Şampiy10
Magazin
Gündem

Türkiye Irak’ta da savaşa mı girecek?

Salı günü Irak Meclisi “Türk güçlerinin işgalci güçler sayılması, Irak’tan, özellikle de Musul’a bağlı Başika’dan çıkarılması için gerekenin yapılması” konusunda karar aldı.

Irak Hükümeti’nin Birleşmiş Milletler’e ve BMGK’na acilen başvurmasının istendiği bu kararda “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Musul’la ilgili açıklamalarının da kınanması ve kabul edilemez olduğu” vurgulandı.

Burada önemli bir ayrıntı var; Irak Başbakanı Haydar el İbadi “Koalisyon güçleri ve ABD de yanımızda” dedi ve arkasından ABD’den açıklama geldi.

ABD de karşıda!

DAEŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon’un ABD’li sözcüsü Albay John Dorrian “Türk askerlerinin Irak Hükümeti’ne DEAŞ mücadelesinde yardımcı olan ve destek veren uluslararası koalisyonun içinde olmadığını”…

“Türk ordusu Irak Hükümeti’nin izniyle gelmediği için Başika’daki varlığının illegal olduğunu” söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini hatırlayalım:

“Musul Musullular’ındır, Telafer

Telaferliler’indir. Hiç kimsenin buralara girmeye hakkı yok. Musul DAEŞ’ten kurtarıldıktan sonra burada sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalıdır.”

Başika’daki Türk askerlerinin “IKBY’ye bağlı peşmergeleri DAEŞ’e karşı eğittiği” bildirilmişti.

Uluslararası hukuk

Oysa Musul’un DAEŞ’den alınması için yakında yapılacak operasyonda peşmerge güçlerinin ve Türkiye’nin bulunması istenmiyor. Irak Hükümeti “Türkiye bu

konuda samimi ise bizim güçlerimize destek verir” diyor. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un “Hiçbir terör örgütünün oradaki demokratik yapıyı değiştirmesine izin vermeyiz, bunu işgalci bir amaçla yapmıyoruz” açıklaması uluslararası hukuka göre yeterli olmayacaktır.

“Ortadoğu’da hangi millet uluslararası hukuku tanıyor ki” diyecek olursak, Irak’ın da “Siz önce kendi içinizdeki DAEŞ ve PKK’yı temizleyin” deme ihtimali olabilir. Bir risk daha var!

“Ben yaptım oldu”

Suriye’den sonra Irak’ta da bir cephe açacak olursak Ortadoğu’daki karmaşaya iyice girme ve çıkamama tehlikemiz

nedir? Konuyu danıştığım Sabancı Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu riski şöyle anlattı: “Hukuken Irak hükümetinin, devletinin yardımı Türkiye’den talep etmesi gerekir. Devletlerarası anlaşmalara, BM anlaşmalarına uyma zorunluluğu vardır.

Artık uluslararası hukukta güçlü olan haklı oluyor. Bununla birlikte, Türkiye ‘orada Türkmenler var’ diyerek veya benzer bir argümanla girerse ve orada kalırsa ‘Ben yaptım oldu’ durumu ortaya çıkar ki yarın daha güçlü bir devletin aynı argümanı kullanarak benzer bir müdahaleyi yapması hali ortaya çıkarsa ne diyeceksiniz?

Bunlar siyasi argümanlardır, gri alanlardır, hukuken böyle bir iddiada bulunmak yanlıştır.” Çok deneyimli bir siyaset uzmanının sözlerini iyi düşünmek, Suriye’de Rakka gibi riskli bir operasyon ihtimali de varken, Musul’un dış politikada Türkiye’yi sıkıntıya sokmamasına dikkat etmek gerekiyor.

Yazının devamı...

Herkes kendi oyununun peşinde!

ABD ile Rusya bir horoz dövüşüne girmiş gibi görünüyorlar.

Pazartesi günü ABD “Suriye konusunda Rusya ile 2’li temaslarını durdurduklarını” açıkladı.

Arkasından ABD Dışişleri Sözcüsü Elizabeth Trudeau “Suriye konusunda temasların durması ikili ilişkileri tamamen durdurmak anlamına gelmiyor” dedi.

Ülkeler arasında oynanan bu garip senaryolara akıl sır erdirmek oldukça zor.

Bakın Beyaz Saray Sözcüsü John Earnest ne diyor: “Verdiği sözleri yerine getirmeyen Rusya herkesin sabrını tüketti. Halep’te hala hastaneleri ‘sığınak delici bomba’ ile vuruyorlar. Bu ahlaksızlık, vicdansızlık ve uluslararası toplumun hiddetini hak eden bir durumdur”.

Türkmenleri de vurdular

Bu suçlamaları “Esad rejimi, Rusya ve İran” a yaptığını da belirtmiş.

Peki, “ahlaksızlık ve vicdansızlıkla suçladığın bir ülke ile 2’li ilişkilerin hangisini ve neden sürdüreceksin, bu etik midir” demez misiniz?

Halep’te Esad ve Rusya’nın yaptıkları konusunda haklı ama kendisi de çelişkilerle dolu bir senaryonun içinde değil mi?

Rus ordusu Esad birlikte Türkmendağı’na bomba, füze yağdırır ve “özellikle Türkiye’ye sürüyoruz” derken…

Türkmenler “Burada bir tane bile IŞİD militanı yok, Rusya neden Türkmendağı’nı vuruyor” diye sorarken…

PYD aldığı kentlerin halkını; Arapları-Türkmenleri terörle evlerinden sürerken, binlerce kişi Türkiye sınırına kaçarken ABD neden bu tepkiyi göstermedi?

Tencere dibin kara…

Beyaz Saray Sözcüsü Earnest; Rusya’nın Suriye’ye müdahale nedenini “DAEŞ’le mücadele” olarak gösterdiğini ama bu konuda ilerleme göremediklerini, ABD “uluslararası koalisyon eşliğinde DAEŞ’le mücadele” etmeye çalışırken Rusya’nın “Esad rejimine destek vermek”ten başka bir şey yapmadığını” da söylemiş.

Biz de “2’li ilişkilerimize zarar” vermiş olmayalım ama ABD’nin bu konulardaki karnesi maalesef Rusya’dan farklı değil.

ABD de “DAEŞ bahanesiyle” PKK-PYD’ye destek verip toprak almalarını sağlamaktan başka bir şey yapmadı.

Gerçekten hedefi bu olsa, bugün IŞİD’in elinde olan bölgeleri çoktan almış olurdu.

Oysa PYD’yi “içinde kendi askerlerini savaştıracak, her tür silahla donatacak kadar” destekleyip Türkiye sınırı boyunca ilerlemesine ve kentleri IŞİD’den onların almasına imkan verdi.

Birçok kentten “savaşmadan çekilip” buraları ABD-PYD’ye bırakan IŞİD’in kiminle veya kime karşı olduğu konusu artık çok şüpheli ki buna Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuşmalarında değiniyor.

Korkunç olaylar

21’inci yüzyılda hiçbir amaçla bu kadar vahşetin yapılabileceğine inanmak zor.

Bazen PYD’ye hiç dokunmayan IŞİD’in bazen de Kürtlere kanlı saldırılar yaptığı biliniyor. Pazartesi gecesi Suriye’nin kuzeydoğusunda Haseke’de yine bir düğün salonuna saldırdılar; 30 kişi öldü, 90 kişi yaralandı.

Irak’ta ise Musul kent merkezine kimyasal silah getirdiği, havan topları ve katyuşaların içine zehirli gaz doldurduğu iddiaları öne sürülüyor. Afganistan ve Taliban örneğini unutmamak lazım.

Terör örgütleri ülkeler tarafından kendi çıkarları yönünde kullanıldıkları sürece dünya asla huzur bulamayacak!

Yazının devamı...

Rusya, 15 Temmuz’u önceden biliyor muydu?

TSK 24 Ağustos’ta Suriye topraklarına “Fırat Kalkanı” operasyonuna başladı, buna rağmen Kilis’e hala roket mermileri atılıyor.

Mayıs’ta bu nedenle 19 kişi hayatını kaybetmişti, 22 Eylül’de 8 yaralı vardı.

Önceki gün atılanların imhası sırasında ise 1 polis şehit oldu, 2 asker yaralandı.

Bu roket mermilerini hep “DAEŞ’in attığı” bildiriliyor.

Madem ki Cerablus’u ve çevresini kolayca temizledik, ABD’nin de yardım ettiği söylendi, TSK operasyonundan 1.5 ay sonra nasıl hala Kilis’e roket atabiliyorlar?

ABD istese, Türkiye’nin ÖSO’ya destek vererek Cerablus’un onlara geçmesini sağlaması gibi kendisi de Kilis’in karşısındaki alanı IŞİD’den temizleyemez miydi?

Darbe gerilimi

Şimdi bir yanda PKK terörüyle, diğer yanda PYD ve DAEŞ’le mücadele ederken aynı anda gündem “bitmeyen 2’inci darbe-kalkışma söylentileri”yle dolu.

Bu nedenle OHAL ve KHK’ların 12 aya kadar sürebileceği açıklanıyor.

Meclis açıldı, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “Milli iradenin tecelligahı TBMM, devletimiz var oldukça yaşayacak” dedi. Oysa OHAL sürecinde “sadece cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu imzası” tüm kararlar için yeterli.

Konuşan muhalefet

Bakıyoruz Ana Muhalefet Lideri “Şuna itiraz ederiz”, “bunu kabul etmeyiz” gibi çıkışlarla sadece konuşmakta, hiçbir yaptırım gücü yok. İtiraz etmesi neye yarar belli değil.

Seçmenin büyük bir bölümünü temsil eden muhalefet partileri yalnızca “yeni anayasa” çalışmasında var sayılıyor, bunun dışında devlette en ufak bir etkisi görülmüyorsa “parlamenter demokrasi” ortadan kalkmış demektir.

Artık o Meclis “milli iradenin tecelligahı” değildir.

Her ne kadar “FETÖ’yle ilgili operasyonlar” devam etmek zorunda ise de bunların en kısa zamanda “TBMM çatısı altında, diğer partilerin de bilgisi dahilinde” yapılması sağlanmalıdır.

Ecevit döneminde…

Eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın dün Hürriyet’e verdiği röportajdaki birçok açıklaması önemliydi.

Vurguladığı noktalar arasında “Gülen Cemaati’nin tehlikesini yıllar önce Ecevit döneminde fark ettiği, onu uyaran hadisenin ‘bu Cemaat mensuplarının devletin istihbarat birimlerine aşırı ilgi duymaları’ olduğu” var.

Konuyla ilgili şüphelerini Ecevit’le de paylaşmış.

Gülen’in tehlikesini anlayamayıp onunla görüşmeye devam eden ve devlet içinde yerleşmesini engellemeyen lider ve hükümetlerin de en azından “Gülen’in 1999’daki kasetinde yaptığı konuşma” ile uyanmaları gerekirdi.

Avrasya Yerel Yönetimler Birliği Genel Başkanı Hasan Cengiz’in dünkü açıklamasında verdiği “Bir grup askerin kendilerine Ocak’ta FETÖ’cü asker listesi getirdiği, bu listenin devlete teslim edildiği” bilgisi…

Putin’in Özel Temsilcisi Aleksandr Dugin’in 14 Temmuz’da, darbe girişiminden bir gün önce milletvekilleriyle toplantıda, özel görüşmelerde ve konferansında “Ordunun içinde hareketlilik olduğunu, bunun üstüne gidilmesi gerektiğini” söylediğine dair bilgi de çok önemli.

Onun bileceği ve uyaracağı kadar ortada olan bir durumun bizim tarafımızdan çok daha önce görülmemesi ve önlenmemesi üzücü değil midir?

Yazının devamı...

Hayati mesele ve OHAL!

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün “TBMM 26’ıncı dönem 2’inci Yasama Yılı” açılışında önemli açıklamalar yaptı.

Suriye meselesinin bizim için “hayati konumda” olduğunu, amacımızın “ terör örgütlerinden arındırılmış güvenli bölge” oluşturmak olduğunu…

Cerablus’tan başlayarak bölgede 5 bin kilometrekare büyüklüğünde bir güvenli bölge temin edildiğinde “terör ve mülteci sorununun çözüme kavuşacağını” söyledi.

“DAEŞ’in karşısına PKK/YPG’yi çıkarmaya çalışma” tezlerinin Fırat Kalkanı ile geçerliliğini yitirdiğini vurguladı.

Bu bölgeye sınırı olan ülkenin Türkiye olduğu, bu nedenle masanın dışında kalamayacağımız doğrudur.

Bugüne kadar ABD’ye birçok kez yaptığımız “güvenli bölge önerileri”ne aldığımız olumsuz cevaplar, başımıza bırakılan dev mülteci sorunu bizi buna zorladı.

25 MİLYAR DOLAR

Acaba güvenli bölge oluşturmak terör ve mülteci sorununu hangi oranda çözer?

PKK-PYD’nin Fırat’ın doğusuna çekilmediği, hala orada olduğu bildiriliyor. Çekildiler dense bile Afrin ve Menbiç gibi yerlerin “PYD’nin elinde olması” yeterince sorun değil mi?

Güvenli bölge “3 milyon mültecinin kaçı”nın yaşamasına müsait olacak ve masraflarını, su ve elektrik gibi ihtiyaçlarını kim karşılayacak?

Türkiye’nin şimdiden “toplam 25 milyar dolar harcadığı” Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklandığına göre buna eklenecek her masraf “kendi insanlarımızın hakkından alınmış” olmayacak mı?

Bu soruları düşünmek lazım. Diğer tarafta “ABD kast edilerek” söylendiği anlaşılan “DAEŞ’in karşısına PKK-YPG’yi çıkartma tezinin geçerliliğini yitirdiği” doğrudur, aynı adımları ÖSO ile de atabilirdi.

Türkiye’nin ABD ve koalisyon güçlerinden bağımsız olarak Suriye’de, Musul’da “IŞİD’e karşı” tek başına operasyon yapmamaya dikkat etmesi gerektiğini de not edelim.

MECLİS DEVRE DIŞI!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27’inci muhtarlar toplantısında “OHAL’in 3 ay daha uzatılacağını, hatta 12 ayın da yetmeyebileceğini” söyledi.

Erdoğan, CHP’nin; OHAL yetkileri ile hayata geçirilen hususların “Meclis’in rutin çalışmasıyla çözülebileceği” görüşüne katılmıyor.

Yalnız şunu unutmamak gerekir ki OHAL sürecinde “Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’na verilen KHK (kanun hükmünde kararname) yetkisi” TBMM’yi tamamen devre dışı bırakmaktadır.

Bu durumun 12 aya uzaması “demokrasinin uzun süre askıya alınması” gibi bir durum doğuracaktır. Ayrıca bu süreçte binlerce kişinin “hak ihlalleri” konusunda şikayette bulunduğu biliniyor, hatırlayacak olursak Cumhurbaşkanı da bu kargaşayı dile getirmişti.

Şikayetler artarak sürmektedir.

OHAL kararnameleri ile “devlet yapısında değişiklik” yapılamayacağı, yapıldığı takdirde bunların “OHAL KHK’sı” olmaktan çıkacağı konusuna da önem verilmelidir.

Önümüzdeki günlerde de tartışılacak çok konumuz var. İyi Pazar’lar diliyorum.

Yazının devamı...

Lozan, adalar ve FETÖ’cüler!

Bir olaydan diğerine o kadar hızlı atlıyoruz ki gündem karmakarışık oluyor, dikkatler dağılıyor ve artık “yazılmış ve dünya ülkeleri tarafından onaylanmış tarihi” bile değiştirmekte mahzur görmüyoruz. Örneğin şu anda tüm dikkatimizle yoğunlaşmamız gereken 2 ana konumuz var; Biri PKK ve FETÖ terörü, diğeri Suriye’de bizi ilgilendiren tehlikeler.

Oysa biz 24 Temmuz 1923’e Lozan Antlaşması’na dönüyor ve “Acaba bu bir zafer miydi, değil miydi” tartışmasına başlıyoruz.

Adalarımız işgal altında

Burada 2 ayrı konuyu hatırlamamız gerekiyor. Birincisi 27 Mart 2015’te MHP’nin, 1 Nisan 2015’te de CHP’nin Meclis Genel Kurulu’na taşıdığı “Yunanistan’ın 16 adamızı işgal etmesi”…

Ege kıyılarında bulunan bu adalar “egemenliği anlaşmalarla devredilmemiş, Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmiş” adalar, kayalıklar.

CHP “Genelkurmay’ın bu işgali Dışişleri Bakanlığı’na bildirdiğini ve bir şey yapılmadığını” söylüyor. MHP milletvekilleri ise “Yunanlılar Ege’de 16 Türk adasına bayrak astı. Türk hava sahasını ihlal eden Yunan askeri helikopterlerine müdahale etmeme emri Genelkurmay sitesinde yayımlandı… Yunan hücumbotları bu adalara Türk teknelerini yanaştırmıyor” dediler. Acaba bu konunun gündemden düşmeyecek olması mı “Lozan ve adalar” çıkışını getirmiştir bilmiyoruz.

Osmanlı döneminde…

Bilinen şudur ki; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söz ettiği 12 ada “Sevr anlaşmasıyla kaybettiğimiz ülke topraklarının büyük kısmını geri aldığımız” Lozan anlaşmasıyla Yunanistan’a verilmemiştir.

İtalya, “Osmanlı’nın son döneminde, henüz İstanbul işgal altındayken” 12 adaları abluka altına almış ve Osmanlı’yı “Trablus’u vermeye” zorlamış, daha sonra da bu adaları Yunanistan’a vermiştir.

Eğer Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’nı destan yazarak kazanmasa ve Lozan imzalanmasaydı bugün Türkiye Fransa’dan İngiltere’ye, Rusya’dan İtalya’ya kadar birçok devletin elbirliğiyle bölünmüş, parçalanmış olacaktı. O nedenle biz tarihi kendi haline bırakıp bugün “vermememiz gereken adalar” konusunda gereğini yapmalıyız.

Darbeci subay

Dünkü yazımda “FETÖ soruşturmalarında binlerce kişi işten uzaklaştırılır, tutuklanırken üst düzey isimlere dokunulmadığını” yazmış, Necdet Özel ve Hulusi Akar’dan, siyasetçilerden de söz etmiştim.

Askeri-sivil okulların, KPSS’nın soruları çalınır ve FETÖ’cülere dağıtılırken “dönemin ‘buna fırsat veren’ sorumlu komutanlarından, bakanlarından” hiç söz edilmemesi normal değildir. Hulusi Akar’ın darbeci emir subayı Yarbay Levent Türkkan “Ortaokuldayken kendisine verilen sınav sorularını, soruların aynen çıkmasını, Adil Öksüz’ün en önemli adam olduğunu” anlatmış.

İfadesinde “Abiler’in Hulusi Akar’ı sevdiği, onun darbeyi kabul edip yöneteceğini düşündükleri, dershane krizinden önce ve sonra oy verdikleri partiler” gibi bilgiler var. Türkkan gibi FETÖ’cülerin nasıl en kritik noktalara yükseldiği, Adil Öksüz’ün nasıl serbest kalabildiği ve “neden Akar için böyle düşünüyorlardı” gibi sorular büyük önem taşıyor.

Yazının devamı...

Fethullah’ı ziyaret izni!

Türkiye’de “darbe girişimi, darbe kumpası, darbe ihtimali” derken yıllardır darbe lafı olmayan bir gün yaşamadık.

Yıllarca bütün gündemimizi işgal eden, medyada 24 saat izlediğimiz, her gün yeni bir köşeden silahların, mühimmatın çıktığı Balyoz-Ergenekon süreci “Cemaat’in kumpasıydı” denerek kapatıldı.

Tam “Artık kurtulduk şu darbe lafından, geceler boyu ekranlarda anlatılan kurgulardan” derken bu kez FETÖ darbe girişimi geldi.

Son yıllara kadar birçok kişi, özellikle TSK mensupları “Gülen Cemaati devleti sardı. Emniyet, Yargı, Ordu, Eğitim sistemi ellerine geçiyor” dediğinde Hükümet mensuplarının bu iddiaları reddettiği ve hiçbir önlem alınmadığı biliniyor.

Ordu değil, Cemaat!

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ “15 Temmuz’u bir askeri darbe olarak değerlendirmiyorum. TSK’ya sızan Cemaat’in darbesidir. Planlayan, uygulayan ana iskelet Cemaat’tir” dediği TV konuşmasında Hükümeti de uyardığını ama konuya ilgi gösterilmediğini söylemişti.

Emniyet, yargı, TSK, Milli Eğitim ve diğer bakanlıklardan, Diyanet İşleri’nden ve birçok kurumdan binlerce kişi işten çıkarıldı, gözaltına alındı, tutuklandı.

Bu kurum ve kuruluşlar kapatılmazken (İlker Başbuğ’un yorumu doğru olmasına rağmen) KHK ile “askeri liseler, harp okulları, astsubay hazırlık okulları” kapatıldı.

Şimdi örneğin; “2010’da KPSS’de soru çalanların atamaları iptal” ediliyor.

Peki, sivil-askeri tüm önemli sınavların soruları çalındığı zaman “en tepede, sorumlu” olan kişiler neden yargılanmıyor?

Yıllar boyunca askeri okullara, polis akademilerine giriş sınav soruları da çalınmış, bu sayede sayısız FETÖ’cü askeri okul ve harp okullarına, Emniyet’e girmiş, yükselmeleri için önlerindeki isimler “bir şekilde yok edilerek” üst rütbelere gelmişlerdi.

Özel, Akar ve diğerleri…

Cumhurbaşkanı Erdoğan askeri okulların kapatılması konusunda konuşurken “Necdet Özel ve Hulusi Akar’ın ‘sivil liseden’ olduklarını, ‘askeri liseden’ gelenlerin çoğunun ise darbe girişiminde yer aldığını” söyledi. Oysa “darbe girişiminde ter alan generallerin yüzde 70’i” Özel döneminde terfi ettirilmiş.

Özel’in kendisi bile darbe girişimiyle ilgili konuşmasında: “Asker-sivil sorumlu makamlarda oturanlar olarak hepimizin milletten özür dilemesi gerekiyor. Millet hepimizi affetsin” dedi.

Genelkurmay Başkanı Akar’ın “15 Temmuz günü Hakan Fidan’dan darbe uyarısını aldıktan saatler sonra bile önlemek üzere harekete geçmemesi, kimseyi uyarmaması, odasına giderek beklemesi” hala cevaplanmamış konulardır.

Olması gerekenden hızlı ve önü açılarak yükselişi, onun döneminde de Kara Harp Akademisi sorularının çalınması gibi konular da o dönemleri anlatan kitaplarda yer alıyor. Söylemek istediğim şu ki; FETÖ soruşturmalarında binlerce kişi sorgulanır, tutuklanır, FETÖ’ye yakın kişilerin mal varlığına bile el konurken, FETÖ liderini “izinle” ziyaret eden milletvekilleri dahil, üst düzey hiç kimseye hesap sorulmuyor.

Bunun adaletsizlik olduğu halk nezdinde konuşulmaktadır, hatırlatmak istedim.

Yazının devamı...

Suriye’de risk artıyor!

İki gün önce Mesut Barzani ile Selahattin Demirtaş’ın Erbil’de 5 saat samimi bir şekilde görüştüklerini ve bu görüşmede “Çözüm sürecinin tekrar başlamasının konuşulduğunu” yazmıştım.

Çözüm süreci tekrar başlasın tiyatrosu sürerken PKK terör örgütü Güneydoğu’da saldırılarla, yola döşedikleri bombalarla askerlerimizi arkadan vurarak şehit etmeye devam etti.

Güneydoğu’da “Suriye bağlantılı” bir PKK katliamı yaşanıyor ve ABD hala izliyor, PYD-PKK’ya desteği arttırıyor.

PYD’nin “Suriye Demokratik Güçleri-SDG” adı altında gizlendiğini uzunca bir zaman önce yazmıştım.

Pkk’yı gizlemek için…

ABD destekli SDG ‘nin eski Genel İlişkiler Sorumlusu Abdülkerim El Übeyd şöyle bir açıklama yapmış:

SDG “PKK’yı gizlemek ve işgal ettiği topraklarda meşruiyet kazanmasını sağlamak” için kullanılan bir kılıftır.

PKK hem PYD’ye, hem de SDG’ye hakimdir.

PKK’lı komutanlar “Suriye Kürdistanı’nı inşa etmeyi, sonra da Türkiye’ye yönelerek Büyük Kürdistan’ı kurmak istediklerini” açıkça söylediler.

Suriye’de PYD güçlerinin “Menbiç’ten Fırat’ın doğusuna çekildikleri” doğru değil. Hala oradalar. Yalnızca bunlara bakmak bile Suriye’de “ABD’nin yaptığı açıklamaların gerçekle ilgisizliğini” görmeye yeter.

Füzeler, silahlar, DAEŞ

Salı günü El Nusra’nın bir üst düzey komutanı “ABD yanımızda. Bize tanksavar füzeleri ve silahlar verdi” açıklaması yaptı.

Suriye ve Esad “ABD’nin Deyr-ez Zor’da Esad güçlerini vurarak DAEŞ’e yardım ettiğini, hemen arkasından DAEŞ’in de aynı bölgeye saldırdığını” söylüyordu.

Suriye İstihbaratı son olarak ellerinde; ABD askerlerinin bu bombardıman öncesinde “DAEŞ militanlarıyla görüşme yaptığını” gösteren kayıtlar olduğunu açıkladı.

Açıkça ortada ki Suriye’de kimin eli kimin cebinde, kim hangi terör örgütüyle hangi planların peşinde belli değil.

Türkiye ise Fırat Kalkanı Operasyonu’nu sürdürmek üzere sınır birliklerine takviye ekipler, tanklar, zırhlı araçlar gönderiyor. Salı günü bu operasyonda 3 askerimiz yaralandı.

Rakka tehlikesi

Suriye, ABD’nin “DAEŞ’le görüşme kayıtları”ndan söz etmeden kısa süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan “ABD ile Türkiye el ele verse DAEŞ biter” dedi.

Oysa ABD ve koalisyon ülkeleri istese “yanlışlıkla Deyr-ez Zor’da Esad ordusunu bombalayacağına”, Suriye ve Irak’ta “DAEŞ’in olduğu noktalara” operasyon düzenleyerek bitirebilirdi.

Bunu yapmadıklarına ve DAEŞ’le ilişkilerinin ne olduğu konusunda soru işaretleri sürdüğüne göre bizim “DAEŞ’in işini bitiririz” diye ortaya çıkmamız doğru bir politika değildir.

Halep’te Esad ve Rusya’nın hava bombardımanında 100’e yakın insan öldü, 200’e yakın yaralı var. Türkiye “güvenli bölge oluşturmak için” El Bab’ı almak üzere ÖSO’yla güneye ilerlerse Esad ve Rusya kıskacına girebilir.

PYD’ye destek vererek (El Bab’ın 25 Km ötesindeki) Menbiç’i almasını sağlayan ABD ile karşı karşıya gelebilir.

Rakka’ya kadar inmesi ise “ABD ne derse desin” tam bir hata olacaktır. Bizi ilgilendiren alan “sınır boyumuz”dur, kendi sınırlarımızı koruyacak adımların ötesine geçmemeliyiz.

Yazının devamı...

Bilgi kirliliği ve çelişkiler!

Terör uzmanları “arka arkaya olay bombardımanı” ile halkta kafa karışıklığı, bilgi kirliliği ve sonuçta bıkkınlık yaratmanın da bir “psikolojik savaş taktiği” olduğunu söylerler.

Türkiye’de bunları kasıtlı olarak yapanlar kimlerdir bilmiyoruz ama örneğin sadece ulaşım araçlarında, otobüs ve metrobüslerdeki olayların artışı bile dikkat çekici.

“Şortlu hemşireye tekme” olayının ardından halk tepkisi, gösteriler büyüdü. O suçlu tutuklanırken toplu taşıma araçlarında hala “kadınlara taciz”, sürücüye seyir halinde iken “şemsiye ile vurma” ve büyük kazaya neden olma…

Bir metrobüs şoförünün “seyir halindeyken elindeki telefonla sosyal medya hesabını takip etmesi”…

Kadınlara ağır ve sistematik tacizin yanında “aile içi ve dışında çocuk ve hatta bebeklere tecavüz olaylarının” artması…

İlgili Bakanlıklardan ise “bütün bu olaylara ağır ceza verileceği”ne dair bir açıklamanın gelmemesi toplum güvenliği açısından büyük tehlikedir.

Dingo’nun ahırı…

Anıtkabir’de açılan çocuk parkına halk tepkisi büyüdü ve yine halk tarafından bu park kaldırıldı.

Bu konuda “Atatürk buna karşı çıkmazdı” veya Genelkurmay’ın “ziyaretçilerden gelen talep üzerine yapılmıştı” gibi açıklamalar rasyonel değildir.

Yapıldığından bu yana, 63 yıldır ziyaretçilerden gelmeyen ve akla da gelmeyen çocuk parkı şimdi mi geldi? Geldiyse bile, Genelkurmay en önemli anıtın bahçesi için “her talebi kabullenmek” zorunda mıdır?

Bununla aynı sırada Rize Belediyesi’nin Meydan’daki Atatürk heykelini kaldırıp yerine “çay bardağı” koymak için harekete geçtiğini, bir polisin ise bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu Atatürk’ün heykelini rehin alıp “Tapmayın şu puta” deme cüretini gösterdiğini öğrendik.

Son olarak İzmir’de bir okul müdürünün “Andımız”ı okumak isteyen ilkokul öğrencilerine “Burası Dingo’nun ahırı mı” dediği haberi duyuldu.

Kuşaklar boyunca Andımız’ı okuyan, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diyen öğrenci ve öğretmenler ahırda mı okuyorlardı, bu nasıl bir saygısızlıktır, yaptırımı ne olmuştur?

Toplumun milli duygularını, değerlerini rencide edici provokasyonların üst üste gelmesinin toplumdaki gerginliği arttırdığı ve bu yanlışların önlenmesi gerektiği umarız görülmektedir.

Hakimler’e gözaltı

Dün “FETÖ’ nün Hava Kuvvetleri İmamı” denilen Adil Öksüz’ün 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Akıncı Üssü’nde gözaltına alınan ve “elleri arkadan kelepçeli çıplak darbeciler” arasında fotoğrafı çıktı.

Haberde “hepsinin eli kelepçeli” iken, Fethullah’ın en önemli adamı denilen Adil Öksüz’ün “kelepçesiz” olduğu görülüyordu.

Aynı gün “HSYK müfettişlerinin yürüttüğü çalışmada, Öksüz’ü serbest bırakan hakimlerin ‘kusurdan dolayı’ açığa alındığı” ve bu soruşturmanın da “FETÖ soruşturması kapsamına” alındığı bildirildi.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Canikli “180 bin FETÖ’cünün örgütlenmiş olduğunu” açıklarken Öksüz’ün salıverilmesi gibi “çok önemli bir yanlış”ta HSYK’nın başında bulunan Adalet Bakanlığı’nın sorumluluğu nedir?

Bu çelişkilerin cevaplanması gerekiyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.