piyasalar açısından hayati önemini kabul ediyorum. Ama bir sonraki adımda konjonktür analizinin ekonomi-dışı etkenlere indirgenmesini hatalı buluyorum. Reel ekonominin önceliğine hâlâ inanıyorum.Endekslerin yönü aşağıFarklı ekonomik aktörlerin beklentilerinin ve güven duygusunun ölçülmesini amaçlayan çok sayıda ciddi çalışma yapılıyor. Bu sütunda örneğin Merkez Bankası’nın mali kesimi kapsayan “Beklenti Anketi”ne sık referans veririz. Ama bugün konumuz değil.Tüketici güveni ve tüketim eğilimi üzerine üç çalışma var. TÜİK-Merkez Bankası’nın “Tüketici Güven Anketi” ve CNBC-e’nin “Tüketici Güven Endeksi” ve “Tüketim Endeksi”. Merkez Bankası ayrıca “Reel Kesim Güven Endeksi” hesaplıyor.Sizleri tek tek anketlerin değerleri ile sıkmak istemiyorum. İlgilenenler internetten kolayca ayrıntılara ulaşabilir. Onun yerine genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.Tüketici güven endekslerinde 2007 sonundan itibaren çok net bir düşüş eğilimi beliriyor. Çoğu 2006 yazındaki mali türbülans sonrası dönemin altına iniyor. Mart’ta bazıları en düşük tarihi değerine ulaşıyor. Özellikle gelecek beklentileri kararıyor.Aynı eğilimi reel ekonomi güven endeksinde saptıyoruz. Sonbaharla birlikte endeks gevşiyor. 2008’in ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine kıyasla belirgin bir düşüş yaşanıyor.Buna karşılık, ilginç şekilde tüketim eğilimi endeksinde bir gerileme hatta duraklama görülmüyor. Yani tüketici harcamalarını sürdürüyor. Yılın ilk çeyreğinde özellikle konut ve otomobil satışları canlı seyrediyor.İstihdam ve tüketici güveniGüvensizliğin nasıl tefsir edildiği sanırım biliniyor. Küresel kriz korkusunun, AKP’ye kapatma davasının yol açtığı siyasi gerginliğin ve TL’de değer kaybının esas nedenler olduğu söyleniyor.Olabilir. Ancak ben bir başka muhtemel nedene işaret etmek istiyorum. Geçen yazıda istihdamla ilgili çok önemli bir gelişmeyi saptadık. 2007’nin son aylarında toplam istihdam bir önceki yıla kıyasla düşmeye başlamıştı. Bu süreç 2008’de devam ediyor.Tüketici güveninde gözlenen düşüşte vatandaşın iş bulma umudunun azalmasının çok etkili olduğu kanısındayım. Nitekim kur hareketi ve siyasi çalkantı son iki ayın olayıdır. İstihdam ve güven endeksinde düşüş eğilimi ise dört-beş ay öncesine gidiyor.

Devamını Oku

Ocak’ta istihdam

19 Nisan 2008

Ocak ayı istihdam verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Tam adı “Hanehalkı İşgücü Araştırması”dır. 2005’ten bu yana her ay üç aylık ortalama yöntemi ile hesaplanıyor. Yani Aralık-Ocak-Şubat dönemini kapsıyor.Yeni nüfus sayıları maalesef sorun oldu. Mevcut istihdam serilerinde geçmiş dönemler için düzeltme daha açıklanmadı. Sadece son üç ay için bir yıl öncesinin yeni değerlerini biliyoruz. Bu da bazı tekniklerin kullanımını kısıtlıyor.İstihdam ve işsizlik aynı olayın iki farklı ölçümüdür. İlki artmadan ikincisi azalmaz. Çok önemli siyasi-toplumsal sonuçları vardır. Toplumun güçsüz kesimlerinin artan refahtan pay alabilmesinin önkoşulu istihdamın artması ve işsizliğin azalmasıdır.Bu nedenle 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarına yıllardır çok sert eleştiriler yönelttik. Türkiye ekonomisinin “istihdamsız büyüme” konjonktürüne mahkum edilmesine isyan ettik. İstihdam azalıyorKısaca son verilere bakalım: Son bir yılda nüfus 800 bin kişi artışla 69.3 milyona yükselmiş. 15 artı yaş grubu 500 bin kişi artışla 49.3 milyon olmuş. Buna karşılık istihdam edilen ve işsizlerden oluşan işgücü 200 bin kişi düşüşle 22.7 milyona gerilemiş.Ekonominin istihdam yaratma gücünün en önemli göstergelerinden biri katılma oranıdır. İşgücünün çalışabilir yaş grubuna bölünmesi ile elde edilir. Son bir yılda katılım oranı 1 puan birden azalıyor. Yüzde 46’ya iniyor.İşgücünün dağılımına bakalım: İstihdam 300 bin kişi azalarak 20.1 milyona geriliyor. İşsiz sayısı 100 bin kişi artarak 2.6 milyona, işsizlik oranı da 0.3 puan artışla yüzde 10.3’e yükseliyor. Düzeltilmiş işsizlik oranı ise yüzde 18.4’te sabit kalıyor. İstihdamın ayrıntısına girelim: Tarım kesimi istihdamı 500 bin kişi düşüşle 4.7 milyona iniyor. Tarım dışı istihdam ise 200 bin kişi artışla 15.4 milyona yükseliyor. Yani tarımda istihdam kaybı tarım dışındaki istihdam artışından 200 bin kişi daha fazla oluyor.Bu verilerdeki tek olumlu haber tarım dışı istihdamdaki az da olsa artıştır. 2007’nin ikinci yarısında tarım dışı istihdam artışı da duraklamıştı. Bakalım Mart ayını da kapsayan Şubat verileri ne gösterecek?Görünen köy kılavuz istemezTürkiye’de istihdam üzerinde iki farklı baskı vardır. Yılda 500 bin kişi civarında artan çalışma çağındaki nüfusa istihdam olanağı sağlanmalıdır. Aynı anda tarımda modernleşme benzer bir istihdam kaybı getirmektedir. Onlara da yüksek verimli istihdam gerekmektedir. “İstihdamsız büyüme” bu yükü taşıyamamaktır. Örneğin nüfus artmasa ya da tarımsal dönüşüm olmasa yeterli kalabilirdi. İlkine yapacak bir şey yoktur. Dolayısıyla toplam istihdam tarımdan kaçış hızı ile tarım dışı istihdam artış hızına bağlıdır. 2005 ve 2006’da tarım istihdam kaybediyordu. Ama tarım dışı istihdam hızla genişleyince toplam istihdam az da olsa artış gösterdi. 2007 başında tarımdan kaçış durakladı, hatta ters döndü. Yavaşlayan tarım dışı istihdam artışına rağmen toplam istihdam artıda kaldı.Son çeyrekte eğilim değişti. Tarımdan kaçış tekrar hızlandı. Tarım dışında da istihdam artışı yavaşladığı için toplam istihdam gerilemeye başladı. Üstelik yakın gelecekte bu eğilimin sürme ihtimali de yüksek duruyor. Devam edeceğim.

Devamını Oku

2007’de uluslararası yatırım pozisyonu

17 Nisan 2008

Geçen yazıda 2007 sonu itibarıyla kamu kesimi borç stoğunu inceledik. Çok olumlu bir tablo ile karşılaştık. 2007’de hem brüt hem net borç stoğunda nominal düşüş kamu maliyesinde başarıya işaret ediyor. Borç oranının kritik düzeyin çok altına gerilemesi iyi haberdir. Küresel mali sorunlara ve içeride siyasi gerginliğin büyük bir çalkantıya dönüşmesini engelliyor. Nispeten istikrarlı bir ortamın bugüne kadar devam etmesinin temel nedenidir.Ancak bir de kötü haber var. Geri planında 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının yarattığı devasa dış açıklar yer alıyor. Türkiye’nin dış dünya ile varlık-yükümlülük ilişkisi inanılmaz bir hızla bozuluyor. İki seri var. Medyada daha çok ilgi gören toplam (kamu artı özel kesim) dış borç stoğunu Hazine yayınlıyor. 2007’de net dış borç 25 milyar dolar artışla 133 milyar dolara yükselmiş. Bu sayı cari açığın finansmanı ile tutarlı duruyor.Yükümlülüklerde patlamaMerkez Bankası tarafından yayınlanan “Uluslararası Yatırım Pozisyonu” serisi daha az tanınıyor. Ülkenin yurtdışındaki tüm varlıklarını ve yabancılara karşı tüm yükümlülüklerini gösteriyor. Yani doğrudan yatırım ve hisse senedi gibi borç dışı kalemleri kapsıyor.2007’de Türkiye’nin dış varlıkları 24 milyar dolar artışla 167 milyar dolara ulaşıyor. Varlıkların 12 milyar doları doğrudan yatırımlar; geri kalan 155 milyar doları ise döviz rezervleri ve borç senetleri ağırlıklı.Yükümlülükleri ise 2007’de (sıkı durun) 132 milyar dolar artışla 472 milyar dolara tırmanıyor. Yükümlülüklerin 146 milyar doları doğrudan yatırımlar, 64 milyar doları hisse senetleri, geri kalan 270 milyar doları ise borçlar. Varlıklardan yükümlülükleri düşünce net uluslararası yatırım pozisyonu elde ediliyor. Eksi bakiye 2007’de 108 milyar dolar artışla 305 milyar dolara fırlıyor. Evet, doğru okudunuz. Son bir yılda ortaya çıkan bozulma 108 milyar dolardır. Bunun yarısı (54 milyar dolar) doğrudan yatırımda net artıştan kaynaklanıyor. 30 milyar dolar hisse senedinden geliyor. Net borç kalemindeki 24 milyar dolar artış Hazine verilerini tutuyor.Dış açığın bedeliDış açığı bir finansman sorunu gibi görmenin kısa dönemde bir mantığı olabilir. Ama uzun dönemde anlamsızdır. Hatta, doğrudan yatırım gibi kısa dönemde yararlı duran finansman yöntemleri uzun dönemde zararlı hale gelir. Nedeni basittir: Yabancı yatırımların kârlılığı borçlanma faizinden daha yüksektir. Yani dış yükümlülüğü aynı dış açığın borçla finansmanına kıyasla çok daha hızlı artırır. Ayrıca eninde sonunda yüksek temettüler cari işlemler dengesine yansıyacaktır. İki gözlemle bitirelim. Bir: Sorunun oluşumunda maliye politikasının suçu yoktur; çözümüne de katkıda bulanamaz. İki: Net yükümlülükte büyük artış kaçınılmaz olarak döviz piyasasını olumsuz etkiler. Okuyucularıma hatırlatmak istedim.

Devamını Oku

2007’de net kamu borcu

14 Nisan 2008

Son elli yılın en ağır mali krizi ile karşı karşıya kalan ABD’den kötü haberler gelmeye devam ediyor. Durum hiç parlak durmuyor. 1930’lardaki Büyük Buhran’dan bu yana en ciddi ekonomik kriz diyenler bile var.Doğallıkla, ABD’de başlayan kriz hızla küreselleşti. Türkiye ise küresel mali sorunların olumsuz etkilerini daha yoğun hissedecek ülkeler arasında yer alıyor. Nedeni biliniyor. Devasa dış açığın bu koşullarda finansmanı giderek zorlaşıyor.Üstüne siyasi sorunların da eklenmesine rağmen şimdilik ekonomide büyük bir çalkantı ortaya çıkmadı. Kur, faiz, borsa vs. mali göstergelerdeki bozulma geçmişe kıyasla sınırlı kaldı. Bırakın 2001’i, 2003 hatta 2006’dan bile yumuşak geçti.Türkiye ekonomisinin 2008 ilkbaharında geçmişe kıyasla daha az kırılgan olmasına katkıda bulunan çok sayıda etken bulabiliriz. Ancak biri açık ara öne çıkıyor: Kamu maliyesinde disiplin. Sonuçlarını kamu borcu üzerinden izleyebiliyoruz.Nominal borç düşüyor2007 sonu kamu net borç stoğu verileri ay başında Hazine tarafından yayınlandı. Ekim ortasında ilk yarı gerçekleşmesini değerlendirmiştik. Düşüş yönündeki ana eğilimin yılın ikinci yarısında da devam ettiğini memnuniyetle görüyoruz.Kısaca hatırlatalım. Hazine doğrudan kendi üstündeki brüt borç stoğunu her ay açıklıyor. Üç ayda bir ise buna kendi dışındaki kamu kesiminin brüt borçlarını ekliyor. Elde edilen toplam kamu borç stoğundan kamu kesiminin menkul varlıkları düşülünce toplam kamu net borç stoğuna ulaşılıyor.Sayılara bakalım. Brüt borç stoğu 2006 sonuna kadar yavaşlayarak da olsa artıyordu. 2006 sonunda 365 milyar YTL ile en yüksek tarihi değerine tırmandı. 2007’de benim bildiğim ilk kez brüt borç stoğu geriledi. 11 milyar YTL düşürek 354 milyar YTL’ye indi. Altını çiziyorum. Düşen, net borç ya da brüt borcun milli gelire oranı değildir; nominal brüt borçtur.Buna karşılık kamu kesimimin menkul varlıkları 2007’de 105 milyar YTL düzeyinde sabit kalıyor. Merkez Bankası’nın net varlıkları ve kamu mevduatı 7 milyar YTL azalıyor. İşsizlik sigortası varlıkları 7 milyar YTL artıyor.Net borç stoğu 2004’de 274 milyar YTL ile zirveye çıkmıştı. 2005’de 271 milyar YTL’ye, 2006’da 260 milyar YTL’ye geriledi. 2007’de 11 milyar YTL azalarak 249 milyar YTL’ye iniyor.Oranlar iyileşiyorNominal veriler önemli ama eses kamu borcunun milli gelire oranına bakılıyor. 1998 baz yıl alınarak hesaplanan milli gelirin daha yüksek çıkması doğal olarak borç oranlarını da olumlu etkiledi. Yeni milli gelir serisini kullanan borç oranları Hazine tarafından yayınlandı.Kamu brüt borcunun milli geliri oranı 2000’de yüzde 51 iken 2001’de yüzde 79’a tırmanmıştı. Sonra küçülmeye başladı. 2007 sonunda yüzde 41’e düştü. Bir: 2000’in 10 puan altındadır. İki: Maastricht kriteri yüzde 60’tır.Kamu net borcunun milli gelire oranı 2000’de yüzde 43 iken 2001’de yüzde 66’ya yükselmişti. O günden bu yana düşüyor. 2007 sonunda yüzde 29’a geriledi. 2000’in 14 puan altına inmiş oldu.Son olarak kamunun net dış borcuna bakalım. 2007 sonunda 11 milyar YTL ya da 9.6 milyar dolara inmiş. Milli gelire oranı ise yüzde 1.3 ediyor. Net döviz borcunun biraz daha yüksek (milli gelirin yüzde 3.2’si) olduğunu da belirtelim.

Devamını Oku

Gıda fiyatları ve enflasyon

13 Nisan 2008

Enflasyonu incelemeye devam ediyoruz. Son günlerde kamuoyu haklı olarak gıda ürünlerindeki fiyat artışlarına odaklandı. Nedeni biliniyor. Gıda fiyatlarının hem görünülürlüğü hem de vatandaşın bütçesindeki payı çok yüksek. Olayın küresel boyutu da var. Son dönemde tarımsal ürünlere talep üretimden daha hızlı arttı. Taleple ilgili iki unsur öne çıkıyor. Bir: Gelişen ülkelerde refah düzeyi ile birlikte gıda talebi artıyor. İki: Petrol fiyatlarındaki tırmanış tarımsal yakıtları cazip kılıyor. Arzda ise pek çok bölgede mahsul kötü oldu. Bir kesim bunu küresel ısınmaya bağlıyor. Hava koşullarındaki değişimin tarımsal üretimde kalıcı olumsuz etki yaptığını söylüyor. Diğerleri arzdaki sorunların geçici olduğunu iddia ediyor. Kötü hava koşulları son bir yılda Türkiye’yi de vurdu. Tarımsal üretimde yakın tarihin en büyük düşüşlerinden biri yaşandı. Özellikle yaş sebze ve meyve gibi yerli üretime bağımlı ürünlerin fiyatları bu durumdan çok olumsuz etkilendi. Uzun döneme bakıyoruzKısa dönemde nisbi fiyat hareketleri enflasyonun ölçülmesini çok zorlaştırır. Başı tarım ürünleri çeker. Çünkü üretim miktarı doğal nedenlerle çok dalgalanır. Talebin esnekliği ise yok denecek kadar azdır. Sonuçta fiyat hareketleri sert olur. Bu nedenle gıda ürünleri para politikası kararlarında kullanılan enflasyon ölçülerine dahil edilmez. Yükselen fiyatların tekrar düşeceği, düşen fiyatların tekrar yükseleceği kabul edilir. Genelde öyle olur.Öte yandan nisbi fiyatların uzun dönemli eğilimleri vardır. Fiyat yükselişinin ya da düşüşünün kalıcı olması halinde tüm diğer fiyatlara yansıyarak enflasyonu etkiler. O noktada para otoritesi devreye girmek zorunda kalacaktır. Uzun dönemli nisbi fiyat hareketlerini nasıl ölçebiliriz? En basit yöntem tüketici endeksi ile onun en önemli alt kalemi olan gıda fiyatları endeksini karşılaştırmaktır. Böylece uzun dönemli bir perspektif elde ederiz. Yöntem olarak gıda endeksini TÜFE’ye bölme yolunu seçtim. 1994 bazlı endeksi de dahil ederek Mart 1994’ten başlattım. Üç aylık ortalamaları kullandım (noktalı çizgi). Trend ekledim (düz kalın çizgi). Elde ettiğim grafik aşağıdadır.Eğilim değişiyor mu?Grafikte gıda ürünlerinde nisbi fiyat dalgalanmalarının ne kadar sık ve sert olduğu açıkça görülüyor. Üç aylık ortalama olmasına rağmen ciddi iniş çıkışlar yaşanıyor. O nedenle Hodrick-Prescott filtresi hesaplanan trendi de ekledim. 1994-97 arasında gıda fiyatları TÜFE’den daha hızlı artmış. Nisan 1998’de fark yüzde 10’la zirveye vuruyor. 1999’un ilk yarısında iki endeks eşitleniyor. Mayıs 1999’dan itibaren gıda fiyatlarında hızlı düşüş başlıyor. Eylül 2001’de TÜFE’nin yüzde 20 altında dip yapıyor. Nedeni dövizin fırlaması sonucu diğer fiyatların hızla yükselmesidir. Nitekim ertesi yıl gıdanın nisbi fiyatı yükseliyor. Sonra Mayıs 2007’ye kadar TÜFE’nin ortalama yüzde 15 altında dalgalanıyor. Geçen yaz tekrar yukarı dalga başlıyor. Mart 2008’de hala TÜFE’den yüzde 9.7 daha düşük ama bir yıl öncesine kıyasla yüzde 2.7 daha yüksek. Soru açıktır: Yükseliş sürecek mi? Yoksa geri mi dönecek? Birkaç ay sonra cevabı öğreneceğiz. Özetleyelim. Bir: Uzun dönemde gıda ürünlerinin nisbi fiyatları düşmüştür. İki: Son yılda yükselmiştir. Üç: Artış normal dalgalanma sınırları içinde durmaktadır. Dört: Bundan sonrası belirsizdir.

Devamını Oku

Göreli enflasyon

9 Nisan 2008

Enflasyon analizine devam ediyoruz. Mart verileri yayınlandıktan sonra iki Anadolu kentinde konuşma yaptım. Hem sorularda hem toplantı sonrası sohbetlerde enflasyon konusunda tedirginliğin arttığı çok belirgindi.Örneğin çok sayıda katılımcı bu yıl enflasyonun yüzde 10’u geçeceğini söyledi. Yüzde 15 ve üstünü telaffuz edenler çıktı. Geçmiş yüksek enflasyonun toplumsal hafızada bıraktığı derin izlerin kolay silinmediğini bir kere daha gördüm.İnsan etkileniyor. Gayri ihtiyari acaba bir şey mi biliyorlar diye düşünüyor. İki gündür kendi enflasyon tahminlerim üzerinde çalışıyorum. Ana eğilimleri ve muhtemel riskleri anlamaya çalışıyorum. Senaryolar yazıyorum. Olgunlaştıktan sonra tahmin revizyonlarımı okuyucularımla paylaşacağım.ABD ile karşılaştırmaBir süredir arz ve maliyet şoklarının enflasyona etkisini vurguluyoruz. Dünya ekonomisinde hızlı büyüme hammaddelerde arz darboğazları yarattı. Petrol, madenler, tarım ürünleri, altın vs. enerji ve emtia fiyatları patladı. Dolayısıyla tüm dünyada tüketici enflasyonu tırmanmaya başladı.Bu açıdan enflasyonları karşılaştırmanın genel resmi daha iyi görmeye katkısı olabileceğini düşündüm. İnternetten önemli ülkelerin yakın dönem verilerini indirdim. Sonuçta karşılaştırmayı Türkiye ile ABD arasında yapmaya karar verdim.Her iki ülke tüketici enflasyonunu ortalama tüketici sepeti üzerinden ölçüyor. Yani ABD’de “Consumer Price Index” -CPI- ile bizim “Tüketici Fiyat Endeksini” -TÜFE- eşdeğer kabul edebiliriz.Dönem olarak son dört yılı (Mart 2004’ten bugüne) aldım. İki endeksin yıllık değerlerini birbirine oranladım. Dalgalanmayı azaltmak için üç aylık ortalamaları kullandım. Böylece Türkiye’de tüketici enflasyonunun ABD’nin kaç katı olduğunu buldum. Sonuçlar aşağıdaki grafikte yer alıyor.Düşüyor ama...2004’ün yazından 2005 yazına kadar geçen sürede Türkiye’de enflasyon ABD’dekinin üç katı civarında seyrediyor. 2005 yazında 2 katına kadar geriliyor. Kasım 2005’ten sonra tekrar yükseliyor. 2006 Mayıs mali türbülansı (Nisan 2006) 2.5 katına çıkıyor.Ardından göreli enflasyon hızlanıyor. Kasım 2006’da 6 katına yakın bir değer alarak tepeye vuruyor. Sonra tekrar düşüşe geçiyor. Ocak 2008’e gelindiğinde ABD’nin 2 katına kadar iniyor.Halbuki bu dönemde TÜFE’nin yüzde 8-9 arasında durağan seyrettiğini biliyoruz. Demek ki göreli enflasyon ABD’de enflasyon yükseldiği için geriliyor. Bu ise Türkiye’nin enflasyonla mücadelede o kadar başarısız olmadığını söylüyor.Ne var ki, bu yıl Şubat ve Mart’ta göreli enflasyon tekrar artışa geçiyor. Bence burada çok önemli bir soru var. Göreli enflasyonda artış geçici mi? Yoksa düşüş trendinde kırılma mı var? Enflasyonun bundan sonraki seyri bu sorunun cevabında yatıyor.

Devamını Oku

İlk çeyrekte enflasyon

7 Nisan 2008

Enflasyon Türkiye ekonomisinin en kritik göstergesi olma özelliğini sürdürüyor. Nedeni biliniyor. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının biriktirdiği sorunlar gecikmeli de olsa Türkiye ekonomisini köşeye sıkıştırdı. Politika açmazlarını derinleştirdi.Bir yanda yavaşlayan iç talep, gerileyen büyüme ve artan işsizlik var. Bu koşullarda Merkez Bankası’nın para politikasını gevşeterek ekonomiyi desteklemesi gerekiyor. Herkes öyle yapıyor.Ama Türkiye yapamıyor. Çünkü geçmiş hatalar sonucunda enflasyon hedefin çok üzerinde seyrediyor. Olumsuz gidişata son iki yılda arz kökenli maliyet artışları eklendi. Kelimenin tam anlamı ile bir açmaz oluştu.Hâlâ yükseliyorMartta tüketici fiyatları endeksi yüzde 1 arttı. Geçen yıldan binde 4 daha yüksek. Böylece yıllık tüketici enflasyonu yüzde 9.2 oldu. Geçen yıl yüzde 10.9’du. Dolayısı ile geçen yılın 1.7 puan altına indi.Ocak ve Şubat aylarından da tüketici enflasyonu yüksek seyretmişti. Üç aylık TÜFE artışı yüzde 3.1 oldu. 2003’te başlayan yeni seriyi kontrol ettim. Son beş yılın en yüksek ilk çeyrek enflasyonu bu yıl gerçekleşmiş. Örneğin 2004’te yüzde 2.1 ve 2005’te yüzde 0.8 olmuş.Üretici fiyatları endeksini -ÜFE- genellikle ihmal ediyoruz. Çünkü hükümetin enflasyon hedefinde yer almıyor. Para politikasını ancak dolaylı etkileyebiliyor. Ama bu ay bir istisna yapıyoruz.Martta üretici fiyatları endeksi yüzde 3.2 arttı. Geçen yıl yüzde 1 artmıştı. Dolayısı ile Mart 2007’de yüzde 9.4 olan yıllık ÜFE bu yıl yüzde 10.5’a yükseldi. Şubat’ta yıllık ÜFE’nin yüzde 8.1 olduğunu hatırlatalım. Yılın ilk iki ayında da üretici fiyat artışları yüksek seyretmişti. İlk çeyrek ÜFE artışı yüzde 6.3 oldu. Tahmin edileceği gibi, son beş yılın en yüksek kış mevsimi üretici fiyat artışlarıdır.Yüksek enflasyon hortlar mı?Bazılarınız “ölmedi ki hortlasın!” diyeceksiniz. Yıllık TÜFE için 1990’lar ortalaması yüzde 80’dir. Buna karşılık 2004 sonrası ortalaması yüzde 9’un altındadır. Beş yılın büyük bölümünde tek hanelidir. Enflasyonda ciddi bir düşüş yaşandığı çok açıktır.Sorumuza gelelim. Mevcut eğilimler enflasyonda tekrar kalıcı bir yükselişe işaret ediyor mu? Bence hayır, etmiyor. Merkez Bankası’nın analizine genel hatları ile katılıyorum. Türkiye’nin biri küresel diğeri yerel iki olumsuz arz şoku ile karşı karşıya kaldığı doğrudur.Dışarıda küresel konjonktürün etkisi ile enerji ve emtia fiyatları rekor düzeylere tırmandı. İçeride kuraklık gıda maddeleri fiyatlarını tırmandırdı. Nispi fiyat değişimlerinin kısa dönemde diğer fiyatlar üzerinde maliyet baskısı yaratması normaldir. Buna karşılık talep koşullarının enflasyonist olduğunu söylemek olanaksızdır. Tam tersine, iç talepteki ciddi yavaşlama enflasyonist baskıları engellemektedir. Nitekim yıllık gerçek kira artışı bu ay da düştü. Yüzde 14.7’ye geriledi.

Devamını Oku