Şampiy10
Magazin
Gündem

Sınırlandırılmayan iktidar

Yeni anayasa ve başkanlık sistemi konuları çok önemli ve referanduma gidilmesi halinde “neye oy verdiğimizi” iyi bilmek zorundayız.

Örneğin; başkanın aynen OHAL sürecinde olduğu gibi KHK (kanun hükmünde kararname) çıkarması mümkün olacak. Her ne kadar “kanunla düzenlenen konular dışında” deniyorsa da denetleyecek tarafsız ve bağımsız güçlü kurumların olmadığı bir devlet yapısı içinde teori olarak söylenen ve yazılanların mutlaka uygulanacağını kimse garanti edemez. Bilindiği gibi 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu’ndan sonra Hakim ve Savcılar Kurulu (HSYK)’nın yapısı tamamen değiştirilmiş, üye sayısı 7’den 22’ye çıkarılmıştı.

Ülkedeki bütün hakim ve savcıları denetleyen, görev yerlerini tayin eden bu önemli kurulun başında da darbe anayasası dediğimiz 1982 Anayasası’nın belirlediği şekilde Adalet Bakanı bulunuyordu, Bakanlık müsteşarı da HSYK üyesiydi. 82 Anayasasının birçok maddesi sonraki yıllarda değiştirilmiş ama bu durum referandum sonrasında bile muhafaza edilmişti.

Kuvvetler ayrılığı var mı?

Dünya hukukçuları “bağımsız yargı ‘yönetilenler’in yasama ve yürütme organları karşısındaki en temel güvencesidir” der. AB’ye aday ülkeler için en önemli şartlardan biri “yargı bağımsızlığının teminat altına alınması”dır.

Bu nedenle AB’nin Türkiye ilerleme raporlarında (hakim ve savcıları denetleme, tayin ve terfilerine karar verme gibi hakları olan) HSYK’nın başında Adalet Bakanı’nın olması, kurulda müsteşarın bulunması “yargı bağımsızlığına engel” olarak görülüp devamlı eleştirilmiştir.

Nitekim bilindiği gibi Adalet Bakanı istediği kişilere “soruşturma izni vermeme” yetkisine sahiptir.

Bırakın “yasama ve yürütme”nin iç içe geçmiş durumunu, sadece “yargının siyasi güçten bağımsız olmaması” bile hali hazırda kuvvetler ayrılığının mevcut olmadığını gösterir.

Sihirli değnek…

Diğer tarafta, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrasında 5 HSYK üyesinin üyeliği “FETÖ üyesi olmak”tan düşürüldü.

140 Yargıtay, 48 Danıştay üyesi toplam 188 “yüksek yargı mensubu” hakkında “silahlı FETÖ üyeliği” suçundan gözaltı kararı verildi. HSYK’nın açığa aldığı 2 bin 745 isim arasında 2010 referandumu sonrası göreve gelmiş çok sayıda savcı ve hakim var. Şimdi Türkiye’de böyle bir tablo ortadayken ABD’deki yargı denetimi ile Türkiye’yi karşılaştırmak mümkün mü?

Buna bakarak “başkanlık sisteminde daha iyi bir kuvvetler ayrılığı olacak” demek mümkün mü? Başkanlık sistemi “elinde sihirli değnekle” mi gelecek?

Vatandaş hakları!

Aslına bakarsanız muhalefet partisi liderlerinin, başkanlık sisteminde önce “muhalefet partileri ne olacak” sorusunun cevabını aramaları lazım.

Başbakanın olmayacağı, bakanların “başkan sekreteri” konumunda olacağı sistemde kendileri nerede olacaklar?

AYM eski Başkanı Haşim Kılıç 2008 yılındaki açılış konuşmasında “Tarih sınırlandırılmayan iktidarın hak ve özgürlükler için ciddi bir tehlike teşkil ettiğinin canlı şahididir” demiş.

Türkiye şartları altında “parlamenter sistemi sonlandırma” konusu çok iyi düşünülmelidir!

Yazının devamı...

Nasıl bir Cumhuriyet?

Müjdat Gezen Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ve Gezen’in yetiştirdiği sanatçıların yer aldığı “Mucize” adlı oyunun galası 10 Kasım Perşembe akşamı kalabalık bir izleyici kitlesi tarafından izlendi.

Genelkurmay Eski Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un “20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk” adlı kitabından uyarlanan oyun Atatürk’ü, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu gerçekçi bir anlatımla sunuyor.

Müjdat Gezen’le birlikte 2 yıl yoğun bir çalışma yaparak gerçekleştirdikleri oyun için “Kitabı değil de Cumhuriyet gibi bir mucizeyi oyunlaştırırken zorlandık” diyen İlker Başbuğ oyunun finalinde de Gezen’le sahneye çıktı ve Atatürk’ü gelecek kuşaklara daha iyi anlatan bir eser bıraktıkları için mutluluğunu dile getirdi.

Milyonlarca vatandaş ve dünya “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun bir mucize olduğunu” takdir ediyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da 10 Kasım konuşmasında “Gazi Mustafa Kemal’in ‘en büyük eserim’ dediği Cumhuriyetimizin güçlenmesi için yılmadan, yorulmadan çalışmayı sürdüreceğiz” dedi.

Demokratik Cumhuriyet…

Ancak bütün bu Cumhuriyet’le ilgili sözlerde önemli olan “laik, demokratik, hukuk devleti olan gerçek bir Cumhuriyet”i vurgulama zorunluluğudur..

İran, Mısır, Afganistan, Suriye, Somali, Çin, Küba hatta Kim Yong-Un isimli diktatörün her tür baskı ve şiddetle yönettiği Kuzey Kore’nin adında bile Cumhuriyet var.

O zaman şunu netleştirmek lazım; “Türkiye nasıl bir cumhuriyeti koruyacak ve güçlendirecek? Şu andaki ve yakın gelecekteki şartları, kurulma amacını muhafaza ediyor mu?”

Başkanlık ve yeni Anayasa

Türkiye aylardır iktidar partisinin “parlamenter rejim” yerine getirmek istediği “başkanlık sistemi”ni konuşuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2 gün önce El Cezire TV’ye “Türkiye’ye yakışan Türk tipi bir başkanlık sistemini devreye sokalım. Bu Türkiye’ye daha hızlı bir kalkınma fırsatı verecektir” dedi.

Zaten 14 yıldır tek parti iktidarı varken neden “başkanlıkla daha hızlı bir kalkınma” olacak, bunu açıklamadı.

Bahçeli, Başbakan Yıldırım’la görüşmesinden ve anayasa teklifinden memnun olduğunu açıkladığına göre büyük ihtimalle referandum yapılacak ve haftalar önce de yazdığım gibi ‘başkan seçimi 2019’a bırakılsa da yetkileri hemen verilecek’.

Denetim anlatılmalı!

ABD’deki sistemle hiç ilgisi yok, Türk tipi; üniter devlet yapısını koruyarak ve tek meclisle olacak, Başbakan bunu da uzun süredir söylüyor.

Bu sözlerin anlamı “başkanı denetleyecek eyalet valileri ve 2 ayrı meclisin olmaması” demektir. Mevcut Meclis’in çoğunluğu da başkanla aynı partiden olacağına göre “nasıl bir denetim düşünüldüğü” en önemli sorudur.

ABD’de mevcut olan “çok güçlü ve bağımsız bir yargı ile medya”nın bizde olduğunu iddia etmek de güçtür. Kısacası; mesele Bahçeli’nin hassasiyeti olan “Anayasa’nın ilk 4 maddesi” ile bitmiyor. Laik, demokratik hukuk devletine sahip Cumhuriyet’in korunması için başka şartların da sağlanması gerekiyor.

Yazının devamı...

Batı’dan kopma süreci!

Dün, 10 Kasım’da yine yüz binlerce vatandaş Atatürk’e olan sevgi ve minnet duygularını, bağlılıklarını göstermek üzere Anıtkabir’e akın etti.

Doğrusunu isterseniz ben Genelkurmay’ın vatandaşları 10 Kasım’da “Ordu millet elele” sloganıyla Anıtkabir’e çağırmasını anlayamadım. Millet zaten her 10 Kasım’da Ata’sını seller gibi akarak ziyaret ediyor, bunun için bir çağrıya gerek var mıydı?

Gündeme bakacak olursak; diğer ülkelerde olduğu gibi bizde de Donald Trump’ın sürpriz şekilde ABD’nin yeni başkanı seçilmesi hala tartışılıyor.

“Trump’la dünyada ne değişecek, Türkiye için ne değişir, Trump İslam düşmanı mı, Müslümanları sınır dışı eder mi, Gülen’i iade eder mi, Suriye ve Irak’ta ne değişir” gibi soruların cevabı aranıyor.

Bizim ciddi siyasi ve sosyal sıkıntılarımız var ama bunları bile unutturacak şekilde Trump’ın başkanlığına odaklandık, zira izleyeceği politikaların Türkiye için hayati önemi var.

Mülteciler ve Musul

Dile kolay, dünyayı yöneten, kıtaların sınırlarını değiştiren devletin başına geçti ve şimdiden etkisi görülmeye başlandı.

Örneğin, onun ırkçı söylemlerle seçilmesinin ardından Avustralya (dev alana yayılmış) ülkeye “teknelerle gelen sığınmacılara ömür boyu vize yasağı” getiren yasa tasarısını meclisten geçirdi.

Türkiye’de ise hala “Musul’dan gelebilecek 2 milyon mülteci” için nasıl bir önlem alınacağı bilinmiyor.

Oysa Reuters dün Irak ordusunun Musul’da IŞİD’den elde ettiği bazı bölgeleri tekrar kaybettiği, diğerlerini ise elinde tutmakta zorlandığı haberini verdi.

Bir Iraklı albay Musul’daki durumu “bir kabus” olarak nitelemiş.

Türk askerinin bulunduğu Başika “peşmergenin eline” geçti. Barzani, PYD-PKK ile birlikte hareket ettiğine göre askerimizin bir saldırıyla karşılaşıp karşılaşmayacağı konusu da mülteciler konusu gibi son derece önemlidir.

Müzakereleri sonlandırma

Türkiye “Trump’la bizim için ne değişecek” sorusuyla meşgulken Wall Street Journal “Avrupa Birliği’nin 28 ülkesinin Dışişleri bakanlarının gelecek hafta ‘Türkiye ile müzakereleri sonlandırmak’ başlığıyla toplantı yapacakları” haberini verdi.

Türkiye’deki son gelişmeler “Demokrasi, hukuk devleti ilkesi ve temel özgürlükler-basın özgürlüğü” konusunda AB anlayışıyla ilgisi olmayan bir yola girdiğimiz algısı yarattı ve bu da Türkiye’ye bildirildi.

“Türkiye’nin AB müzakerelerini sonlandırmak” için yapılacak toplantının ana nedeni de budur. Sadece bazı ülkelerin “kendilerindeki mültecileri de Türkiye’ye yollayabilmek için, yapılacağını umdukları anlaşma” nedeniyle bu karara mesafeli durduğu belirtiliyor.

Güneydoğu’da PKK terörüne her gün şehitler veriyoruz (9 Kasım’da 1 asker, 3 köy korucusu şehit, 2’si yaralı ve bir sivil hayatını kaybetti.)

Suriye’de Rakka’ya PYD/PKK-SDG operasyon yapıyor, büyük ihtimalle orası da ellerine geçecek.

Dikkat edelim… “Batı ne derse desin” diyerek Batı’yla bağlarını koparmış bir ülke “Başkanı kim olursa olsun” ABD’nin de, dünyanın da karşısında yalnız kalır.

Bunun faturası da ağır olur!

Yazının devamı...

Atatürk yaşıyor!

Büyük önder Atatürk’ün 78’inci ölüm-süzlük- yıldönümünde O’nu derin bir sevgi, saygı, özlem ve minnet duygusuyla anıyoruz.

Aslına bakarsanız elbette Türk milleti Atatürk’ü yalnız bugün değil, yılın her günü anmaktadır. O’na ve yaptıklarına duyulan güven ve hayranlık, çizdiği “çağdaş uygarlık, demokrasi ve hukuk devleti olma” rotası bugüne kadar ülkenin yolunu aydınlatmış, tüm karanlık müdahalelere rağmen Türkiye’nin korunabilmesini sağlamıştır.

Bugün Lozan Anlaşması’na bile kusur bulmaya çalışacağımıza, dünya ülkelerini bünyesinde toplayan Birleşmiş Milletler’in bilim ve kültür organizasyonu UNESCO tarafından alınan; Atatürk’ün 100’üncü ölüm yıldönümü olan 1981’in uluslararası “Atatürk Yılı” olarak kutlanması kararını bir kez daha hatırlamalıyız. Dünyanın böyle büyük bir uluslararası onura layık gördüğü, ona duyulan takdiri tescil ettiği bir öndere, bir kurtarıcıya sahip olmak tarif edilemez bir şanstır, bunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda milletiyle bir mucizeyi gerçekleştirmiş, her köşesi işgal edilmiş bir ülkeden bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurmuştur.

Türkiye’nin en zor ve bunalımlı dönemlerinden birini yaşadığımız şu günlerde O’nun yokluklar, imkansızlıklar içinde bize kazandırdıklarını değerlendirmek, demokrasimizi, Cumhuriyetimizi korumak görevimizdir.

Şeffaflık ve milli irade!

ABD başkanlık seçimini Donald Trump kazandı.

ABD başkanlık seçimlerinde gıptayla izlediğimiz şey toplumun hak ettiği “şeffaf, adil ve eşit” bir propaganda sürecinin yaşanmış olmasıydı.

Sanatçılar ve herkes özgürce görüşlerini açıkladı. Robert De Niro “Trump’ın yüzüne yumruk atmak istediğini” bile söyledi.

(Asıl dikkat etmemiz gereken nokta Trump’ın “başkanlığı döneminde” de Robert De Niro’ya herhangi bir zarar veremeyecek olması, vatandaşların yasalarla gerçek güvence altına alınmış olmasıdır.)

Hiçbir vatandaş, adayların hiçbirinden çekinmedi.

Aynı anda, aynı sahnede…

TV ekranlarında eşit oranda göründüler ve en önemlisi yan yana konuşmalar yaparak merak edilen tüm soruları cevapladılar.

Böylece adaylar “milli iradeye saygıyı” seçim öncesinde de zorunlu olarak gösterdiler.

Biz de “demokrasi” olduğumuzu iddia ediyoruz ama “iki adayı aynı anda, aynı sahnede” halkın karşısına çıkarmak imkansızdır.

Oysa Amerikalıların çoğu oylarını TV münazaralarına göre kullandılar. Bunu örnek almak gerekiyor.

Trump’ın başkanlığıyla Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki zorluklarının azalacağını sanmıyorum, umarım yanılırım.

Kahraman yüzbaşı

“Suriye’de ÖSO ile TSK’nın sürdürdüğü Fırat Kalkanı harekatında IŞİD saldırısında şehit olan kahraman Yüzbaşı Alper Kocaman”ın haberini üzüntüyle izledik. Eşi ve küçük oğlunu geride bırakarak harekata katılan Yüzbaşı Kocaman, ağır yaralandıktan sonra bir uzman çavuşun hayatını kurtarmış.

ABD ile koalisyon ülkelerinin “Suriye ve Irak’ta bizi yalnız bırakması”, Barzani ve peşmerge ile, PYD ve PKK ile iş birliği yapması bağışlanacak bir durum değil.

Ortadoğu savaşları Türkiye’yi çok zorlayacak!

Yazının devamı...

Yargıya güven meselesi!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “HDP’lilerin tutuklanması” konusunda AB’den gelen tepkilere karşı tepkili bir cevap verdi.

Erdoğan; “Bunlara bir şey söylediğiniz zaman diyorlar ki ‘biz hukuk devletiyiz, dolayısıyla hukuka müdahale edemeyiz’. E bizdeki hukuk guguk mu? Sen nasıl saygı istiyorsan bize de saygı duyacaksın. Onlar milletvekili değil, terör örgütünün uzantıları” dedi.

HDP’nin yalnız şimdi değil, yıllardır “terör örgütü uzantısı” gibi davrandığı, PKK’yı açıkça desteklediği konusunda Türkiye’de olaylara tarafsız gözle bakan kimsenin şüphesi yoktur.

Burada söz konusu olan, yargılama süreci bitmeden “mahkumiyet kararı verilmeden” tutuklama yapılmasıdır.

Tekrarlayalım; hatırlamamız gereken bir nokta da yargının Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde verdiği hukuksuz kararlar, “bu kararları veren” savcı ve hakimlerin FETÖ’cü çıkması ve tutuklanması, davaların da tümüyle “FETÖ kumpası” olarak adlandırılmasıdır.

O süreçteki sahte iddialar, sahte tanıklar-kanıtlar, sahte suikast iddiaları, devletin en önemli sırlarının “kozmik oda” aramalarıyla ortaya saçılması gibi olaylar zihinlerde hala canlılığını koruyor.

Tarih tekerrür etmemeli

Akıllı devletler hatalardan ders alıp tarihteki yanlış ve kötü olayları tekrar yaşamazlar.

Türkiye’nin büyük sıkıntılarından biri; “yargının güveni ve inandırıcılığını yitirmiş olması”ndan kaynaklanmaktadır.

Binlerce hakim ve savcı “FETÖ terör örgütü” soruşturmasında açığa alındı, yüzlercesi tutuklandı. Hâlâ “devlet kurumlarının tamamen temizlenmediği, OHAL kalkarsa yeni bir darbeyle karşılaşabileceğimiz” söyleniyor.

Bu durumda, ordudan eğitime, yargıdan Emniyet’e, MİT’e kadar en önemli kurumlarımız sil baştan düzenlenirken Türkiye’deki hukukta artık hiç hata olmayacağını, Batı ülkeleri kadar sağlam ve güvenilir bir yargıya sahip olduğumuzu iddia edebilir miyiz?

Örneğin; Cumhuriyet gazetesi yazarlarına “Hrant Dink’e hazırlanan internet sitesi için gönderilmiş olan 250 TL’yi, 250 bin TL olarak gösteren ve bunu iddianameye ekleyen savcılara güvenelim” diyebilir miyiz?

Bunun Balyoz sürecinde yapılanlardan farkı var mıdır?

Yargıya-hukuka güvensizlik yaratılan böyle bir ortamda “eleştiri yapan” her gazeteci, her vatandaş aynı tehlike altında değil midir?

Herkese gerekebilir!

Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “Bizim hukuki süreçlerimize de kimse karışamaz” sözleri ister istemez tartışılacaktır.

Bugüne kadar AB ile ilişkilerimiz, evrensel hukuk normlarına uyma zorunluluğu bizi (FETÖ’nün rahatça masum insanlara zulmettiği dönem dışında) bir ölçüde hukuku tümüyle göz ardı etmekten korudu.

Şimdi özellikle OHAL sürecinde olduğumuz için AB’yle çekişme, AB’den uzaklaşmayı umursamama gibi bir döneme girersek, denetimsiz şekilde “hukuk devleti kurallarından da tamamen uzaklaşma” gibi bir tehlikenin içine düşeriz.

Hukuk bir gün herkese gerekebilir, bağlı kalalım!

Yazının devamı...

Suriye ve Irak’ta ciddi sorunlarımız!

Türkiye’nin, Suriye’de Fırat Kalkanı harekatı devam ediyor. DAEŞ’in 6 Eylül’de Suriye’deki Türk birliklerine yaptığı saldırıda 2 askerimiz şehit olmuş, 5 asker yaralanmıştı.

Üç gün önce yine DAEŞ (IŞİD) tarafından yapılan havan toplu saldırıda 1 askerimiz şehit oldu, 2 askerimiz yaralandı.

Suriye’de bunlar olurken Cumartesi ve Pazar günleri Mardin ve Adana’daki saldırılarda 3 polis yaralandı, 1 polis şehit oldu.

Bu saldırılar ABD askerlerine yapılıyor olsaydı Amerika kıyameti koparır, koalisyon güçlerini de yanına alarak saldıran örgütleri yok etmek için operasyonlar düzenlerdi.

Batı’nın tutumu

PKK “HDP’lilerin tutuklanması”nı bahane ederek Avrupa’da da gösteriler yapıyor ve görünüşe bakılırsa AB içinde yapacakları gösterilere bu ülkeler tarafından destek verilecek.

Bir örneği Pazar günü Londra’da yapılan PKK gösterisinde yaşandı, 2 Türk vatandaşına saldıran PKK’lılara polis müdahale etmedi.

ABD de PKK ve onun Suriye uzantısı PYD’ye aynı desteği veriyor.

Mesele PYD…

ABD’ye daha önce “Suriye’de Rakka operasyonuna PYD katılırsa Türkiye’nin katılmayacağını” bildirmiştik.

Bunun bir nedeni “PKK ile aynı safta savaşıyor olmamak” ise diğer nedeni “bugüne kadar IŞİD’den alınan kentlere PYD-PKK’nın yerleşmesine göz yuman ABD’nin Rakka’da da aynı şeyi yapma ihtimali”dir.

Bizim restimize karşılık ABD “Rakka operasyonuna Türkiye’nin katılıp katılmayacağını henüz görüşmedik. PYD ise sahada IŞİD’e karşı en etkili örgüt” benzeri bir cevap verdi.

Pazar günü ABD Genelkurmay Başkanı ile ikili görüşme yapan Türk Genelkurmay Başkanı Akar “Rakka, El Bab ve Irak Musul’daki durumu, Menbiç’ten PYD’nin çıkarılmasını, bölgedeki mezhepsel (Şii-Sünni) çatışma riskini” dile getirdiğini aktardı.

“Türkiye’nin ÖSO’yu desteklediği Fırat Kalkanı harekatına Koalisyon güçlerinin destek vermesini” istedi.

Oyalama gibi…

Eğer Fırat Kalkanı sadece IŞİD’e karşı olsaydı ABD belki destek verirdi ama işin içinde PYD-PKK olduğu için bunu yapmıyor.

“Belki” dememin sebebi IŞİD-PYD-ABD ilişkisinde de soru işaretleri olmasıdır.

Genelkurmay Başkanı Akar ABD’de “PYD-PKK-SDG” terör örgütlerinin (hepsi aynı) Suriye ve Irak’taki faaliyetlerinden rahatsızlık bildirirken ABD Savunma Bakanı Carter bir açıklama yaptı.

“PYD’nin başında olduğu Suriye Demokratik Güçleri-SDG adlı örgütün Cumartesi gecesi Rakka operasyonunu başlattığını, bundan memnunluk duyduklarını ve ABD ile koalisyon güçlerinin her türlü desteği vereceğini” bildirdi. Türk Genelkurmay Başkanı destek istediği gün ABD “PYD’ye destek vereceğini” açıkladı. Pentagon dün “Rakka’nın geleceği, yönetilmesi konusunda Koalisyon’un Türkiye ile birlikte çalışacağını” açıkladı ama sonradan buna benzer sözlerin tutulmadığı daha önce görülmüştür.

Suriye’de yalnız bırakıldık, Irak’ta Musul ve Başika’da; ABD, Irak hükümeti, İran ve Barzani’nin bizim aleyhimize olacak hangi gelişmelere imza atacağını bilmiyoruz.

Askerlerimiz ellerinde ekmekleriyle bölük bölük sınıra gidiyor, yüreğimiz ağzımızda!

Yazının devamı...

Tutuklamalar ve karışan gündem!

Aylardır 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminden söz ediliyor, her gün TV konuşmaları, haberleri bu olay etrafında dönüyordu.

Tam Genelkurmay eski başkanlarının Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’na “FETÖ’cülerin güçlendiği yılları, yaptıkları ve dinlenmeyen uyarıları” anlattıkları süreçte ki bu süreç son derece önemlidir, Cumhuriyet gazetesi göz altıları geldi.

Örneğin; Emniyet eski Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar’ın “FETÖ’cülerin listesini Genelkurmay’a verdim, buna rağmen hepsi terfi etti. Bakanları uyardım ama dikkate alınmadı. FETÖ’cü il emniyet müdürü sayısı benim dönemimde 65’ten 74’e çıktı. Kararı siyasi idare verdi” açıklaması üzerinde durulmayacak gibi değil.

“Geçmesi için” açıklanmalı

İlker Başbuğ ve Işık Koşaner’in açıklamaları üzerinde durulmayacak gibi değil. Bu arada Genelkurmay eski Başkanı Necdet Özel; “Geçmiş olayları konuşmayı sevmem” diyor ama bu olaylar geçmedi, 2000’li yılların başından bu yana ordu ve tüm kurumlardaki değişim Türkiye’yi bugüne getirmiştir.

Eğer kendi dönemi TSK’ya en fazla FETÖ’cü subayın yerleştiği dönem ise ve kısa süre önce “Zamanında anlayamadık, millet bizi affetsin” gibi sözler söylemiş ise her şey tüm detaylarıyla aydınlanmalıdır.

Sonrasında devlet kurumlarından on binlerce kişinin görevden alınıp tutuklandığı, 240 kişinin şehit olduğu, o karmaşada masum erlerin öldürüldüğü bir darbe girişimi sürecine getiren olaylar, daha önce Balyoz-Ergenekon süreci “geçmiş” sayılamaz.

Artık kamuoyu “15 Temmuz’un yaşanmasına neden olan süreçte tüm sorumluların kendi özeleştirisini yapması, hatasını kabul etmesi lazım” noktasına gelmiştir.

O zaman Emniyet, TSK (Hulusi Akar dahil), Yargı, Diyanet, hiç sözü edilmeyen siyasi uzantılar, herkes detayları açıklamalı, Türkiye daha yıllarca bu darbe söylemleriyle yaşamaktan kurtulmalıdır.

Cumhuriyet, HDP ve Meclis

Suriye ve Irak’ta kendimizi büyük bir savaşın içinde bulma riskimiz sürerken içerde Cumhuriyet gazetesinden 9 gazeteci “Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunma” suçlamasıyla tutuklandı.

“Basın ve düşünce özgürlüğü” sınırları içine giren yayınlardan dolayı gazetecilerin, hatta bir karikatüristin bile tutuklanması Türkiye’yi “muasır medeniyetler”den, Batı dünyasından tamamen koparacak bir adım oldu. Eğer bu tutuklamalara “yargı öyle uygun gördü” denecekse o zaman yargı her vatandaşı benzer bir suçlamayla tutuklayabilir algısı ortaya çıkar.

Diğer tarafta HDP’lilerin tutuklanması için gösterilen “ifade vermeye gitmedikleri” gerekçesi de tartışmalıdır.

Terör örgütüne verdikleri destek bilinmekle birlikte “mahkumiyet kararları kesinleşinceye kadar” tutuklanmadan ifadelerinin alınması gerek Güneydoğu’da bu nedenle artacak terör, gerekse dünyaya karşı haksız duruma düşmemek açısından önemliydi. Nitekim eski Adalet Bakanı ve AKP Milletvekili Mehmet Ali Şahin aynı noktayı vurgulamış, aynı zamanda “değişecek Meclis aritmetiği” açısından sorunu dile getirmiştir.

Uyarılara kulak tıkanmamalıdır.

Yazının devamı...

HDP, terör ve çözüm süreci!

Türkiye; Suriye ve Irak, savaş, terör, FETÖ, PKK/PYD derken mevcut risklerinin kat kat arttığı bir sürecin içinde bulunuyor.

İngiliz Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn 2 gün önce “Musul operasyonunun Türkiye ile Irak arasında bir savaş başlatabileceğini” yazdı. Suriye’de yakın gelecekte nelerle karşılaşacağımız belli değil.

Sınırımıza Esad tarafından yerleştirilen ve ABD tarafından korunan PYD-PKK güç birliği yaparak Güneydoğu’da PKK terörünü azdırdılar.

HDP’lilerin tutuklanması

Perşembe gecesi HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte toplam 12 HDP’li milletvekilinin gözaltına alınıp sonra da tutuklanmasının ardından dün sabah PKK Diyarbakır Bağlar ilçesinde katliam yaptı.

9 kişinin hayatını kaybettiği, 100’den fazla vatandaşın yaralandığı ve “1 ton bomba”nın kullanıldığı saldırı yine “IŞİD yöntemiyle”, bombalı aracı patlatarak yapıldı. Polis patlamanın ardından çıkan olaylarda “sağduyu çağrısı” yaptı ama uzun süredir toplumun gördüğü ve katlanmaya çalıştığı olaylar ne yazık ki bunu giderek zorlaştırıyor.

Örneğin bu saldırıda “tek gözünü kaybeden, diğer gözü de hasar gören bebek” uçakla Ankara’ya nakledilmiş. Bu haberleri duymaya bile dayanmak güçtür.

HDP’lilerin tutuklanmasının hemen büyük PKK saldırıları getireceğini ve çok sayıda can kaybı olacağını tahmin etmek güç değildi. Başbakan Binali Yıldırım saldırının ardından yaptığı konuşmada HDP’lilerin tutuklanması konusunda “Seçimle gelip terörle iç içe girenler bunun hesabını vermelidir. Siyaset suç işlemenin kalkanı olamaz… Türkiye bir hukuk devletidir, seçilmiş olmasına rağmen terörü cesaretlendiren, terörü teşvik edenler hakkındaki hukuki işlemdir” dedi. Haklıdır, ancak…

Birlikte süreç…

HDP’nin; ismini değiştirmeden önce BDP olarak da “PKK ile birlikte hareket ettiği, açık destek verdiği” belliydi.

HDP’nin 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri öncesinde de “PKK ile iç içe olduğu, terörü teşvik ettiği” biliniyordu.

Bu durumun seçimden önce açıklığa kavuşturulması gerekirdi.

Teröre açıkça destek veren kişilerin Meclis çatısı altına girmesi, seçilmiş milletvekilleri olarak “eylem ve söylemlerinin meşruiyet kazanması önceden engellenmeliydi. Bunlar yapılmadı.

Yapılmadığı gibi HDP’liler ve hatta Öcalan ile “çözüm süreci” yürütülen bir dönem yaşandı. Hatta Dolmabahçe’de resmen ortak açıklamalar yapıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan daha sonra

“O süreçte valiler, verdiğimiz talimatlar gereği PKK’ya operasyon yapmadılar, baskı yapmadılar. Bu süreç terör örgütü tarafından istismar edildi, militan ve silah depoladılar” demişti.

HDP-PKK ilişkisini ve teröre desteği “milletvekili seçilmek” için mahzur saymıyorsanız, hatta yakın geçmişte “PKK’nın hoşgörüldüğü bir süreç” yaşanmışsa, sonradan “bu nedenle tutuklama yapıldığını” dünyaya anlatmak mümkün olmaz.

Bir nokta daha var: Siyaset suç işlemenin kalkanı olamaz sözü çok doğru.

Siyasetçilerin mevcut tüm yasalara ve Anayasa’ya uyması şarttır!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.