Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, gecelik borç alma ve verme faizlerinde 50 baz puanlık artışla yetindi. Borçlanma faiz oranı yüzde 15.75’ten yüzde 16.25’e, borç verme faiz oranı ise yüzde 19.75’ten yüzde 20.25’e yükseltildi. Anlaşılan, benim 125 ya da 150 baz puanlık; radikal, tek seferlik artış önerim kabul görmemiş! Temmuz’da yine bir 50 baz puanla TCMB’den artışa devam... Nereden mi belli? Yapılan açıklamada “Bundan sonraki olası faiz artışının miktarı ve zamanlaması küresel piyasalardaki gelismelere, dış talebe, maliye politikası uygulamalarına ve orta vadeli enflasyon görünümünü etkileyen diğer unsurlara bağlı olacaktır” deniyor.Dikkatli bakıldığında açıklamada “bundan sonraki faiz kararı” denmiyor, “bundan sonraki faiz artışının” deniyor! Faizler ‘kademeli’ olarak artmaya devam ediyor. Bunun ne demek olduğunu görenler de dövizde satmaya devam ediyor. Faiz kararı öncesi 1.2580’lere yükselen dolar kuru, dün 1.2250 alım seviyelerine kadar geriledi. TCMB’nin faiz artışları; dünyadaki gıda ve petrol fiyatlarının artışı karşısında ne kadar etkili olabileceği bence önemli bir tartışma konusu. Diğer yandan birçok ekonomist faiz artışlarının “petrol ya da gıda fiyatlarından çok, yurt içindeki enflasyonist beklentilerin, bir başka deyişle fiyatlama davranışlarının olumsuz etkilenmesini önlemek için” yapıldığını öne sürüyor.Madem öyle neden MB şok bir artış politikası uygulamıyor ve kararlı bir tutum ortaya koyup 100 ya da 150 baz puanlık bir artış yapmıyor? Sorunun bir başka boyutu daha var. Madem fiyatlama davranışları adına bu yapılıyor, geçen seneki faiz indirimlerine neden çok geç başlandı? Erken başlanmış olsaydı, faiz inecek beklentisiyle genel faiz seviyesi daha düşük tutulabilirdi. Hatta bugünkü faiz artışlarına da çok daha düşük seviyeden başlanabilirdi. Sanal bir başarı uğruna çok önemli bir fırsat feda edildi. Yüzde 20 seviyelerinde 50 baz puan faiz artırmakla yüzde 10 faiz seviyelerinde 50 baz puan faiz arttırmanın etkisi aynı mı? Tabii ki değil. İkicisi oransal olarak, birincisinin tam iki katı. Geçmişte yapılan bu hatalar; Hazine’nin dolayısıyla Türk halkının “gereğinden fazla” yüksek faiz ödemesine; dövizini satıp, açık pozisyon taşıyanların daha doğrusu “sanal zenginliği” yaratanların “gereğinden fazla” para kazanmasına neden oldu.Son üç yılda enflasyonla mücadeleyi çok daha “ucuza mâl edebilme” şansımız varken, kullanıl(a)madı. Halen daha da benzer hatalar yapılıyor. Korkunun ecele faydası yok!
Bugünkü Para Piyasası Kurulu’nun (PPK) toplantısından piyasaların beklentisi 50 baz puanlık bir artış. Benim de... Ancak benim gerçek beklentim “faizlerin aynı kalması hatta artırmak yerine indirilmesi” yönünde. Ancak Merkez Bankası (MB) bunu yapmayacak, artıracak.Madem artırılacak, 50 baz puanlık artış doğru mu? Aslında soruyu biraz daha değiştirerek sormakta fayda var. MB’nın faizleri temkinli bir tavırla ‘gıdım gıdım’ indirmesi makul karşılanabilir. Ancak ortada faiz artışını gerketirdiğine inanılan bir durum varsa; bu durumda kademeli ve önceden haber vererek faiz artırmak ne derece doğru? Nerede kaldı MB’larının faiz kararlarındaki “şok etkisi”?İlla ki son günlerdeki Peru, Güney Afrika ve Hindistan merkez bankalarının da uyduğu “faiz artışı modasına” uymak adına faizler artırılacak, o zaman MB 50 baz puan yerine, 125 ya da 150 baz puanlık tek bir artış yapsın! Böylelikle hem net bir politika ortaya konmuş, hem beklentiler yönetilmiş hem de MB üzerindeki ‘şantajların’ sona erdirilme fırsatı yakalanmış olur. Denebilir ki Londra’daki yatırım bankalarının “şantajı” da bu kadarlık bir faiz artışı için değil mi? Doğrudur. Ama bunu elde ettikten sonra daha fazlasını istemeyecekleri ne malum? Bu arada MB; yılsonuna kadar da yeni bir değişiklik yapmayacağını ya da en azından yeni bir artış yapmayacağını da açıklamalı. Ki, en azından beklentilere bir nokta konulabilsin.Kurdaki küçük çaplı artışlara çok fala takılmadan, azalan kredibiliteyi yeniden kazanmak adına bunlar denenemez mi?
Hazine dün iki ayrı ihale ile 3.6 milyar YTL’lik itfasına karşılık 3.7 milyar YTL borçlandı. Buraya kadar hiçbir sorun yok, miktarlar gayet normal. Hatta ihraç edilen gösterge bononun faiz oranları da piyasa faizlerine yakındı. Gerçi piyasa faizleri, gösterge bononun son ihracının yapılacağı (Temmuz ayında yeni bir gösterge bono ihraç edilecek) dünkü ihale öncesinde zaten yükselmiş, yüzde 20’lerden 21.60 bileşik seviyelerine kadar gelmişti. İhale de tam bu seviyeden çıktı. Ancak sonrasında piyasalardaki gerginlik sürünce yeni satışlar geldi. Zararı limitlemeye yönelik (stop-loss) satışlar artıp, alıcılar çekilince de sığ işlem hacminde faizler hızla yükseldi. 21.60 bileşik ortalama ile ihraç edilen gösterge kağıtta, gelen satışlarla teknik olarak önemli olan 22.40 bileşiklere kadar gelindi. Hatta bu seviyeler de aşılarak, 22.56 bileşikten işlem geçti. Gün sonuna doğru kamu bankalarından geldiği konuşulan alımlar sonrasında 22.29’dan kapanış gerçekleşti. Zirveye oranla düşük olan bu seviye bile ihalenin en yüksek faizinin 70 baz puan kadar üzerindeydi. Bonolardaki bu satışın sürmesi piyasalardaki tedirginliği arttırıyor. Zira bono piyasası, borsaya oranla çok daha büyük, daha sakin hareket eden en büyük piyasadır. Buradaki dengelerin bozulması hemen her tarafı etkileyecektir. Özellikle de büyüme açısından önemli olan tüketici ve kurumsal krediler cephesini...Döviz cephesi Dolar kurları; gün boyu 120-130 baz puan gibi çok büyük artış gösteren bono bileşiklerine ve eurodaki onca harekete rağmen sakin seyreden, İMKB’deki kayıplar 1.000 puanlara ulaşınca adeta “bunca hareket seyirci kalmamak adına” ancak 1.24’ten 1.2590’lara kadar yükseldi. Bu “sakinliğin” ardında yatan birkaç faktör sayılabilir. İlki Haziran sonuna kadar geçerli (yarı yılsonu) olduğunu tahmin edilen büyük miktarlı opsiyon ve türev işlemleri. Bir diğeri yüksek YTL faizleri. Özellikle 1.30’ların üzerinde dolar satıp YTL alan yabancı yatırımcılar, bu likiditelerini gecelik faizlerde değerlendiriyor, bono almıyorlar. Bono faizlerindeki hızlı yükseliş de bunun destekler nitelikte. Üstelik MB faizleri de nasıl olsa arttıracak!Son olarak da bono ve borsada “yakalanmış” olan yabancılar panikle kurları yükseltip, yatırımlarının dolar bazındaki karşılıklarının (overall) iyiden iyiye erimesini istemediklerinden, dövize temkinli talep gösteriyorlar. Bu arada diğer gelişmekte olan ülke paralarında da bir sorun olmayınca YTL’ye has bir atak yaşanmıyor. Şimdilik..!
Merkez Bankası’nın yeni enflasyon hedeflerine dair hükümete yazdığı mektup kamuoyuna açıklandı. Neredeyse tahminlerin çok üzerinde açıklanan enflasyon rakamlarıyla eş zamanlı olarak... Açıklamada; “...Enflasyon hedeflerini 2009 yılı sonu için yüzde 7.5 ve 2010 yılı sonu için yüzde 6.5 olarak güncellemeyi; 2011 yılı için ise yüzde 5.5 olarak belirlemeyi, bu mektup aracılığıyla hükümetimize öneriyoruz” deniyordu.Öneri daha önceden hükümet ile tartışılmış ki ekonomiden sorumlu devlet bakanının önerileri uygun bulduğuna dair teyidi hemen geldi.Geçtiğimiz ay; bu yılın hedeflerinin de tutmayacağını ve 2008 yıl sonu tahminlerini yüzde 9.60’a yükselttikten sonra, hedeflerin de revize edileceği konuşuluyordu. Yıllık rakamları çift hanelere çıkaran Mayıs rakamlarından hemen sonra gelmesi sürpriz oldu.Bir başka sürpriz de üç yıl sonrası için bile, bu yılki yüzde 4’lük hedeften hiç bahsedilmiyor olması. Anlaşılan son üç yılda enflasyon hedeflemesinde başarısız olan MB, bu kez hedefleri biraz “geniş” tutarak, kredibilitesini yeniden tesis etmeye çalışıyor. Zamanlaması ve beklenti yönetimi bir yana, bu revizyon sırasında kullanılan endeksin de değiştirilme firsatı kaçırıldı. MB yine toplam “enflasyonu” hedefliyor. Bunun için yine “faiz silahını” kullanacak ve bunu da “enflasyondaki riskler aşağı yönlü olarak değişse bile” kullanmaya devam edeceğini bugünden açıklıyor. “Küresel enflasyon” saldırısı karşısında sadece faiz silahını kullanarak enflasyonla “savaşan” Merkez Bankası’nın işi “ithal edilen” küresel enflasyon yüzünden her geçen gün daha da zorlaşıyor. Faiz silahı; artan iç talebin kontrolü, yani talep kaynaklı bir enflasyon için, ideal bir silah. Ancak MB’nin kontrol edemediği küresel sebeplerden kaynaklanan son durumda MB’nin faiz silahının “menzili” ne yazık ki kısa kalıyor ve etkili olamıyor.Bu nedenle de MB; toplam enflasyon (TÜFE) yerine; faizle kontrol edebildiği (tıpkı FED’in yaptığı gibi) “gıda ve enerji dışı çekirdek enflasyonu” hedeflemesi daha yerinde olacaktı. Her ne kadar bu endeks de son aylarda artış göstermeye devam etse de, bu endekse göre alınacak faiz kararları çok daha akılcı olacaktı. Hem gereksiz yere yüksek faiz ödemek zorunda kalınmayacak hem de MB’nin kredibilitesi bu denli zarar görmeyecekti. Bu fırsat ne yazık ki kaçırıldı. Umarım yeni yılla birlikte burada da bir “revizyon” yapılır.
Geçen haftanın sorusu; borsa düşerken, bono faizleri yüksek seyrederken nasıl oluyor da dolar bu kadar düşüyordu. Üstüne üstlük dolar, euro karşısında 1.58’lerden 1.55’lere kadar değer kazanmışken... “Dolar değer kaybederken bu hareket YTL kurlarına hemen yansıyor da, değer kazanırken neden yansımıyor” sorusu da kısık sesle sorulan sorulardan biriydi. Kısık sesle sorulan sorulardan bir başkası da; “diğer gelişmekte olan ülke paraları yatay, hatta doların değer kaybını yansıtır tarzda bir seyir izlerken, YTL neden ters hareket ediyordu...” Birkaç sebep konuşuldu piyasada. 1.2450’lerde döviz almış olan Londra’daki yatırım bankalarından biri pozisyonunu boşaltmış hatta fazlasını da satmış. Bir diğeri de Güney Afrika Randı (ZAR)/YTL arasında bir değişim olduğu, ZAR satılıp YTL alındığıydı...Muhtemelen her ikisi de olmuştur. Zira hareket oldukça hızlıydı. 1.25’lerden 1.2020’ye kadar inildi. Herkes YTL talep ediyor. YTL “en kıymetli” para haline geldi. Neden mi derseniz, cevap her zamanki gibi; Türk Lirası’ndaki yüksek faiz. Merkez Bankası’nın enflasyon hedefinin tutmayacağını açıklayıp faizleri artıracağını söylemesi olayı biraz daha hızlandırdı. Bir de faiz artış mevsiminin; yaz mevsiminin hemen öncesine rastlaması, zaten az olan döviz talebinin daha da azalmasına neden oldu. Dolarda 1.2380’lerdeki teknik desteğin hızlı geçilmesi, bir sonraki teknik destek olan 1.2050’lere kadar düşüşün yolunu açtı. Şimdilik 1.20’lerde tutunacak gibi ancak altında bir günlük kapanış olduğu takdirde, 1.1730’lara kadar bile bir gerileme yaşanabilir. Politik cephede beklenmedik gelişmeler olur, ya da hafta sonuna doğru türban meselesiyle ilgili gerginlik artacak olur ise bile 1.2350-1.24 arasına kadar sınırlı bir yükseliş olabilir. 1.2425’in üzerine çıkılması halinde 1.27’lere doğru bir hareket de görülebilir. Dolar kurlarında 1.20’nin altına inilmeyip bu seviyelerde yatay bir seyir izlense bile, bu reel olarak “kayıp” anlamına gelecektir. Zira aynı dönemde dövizde olanlar yüksek YTL faizlerinden istifade edemeyecekler ve net olarak bakıldığında elinde YTL olanlara göre kayıpta olacaklar. En azından bu yaz mevsiminde...Şartlar böyle devam eder, politik ortam gerilmeye devam eder, hükümet yeni aflar ve popülist harcamalara devam ederse; Merkez Bankası da faizleri artırmayı sürdürecek. En azından önümüzdeki toplantıda bir artış olacak görünüyor. Bonoya bile gitmeyip, gecelik faizi bile yeterince cazip bulan yabancılar için bundan iyi bir haber olabilir mi? Onlar hisse senedi ve bono almayınca her iki piyasa da değer kaybetmeye devam ediyor. Yine de Cuma günü İMKB, bir önceki diplere yakın seviyelerde (38.500-39.000 arası) tutunmaya çalışıyor. Büyük ihtimalle “çift dip” yaptığı bu seviyelerden, bu hafta içinde 41.700 ve hatta 42.500’e yükselmeye çabalayacaktır. Bu arada 12.500’ün altına giden bir Dow Jones hareketi, umutların bir başka bahara taşınmasına sebep olabilir.
İMKB dün yüzde 2 değer kaybederken, dolar ise 1.244’ten 1.222’lere çekildi. Üstelik dolar, dünyada değer kazanırken Türkiye’de değer kaybetti. Petrol 130 dolara inmişken, faiz yüzde 20’lerde kapı gibi sağlam duruyor. Dün yaşanan muamma piyasanın tabii ki bir izahı var...2001 ve öncesindeki krizleri yaşamış olan tecrübeli; “eski okula” mensup olanlar için dünkü Türk finansal piyasaları tam bir ’muammaydı’. Gösterge bono bileşik faizleri yüzde 20 seviyesini korurken, İMKB 100 endeksi yüzde 2 değer kaybetti. Tüm bunlara karşın dolar/YTL kurları 1.2440’lardan 1.2220’lere kadar geriledi. Üstelik dolar euro karşısında 1.5750’den 1.56’ya değer kazanırken...“Eski okula” mensup olanların alışık oldukları hareket sistematiği bu durumu açıklamaya yetmiyor. Onlara göre borsa düşüyor ve aynı anda bono faizleri de yükseliyorsa ortada çok ciddi bir problem vardır ve bu sebeple de kurlar da yukarı gider. Ama son aylarda bu böyle olmuyor!Bono bileşik faizleri; hem IMF programının sona ermesi ve yenilenmemiş olması sebebiyle risklerin artması, hem de Merkez Bankası’nın enflasyon hedefine ulaşamayacağını açıklamasıyla “faiz artırımı” sezonunu açması nedeniyle yüzde 20.20’lere kadar yükseldi. İMKB’nin dünkü seansları devam ettiği sıralarda hem Alman DAX endeksi, hem de ABD borsalarının vadeli kontratları yukarıdaydı. Bu göstergelere bakıldığında, IMKB’nin de yükseliyor olması gerekirdi. Ancak Haziran başında (yani önümüzdeki hafta) türban meselesinin görüşülmeye başlaması ve AKP’nin kapatılmasını daha fazla ciddiye alan borsacılar, hisse senedinde satıcıydılar. Bu anlaşılabilir bir durum. Londra dolar sattıAnlaşılması zor olan dolar kurlarının 1.2250’nin bile altına gitmesiydi. Sebep olarak Londra’daki bankalardan birinin geçen hafta 1.2450’lerden aldığı dövizleri geri satması gösterildi. Özellikle 1.2380 seviyelerindeki kısa vadeli trendin kırılması, satışları hızlandırdı. Ancak dövizdeki düşüş dün başlamadı. Nisan ortasından beri sürüyor. Dövizdeki düşüş sadece “satıştan” kaynaklanmıyor. Asıl sebep alıcının olmaması. Önümüz yaz, hem tatil dönemi olması nedeniyle hareket azalacak, hem de turist girişleri olacak. En tatlı kâr buradaDövizde alıcı olanlar kimler? İşi ithalat olanları bir yana bırakırsak “eski okula” mensup yerli yatırımcılardan başkası değil. Onların yıllardır taşıdıkları ve aldıkları dövizler aslında yabancılar için bir tür “sigorta” görevi görüyor. Diğer yandan Merkez Bankası’nın rezervleri “tarihi yüksek” seviyede. Bunlara ek olarak yabancıların bildiği iki şey daha var. İlki; YTL faizlerinden daha yüksek getiri sağlayan başka bir para birimi yok. İkincisi, yabancılar almazsa döviz zaten yukarı çıkmayacak. Onlar da alacak zamanı bir anlamda kendileri belirliyor. O zamana kadar bir sorun çıkmayacağı varsayımıyla da dövizde alıcı olmak yerine, satıcı olmayı tercih ediyorlar. (Teknik olarak 1.2240 seviyesi destek olabilir, kırılması durumunda 1.2060 görülebilir.) Hal böyle olunca da borsa ve bono çakılırken, YTL değer kazanıyor. Hem de Brezilya reali ve Güney Afrika randında hiç de benzer bir hareket görülmezken. Üstelik hisse senedi piyasasından çıkan paralar dövize de gitmiyor. Daha yüksek olan bonolara yönelmek yerine, gecelik faizde kalıyor. Hem bir ayağı eşiğin öteki tarafında, ha kaçtı ha kaçacak; hem de MB faizleri daha da arttıracağının “zımni taahhüdünü” vermiş. Neden uzun vadenin riskini alsınlar ki, kısa vadedeki kazanç da yeterince cazip. Neden bu kadar basit bir denklem görülemiyor ve “sanal bir zenginlik” adına bu denli yüksek faizler verilmeye devam ediyor? Anlamak hayli zor !
İki hafta önce Türk Telekom’un Özelleştirme İdaresi’ne (ÖİB) ait yüzde 15’lik kısmı halka arz edildi. 1.9 milyar dolarlık bir halka arzdı. Aynı fiyattan değerlendiğinde ÖİB’nin elinde kalan yüzde 30’luk kısmı 3.8 milyar dolar ediyor. Toplamı da 5.7 milyar dolara ulaşıyor.Türk Telekom’un toplam değeri, petroldeki yıllık ortalamada 10 dolarlık artışın biraz fazlası. Türkiye’nin bu yılki ham petrol ve petrol fiyatlarına bağlı olarak fiyatlanan toplam enerji ithalatının faturası; 108 dolar ortalamaya göre; 52 milyar dolar olacağı hesaplanmış. Ortalamanın 10 dolar artması, toplam faturada 4.8 milyar dolarlık bir artışa neden oluyor. Yılbaşında petrol fiyatları 95 dolar seviyesindeydi. Geçtiğimiz Perşembe günü 135 dolar ile yeni rekor kırıldı. Aradaki fark 40 dolar. Yıl ortalamasına bunun yarısı yani 20 dolar alsak toplam fark 10 milyar dolara ulaşıyor. Yani yıl başındaki cari açık tahminleri sırf bu nedenle 10 milyar dolar sapacak!Bu farkın bir kısmını kapatabilmek için bugün Türk Telekom’u satabiliriz. Telekom’dan sonra 2B arazileri, ardından enerji dağıtım ihaleleri ve Milli Piyango ile açığı “yamamaya” devam edebiliriz. Belki bu yılı, böyle giderse belki gelecek yılın bir kısmını ’kotarabiliriz’. Ya sonra?Biz Amerika değiliz. Rahatlıkla dolar arzını artırıp, dünyaya dolar ihraç edebilme şansımız yok. Amerika; doların değerinin 6 yılda yarı yarıya inmesine ve artan emtia fiyatları nedeniyle bir miktar enflasyona razı olarak, tüketimini “aynen” sürdürebiliyor. Bizimse böyle bir şansımız ne yazık ki yok. Biz petrol satın alabilmek için önce dolar satın almamız gerekiyor. Yani “basıp” veremiyoruz.Artan petrol fiyatların etkisi sadece ithalat faturamızdaki artışla sınırlı değil. Neden olduğu enflasyon yüzünden faiz oranlarımızı daha büyük resimde de ülke riskimizi etkiliyor. Dünyadaki “manipülasyona” engel olmamız, petrol fiyatlarını aşağı düşürmemiz mümkün değil. Ama, petrol için ödediğimiz faturayı azaltmamız mümkün! Bu da ancak ve ancak tasarruf ile mümkün. Geçen hafta Enerji Bakanı Sayın Güler, Küba’dakine benzer tasarruflu ampullere geçilmesi gerektiğine değinmiş. Sadece ampuller mi? Bir an evvel petrol tasarrufu için neler yapılabileceğine dair bir çalışma yapılmalı, çıkan sonuçlara göre de acilen bir tasarruf kampanyası başlatılmalıdır. Petrolde tasarruf şart! Aksi takdirde Türk Telekom boşuna satılmış olacak. Türk Telekom ucuza mı pahalıya mı diye tartışmak yerine, cari seviyelerde yüzde 10’luk petrol faturasından tasarruf bizlere bir Telekom kazandıracaktır. Belki ilk aşamada bu denli büyük bir tasarruf yapılamayabilir. Ancak ne kadar yapılırsa o kadar kârlıyız demektir.Bu tasarruf için kampanya mı yapılacak, toplu taşıma sistemlerinin inşaatları mı hızlandırılacak, motorsiklet ve bisiklet kullanımı mı teşvik edilecek, ne yapılabilecekse bir an evvel yapılsın ki güzide varlıklarımızı petrol uğruna heba etmeyelim. Unutmayalım biz ABD değiliz, bol keseden sonsuz kaynağımız varmışcasına tüketemeyiz!
Petrol yeniden sahne aldı ve 135 dolara tırmandı. Kâr satışları gelebilir. Ancak bu satışlar fiyatları ancak 111 dolar seviyelerine kadar geriletebilir. 100 doların altına doğru bir düşüş için öncelikle ABD finansal piyasaların bir parça oturması, doların yerle yeksan olan kredibilitesinin bir parça toparlanması gerekiyor Son zamanlarda emtialarda “acaip” şeyler oluyor. Geçen haftaların “yıldızı” tarımsal emtialar, özellikle de pirinçti. Petrol yeniden “sahne aldı” ve yeniden “assolist” olarak öne çıktı. Sihirli bir el bir emtiadan çıkıp, diğerine girdikçe hep yeni zirveler yaşanıyor. Petrolü topraktan çıkarıp, rafineriye teslim etmenin dünyadaki ortalama maliyeti 7 (yazıyla yedi) dolar civarında. Aynı petrolün satış fiyatı dün 135 dolarla “yine” yeni bir rekor kırdı. Petrol ithal eden bizler için sıkıntı verici rekorlar bunlar. Bu nedenledir ki cari açık tahminleri artık “totoya” dönmüş durumda. 40 milyar dolar önce 50 oldu şimdi altmışa doğru gidiyor. Üstelik bunlar da yetkili ağızların, bakanların tahminleri...Geçen yılki toplam petrol, doğal gaz ve türevlerine ödediğimiz fatura 34 milyar dolarken, 108 dolar ortalama ile 52 milyar dolarlık bir faturaya ulaşacağımız hesaplanmış. Ortalamanın 10 dolar artması faturanın 5 milyar dolar artmasına neden oluyor. Yüzde 15’i yaklaşık 2 milyar dolara “başarılı” olarak satılan Türk Telekom’un bu artışın yarısını bile karşılamıyor olması dikkatlerden kaçıyor! Artışın nedenleriPetroldeki klâsik arz-talep, Çin’deki artan talep ve “sonlu” kaynak olması senaryolarını bir yana bırakalım. Zira bunlar petrol 25 dolardan 30’a ya da 50 dolardan 75 dolara çıkarken de vardı. Yani yeni bir şey değil. Yeni olan ne derseniz? İlki, son yıllarda adeta petrol fiyatlarını “belirleyen” Goldman Sachs’ın petrol fiyatlarının önce 145 ardından da 200 dolara çıkacağına dair raporuydu. Singapur, Dubai ve Kuzeybatı Avrupa’da hem rafineri ve depolama imkânlarına sahip hem de kontrat piyasalarını yakından tanıyan bu yatırım bankası, son birkaç yıldır yayınladığı raporlarla bir anlamda fiyatlara yön veriyor. Karşısında duran kimse de olmadığı ve onu izleyen hedge fonlar da bundan “nemalandıkları” için “hep haklı” çıkıyorlar. İkincisi ise ABD ham petrol stoklarının beklenenden fazla düşmesiydi. Çarşamba günü açıklanan verilere göre; 0.6 milyon varil azalış beklenirken 5.4 milyonluk bir azalış olunca, fiyatlar yeni rekorlara taşındı. Sonuncu faktör de doların yeniden euro karşısında 1.58’lere kadar değer kaybetmesi oldu ki, emtia fiyatlarındaki artışların ardındaki en önemli faktörlerin başında doların “zaafiyeti” geliyor. Brent atağa kalktı...Bu arada ilginç bir başka gelişme daha oldu. Genelde ABD ham petrolü (WTI) Brent’e göre 2-5 dolar arasında “primli” işlem görür. Son iki günde Brent ile WTI arasındaki fark kapandı. Bunda Brent’in hesaplamasına dahil edilen Nijerya bölgesindeki gerginliklerin etkisi olduğu söyleniyor. Tıpkı 2007’nin ilk yarısında Nijer deltasındaki kaçırma ve terör olaylarının arttığı dönemde de farkın kapandığı gibi.Teknik açıdan diğer önemli gelişme ise; her iki petrolün kontratlarının ileri tarihli fiyatlarıyla yakın tarihli fiyatlarının neredeyse eşitlenmesi oldu. Daha önceleri piyasa az da olsa Contango (yani ileri tarihli kontratların, yakın tarihlilerden yüksek olması) gösterirken, şimdi bu durum yataya dönmüş görünüyor. Bu hal fiyatlardaki yükseliş potansiyelinin azalmaya başladığı olarak yorumlanabilir. Teknik olarak bakıldığında 2007 başındaki 50 dolarlık dip ve yıl sonundaki 100 dolar civarındaki psikolojik zirveler 135 doları işaret ediyor. Bu seviyelerden kâr satışlarının gelmesi beklenmelidir. Ancak bu kâr satışları fiyatları ancak 111 dolar seviyelerine kadar geriletebilir gibi görünüyor. 100 doların altına doğru bir düşüş için öncelikle ABD finansal piyasaların bir parça oturması, doların yerle yeksan olan kredibilitesinin bir parça toparlanması gerekiyor. Euro karşısında 1.50’nin altına doğru bir hareket olur ise ancak petrol fiyatlarında 100 doların altı konuşuluyor olabilir ki o bile bizim petrol faturamızın azalmasına pek yardımcı olacak gibi görünmüyor.Hampetrol ithalatının 5 aylık faturası 6.8 milyar $’a çıktıPetrol fiyatlarında her geçen gün yaşanan rekor artışlar, Türkiye’nin enerji faturasını da kabartıyor. Hazine’den Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, petrol fiyatlarında yaşanan her 1 dolarlık artışın dış ticaret açığında 530 milyon dolarlık artışa neden olduğunu söylemişti. Buna göre 2007 yılını ortalama 68.56 dolardan kapatan petrol fiyatlarının bu yılı ortalama 130 dolardan tamamlaması halinde toplam enerji ithalatının faturası 32.5 milyar dolara ulaşacak. 2008’de ortalama petrol fiyatının Merkez Bankası’nın son revize rakamı olan 105 dolar olarak gerçekleşmesi halinde ise Türkiye enerji ithalatı için 19.3 milyar dolar daha fazla ödeme yapacak. Dış açık artıyorSadece ham petrol ithalatının 5 aylık faturası ise 6.8 milyar dolara ulaştı. Geçmiş yıl verilerine bakıldığında Türkiye’nin hampetrol ithalatında miktar olarak fazla bir değişimin olmadığı görülüyor. Türkiye geçen yılın ilk 5 ayında ortalama 61.20 dolar fiyatla toplam 9.6 milyon ton hampetrol ithal etti. İlk 5 aylık hampetrol ithalatının ortalaması ise 9.5 milyon ton. Yani petrol fiyatlarında yaşanan yüzde 68.3’lük artış 5 aylık hampetrol ithalatında Türkiye’nin 6.8 milyar dolar daha fazla ödeme yapmasına neden oldu. Petrol fiyatlarının yıllık ortalamasının 130 dolar seviyesinde oluşması durumunda ise hampetrol ithalatının faturası 10.5 milyar dolara ulaşacak. Petrol fiyatlarının yılı ortalama 120 dolarda kapatması durumunda ise Türkiye’nin enerji faturası 27.2 milyar dolar, hampetrol ithalatının faturası ise 8.7 milyar dolar olacak.