Yeni tehlikeler ve yeni anayasa!
Zor günlerden geçiyoruz, bir gün bile rahat nefes alamadığımız olaylarla dolu günler…
Suriye’de; DAEŞ ve PYD’ye karşı ÖSO’yu desteklerken PYD’nin “Hatay’ın bitişiğindeki kantonu Afrin’den Türkiye’ye top atışları yapıldı.
Irak’ta; İran destekli “Haşd-i Şaabi” isimli Şii milis gücünün, Şii Irak birlikleriyle Musul’u kurtarma operasyonunda yer almasının Sünni çoğunluklu Musul için tehlike olduğu açıklanıyor.
Barzani liderliğindeki Peşmerge Musul’un çevresini kuşatmış durumda. Aralarında PYD-PKK’nın olduğuna şüphe yok.
Bu da demek oluyor ki Türkiye için birden fazla büyük risk var.
İran’ın tehdidi
Musul, Barzani ve PYD’nin eline geçerse de risk, Türkiye -daha önce de Sünnilere hak ihlali yaptığı bilinen- Şii milislerle Musul’da çatışmaya girerse de risk.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani şimdiden Türkiye’nin Musul’a müdahalesi için “Çok tehlikeli sonuçlar doğurur” benzeri tehditlere başladı bile.
ABD Savunma Bakanı Ashton Carter ise Erbil’deki başkanlık konutunda Barzani’yi ziyaret etti ve onunla “DAEŞ sonrası bölgenin durumu”nu konuştu, Musul operasyonu nedeniyle teşekkür etti.
Carter Türkiye’yi ziyaretinde “DAEŞ sonrası Musul ve Irak’ın, Suriye’nin durumu”nu konuştu mu, neler anlattı bilmiyoruz ama artık şüphe yok ki ABD “Barzani ve IKBY”yi de, “PYD- PKK”yı da” Türkiye’den daha çok düşünüyor.
Alarm!
Pazartesi günü 81 ilin Emniyet müdürlükleri “3 PKK’lının canlı bomba eylemine hazırlandığı” konusunda uyarıldı ve alarma geçildi. IŞİD ve PKK’nın Türkiye’deki “tıpatıp aynı yöntemlerle yaptıkları” canlı bomba eylemleri ve bu eylemlerdeki terör kurbanları ABD’yi hiç ilgilendiriyor mu?
O nedenle, dış politikada adımlarımızı ABD ve koalisyon ülkelerine de, Barzani ya da bir başkasına da fazla güvenmeden atarsak iyi olur.
Yeterince tartışmadık!
Başbakan Binali Yıldırım dedi ki: “Bizler başkanlık konusunu hem Meclis’te, hem kamuoyu önünde yeterince tartıştık, konuştuk. Bundan sonra yapacağımız iş teklifimizi en kısa zamanda Meclis’e getirmek, yüce Meclis’in iradesine teslim etmektir.”
Aynı konuşmada birkaç dakika sonra ise şöyle dedi: “Meclis ister 367, ister 330 ile anayasa değişikliğini onasın, her halükarda son kararı millete götüreceğiz. Milletten korkmayalım, millet her şeyin en iyisini yapar.”
Bazı hatalar var. Öncelikle başkanlık sistemi Meclis’te ve kamuoyu nezdinde yeterince tartışılmadı.
İkincisi; “Yüce Meclis’in iradesine teslim” ediliyorsa ve o yüce meclisteki temsilcilerini halk “kendisinin yerine karar vermek üzere” seçmişse 367 ile Meclis’ten geçecek karar kabul edilmelidir.
Son derece karmaşık ve teknik, ancak anayasa hukukçuları ile siyaset bilimcilerin açıklayabileceği bir konudaki büyük sorumluluğu halka taşıtmak yanlış olacaktır.
Ve son olarak; ülkenin yönetim sistemini kökten değiştirecek bir karar “anayasa değişikliği” ile değil, tümüyle baştan yapılacak bir “yeni anayasa” ile düzenlenebilir.
Tartışmaya devam edelim…