Büyüme analizini sürdürüyoruz. Konjonktür açısından önemli olan talebin seyridir. Makroiktisatın temel kuralını hatırlatalım. Kısa dönemde ekonomik faaliyet düzeyinin tahdidi üretim kapasitesi değildir. Yeterli talebin oluşmamasıdır.Mahsulün iklim koşullarına göre değişebildiği tarım istisnadır. Tarım dışı kesimlerin tümünde kısa dönemde üretim miktarını talep düzeyi belirler. O nedenle makro analiz harcama kalemlerine yoğunlaşır.Milli geliri oluşturan harcama kalemlerinin büyümeye yaptığı katkılara büyümenin kaynakları adı verilir. Katkı artı ya da eksi olabilir. Hepsini toplayınca milli gelirin büyüme hızına ulaşalır.İç talepte yavaşlamaÖzel nihai tüketim harcamaları milli gelirin üçte ikisinden fazlasını oluşturur. Yeni tüketim serisi eskisinden farklı. Yerleşik-yerleşik olmayan ve yurt içi-yurt dışı ayrımları getirildi. Ayrıntılara girmeden “Yerleşik Hanehalkı Nihai Tüketimi” kalemini kullanıyoruz.Son çeyrekte özel tüketimin büyümeye katkısı yüzde 1.9 çıkıyor. Yani sadece özel tüketime kalsa ekonomi o kadar büyüyecekti. Devletin nihai tüketim harcamaları ise büyümeye yüzde 0.2 katkı yapıyor. Böylece tüketimin toplam katkısı yüzde 2.1 ediyor.Özel tüketimin büyümeye çok destek olmadığı görülüyor. 2006 sonrası dönemde benzer hatta daha düşük sayılara raslıyoruz. Tüketimde dalgalı bir seyir gözlüyoruz.Yatırım harcamalarının büyümeye katkısı da yüzde 1.9 çıkıyor. Yatırım ve iç tüketimin büyümeye aynı katkıyı yaptığı anlaşılıyor. İkinci ve üçüncü çeyrekte yatırımın katkısı daha düşüktü. Kısmi toparlanmaya işaret ediyor.Bu üç ana kalemi toplayınca nihai iç talebin büyümeye katkısını buluyoruz: Yüzde 4. 2006’nın son çeyreği ve 2007’nin ikinci çeyreğinden sonra kriz sonrası dönemin üçüncü en düşük iç talep artışı olduğunu görüyoruz.Dış ticaret ve stoklarSıra dış ticarete geliyor. Son çeyrekte ihracat büyümeye yüzde 0.6 katkıda bulunuyor. Çok düşüktür. Irak savaşına denk gelen 2003’ün ikinci çeyreği dışında kriz sonrası dönemin en düşük oranıdır.İthalatın büyümeye katkısı eksidir; yani ithalat büyümeyi azaltıcı etki yapar. Son çeyrekte ithalat büyümeyi yüzde 4.4 düşürüyor. Son iki buçuk yılın en büyük mutlak değeridir. Dolayısı ile net dış ticaretin büyümeye katkısı eksi yüzde 3.8 oluyor...Buradan (iç artı dış) nihai talebin büyümeye katkısının yüzde 0.2 olduğunu hesaplıyoruz. Anlamı şudur: Görünen iç talep esas itibariyle yerli üretime değil ithalata gitmiştir.Haklı olarak soracaksınız: O zaman ekonomi nasıl yüzde 3.4 büyüyor? Bilmeceyi stok değişimi çözüyor. Stokların büyümeye katkısı yüzde 3.2 çıkıyor. Neticede 2007’nin son çeyreğinde düşük büyüme hızını stoğa üretim yaparak tutturuyor. Devam edeceğim.
Heyecanla beklenen son çeyrek milli gelir verileri dün sabah TÜİK tarafından yayınlandı. Tekrar hatırlatalım. Büyümenin seyri ekonomideki genel gidişatın en kapsamlı ve güvenilir göstergesidir. Piyasalar hem son çeyrek hem de yılın tümü için yüzde 5 ve üstünde büyüme bekliyordu. Bana son çeyrek için yüzde 3 daha makul geliyordu. Yılın da yüzde 5’in altında ama yüzde 4’ün üstünde bir yerde biteceğini öngörüyordum.Bir hususu özellikle belirtelim. 1968’i baz yıl alan eski milli gelir serilerinin huyunu suyunu öğrenmiştik. Ayrıntılara hâkimdik. Maalesef 1998 bazlı yeni milli gelir serileri için aynı şeyi söyleyemiyoruz.Yavaşlama tescil edildiSayılarla başlayalım. 2007’nin son çeyreğinde (ekim-aralık dönemi) gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 3.4 artmış. Bir yıl önce son çeyrek büyümesi yüzde 5.7 olmuştu.Bu durumda 2007 yılı için büyüme hızı yüzde 4.5 çıkıyor. Kriz sonrası dönemin en düşük yıllık büyüme hızıdır. 2004 ve 2005’te ekonomi yüzde 9.4 ve 8.4 büyümüştü. Büyüme hızı 2006’da yüzde 6.9’a geriledi. Bu yıl yüzde 4.5’a indi.Üretim açısından bakınca ilk göze çarpan, tarım kesimindeki küçülmedir. 2007’de olumsuz hava koşulları sonucunda mahsul çok kötü oldu. Tarım ürünlerinin neredeyse tümünde ciddi gerileme yaşandı.Tarım katma değerinde son çeyrekte yüzde 9.7 ve yılın bütününde yüzde 7.5 azalma var. Tarımın milli gelirdeki payı cari fiyatlarla yüzde 10’un altındadır. Buradan kötü hava koşullarının büyümeyi yüzde 0.6 civarında düşürdüğünü hesaplıyoruz.Doğal olarak esas sorun tarım dışı faaliyetlerin yavaşlamasıdır. Son çeyrekte ekonominin motoru kabul edilebilecek sektörlerden imalat sanayinde büyüme yüzde 3.6, inşaat sanayinde yüzde 0.5, oteller ve lokantalarda yüzde 2’dir.Dış açık ve büyümeHarcama kalemlerinin ayrıntılarına ulaşmakta bazı teknik sorunlar yaşadım. Dolayısı ile hesaplar yetişmedi. Tüketim, yatırımlar, iç talep ve stok değişiminin büyümeye katkılarını başka bir yazıda ele alacağım.Ancak önemli bir gelişmeye değinmek gerekiyor. Üçüncü çeyrekte mal-hizmet ihracatı sadece yüzde 2.5 artarken mal-hizmet ithalatında artış yüzde 15.7’e tırmanıyor. Yani ithalat ihracattan altı katı daha hızlı artıyor.Yaz aylarında saptadığımız bir eğilim böylece sayılara yansıyor. TL’deki değer artışları iç talebin yapısını da etkiledi. Varolan talep nispi fiyatları düşen ithal ürünlere yöneldi. Bu ise yerli üretimi ve buradan büyüme hızını olumsuz etkiledi.Dikkatinizi çekerim: Söz konusu olan 2007’nin son çeyreğidir. Küresel mali sorunların iyice içinden çıkılmaz hale gelmesinden ve içeride siyasi istikrarın bozulmasından öncedir. Bunları da ekleyince 2008’de ekonominin daha da zorlanacağını kolayca söyleyebiliriz.
Sosyal güvenlik reformunu inceliyoruz. Cuma günü kurumsal boyutuna baktık. İki temel konuda değişim ihtiyacı öne çıktı. Bir: Emekliliği ve sağlık sigortasını ayrıştırmak. İki: Emeklilik sigortasını çok başlılığa son verecek şekilde tek kurumda birleştirmek. Sağlık sigortasına şimdilik girmiyoruz. Hem kurumsal hem de finansman açısından zor ve tartışmalı bir alandır. Üzerinde mutabakat sağlanan bir sistem yoktur. Örneğin ABD’de başkan adaylarının öncelikli konularından biri sağlık sigortası reformudur. Bugün emeklilik sigortasının finansmanına bakıyoruz. Teorisi çok basittir. Buna karşılık kamuoyunun kafası karışıktır. Önemli yanlış anlamalar vardır. Sağduyulu bir tartışma için aritmetiğinin iyi anlaşılması gerekmektedir.Tek kaynak çalışanlardırEmekli sözcüğü ne çağrıştırır? Yaşlı, çalışmayan ve düzenli geliri olan birini. Üç unsur da önemlidir. Genç ve çalışmayan düzenli gelir sahibi rantiyedir. Genç, çalışmayan ve düzenli geliri olmayan işsizdir. Yaşlı, çalışmayan ve düzenli geliri olmayan ise garibandır. Önemli bir saptama ile yola çıkalım. Birisi üretmeden tüketiyorsa mutlaka başka biri ürettiğinden az tüketiyordur. Eşyanın tabiatı gereği çalışmayanın geliri daima ve her yerde çalışanlar tarafından ödenir. Bu kural hayati: Emeklileri o anda çalışanlar finanse eder. Türkiye’den kamu sosyal güvenlik sistemi dışından ama gerçekçi bir örnek verelim. Çalışırken birikimini gayrimenkule yatıran biri yaşlanınca kira geliri ile geçiniyor. Ne oluyor? Üretimlerinin bir bölümü ile kira ödeyenler onun tüketimini finanse ediyor. Örnekte çalışandan emekliye transfer gönüllü bazda gerçekleşiyor. Emekli geçmiş birikiminin nemasını alıyor. Devlet devreye girmiyor. Ama örnek kamu sosyal güvenlik sisteminin temel unsurlarına ışık tutuyor. Aritmetik affetmezNeden emeklilik örnekteki gibi gönüllü bir sürece bırakılmıyor? Çünkü toplumun bir bölümü şu ya da bu nedenle çalışırken yeterli birikimi yapmayabilir. Yaşlanınca sefil olurlar. Bu da kamu vicdanını yaralar.İdeal sistemde devletin görevi sadece bireyi yaşlılık günleri için birikim yapmaya zorlamaktır. Kanunla gelirinin hepsini tüketmesi engellenir. Zorunlu tasarrufu birikir ve nemalanır. Yaşlı günlerinde o birikimlerini tüketir. Bu hali ile hesap çok açıktır. Emeklinin geliri üç etkene bağlıdır. Kaç yıl çalışarak birikim yapmış? Birikimi nasıl nemalanmış? Kaç yıl emekli geliri elde edecek? Çalıştığı yıl ve birikiminin getirisi arttıkça ve emeklilik dönemi kısaldıkça emekli geliri yükselir. Tersi halde düşer. Gelelim fiili sisteme. Önce devlet emeklilerin birikimini cari harcamalarında kullanır. Birikimle birlikte nema da gider. Ardından çalışılan yılı düşürür ve emekli geliri elde edilecek yılı artırır. Ama aritmetik affetmez: Sistem açık verir. Bulunan çözüm sistemin açığını bütçeye yıkmaktır. Yani emeklinin gelirini vergi mükellefi öder. Mükellef kabullendiği sürece böyle gider fakat risklidir. Mükellef yükü taşımaktan vazgeçtiği anda emekliler perişan olur. Yanlış aritmetikte uzun dönemde daima emeklilerin kaybedeceğini özellikle vurgulamak istiyorum. Kaza tutanağını artık polis yerine sürücüler yazacak
Sosyal güvenlik reformu uzun süredir kamuoyunu meşgul ediyor. Sanayi toplumlarında çalışamayacak yaşa gelen vatandaşlara maddi güvence sağlanması milyonlarca insanı doğrudan ilgilendirir. Tüm dünyada siyasi çatışmaya yol açan hassas bir konudur.Geçmişte yapılan hatalar Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminde ciddi sorunların birikmesine neden oldu. Başka konularda olduğu gibi, reformu üretecek siyasi irade bir türlü oluşamadı. Sorunların kangren olmasına izin verildi.2000’de devreye giren ve bugüne kadar başarı ile sürdürülen enflasyonla mücadele ve yapısal reform programı sosyal güvenlik sistemini de kapsıyordu. Maalesef o da işe yaramadı. Şu ya da bu nedenle gerekli düzenlemeler yapılamadı.Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin birden fazla sorunu vardır. Değişiklik önerilerinin sağduyu ve mantıkla tartışılabilmesi için bunların ayırt edilmesi çok önemlidir. Kısa bir özetle başlamak istiyorum.Tek çatıda birleşmeBirincisi, sosyal güvenlik sisteminin tarihi gelişimi çokbaşlılık yaratmıştır. Önce devlet memurları için Emekli Sandığı kuruldu. Sonra merkezi idare dışındaki işverenlerin yanında çalışanlar için SSK geldi. Nihayet kendi işinde çalışanlar için Bağ-Kur ortaya çıktı.Çok kurumlu sosyal güvenlik sistemi zamanla önemli eşitsizliklere yol açtı. Örneğin aynı süre çalışmış, aynı primi ödemiş ve aynı yaşta, yani aynı koşullara sahip iki emekli vatandaş, bağlı oldukları kuruma göre çok farklı emekli maaşı alabilmektedir.Halbuki emeklilik sigortasında temel kural, aynı koşullara sahip çalışanlara aynı imkânların sağlanmasıdır. Tersi, hiçbir hesap ve mantığa uymaz. Ama fiili durum budur.Sorunun çözümü devletin sağladığı genel (ve zorunlu) emeklilik sigortasının vatandaşları işverenlerine göre ayırmamasıdır. Gelişmiş ülkelerde uygulama budur. Emeklilik sigortasının tek çatı altında toplanması zorunludur.Sağlık sigortasının ayrılmasıİkincisi, Türkiye’de sosyal güvenlik kurumlarının tarihi evrimi içinde emeklilik ve sağlık sigortası birleştirilmiştir. Halbuki emeklilik ve sağlık birbiri ile uzaktan yakından ilgisi olmayan çok farklı işlevlerdir. Aynı kurum tarafından yürütülmeleri gereksiz hatta zararlıdır.Dünya deneyimi de bu yöndedir. Sosyal güvenlik denince akla sadece emeklilik sigortası gelir. Sağlık hizmetlerinin üretim ve finansmanı apayrı bir iştir. Kendi özel kurumları tarafından yürütülür. Dolayısı ile Türkiye’de de sağlık sigortasının emeklilik sigortasından ayrı bir kurumsal yapıya kavuşturulması gerekmektedir.Dikkat edilirse, bu iki kurumsal düzenleme sosyal güvenlikte finansman sorunu olmasa da zorunludur. Olayın prim ödenecek gün, emeklilik yaşı, diş tedavisine katılım vs. finansman boyutunu başka yazıda ele alacağım.
Ocak 2008 ödemeler dengesi verileri Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Dış açığı neden yakın izlemeye aldığımızı tahmin etmek zor değil. Küresel konjonktür bozuldukça Türkiye’nin dış açığı daha fazla göze batıyor. Dolayısı ile içerdiği riskler artıyor.Bu yıl Aralık ve Ocak sayılarını karşılaştırırken Kurban Bayramı etkisini hesaba katmak gerekiyor. 2007, iki ayına Kurban Bayramı raslayan özel bir yıldı. Bir önceki yılla karşılaştırmalar Şubat’tan itibaren daha anlamlı olacaktır.Başka sorunlar da var. Aralık 2006’da ithalatta şaşırtıcı bir düşüş olmuştu. Ardından Ocak 2007 ithalatı beklentilerin çok üstünde gelmişti. Hesaplarda bir karışıklık olduğunu düşündürmüştü. Bu da karşılaştırmayı zorlaştırıyor.Ocak 2008’de cari işlemler dengesi açığı 3.9 milyar dolar çıktı. Geçen yıl 3.1 milyar dolardı. Buradan aylık dış açığın 800 milyon dolar ya da yüzde 28 arttığını hesaplıyoruz. Yıllık sayılara bakalım: 2007 yılının cari işlemler açığı 38 milyar dolardı. Ocak sonunda yıllık açık 38.9 milyar dolara yükseldi. 40 milyar doları aşmasının artık bir an meselesi olduğunu görüyoruz.Dış açıktaki bozulma ilk bakışta çok kötü durmayabilir. Örneğin bayram etkisini temizlemek için çalışılan gün başına hesaplayınca artış hızı daha da düşecektir. Ayrıca son bir yılda enerji ve diğer hammadde fiyatları yükselmiş ve euro değer kazanmıştır.Öte yandan ekonominin büyüme hızı gerilemektedir. İç talep gücünü kaybettikçe normal olarak dış açıktaki artışın da en azından yavaşlaması gerekir. Hatta, ihracat da hızla arttığına göre, dış açığın duraklaması bile beklenebilir. O da olmuyor.“Şeytan ayrıntıda gizlidir” atasözünü bilirsiniz. Cari işlemler dengesinin alt kalemlerinde bazı ilginç bilgilere rasladım. Resmin daha iyi görülmesine katkıda bulunacaklarını düşünüyorum. Birincisi altın ticaretidir. Türkiye net altın ithalatçısıdır. Örneğin 2007’de 4.4 milyar dolar net altın ithal etti. Aylık ortalama 370 milyon dolara tekabül ediyor. Ocak 2007 net altın ithalatı 310 milyon dolardı.Ocak 2008’de ise 750 milyon dolar net altın ihracatı gerçekleşmiş. Altın ticareti kalemindeki düzelme 700 milyon dolar tutuyor. Yani altın ticareti geçen yıl gibi sürse dış açık 4.6 milyar dolara yükseliyor.Benzer bir düzelmeye faiz, temettü vs. mali gelirler dengesinde rastlıyoruz. Gene 2007’den 2008’e, yılın ilk ayında mali gelir açığı 300 milyon dolar azalıyor. Onu da ekleyince dış açık 5 milyar dolara ulaşıyor.Özetleyelim. Altın ve mali gelir kalemlerindeki düzelmeler arızidir. Önümüzdeki aylarda normal değerlerine döneceklerdir. Dolayısı ile dış açıkta artış eğilimi çok daha yüksektir.
Amerika’yı sarsan son mali krizin medyatik yansımaları sürüyor. Son iki günden haber örnekleri verelim. Greenspan: sancılı bir kriz kaçınılmazdı. Kemal Derviş: krizin sorumlusu süper bankerlerin para hırsıdır. Dün sabah ünlü The Economist dergisinin bu haftaki sayısını aldım. ABD’nin ve bir anlama dünyanın finans merkezi Wall Street kapak konusu olmuş. On sayfalık “Finans ve Ekonomi” bölümünün tümü mali kesimin yaşadığı krizin analizine ayrılmış.Önceden yazı programıma bugün için mali krizi koymuştum. Küresel gündemle uyuşması beni sevindirdi. Zaten tüm diğer profesyonel iktisatçılar gibi ben de şu sıralar mali krizle yatıp kalkıyorum. Cinnet, panik ve çöküşMali piyasalar aşırı dalgalanmaları ile ünlüdür. Onları hem ilginç ve çok karlı, hem de çok tehlikeli yapan bu özellikleridir. Türkiye’nin yakın geçmişteki deneyimlerinden biliyoruz. Mali kesim ahlaki zafiyetlere de çok müsaittir. Mali krizlerin tarihi ile piyasa ekonomisinin (kapitalizmin) tarihi birebir kesişir. Her mali kriz doğal olarak birbirinden farklı durur. Ama ayrıntılara inince benzerlikler öne çıkar. O bakıma ekonomiyi mali krize götüren mekanizmanın iyi kavranması çok önemlidir. Önce tüm toplum mali piyasalarda oynayarak havadan (!) para kazanmanın cazibesine kapılır. Ünlü hikayedeki gibi, ayakkabı boyacıları bile borsa spekülasyonuna girişir. Bir “saadet zinciri” kurulur. Toplumsal cinnet uzun sürebilir. Nereye kadar? Biri “kral çıplak” diye bağırıncaya kadar. O andan itibaren herkes elindeki varlığı satıp piyasadan çıkmaya çalışır. Ama alıcı yoktur. İkinci aşamaya geçilmiştir. Panik başlar. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Yüksek kar vaadleri ile inşa edilen kartondan şatolar birbiri ardına yıkılır. Bir günde büyük servetler yokolur. İntihar edenlere bile raslanır. Sistem çökmüştür.Dikkatli okuyucularım hatırlayacaktır. On ay önce ünlü iktisatçı C.Kindelberger’in “Cinnet, Panik ve Çöküş” (Bilgi Üniversitesi yay. İstanbul 2007) adlı kitabının mutlaka okunmasını önermiştim. Tahmin edileceği gibi bu konuyu işlemeyi sürdüreceğim.Tarihe kayıt düşmeÖnemsediğim olaylar karşısında tavrımı tarihe kaydetmeyi seviyorum. Şu sıralar üstü üste geldi. Geçen Pazar AKP’nin kapatılması talebi ile açılan davayı eleştirdim. Kesinlikle yanlıştır dedim. Bol tepki mektubu aldım. Aynı gerekçelerle dün sabaha karşı İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu’nun gözaltına alınmasını protesto ediyorum. Olay hem şekil hem de içerik açısından çok yanlıştır. Bu arada kendileri ile zıt görüşlere sahip olduğumu vurgularım.
Pazartesi gününü yolda geçirdim. İnternete ulaşma olanağım yoktu. Dolayısı ile küresel mali piyasaların beklenen kara gününü canlı izleyemedim. Maalesef salı günü çıkacak yazımı da geçemedim. Şu sıralarda dünya nefesini tutmuş, başta ABD, küresel mali piyasaları seyrediyor. Mali göstergelerde inanılmaz bir volatilite artışı var. En istikrarlı kabul edilen piyasalarda bile çok ani ve büyük çaplı iniş ve çıkışlar yaşanıyor.Buna paralel olarak ekonomi gündemi de hızla değişiyor. Örneğin birkaç hafta öncesine kadar ABD’nin resesyona girip girmeyeceği polemik konusu idi. Artık resesyonun başladığı kabul görüyor, süresi ve derinliği tartışılıyor.Likidite ve batık krediBizim mesleğin özelliklerinden biri, insanı hızla analizini değiştirmek zorunda bırakmasıdır. Tabir caizse, “döneklik” iktisatçılığın doğasında var. Koşullar değişince görüşlerinizi değiştirmekten başka ne yapabilirsiniz ki...“Resesyon olur” ve “resesyon olmaz” diyenler arasındaki temel fark Ağustos 2007’de ilk işaretleri gelen likidite sıkıntılarına bakıştan kaynaklanıyordu. Biraz basitleştirme pahasına iki tavrı kısaca özetlemek istiyorum.“Olmazcı” kesime göre ABD ekonomisinin temelleri sağlamdı. Ekonominin sıkıntıya düşmesini engelleyecek rekabet gücüne, esnekliğe, teknolojiye vs. sahipti. Kalitesiz konut kredileri sadece bir likitide sorununa yol açmıştı. Fazla hasara yol açmadan düzeltilebilirdi.“Olurcu” kesime göre ABD ekonomisinde ciddi makroekonomik dengesizlikler oluşmuştu. Bunlar devasa dış açıkta ve konut fiyatlarındaki balonda somutlaşıyordu. Likidite sorununun gerisinde mali kesimin batık kredi gerçeği yatıyordu. Düzeltmenin acılı ve uzun sürmesi kaçınılmazdı. Bu tartışmayı İngilizce iki sözcüğe indirmek mümkündür: “liquidity” ve “solvency”. İkincisinin Türkçe karşılığı uzun: borçlarını ödeme gücüne sahip olma. Ne değişti?Likidite sorunu bilançosu sağlam ve özkaynağı yüksek kuruluşların nakit akımı sıkıntıları anlamını taşıyor. Para politikasını gevşetmek bu sorunların çözümünü kolaylaştırır. Borç ödemede yetersizlik halinde olay başka bir boyuta tırmanıyor. Bilançosu sorunlu yani özkaynağı düşük hatta eksiye düşmüş kuruluşların sorunlarını piyasaya likidite vererek çözmek ise çok zordur. Dönelim ABD’ye. Son haftalarda gelen veriler mali kesim bilançolarında beklenenin çok ötesinde batık kredi biriktiğini ortaya çıkardı. Bu durumun yol açabileceği komplikasyonlar bilindiğinden resesyon beklentileri güçlendi. Baştan beri resesyon bekleyenler arasında olduğumu hatırlatmak istiyorum.
Bir türlü verilere sıcağı sıcağına bakamıyoruz. Ben Şubat enflasyonunun analizini bitirmeden yeni milli gelir serisi açıklandı. Mecburen son iki yazıyı ona ayırdım. Sadece genel bir değerlendirme yapabildim. Ayrıntılara giremedim. O arada Ocak ayı sanayi üretimi ve ödemeler dengesi, Şubat ayı Hazine nakit gerçekleşmesi, 2007 yılı istihdam ve işsizlik verileri yayınlandı. Doğrusu hangisine öncelik vereceğimi şaşırdım. Neyse ki, milli gelir dışındaki veriler analiz ya da tahminleri değiştirmeyi gerektirecek türden yeni bilgiler taşımıyor. Yani Türkiye ekonomisinde artık iyice belirginleşen ana eğilimlerin sürdüğü anlaşılıyor. Hareketli günlerSorun sadece yeni veriler değil ki! Örneğin 10 gün önce İş Yatırım New York Üniversitesinden Nouriel Roubini’yi Türkiye’ye getirdi. Nişantaşı doğumlu ünlü iktisatçı ABD ekonomisindeki kötü gidişat üstüne konuştu. Karamsar bir tablo çizdi. Nitekim küresel mali piyasalar hareketli, hatta fazla hareketli bir hafta geçirdi. Borsalarda volatilite zirveye vurdu. Dolar euro ve yen karşısında iyice çökerken petrol ve altın rekor kırdı. Türkiye’de ise döviz aniden kıpırdadı. Dikkatinizi çekmiştir. Her kötü dalgadan sonra piyasalar moral düzeltmek için büyük çaba gösteriyorlar. Küçük bir toparlanmaya güçleri yetiyor. Ama o kadar. Ardından bir başka dalga daha geliyor. Pazartesi günü hem içeride hem de dışarıda sorunlu duruyor. İçeriyi aşağıda ayrıca ele alacağım. Dışarıda ise batık kredi miktarı hakkındaki tahminler her geçen gün büyüyor. Bu da mali sistemi çok hırpalıyor. Bir kesim son olayların sağlam bilançolu kurumlarda likidite yetersizliği yaşanması şeklinde açıklıyordu. Benim de aralarında yer aldığım diğer kesim ise bilançoların sağlığından şüphe ediyordu. Giderek bizim tarafa geçenlerin sayısı hızla artıyor.Türkiye etkilenirİçeride kötü haber AKP’yi kapatmayı amaçlayan bir davanın açılmasıdır. Hem toplum hem mali oyuncular dış açık, küresel çalkantı, vs. ekonomik ve mali nedenlerle tedirgindi. Siyasi çalkantı olasılığı üstüne tuz biber ekti.Önce siyasi tavrımı açıklamak istiyorum. Dokuz ay önce yapılan genel seçimde oyların yarısını almış bir partiye şu ya da bu bahane ile kapatma davası açılması Türkiye’nin demokratikleşme sürecine vurulmuş ciddi bir darbedir. Kesinlikle yanlıştır.Küresel ekonomide sorunların ağırlaştığı bir döneme raslaması ekonomik maliyetinin de yüksek olması ihtimalini gündeme getirmiştir. Amaç o mudur, bilmiyorum. Hafta başını ben de merakla bekliyorum.