Bazı gelişmekte olan ülkelerdeki 3 aylık referans faizlerle gösterge bonolara bakıldığında ilginç bir tablo karşımıza çıkıyor:Ülke/Referans 3 Aylık Bileşiği Gösterge Bono faiz (Yıllık bileşik)Polonya/WIBOR 6.40 6.55 6.39Çek Cum./PRIBOR 4.05 4.11 4.52Macaristan / BUBOR 8.56 8.88 8.22Türkiye/TRLIBOR 16.66 17.73 19.44G.Afrika/JIBAR 12.02 12.57 10.48 19 Mayıs itibarıyla olan bu tabloda Brezilya ve diğer bazı ülkeler yer almıyor. Verilere bakıldığında YTL cinsinden piyasa faizleriyle bono bileşikleri arasındaki “pozitif” fark ilk anda göze çarpıyor.İlerideki risklerin daha az olacağına inanan birileri var ve uzun vadeli bono alacak olurlarsa, bugün para piyasalarından üç aylık bono ile fonlayarak bile kâr edebiliyorlar. Hem politik hem de ekonomik risklerin faiz seviyesinin yükselmesine sebep olduğu söylenebilir.Aradaki bu denli büyük net farkı açıklamak için pek yeterli görünmüyor. Peki bu fark nasıl kapanacak? Ya bono faizleri aşağı inecek ya da para piyasası faizleri yükselecek. Denebilir ki MB faizleri arttırmaya başladı. Fark bu şekilde kapanabilir. Son artışla beraber gecelik faizlerin yıllık bileşiği 17.05’e geldi. 19.50’lere kadar en azından 200 baz puanlık fark var.Peki bugünkü ortamda; yani en büyük “korku” olan kurlar 1.23’lere geri gelmişken, faizleri 200 baz puan daha arttırmaya gerek var mı?MB bir çok değişik sebepten dolayı faizleri geçen hafta 50 baz puan arttırdı. Daha da arttıracak beklentisiyle dövize satış geldi. Yen cephesinde sorun olmadığını görüp buradaki ucuz fonlama sayesinde dövizini satanlar, zaten yukarıdaki tablodan memnunlar. Bir de üstüne yeni faiz artışı gelirse kazanç ‘katmerlenecek’. Yabancı yatırımcılar geçtiğimiz yılın Eylül ayından bu yana bono almak konusunda isteksiz davranıyorlar. Yabancılar fonlarını; bono yerine, daha güvenli limanlarda (MB para piyasalarında) değerlendirmeyi tercih ettiklerinden dolayı para piyasası ile bono faizleri arasındaki fark var ve açılıyor. Türban meselesiyle başlayan, kapatma davası ile devam eden politik gündeme hergün yeni ekonomik gündemler eklenmesi de bunu destekliyor. Ekonomiden “sorumlu” bakanların 40 ile 60 milyar dolar arasında değişen “cari açık bahislerine” dün de MB başkanının istifa dedikoduları eklendi. Her ne kadar MB basın sözcüsü tarafından yalanlansa bile, atanması zaten sorun olan Sayın Yılmaz’ın görev süresi boyunca hükümet cephesinden pek yardım aldığı söylenemez. Bu istifa haberi ister doğru olsun, ister yalan; MB’nın kurum kimliğine darbe vurulması, zaten zayıflayan kredibilitenin iyiden iyiye azalmasına yol açacaktır.Kimse zannetmesin ki yeni bir başkan atandığında, bu kredibilite kısa sürede tesis edilebilir. Alınan kararlar tek başına sayın Yılmaz’ın kararları değildi ki!
Yarın akşam Merkez Bankası; enflasyon tahminlerini yüzde 9.3’e revize ettikten sonraki ilk faiz kararını açıklayacak. MB; özellikle de Londra’dan gelen baskılar sonrasında; yarınki toplantıda çok büyük ihtimalle faiz arttıracak. Piyasa beklentisi 0.50 puanla başlanması, sonrasında da benzer artışlarla 1.25-2 puanlık toplam artış yapılması yönünde. MB toplam enflasyon (TÜFE) hedefleri yapıyor. Ancak “yerel” faiz artışlarıyla kontrol edilemeyen “küresel” gıda ve petrol fiyatlarındaki artışlar yüzünden enflasyon hedefleri bir türlü tutturulamıyor. Beyhude bu çaba sırasında boşuna yüksek faiz ödememek için; FED benzeri bir endeksin hedeflenmesinin daha doğru olacağını önermiştim. MB Başkanı Sayın Yılmaz, Bakanlar Kurulu’na yaptığı sunumda buna karşı çıkmış. Ayrıca 1976-80 arasında ABD’de geç kalınan faiz artış kararları nedeniyle enflasyonu kontrol altına almanın maliyetinin çok daha fazla olduğuna değinmiş. Bu konuda haklı. Zamanında müdahale edilmesi maliyetin daha az olmasına yardımcı oluyor. Katılmadığım bir kaç nokta var. Bunlardan ilki, bu hata 30 yıl öncesinin ve o günden bu yana çok ders alındı. İkincisi de bizdeki faizler zaten yüksek! Şu andaki mücadele programı; düşük kur ile hem enflasyonu, hem de beklentileri yönetmek. Bunun içinde yüksek faiz gerekiyor. MB faizleri sırf bu politika nedeniyle yüksek tutmak zorunda kalırken hedefin ortak sorumlusu olan hükümet değil desteklemek tam tersine köstek oluyor. Enflasyon hedefi sadece MB’nın değil, hükümetin de sorumluluğunda! Hükümet bu yolda hiç de yardımcı değil. Bir taraftan sürekli sorun yaşanan atamalar var. Diğer tarafta ‘hedef ve ülkü birlikteliğinin’ olmaması. MB sıkı para politikası doğrultusunda faizleri arttırıyor, hükümet ise harcamaları arttırmak için her türlü fırsatı kullanıyor. Nasılsa artık IMF gibi ‘Şunu yap, bunu yapma’ diyecek bir “büyük abi” de yok tepesinde. İşsizlik fonuna el atmakla başladı bu akım. Ardından faiz dışı fazla hedefi düşürüldü. Son olarak da dünkü yazımda değindiğim TOKİ’nin harcayacak para bulmak için alacaklarının yüzde 25’inden vazgeçmesi hep bu harcama arzusunun bir parçası. Ucuza satıldığı için “kapış kapış” giden Telekom’dan gelecek özelleştirme gelirinin de yeni yatırımlara yönlendirecek olması da hep bu yeni “harcama politikasının” bir parçası değil mi? Hükümet enflasyon hedefini hiç üstüne alınmayınca, MB’nın faiz artışları biçare çabalar olarak kalıyor. Sahi, enflasyon hedeflemesine geçildiğinden bu yana MB’nı sürekli eleştiren hükümetin; bu politikayı sahiplendiğine dair herhangi bir emare gören var mı?
Biri dünkü: “Büyük heyecanla başlanan milyar dolarlık projeler kaynak bulmakta sıkıntı çekerken, bazı firmalar da borçlarını ödemekte zorluğa girdi. Piyasada böyle bir sıkıntı yaşandığını gören yılların duayen inşaatçısı İbrahim Cevahir, yarım kalan projelere teklif götürmeye başladı.” Bir diğeri de Pazar gününden: “TOKİ bankalardan istediği faiz ve şartlarla kaynak bulamayınca borcunu erken ödeyenlere yüzde 25 indirim uygulama kararı aldı.” İlki piyasa şartları içinde bir tür “sorunlu varlık çözümleme” yöntemi. Yatırıma başlandıktan sonra; bir taraftan demir fiyatları son altı ayda iki katına çıkmış, diğer yandan küresel likidite daralmış. Konut talebi de ciddi oranda azalınca; satışlarla kendini finanse eden inşaatçılar, artan finansman ve girdi fiyatlarıyla ya taahhütlerini kapatmakta zorlanmaya yada iflas riskiyle karşı karşıya kalıyorlar. Cevahir’in çözümü piyasa şartlarında, nakdin verdiği “güçle” iyi yatırım fırsatlarını değerlendirmeye çalışan bir çözüm. Yanlış hesap, yanlış zaman, yanlış proje gibi sebeplerle iflas noktasına gelmeden sorunlarını çözmek isteyenler Sayın Cevahir’in veya benzer fonların önerilerini kabul ederek ya az kâra razı olup işbirliğine gidecek, ya da ‘zararın neresinden dönülürse kârdır’ diyerek satıp, çıkacaklardır.Bir de TOKİ’nin yaptığı gibi müteahhitlerin devlet eliyle desteklenmesi söz konusu. Her ne kadar; ‘bankalar yerine halk kazansın’ denerek böyle bir uygulamaya geçilse de, görünen o ki artan maliyetler ve düşen satışlar TOKİ ile işbirliği yapanları da vuruyor. Nasıl vurmasın? Son iki-üç yılda o denli hızlı bir inşaat furyası yaşandı ki, eldeki stoklar satıl(a)madan hep yeni projeler başladı. Talep, arza yetişemez hale geldi. Görünen o ki; ekonominin motor sektörü zorlanmaya başladı. Müteahhitlere “can suyu” gerek. Sanırım bunu gören hükümet; bir taraftan işsizlik fonu, bir taraftan “düşürülen Faiz Dışı Fazla” rakamı ve son olarak da TOKİ’nin 75 bin “ayrıcalıklı müşterisinden” tahsil edilerek yaratılacak “kaynaklarla” inşaatçılara “çıkma yapmaya” çalışıyor! Bush’un ABD halkına sağladığı 160 milyar dolarlık ‘destek paketine’ benzer bir destek paketi de TOKİ’den geliyor. Normal şartlarda TOKİ ve müteahhit firmalar arasında; yapılan satışların vadeleriyle “uyumlu” anlaşmalar yapılmış olması gerekir. Bu durumda da satış tahsilatlarının, hak edişleri ödemesi gerekirdi. Ortada bir sorun var ise ya nakit akışları yanlış hesaplanmış durumda yada inşaatçılar cephesinde bir sıkıntı var. TOKİ’nin işini doğru yaptığı varsayımıyla, ikincisi daha büyük bir ihtimal olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar hükümet ekonomide bir sorun yok dese de “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”.Hazır IMF programı da sona ermişken, para harcama konusunda hükümetin eli rahatlamışken ilk destek müteahhitlere geliyor.
Halka arzların şirketin mutlak değerine göre belli bir iskonto ile yapılması son derece doğal. Yoksa “tam fiyattan” bir satış yapıldığında, ortada bir artış potansiyeli yoksa kim, niye o hisseyi alsın ki? Türk Telekom’un (TT) halka arzında da bu gerçek göz önüne alınarak belli oranda indirimli satış yapılması normaldir. Bunun yanı sıra özellikle bu tarz büyük kamu özelleştirmelerinde; halka arz fiyatı üzerinden de bireysel yatırımcılara “tatlandırıcı (sweetener)” mahiyetinde iskonto yapılması işin doğal bir parçası.Verilen iskontolar ve halka arz fiyatının ucuz olması (dünkü Aydın Ayaydın ve hafta sonu Ufuk Korcan’ın haber/yorumlarında detayları yer alıyor) nedeniyle bireysel yatırımcıdan kendileri için ayrılan kısmın 6 katı talep gelmiş durumda. Bu ÖİB için iyi bir haber. Halka arz başarılı olacak demektir.Benim asıl tartışmak istediğim; TT’nin halka arz fiyatının ucuz ya da pahallı olmasından çok, “zamanlaması”. Bu halka arz, dünya piyasalarında likiditenin daraldığı, daha doğrusu “risk alma iştahının” azaldığı bir dönemde yapılıyor. Küresel piyasalarda yeni risk almak isteyenlerin sayısı azalmışken; böylesine büyük bir halka arzı yapmak istiyorsanız ucuz bir fiyat vermek zorundasınız! Asıl sorulması gereken soru bu halka arzın ne adına “ucuz” bir fiyatın kabul edileceği bir dönemde yapıldığıdır.2001’den bu yana olduğu gibi bir IMF programı uyguluyor olsaydık ve bu halka arz bu programın bir parçası olsaydı, halka arzın “bu zamanda” yapılması anlaşılabilir bir durumdu. Zira faiz dışı fazlaya (FDF) ağırlık veren IMF programının rayında gitmesi için ucuz fiyatla da olsa satış; “kredibilite kaybı olmaması” için piyasalarda anlayışla karşılanabilirdi.Oysa ki durum öyle değil. Önümüzdeki 5 yılda değil sıkı para politikası; tam tersine yüzde 4.2’den, 3.5’e indirilen FDF hedefi ile harcamaya dönük yepyeni bir program uygulanacak. Tam da Merkez Bankası’nın enflasyon tahminlerini yüzde 9.3’e revize ettiği ve bu hedefe ulaşmak için bile(!) “kademeli” faiz artışlarına başlayacağını açıkladığının ertesi günü, hükümet sıkı para politikasından harcamaya yönelik “gevşek” para politikasına geçiyor.Merak ettiğim konu TT’nin küresel koşullardan dolayı “düşük tutulan” fiyatıyla elde edilecek özelleştirme geliri bu harcamalara mı gidecek? Zira duble yol yapımları ve GAP projesi için özelleştirme gelirlerinin kullanılacakmış. TT’de bunun bir parçası olsa gerek. Hadi diyelim ki tüm bu “koşullardan” dolayı TT bu fiyatlardan halka arz edilecek. Peki gerçekten Türk halkına mı yapılıyor bu arz? Maalesef değil. Yüzde 30’u küçük bireysel yatrımcılara, yüzde 3’ü büyük bireysel ve yüzde 2’si de büyük kurumsal yatırımcılara olmak üzere toplam yüzde 35’lik kısım Türk yatırımcılara satılacak. Kalan yüzde 65’lik kısmı, ki işin “aslan payı” yabancılara ayrılmış durumda. Denebilir ki yerli yatırımcılara indirim var, yabancılara yok. Yabancılar için; yüzde 25-40 ucuz satılacak bir halka arzda, “toplu” alım yapabilmek adına (borsadan aynı miktarı toplamak için daha fazla ödemek zorunda kalacakları için) yüzde 5’lik bir iskontodan vazgeçmek hiç de önemli değil. ÖİB, TT’nin borsa performansı için yabancılara ağırlık vermiş olabilir. ÖİB’nin asıl sorumluluğu; borsa performansı mı yoksa TT’nin daha iyi bir fiyattan satılması mı? Yine de bu özelleştirme mutlaka yapılmalıdır! Bu noktadan sonra bu halka arzın iptali, ucuza satılmasından çok daha fazla zarar verecektir. Ancak yapılabilecek tek şey, Türk halkına ayrılan payın en azından yabacılarla “eşitlenmesidir”. Hiç değilse yabancılara ayrılan pay yüzde 50’ye indirilirken, Türk yatırımcılarına; TT’nin gelirini sağlayan ve “faturayı” ödeyenlerin ayrılan payı yüzde 50’ye çıkarılsın.Hiç değilse düşük olduğu düşünülen bu fiyattan Türk halkı da eşit oranda faydalansın!
Geçen hafta Merkez Bankası’nın (MB) 2008 enflasyon tahminlerini yüzde 9.3’e revize etmesi en çok bono faizlerini vurdu. Hafta içinde 19.54 bileşik seviyelerine kadar gelindi. Önemli bir seviyeydi.Piyasa katılımcıları da artık; MB’nın da ipuçlarını verdiği; faiz artırımlarını beklemeye başladı. Normal şartlarda faizlerdeki hareketin döviz kurlarını da etkilemesi beklenirken; hem cari faizlerin, hem de “müstakbel” faizlerin dolar almayı gerektirmeyecek denli yüksek olması nedeniyle kimse döviz almaya yeltenmeyince kurlar artmadı. Tam tersine doların euro karşısında değer kazanmasına ve 1 Mayıs gerginliğine rağmen yeni satışlar geldi. Geçen hafta İMKB’nin seyri ilginçti. Yatay ama olabildiğince pozitif seyir izlenmiş olsa da ABD piyasalarındaki kadar coşkulu hava yoktu! Bankaların en önemli gelir kalemlerinden birisi Hazine bonosu faizleri. Bono faizlerindeki yükselişin, daha az kâr hatta zarara neden olabileceği beklentisi banka hisselerine satış getirdi. Bu da İMKB’nin diğer borsalara göre daha düşük bir performans göstermesine sebep oldu. Bu durum özellikle yıllardır yakın “eküri” olan Brezilya borsası ile kıyaslandığında çarpıcı olarak görülebiliyor. Geçen hafta “yatırım yapılabilir ülke” notuna ulaşan Brezilya’nın borsası Türk borsasına açık ara fark atmış durumda. Bunun petrol veya AKP’nin kapatılması ile ilgili olduğunu söylemek hata olur. Petrol’e rağmen Brezilya açık vermeye başladı. Öte yandan farklılaşma AKP iddianamesinden çok önce, geçen yıl sonu itibarıyla başlamıştı. Bugün Bovespa rekor kırarken, İMKB “mehter marşı” ile hareket ediyor.Önümüzdeki haftada ABD piyasalarında olumlu hava devam ederse, büyük olasılıkla döviz cephesi görece olarak sakin seyredecektir. Salı günü Hazine ihalesine kadar bono cephesinde “teorik gerginlik” sürecektir. Bono faizleri bu hafta içinde 18.70 seviyelerine kadar inebilir. Bu da banka hisselerindeki baskıyı, dolayısıyla da İMKB 100 üzerindeki baskıyı hafifletecektir. Hal böyle olunca da 46.200’lere hatta 47.500’lere kadar bile süren bir yükseliş söz konusu! (önümüzde 13-14 haftada! 47,410 ile 47.926 arasındaki “boşluk” bile kapanabilir)Bu işin iyimser tarafı... Olasılığı da az değil. Şimdilik kaydıyla düşüşler kısa süreli alım fırsatı gibi görünüyor. Ta ki Dow Jones’ta 12,500 aşağı yönde kırılana kadar... Kırılırsa, tüm piyasalarda yeni diplerin görüleceğini iddia ettiğim negatif senaryoların yeniden masanın üzerine çıkarılması gerekecek ! Diğer yandan piyasalarda AKP’nin kapatılması tam tartışılmaya başlanmadı. Hatta fiyatlara bile yeni yeni yansımaya başlamış durumda. Bono cephesi aldatmasın. Gerginlik AKP davasından çok; enflasyon ve MB’na yapılmakta olan “şantajdan” kaynaklanıyordu. Son günlerdeki yorumlara eklenen Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Lagendijk’in ‘AKP kapatılacak, yerine yeni parti kurulacak’ yorumu olayın ciddiyetini bir kez daha piyasalara hatırlatacaktır. Sadece döviz kurlarına bakarak işler yolunda demek hata olur. Yine de ‘nasılsa mahkeme kararına kadar çok var’ denilerek büyük olasılıkla yukarıdaki olumlu senaryo sahneye konacaktır. ABD piyasalarından kısa süreli bir ralli sonrasında hava bulutlanmaya başlayınca, kapatma davası da daha ciddi bir şekilde fiyatlanmaya başlanacaktır.Şimdilik buna daha çok zaman var, belki de bir şey olmaz denerek ‘kafalar kuma gömülecek’... Yukarıda da belirttiğim gibi bir-iki aylık sürede büyük olasılıkla bu tavır sergilenecek. Kârlı çıkma olasılığı da hayli yüksek görünüyor....
Merkez Bankası’nın üç aylık enflasyon raporu, bono piyasalarında kritik eşiklerin hızlı aşılmasına neden oldu!Dünkü yazımda “Merkez Bankası eliyle enflasyondaki beklentiler yükseltilmiş durumda. MB tarafından yapılan son beklenti anketinde bu yılsonu için beklenen yıllık TÜFE rakamı 7.48 iken MB çok daha yüksek bir artış bekliyor. Beklentiler “resmi olarak” (yüzde 9.3’e) yükselmiş durumda...” diye yazmıştım. Dün; güne yüzde 19.18 bileşik seviyelerinden başlayan gösterge bononun bileşik faizleri, günü 19.54 ile zirve seviyesinde kapattı. Pazartesi günü bu haftaya yönelik olarak “... gittikçe daha fazla tedirginlik yaratmaya başlayan enflasyon nedeniyle gerginlik sürer ve gün sonu kapanış bazında 18.65’in altına inilmez ise bu sefer 19 bileşik seviyesi yukarı doğru kararlı bir şekilde kırılabilir. Ardından da asıl hedef olan 19.50 seviyelerine doğru bir hareket başlayabilir. Bu hareketin haftanın ikinci yarısında gerçekleşme ihtimali daha yüksek” demiştim. Hafta boyunca 18.65’in altında değil kapanış, işlem bile olmadı. MB’nın enflasyon “tahminlerindeki” revizyonuyla; haftanın ikinci yarısında; 19 bileşik faiz seviyesi hızlı geçildi ve bir gün içinde 19.54’e gelindi.Tabii ki sadece MB yüzünden bu yükseliş olmadı. Faizlerin yukarı gidişinin hızlanmasında önümüzdeki hafta yeniden ihraç edilecek gösterge bonuyu, daha yüksek faizden almak çabası da vardı. Önemli bir itfanın olmadığı bir zamanda daha yüksek faizden alabilme imkânı varken herkes elindeki düşük faizli bonoyu satmak isteyince faizlerdeki yükseliş de hızlandı.Bu “tavır” hemen her büyük ihale öncesi sergileniyordu. Ancak bu kez hem hareketin boyunun hızlı olması, hem de Salı günkü ihaleye “hazırlığın” Perşembe’den başlamış olmasının ardında; piyasa katılımcılarında var olan endişenin, MB tarafından da teyit edilmesi önemli rol oynadı.İlginçtir! Bonolardaki gerginlik döviz cephesine yansımıyor. Bunun ardında iki sebep varmış gibi görünüyor. İlki diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinde ciddi bir sorun yok. Dolar kademeli olarak değer kazansa da bu ülkelerin paralarında önemli “ataklar” olmayınca YTL de sakin bir seyir izliyor. İkincisi de YTL’nin faizleri nasılsa artacak! MB öyle bir mesaj vermedi mi? Faizler nasılsa artacaksa, ileride yeniden döviz satılacaksa neden bugünden alınsın. Zaten YTL faizleri oldukça cazip, daha da cazip olacak. Yabancı yatırımcılar YTL’de kalmaya devam edip döviz almayınca, doğal olarak kurlarda artmıyor.Yaşasın YTL!
Enflasyon hedeflemesi bize birkaç gömlek büyük geldi. Hükümetle birlikte ortaklaşa belirlenen hedefin tutturulmamasında Merkez Bankası yalnız kaldı ve tüm fatura talihsiz bir şekilde Merkez Bankası’na kesildi. Hedefin tutturulamamasında hükümetin hiç mi sorumluluğu yok?Dün Merkez Bankası Başkanı Durmuş ilk çeyrek enflasyon değerlendirmesiyle ilgili enflasyon raporunu açıkladı. Son PPK toplantı notlarının da açıklandığı basın toplantısında “İçinde bulunduğumuz 2008 yılı için hedefin değiştirilmesi, hesap verme ilkesinin ihlali anlamına geleceğinden uygun görülmemiştir” denilerek hedef değiştirilmedi. Ancak enflasyon tahminleri “revize” edildi. “...2008 yılı sonunda enflasyonun yaklaşık yüzde 9.3 düzeyinde gerçekleşecegini tahmin etmekteyiz. Kısa vadeli faizlerin yıl ortalarına kadar kademeli ve ölçülü bir şekilde artırıldığı ve sonrasında 2008 yılının kalan dönemi boyunca sabit tutulduğu bir senaryoya göre enflasyonun; yüzde 70 olasılıkla; 2009 yılı sonunda, orta noktası yüzde 6.7 olmak üzere yüzde 4.9 ile 8.5 arasında gerçekleşeceğini tahmin etmekteyiz” denilerek çok önemli mesajlar verildi.Gelelim mesajlara;1- Bu yıl da yüzde 4’lük hedef tutmayacak. Enflasyon hedeflemesine geçildiğinden bu yana geçen üçüncü yılda da başarısızlık. Enflasyon hedeflemesi bize birkaç gömlek büyük geldi! 2- MB’nın kredibilitesi Sn Yılmaz’ın iyi niyetli çabalarına rağmen ciddi tehdit altında ve bir kez daha sorgulanacaktır. Hükümetle birlikte ortaklaşa belirlenen hedefin tutturulmasında MB yanlız kaldı ve tüm fatura talihsiz bir şekilde MB’ye kesiliyor. Hükümetin hiç mi sorumluluğu yok?3- Hedefe ulaşılmasının önündeki en büyük üç engel; gıda fiyatları, enerji fiyatları ve “oynaklığı aratan” kur (1.15’e inildiğinde kur oynak değilmiydi?) ve bunların daha fazla hissedilmeye başlayan “ikincil etkileri” gösterilmiş durumda.4- Belki de en önemlisi Merkez Bankası eliyle enflasyondaki beklentiler yükseltilmiş durumda. MB tarafından yapılan son beklenti anketinde, bu yıl sonu için beklenen yıllık TÜFE rakamı 7.48 iken MB çok daha yüksek bir artış bekliyor. Beklentiler “resmi olarak” yükselmiş durumda...5- Revize edilen tahminler artık MB’nın “zımni” hedefleri... Bunların bari aşılmaması için faizler artırılacak. Açıklamada... “yıl ortalarına kadar kademeli ve ölçülü bir şekilde artırıldığı” ibaresi bunu açıkça ortaya koyuyor. Piyasalardaki beklenti 75-200 baz puan arasında değişiyor.Gösterge bono faizinin bileşiği toplantı öncesinde yüzde 19.20’ye kadar yükselmişti. Gecelik karşılığı 17.56’ya denk geliyor ki şu andaki MB’nın gecelik faizinden 225 baz puan yukarıda.. MB belki bu kadar artırmayacak ancak yine de faiz artış sinyali “net”. Bunun ardında gelişmekte olan ülkelerde art arda gelen faiz artış “modasının” etkisi yok değil. Asıl baskı Londra’daki yatırım bankalarının Türkiye’ye bakan analistlerinden geldi. Son PPK öncesi bu beklentilerini; daha doğrusu taleplerini; sesli olarak dile getirmeye başlamışlardı. Bence MB faizleri artırmak için aceleci olmamalı. FED’in faiz kararı bu yazı yazıldığı sırada açıklanmamıştı. Ancak 25 baz puanlık bir indirimin son olduğunun netleşmesiyle dolardaki zaafiyet sona yaklaşacaktır. Bu da emtia fiyatlarındaki düzeltmeleri başlatacaktır. MB bizdeki faizler zaten yüksek diyerek diğer gelişmekte olan ülke merkez bankalarının 100-200 bp’lik (düşükler 100bp, yüksekler 200 bp) artırımlarını da bekleyebilir durumda. Artışlara FED ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) da bu furyaya katılmışsa başlaması daha akılcı bir hamle olacaktır. Petrol fiyatları 60 dolardan 120 dolara yükseldiği ve bunun enflasyona etkisini ortadan kaldırmak için faizlerin artırılması ciddi bir hata olacaktır. Varsayalım ki petrol 60 dolardayken YTL kurları 1.50 olsun. Petrol 120 dolara çıktığında bu yükselişin etkisini “sıfırlayabilmek” için kurları 0.75 seviyesine düşürmeniz gerekir. Bu denli kuvvetli YTL “yaratabilmek” için faizleri ne kadar artırmak gerektiğini varın siz hesaplayın.MB küresel piyasalardan bize “geçen” ve aslında kendi faizleriyle başedemeyeceği bu sorunla “yel değirmeni” misali uğraşmak yerine; FED’in de yaptığı gibi başedebileceği “gıda ve Enerji dışı enflasyon” gibi yepyeni bir endeksi hedeflemeli. Başedemediği TÜFE’yi değil!Aksi takdirde 200-250 baz puan gibi bugünkü koşullarda fahiş sayılabilecek artışlar yapılsa dahi hedef yine tutturulamayacaksa halk olarak boşu boşuna yüksek faizleri ödemek zorunda kalalım?Hedef değişmese bile tahminler değiştirildi 2008 2009Bir evvelki sene sonu tahmini 5.5% 3.7%Gıdadaki revizyonun etkisi 1.2% 1.1%Enerjideki revizyonun etkisi 0.9% 0.4%Döviz kurunun etkisi 1.5-2% arası 1.0%Sene sonu yeni tahmin 9.3% 6.7%
Cuma günü ABD borsalarının vitrini Dow Jones endeksi (DJI) günü 43 puanlık (yüzde 0.33) artışla kapattı. S&P 500 endeksi yüzde 0.65’lik bir yükselişle Dow’a eşlik ederken, teknoloji endeksi Nasdaq bunlara katılmayarak yüzde 0.25 düştü. DJI, hem de bu endeksin vadeli kontratları 11 Ekim 2007’den bu yana gelen düşüş trendini yukarı yönlü kırmış durumda. Hem de kapanış bazında. Ancak diğer iki önemli endeks henüz bu yükselişi teyit etmiyor.DJI’nın piyasa ağırlığından farklı hesaplandığını ve bu nedenle çok da doğru bir gösterge ol(a)mayabileceğini göz önüne alırsak bu kapanışın yanıltıcı olabileceğini de akıllarda bulundurmakta fayda var. Sermaye büyüklüğünü de S&P 500 endeksinde benzer bir yapı oluştuğunu teyit edebilmek için 1.410’un üzerinde kapanış olması gerekiyor.Eğer bu yükselişlerin kalıcı olduğu teyit edilirse DJI’da 13.075 hatta 13.250’ye kadar bir yükseliş yaşanabilir. S&P de 1.418 ve 1.449 seviyelerine denk geliyor. Yükselişin aldatıcı olduğunun anlaşılması durumundaysa DJI ilk aşamada 12.490 ve ardından 12.330’a kadar geri çekilebilir. Piyasalar; FED’in 30 Nisan’daki toplantıdan moral verecek açıklamalar geleceğini ve bununda 25 baz puanlık bir indirimle “taçlandıracağını” bekliyor. Haftanın ortasına kadar olumlu hava sürecektir. İkinci yarıdaysa yükseliş ‘enerjisinin’ azalması ya da beklentinin bitmesi nedeniyle yükseliş yerini bir düzeltmeye bırakacak gibi görünüyor.Tüm bunların bizim piyasalarımıza yansıması da ilk bakışta olumlu olacaktır. Geçtiğimiz Perşembe günü 42.506’daki 50 günlük hareketli ortalamanın üzerinde kapatmayı başaran İMKB 100’de sırasıyla; 44.370, 45.200 ve 45.800 seviyeleri haftanın ilk yarısında görülebilir. Yükseliş olmadan ya da yükseliş sonrasındaki düşüşte ilk aşamada 41.100 seviyeleri önemli destek seviyesi olacaktır.Döviz cephesinde daha sakin bir seyir izlenecektir. Geçen hafta dolar karşısında 1.6018 ile tarihi zirvesini gören euronun 1.5555’e kadar gerilemesine; yani doların değer kazanmasına rağmen; dolar/YTL kurlarına bu hareket yansımadı. İyimser hava -paritedeki harekete rağmen-dolar/YTL kurlarını 1.33’lerde 1.2850’lere kadar indirdi. Önümüzdeki hafta (bence yine pariteye bakmaksızın) bir önceki direnç seviyesi olan 1.2630 seviyelerine kadar bir düşüş yaşanabilir. Kalıcı olur mu? Bunu anlayabilmek için gösterge bono faizlerinin hareketine ve özellikle de uzun vadeli tahvillerle gösterge bono arasındaki faiz farklarına bakmakta fayda var.Bir hatırlatma: Bugünlerde ABD’deki krizde dibe gelindiği yorumlarını daha sık duyar ya da okur olacaksınız. Bu “varsayıma dayanan” ralli; sonlara doğru gelindiği, “iş işten geçmeye başladığı” sırada manşetlere çıkacaktır. Özellikle aşırı çoşkulu olanlara şüpheyle yaklaşın!Zira henüz her şey bitmedi!