Yargıya güven meselesi!
.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “HDP’lilerin tutuklanması” konusunda AB’den gelen tepkilere karşı tepkili bir cevap verdi.
Erdoğan; “Bunlara bir şey söylediğiniz zaman diyorlar ki ‘biz hukuk devletiyiz, dolayısıyla hukuka müdahale edemeyiz’. E bizdeki hukuk guguk mu? Sen nasıl saygı istiyorsan bize de saygı duyacaksın. Onlar milletvekili değil, terör örgütünün uzantıları” dedi.
HDP’nin yalnız şimdi değil, yıllardır “terör örgütü uzantısı” gibi davrandığı, PKK’yı açıkça desteklediği konusunda Türkiye’de olaylara tarafsız gözle bakan kimsenin şüphesi yoktur.
Burada söz konusu olan, yargılama süreci bitmeden “mahkumiyet kararı verilmeden” tutuklama yapılmasıdır.
Tekrarlayalım; hatırlamamız gereken bir nokta da yargının Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde verdiği hukuksuz kararlar, “bu kararları veren” savcı ve hakimlerin FETÖ’cü çıkması ve tutuklanması, davaların da tümüyle “FETÖ kumpası” olarak adlandırılmasıdır.
O süreçteki sahte iddialar, sahte tanıklar-kanıtlar, sahte suikast iddiaları, devletin en önemli sırlarının “kozmik oda” aramalarıyla ortaya saçılması gibi olaylar zihinlerde hala canlılığını koruyor.
Tarih tekerrür etmemeli
Akıllı devletler hatalardan ders alıp tarihteki yanlış ve kötü olayları tekrar yaşamazlar.
Türkiye’nin büyük sıkıntılarından biri; “yargının güveni ve inandırıcılığını yitirmiş olması”ndan kaynaklanmaktadır.
Binlerce hakim ve savcı “FETÖ terör örgütü” soruşturmasında açığa alındı, yüzlercesi tutuklandı. Hâlâ “devlet kurumlarının tamamen temizlenmediği, OHAL kalkarsa yeni bir darbeyle karşılaşabileceğimiz” söyleniyor.
Bu durumda, ordudan eğitime, yargıdan Emniyet’e, MİT’e kadar en önemli kurumlarımız sil baştan düzenlenirken Türkiye’deki hukukta artık hiç hata olmayacağını, Batı ülkeleri kadar sağlam ve güvenilir bir yargıya sahip olduğumuzu iddia edebilir miyiz?
Örneğin; Cumhuriyet gazetesi yazarlarına “Hrant Dink’e hazırlanan internet sitesi için gönderilmiş olan 250 TL’yi, 250 bin TL olarak gösteren ve bunu iddianameye ekleyen savcılara güvenelim” diyebilir miyiz?
Bunun Balyoz sürecinde yapılanlardan farkı var mıdır?
Yargıya-hukuka güvensizlik yaratılan böyle bir ortamda “eleştiri yapan” her gazeteci, her vatandaş aynı tehlike altında değil midir?
Herkese gerekebilir!
Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “Bizim hukuki süreçlerimize de kimse karışamaz” sözleri ister istemez tartışılacaktır.
Bugüne kadar AB ile ilişkilerimiz, evrensel hukuk normlarına uyma zorunluluğu bizi (FETÖ’nün rahatça masum insanlara zulmettiği dönem dışında) bir ölçüde hukuku tümüyle göz ardı etmekten korudu.
Şimdi özellikle OHAL sürecinde olduğumuz için AB’yle çekişme, AB’den uzaklaşmayı umursamama gibi bir döneme girersek, denetimsiz şekilde “hukuk devleti kurallarından da tamamen uzaklaşma” gibi bir tehlikenin içine düşeriz.
Hukuk bir gün herkese gerekebilir, bağlı kalalım!