Şampiy10
Magazin
Gündem

Üst akıl soruları!

Başbakan Binali Yıldırım “ Türkiye’yi hedef alan bütün terör örgütlerinin arkasında bir üst akıl var. O üst akıl karşımıza çıkamıyor, bunları Karagöz-Hacivat gibi oynatıyor” dedi.

Bu “üst akıl” bugüne kadar Türkiye’nin yaşadığı birçok olayda başroldeydi, hep ondan söz edildi ama ne yazık ki hala “kimdir, hangi ülke veya liderlerdir” açıklanmadı.

Oynanan oyun Karagöz-Hacivat gibi eğlenceli anlar yaşatmıyor, tam aksine ülkede yaşamı cehenneme çeviriyor ve bölme amacı taşıyor.

Örneğin “PYD’yi ve onunla aynı örgüt olan PKK’yı” yöneten, çoğu kez bu örgütle DAEŞ ortak çalışıyormuş gibi dönüşümlü canlı bomba eylemleri yaptırtan, Suriye’nin kuzeyinde sınırımızda DAEŞ’in ele geçirdiği yerleri savaşmadan PYD’ye bıraktırtan üst akıl kimdir?

Örneğin “bu üst akılın Barzani ve IBKY ile bağlantıları” nedir?

İkinci kandil

IKBY (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) Başkanı Mesut Barzani’nin liderliğini yaptığı KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) Başkanlık Konseyi üyesi Ali Avni Musul’la ilgili bir açıklama yaptı.

PKK Musul’un Sincar ilçesinde dağda tünel kazarak “2’inci bir Kandil” kuruyormuş.

Ali Avni “Tahran yönetiminin Ortadoğu’da Şii Hilali diye adlandırılan planı harekete geçirmeye çalıştığını, PKK’nın da önemli bir rol üstlendiğini” söylüyor. İran ve Esad rejiminin de “KDP’ye karşı” siyaset yürüttüğünü ekliyor.

Bu açıklamalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Musul için söylediği “DAEŞ’ten temizlendikten sonra orada Sünni Arapların, Türkmenlerin, Kürtlerin olmasını istiyoruz” sözlerine karşı bir kışkırtma havası seziliyor.

Suriye’nin kuzey illerini PYD’ye bırakarak güneye çekilen Esad’ın kendisiydi.

PKK-PYD sınır boyumuzda kentleri alırken aynı anda Rusya’yla birlikte Türkmendağı’nı bombalayan, adeta PYD’ye koridoru açmaya çalışan da Esad’dı.

Barzani isteseydi…

“Kürtlerin her yerdeki başarısı bizim başarımızdır” diyen, PYD’nin Suriye Kürdistanı için çalışan Barzani şimdi neden PKK’nın 2’inci Kandil’ini ihbar ettirsin?

Sadece “PKK’nın da Musul operasyonunda yer alacağını” haber vermektedir.

Böyle olmasaydı; Türkiye PKK’ya operasyon yaparken “siviller ölüyor, PKK Irak Kürdistanı’nı terk etsin” diyen Barzani, ikinciyi haber vermeden önce bugüne kadar “1’inci Kandil”den PKK’yı çoktan çıkarırdı.

ABD’nin rolü

Irak Dışişleri Bakanı Caferi “Barzani’ye yakın Rudaw TV”ye bir kez daha; “Türkiye Irak’tan hemen çekilmeli, egemenliğimiz ihlal ediliyor dedi.

ABD ve Koalisyon güçleri de Irak’ın bu görüşünü destekliyor.

Üstelik ABD hala “PYD-YPG bizim için DAEŞ’e karşı önemli bir güç” diyor ve tablo “PYD-PKK’nın da bu operasyonda yer alacağını” gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Biz Koalisyon Güçlerinin yanında yer almaya kararlıyız” sözünden dönmedi.

Bu durumda “üst akıllar”a bunun nedeni; “Eğer niyet DAEŞ’e operasyonsa, bizimle daha güçlü olmayı neden istemiyorsunuz” sorusu açık açık sorulmalı değil midir?

Bir yanda Suriye’de “tek başımıza desteklediğimiz ÖSO’nun yanında” Dabık’a saldırı yaparken, Irak’ta da ciddi bir risk aldığımıza hiç şüphe yok!

Yazının devamı...

FETÖ’cüler, Balyoz ve Darbe Komisyonu!

FETÖ’cüler, Balyoz ve Darbe Komisyonu!

Başbakan Binali Yıldırım’ın kısa süre önce “Balyoz ve Ergenekon vardı, FETÖ sulandırdı” demişti.

Böyle bir şeyi bir başbakan söyleyince inanılması beklenir, o nedenle açıklamalar iyice ölçüp tartmadan yapılmamalıdır.

17 Aralık olaylarından çok kısa bir süre sonra O dönemde Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı olan Yalçın Akdoğan, çok daha önceden “bilirkişi raporlarıyla kumpas olduğu kanıtlanmış” olan Balyoz’un “Cemaat tarafından kurulmuş bir kumpas” olduğunu söylemişti.

Arkasından konu tartışıldı ve sonuçta Balyoz’la Ergenekon’un tüm sanıkları beraat etti.

Başbakan’ın aradan 2 yıl geçtikten sonra tekrar Balyoz’a dönmesi şaşırtıcıdır.

Partide de yok…

Aynı sırada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “kumpas sonunda açıldığı ortaya çıkan” Balyoz davasında (aralarında emekli Orgeneral Çetin Doğan’’ın da bulunduğu) 7 emekli asker hakkında beraat kararının bozulmasını istemesi anlaşılır gibi değildir.

Başbakan Yıldırım “Benim partimde hiçbir FETÖ’cü barınamaz” diyor.

AKP Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün ise “Tüm kurumlara sızan FETÖ’nün Ak Parti’ye sızmadığını söylemek saflık olur. Vatandaş bizden kendi partimizin içindekileri de temizlememizi istiyor” demişti.

Daha önce de vurgulandı; çocuğu Gülen okuluna gittiği veya Bank Asya’da hesabı olduğu için gözaltına alınanlar, işini kaybedenler var.

Mağdur tepkileri

Tutuklanan veya görevden uzaklaştırılan bazı polislerin ailelerinden “Mağdur yok diyorlar, biz neyiz? Hiçbir ilişkimiz yokken aile boyu, çoluk çocuk bu cezayı çekiyoruz, aç kalıyoruz” diyen telefon ve mektuplar yağıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da son olarak “Kusura bakmayın mağdur filan yok” dedi. Oysa FETÖ operasyonları başladıktan bir süre sonra “Bazen TV izliyorum, suçsuz insanlara yaftayı yapıştırıyorlar. At izi it izine karıştı” diyen de kendisiydi.

FETÖ operasyonlarının Balyoz-Ergenekon sürecindeki hukuksuzluğa dönmemesine dikkat edilmeli, suçsuzlar zaman geçirmeden ayrılmalı, dokunulmayan siyasi veya diğer Cemaat yakınları da sorgulanmalıdır.

Darbe komisyonu

Bu arada… 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak için kurulan Meclis Komisyonu eski Genelkurmay Başkanlarını dinleyecekmiş.

Eski başkanlar arasında İlker Başbuğ’un da adı var ve tek dikkat çeken “aykırı” isim de o. Bunun nedeni Başbuğ’un birçok kez “Ordu içindeki Cemaat mensupları konusunda Hükümeti uyardıklarını ama dikkate alınmadığını” söylemiş olmasıdır.

Başbuğ dinlenecekse “onun uyarılarını zamanında dikkate almayan, işlem yapmayan ve orduya yayılmalarına neden olanlar” da bunun nedenini açıklamalıdır.

Darbe Komisyonu “Balyoz operasyonları sırasında önü açılarak” Genelkurmay Başkanı olan ve 15 Temmuz’da da ordunun başında bulunan Hulusi Akar’ı öncelikle dinlemeli ve o gün neler yaşandığı dakika dakika raporlara yansımalı, halkla da paylaşılmalıdır.

15 Temmuz “Demokrasi Bayramı” ilan edilirken tarihe de tüm detaylarıyla geçmesi beklenir.

Yazının devamı...

Başkanlık referandumu ve sorunlar!

Başkanlık sistemi yeniden gündeme taşındı.

Ak Parti tarafından değil, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından… Bahçeli, içte ve dışta bu kadar sorun arasında nereden aklına geldiyse “AKP’nin başkanlık sistemiyle ilgili teklifini Meclis’e getirmesini, gerekirse referanduma gidilmesini” istedi.

Mevcut OHAL şartlarında zaten ABD’nin başkanlık sisteminde görülemeyecek ölçüde yetkiler Cumhurbaşkanı’na ve Bakanlar Kurulu’na verilmiş durumda.

Türkiye’de başkanlık sisteminin çok riskli olacağı, milletvekillerinin halk değil “liderler tarafından seçildiği”…

Yargının ABD veya AB ülkelerinde olduğu gibi “tarafsız ve bağımsız” olmadığı…(FETÖ’cülerin yargıyı istilasını da yaşadık.)

ABD’de olduğu gibi başkanın “yargı yanında 2 ayrı meclis ve eyalet valileri” tarafından denetlenemeyeceği bugüne kadar çok defalar anayasa hukukçuları ve siyaset bilimciler tarafından açıklandı.

Bahçeli’ye yetmemiş

Demek ki Bahçeli bunları bilmesine ve KHK’larla zaten istenen her şeyin yapılabildiğini, hatta devlet yapısının değiştirilebildiğini görmesine rağmen iktidarın yetkileri kendisine yeterli gelmiyor.

15 Temmuz FETÖ darbe girişimi öncesinde Bahçeli partisinin içinde yeni lider adaylarının “genel başkan seçimli olağanüstü kongre” talepleriyle uğraşıyor, onları destekleyen tüm teşkilatları kapatıyordu.

15 Temmuz sonrasında aynen Balyoz-Ergenekon döneminde olduğu gibi suçlu-suçsuz birbirine karıştığı için rakiplerinin tepesine “Demokles’in kılıcı” gibi FETÖ suçlamasını oturttu ve tepkileri böylece durdurdu.

Şimdi bir referandum sürecine girilmesi de ona risksiz bir süre vereceği gibi iktidar partisinin desteğini sağlayacaktır.

Kendisi ve partisi başta olmak üzere muhalefet partilerinin durumu “geçen seçimin de altına düştüğüne göre” referandumdan çıkacak sonucu tahmin ettiğine de hiç şüphe yoktur.

Bilmeden oylamak…

Başbakan Binali Yıldırım bu yardımından dolayı Bahçeli’ye teşekkür etti ve “Böylece fiili durumun, hukuki hale geleceğini” söyledi.

Yani zaten hali hazırda “başkanlık sisteminin uygulanmakta olduğunu” söylemiş oldu ki hukuk devletinde, demokrasilerde zaten “hukuki olmayan” bir durumun fiili olabilmesi kabul edilemez.

Edildiği takdirde “seçmeni figüran yapmaya” referanduma da gerek yoktur.

Türkiye’nin mevcut yasama-yürütme-yargı yapısıyla “başkanın denetimine izin vermeyecek” bir sistemde “başkanlık” ısrarı ciddi bir yanlıştır ve halk buradaki detayları anlamadan, propaganda konuşmalarına bakarak oy verecektir.

Nasıl bir denetim?

Konu Çarşamba günü Strazburg’da Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na soruldu.

Çavuşoğlu; başkanlık gelirse “denetimin daha iyi yapılacağını, güçler ayrılığının daha keskin hale geleceğini, parlamenter sistemin mahzurlu olduğunu” içeren bir cevap verdi.

Bunlar detaylı açıklamalar değildir, iki sistem arasında nasıl farklar olacağını ve detayları ülkenin deneyimli siyaset bilimcileri ve Anayasa hukukçuları açıklamalıdır.

Tabii şu anda TV’lerde yapıldığı gibi “doğrularla yanlışlar çorba halinde” sunulmadan!

Yazının devamı...

Suriye ve Irak’ı bölüşmek!

Uzun süre Batı ülkeleri de, Türkiye de “Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız” dedi.

Ne zaman ki bu iki ülkenin de artık “toprak bütünlüğünden söz edilemeyeceği” anlaşıldı, terör örgütleri dahil “toprak paylaşımları” başladı, Suriye ve Irak bölge bölge bölünerek sınırlarını kaybettiler.

Bu durumun ortaya çıkmasında elbette “din-mezhep kavgaları, ülkeleri yönetenlerin hataları, ihtirasları” büyük rol oynadı.

O nedenle, bu ülkelerin haline bakıp ders çıkarmak, laikliğin kıymetini bilmek, din-mezhep siyaseti yapmamak, bunlar üzerinden toplumu bölmemek ve tabii ortaya çıkan Ortadoğu savaşlarının içine atlamamak gerekiyor.

Clinton ileri gidecek

ABD’de yapılan son ankette “rakibi Trump’ın 9 puan önünde” görünen başkan adayı Hillary Clinton Suriye ve IŞİD’le ilgili bir soruya; “Kürtleri silahlandırırım. Kürtler Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de en iyi ortaklarımız oldu” cevabını verdi.

Bugüne kadar bırakın “silahlandırmayı”, ABD askerlerini “PYD’nin içinde savaştırdıklarına” göre demek ki Clinton seçilirse bu desteği bile yeterli görmeyecek ve açıktan “Türklere karşı PYD’nin yanında” pozisyon alacak.

PYD’nin “PKK ile aynı örgüt olduğunu” bilmeyen kalmadı.

ABD’nin hala PYD’den “Kürtler” genellemesiyle söz etmesi “PKK’yı da desteklemek” anlamına gelir.

Bu takdirde, “müttefikim” dediği Türkiye’de yaptıkları kanlı terörle bir günde onlarca insanı katleden bir örgütü destekleyen ABD’nin “IŞİD operasyonları ve teröre karşı olduğunu söylemesi” ne kadar inandırıcı olabilir ki?

“Başkan adayı” Clinton bu sözlerini şimdiden açıklamalıdır.

Koalisyon nerede?

Diğer tarafta… Suriye’de Fırat Kalkanı operasyonunda ÖSO ve Türkiye var.

Bu operasyonun “IŞİD’e karşı ve sınırlarımızı korumak için yapıldığı” açıklandığına ABD ve Koalisyon Güçleri neden ortada yok sorusu kafaları kurcalıyor.

ÖSO, Halep’in kuzeyindeki El Bab’ın “IŞİD’den alınması” için Türkiye desteğiyle ilerliyormuş.

Türk topçuları karadan IŞİD mevzilerini bombalarken IŞİD’de havan toplarıyla “ÖSO ve Türk askerine” karşılık veriyor, çatışmalar sürüyor. Askerimiz de giderek daha büyük tehlikeye giriyor.

Mezhep çatışması

Üç gün önce Irak Başika’da da IŞİD “Türk askerinin bulunduğu” Gedu üssüne saldırdı.

Saldırıda “Irak ordusundan” ele geçirdikleri top kullanılmış.

Kısacası Irak’ta da, Suriye’de de kimin eli kimin cebinde belli değil ve biz ikisinde de ısrarla savaşın içine giriyoruz.

Independent’ta bu konuda 2 gün önce yayımlanan bir makale şöyle diyordu:

Irak da, ABD de Türkiye’nin Musul operasyonunda rol oynamasını istemiyor… Putin’in bu konuda Erdoğan’a yardımcı olması mümkün değil. Türk lider “Musul IŞİD’den kurtulunca sadece Sünniler’in yaşamasına izin verilmesini” söyledi.

Bu talep Irak’ın “Şiiler’in hakimiyetindeki Hükümeti” tarafından reddedildi. Rusya da “bazıları İran tarafından yönetilen Şii grupların ortadan kaybolmasını” istemeyecektir.

Görüldüğü gibi iş ülkeler çapında bir mezhep çatışmasına doğru gidiyor. Türkiye Irak ve Suriye adımlarını gözden geçirse iyi olur.

Yazının devamı...

Putin’in çelişkileri!

Rusya Devlet Başkanı Putin “23’üncü Dünya Enerji Kongresi” açılışına geldi ve ikili görüşmelerinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’la beraber açıklama yaptılar.

Bu görüşme ve imzaladıkları “Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı Projesi”, Akkuyu Nükleer Santrali konusunda anlaşmak, Türkiye’de Savunma Sanayii’ni geliştirme konusunda işbirliği, Rusya’nın Türkiye’ye büyük gelir getiren “narenciye ithalatını tekrar başlatması”, bunların hepsi önemli kararlar.

Mesela, doğalgaz projesiyle Türkiye’nin doğalgazı doğrudan Rusya’dan ve indirimli fiyatla alacak olması önemli bir kazanç…

Dikkat çeken noktalar

Türkiye’nin tüm turistik kentleri 2016 yılında “en büyük gelir kaynaklarımızın başında gelen” turizm açısından büyük zarar gördüler, oteller-plajlar boş kaldı.

“İkili ilişkiler normalleşirse” belki bu zarar da biraz kapatılır.

Putin’in konuşmasında dikkat çeken bazı noktalar vardı.

Bunlardan ilki; “Son olarak bir darbe girişimi oldu. Biz de takip ediyorduk. Türk halkını tebrik ediyorum ki durum kontrol altına alındı” dediği konuşmada, aynı gün tüm medya manşetlerindeki “Şemdinli’de PKK’nın canlı bomba saldırısına” değinmemesiydi.

Rusya’da PYD bürosu

Ülkeyi yasa boğan, sabırları taşıran; gencecik 10 askerimizin şehit olduğu, 5 sivilin hayatını kaybettiği, 27 yaralının olduğu bir canlı bomba saldırısı “uluslar arası bir toplantıda, diplomatik bir konuşmada” en azından ev sahibi ülkeye saygı gereği unutulamazdı.

Bu olay akla hemen PYD-PKK’nın Rusya’da kısa süre önce açtığı temsilciliği ve (nedense son zamanlarda susan) HDP’lilerin de bu açılışa katıldığını getirdi.

Putin’in konuşmasından sonra bir TV programında gazeteci Metehan Demir “Bu Rusya Türkiye’yi IŞİD ile işbirliğiyle suçlamıştı” dedi.

Doğru, iki ülkenin gerginlik döneminde bunu yapmış ve hatta “ellerinde delil olduğunu” söylemişlerdi.

Gerginlik giderilince sustular.

Kendileri Türkiye’yi “bir terör örgütüyle işbirliği” yapmakla suçlarken” diğer tarafta “PKK-PYD’ye Rusya’da büro açma izni” verdiler.

Halep’i o bombalıyor

Putin’le “Suriye konusunda net olarak nelerin görüşüldüğü” de konuşmalardan anlaşılmadı. Yalnızca “Halep’e insani yardım, Suriye’de akan kanın durması” gibi yuvarlak deyimler kullanıldı.

Oysa Türkiye için Suriye sorunu Halep’ten ibaret değil.

Asıl sorun Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında “ABD, Rusya ve Esad desteğiyle” geniş bir alan kazanan PYD-PKK… Rusya ve Esad güçleri tarafından bombalanan Türkmendağı’nda evleri köyleri yıkılan, canını kaybeden, Türkiye’ye göçe zorlanan Türkmenler…

Halep’e gelince… Putin “Halep’te akan kanın durdurulması için BM önerisi”nden söz ediyor.

Oysa “muhalifler var” diyerek Halep’i bombalayan da Esad ile Rusya. 11 Şubat 2016’da “BM uyarısına rağmen” Rus savaş uçakları Esad güçleriyle birlikte Halep’i bombalamış.

Bugüne kadar da devam ediyor. Durum bu iken kimi, neye inandırabilir?

Bakalım ekonomi-gaz-savunma sistemi gibi konularda anlaşmak, karşılıklı kazanç sağlamak “siyasi anlaşma”yı da beraberinde getirebilecek mi?

Yazının devamı...

Savaşı Türkiye’ye taşıyorlar!

Biz Irak’ta Musul’la, Başika’yla, Suriye’de Rakka’yla meşgulken bu iki ülkedeki savaş Türkiye’ye taşındı.

Aynı günlerde tonlarca bombayla farklı noktalarda terör saldırıları yapılıyor, büyük can kayıpları oluyor ve bunlar önlenemiyor.

HDP ve PKK baştan beri hep PKK terörünü dünyaya “savaş” havasında yansıtmaya çalıştı ve son haftalarda bu gayret hız kazandı.

Sebep, büyük ölçüde Suriye’de PYD’nin güçlenmesi, böylece “Türkiye’den de toprak koparma” heveslerinin artmasıdır.

Pazar sabahı Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde Durak Jandarma Karakolu’na yapılan “araçla intihar saldırısı”nda 10 asker şehit oldu, 8 sivil hayatını kaybetti, 11’i asker 27 kişi yaralandı.

Terör örgütü bu saldırıda “5 ton bomba” kullanmış.

OHAL’in farkı ne?

Bu saldırıyla aynı gün bir grup PKK’lı Tunceli-Erzurum karayolunu keserek bir inşaata beton taşıyan “7 beton mikseri ve 1 beton pompası”nı ele geçirdi.

Bu dev araçlarla da karakollara veya sivillerin toplu halde bulunduğu yerlere “bombalı saldırı” yapma ihtimalleri olduğu için aramalar ve güvenlik önlemlerinin arttırıldığı açıklandı.

Birkaç gün önce Ankara’da kendini patlatan 2 PKK’lı teröristin üzerinden de 200 kilo amonyum nitrat çıkmıştı.

Her bombalı saldırıda aynı soruları sorduk ama artık OHAL var ve “OHAL’in terör saldırılarına karşı daha etkin mücadele amacıyla devam ettiği” söyleniyor.

Aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri “sınır güvenliğimiz için” Suriye’ye gireli 6 hafta oldu.

“OHAL şartlarında” 5 ton bomba yüklü bir kamyonun veya karayolunda araç durduran PKK’lıların önceden fark edilmemesi nasıl açıklanabilir?

Vatandaşın bunları sorgulama ve elbette valiliklerden, Hükümet’ten talep etme hakkı vardır, “bu terörü artık bitirin” deme hakkı vardır.

Barzani güçleri

AB ülkeleri, ABD, Rusya ve İran da Ortadoğu’da kendi çıkarları yönünde politika yapıyorlar ama bunlardan hiçbiri Türkiye kadar zarar görmüyor.

Bizi ilgilendiren asıl konu “PYD-PKK’nın sınırlarımız boyunca alan kazanıp güçlenmemesi” idi.

Bu konuda attığımız yanlış adım ve kaybettiğimiz zaman Suriye’nin kuzeyinde haritayı değiştirmelerine neden oldu.

Suriye iç savaşına karışmama konusunda da söylemiştik, Irak için de bir kez daha uyarmak isterim; Başika’da hata yapmamalıyız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Musul’da sadece Sünni Kürtler, Türkmenler ve Sünni Araplar kalmalıdır” dedi.

Güneydoğu Anadolu ateş çemberi içindeyken, PKK-PYD’ye verilen ABD desteği daha da açık hal almışken…

ABD ve Irak Hükümeti “Türkiye’nin Musul operasyonuna karışmasına ve oradaki varlığına” karşı çıkarken…

“Musul Sünniler’in olsun” diye tek başımıza ortaya atılmak yine yanlış olacaktır.

Üstelik bunu sağlamak için Başika’da IKBY Başkanı “Mesut Barzani’nin peşmergesini” eğitiyoruz ki onlara “Kürdistan Peşmerge Güçleri” de deniyor ve bir gün kendi eğittiğimiz peşmerge bize karşı kullanılabilir.

Uzun zamandır içte ve dışta “tek konumuz FETÖ’ymüş gibi” yalnızca ona yoğunlaştık, artık sıra “PKK terörüne daha fazla şehit vermemek için ne yapmalı” sorusunda!

Yazının devamı...

İnsanlığa bir ders mi?

Atlas Okyanusu’nda ABD’nin güneyinde yer alan Karayipler son 10 yılın en yıkıcı kasırgalarından birini yaşadı.

Kasırga dünyanın her köşesinden milyonlarca insanın tatil ve eğlence için gittiği bu ünlü adaları saatte 230 km’ye varan hızla vurdu ve şu ana kadar 1000’e yakın insan hayatını kaybetti.

ABD’nin Güneydoğusu da tehlike altında.

Cennetten farksız güzellikte bir doğa harikasının “bir gün içinde” cehenneme dönmesi, evlerin yerle bir olup, ağaçların kökünden sökülmesi ve yüzlerce can kaybı acaba insanlığa bir işaret, bir uyarı olabilir mi?

Bir yandan uzayda istasyonlar kuracak, teknolojiyi akıl almaz şekilde geliştirecek kadar ilerleyen medeniyet çağında bir yandan da “çağlar öncesine dönen bir vahşet” yaşanıyor.

Acımasızlık had safhada…

Neredeyse tüm dünya ülkelerinde insanlar çağdışı şiddet olaylarıyla, terör saldırıları, savaş, cinayet, tecavüz ve sapkınlığın her çeşidiyle karşı karşıya…

Öyle ki çocuklar, bebekler ve hatta diğer canlılar bile bu ahlaksız şiddetten kurtulamıyor.

Öfkesini, kindarlığını “başkalarını yok ederek”, her şeye tek başına sahip olma hırsıyla yakıp yıkarak gidermeye çalışan, bunu yaparken genç, yaşlı-çocuk-kadın kimseye acımayan hasta ruhlu kitleler türedi.

İlkokullara, anaokullarına bile silahlı saldırı düzenleneceğini, pazar yerlerine-alışveriş merkezlerine, ibadet yerlerine bile bombalar atılacağını bundan 15-20 yıl önce kimse düşünemezdi.

Geçenlerde TV’de Bradley Cooper’ın başrolde oynadığı “American Sniper-Keskin Nişancı” filmi gösterildi.

Orda bir savaş var uzakta…

Filmde Irak Savaşı sırasında Amerikan askerlerini korumak için oraya gönderilen bir keskin nişancının yaşadıkları anlatılıyor.

20 Mart 2003’te “ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde” başlayan Irak işgalinde 2 milyona yakın insan, 500 binden fazla çocuk ölmüştü.

Filmde Irak’ta bu trajedi yaşanırken ABD’de insanların “kendi askerlerinin ve Irak halkının neler çektiğini hiç umursamadan” yaşamlarını keyifle sürdürmeleri… “

“Yaralandı” denilen askerlerin kollarını-bacaklarını, gözlerini kaybetmesi, en hafif etkinin “ömür boyu psikolojilerinin bozulması”, savaşın içinde kalan ailelerin-çocukların yaşadığı sefalet ve dehşet, kısacası düşünmediğimiz çok şey anlatılıyor.

Şu anda Suriye ve Irak başta olmak üzere dünyanın birçok köşesinde, Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki PKK teröründe de benzer trajediler yaşanmakta.

Suriye ve Irak’ta “DAEŞ, PYD-PKK ve diğer terör örgütleri”nin yanında başrolde yine ABD ve İngiltere, ilaveten Rusya, İran var.

Senaryo imiş!

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova ABD’yi Suriye’deki tutumundan ötürü eleştirirken İngiltere’ye de “İşler sizin senaryonuzdaki gibi gitmeyince bizi suçluyorsunuz” dedi.

Bu ülkelerin hepsinin ve birçok örgütün kendine göre yazdığı acımasız senaryolar dünyaya zehir saçıyor.

Ülkeler güç birliğiyle terör ve kötülükleri samimi şekilde bitirmek yerine bu acımasız katliamları sürdüreceklerine “kendilerinin kontrol edemediği” Matthew Kasırgası’ndan ders çıkarsalar ne iyi olurdu!

Yazının devamı...

Terör ve savaş sarmalı!

Türkiye’nin gururu bilim adamlarımızdan biri olan Nobel ödüllü Prof. Aziz Sancar izleyenleri gözyaşları içinde bırakan bir konuşma yapmış:

“Hayatımdaki bütün bilimsel başarılarımı, her şeyimi Türkiye’ye barış gelmesi için verirdim. Nobel’i de vermeye hazırım.”

Mütevazı, dürüst ve ülkesini çok seven Aziz Sancar’ın bu sözleri içtenlikle söylediğine hiç şüphe yok. Ülkemizin sorunları hepimizi kahrediyor. Perşembe günü İstanbul Yenibosna’da PKK’nın “bombalı motosiklet” patlatması sonucunda 10 kişi yaralandı.

Ölümle tehdit ederek…

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un bir kez daha tekrarladığı gibi; Türkiye bir değil, PKK ve IŞİD (DAEŞ) başta olmak üzere birçok terör örgütüyle karşı karşıya…

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Suriye’de 10 bin, Irak’ta da bir o kadar DAEŞ militanı olduğunu” söyledi.

Acaba şu anda ülke sınırları içinde kaç DAEŞ’li, kaç PKK’lı terörist olduğunu biliyor muyuz, araştırdık mı?

Sosyal medyada bazı tarikatların 15 Temmuz’dan aylar önce, Şubat’ta; “Bir darbe olacağı ve o gün tarikat mensuplarının ortaya döküleceği” ile ilgili görüntüler yayınlanıyor.

“Nereden biliyorlardı” sorusu İstihbarat ve Emniyet birimleri tarafından tartışılıyor mu?

Yenibosna saldırısıyla aynı gün (Perşembe) İzmir’de bir terörist “Kuzey Irak’tan PKK’nın gönderdiği bombayı gömerken” yakalandı.

İfadesinde “Bu işin kendisine zorla yaptırıldığını, aile üyelerinin PKK tarafından tek tek ölümle tehdit edildiğini” söyledi.

Devlet nasıl koruyacak?

Çözüm sürecinde PKK’ya tanınan özgürlüğün onların “silah ve militan yığmaları”na imkan verdiği bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanmıştı.

Terör konusunda maalesef önemli hatalar yapıldı. Şimdi İzmir’e veya ülkenin başka bir köşesine bomba gömen veya canlı bombalar patlatan teröristleri “bu eylemleri yaptıktan sonra değil, yapmadan önce” yakalamak zorundayız ve bu da büyük dikkat istiyor.

PKK, DAEŞ ve diğer terör örgütlerinin militanları (FETÖ’ye yapıldığı gibi) ev ev, köşe bucak aranarak bulunmalı ve ülkenin temizlenmesi için gereken her şey İçişleri Bakanlığı ve MİT tarafından yapılmalıdır.

Eğer PKK “aileleri ölümle tehdit ederek çocuklarını bombacılıkta kullanabiliyorsa ve tonlarca patlayıcıyı yığmışsa, sınırdan hala silah ve militan geçirebiliyorsa” bu terörün sonu gelmez.

ABD ve Rusya!

Irak Hükümeti “Türkiye’nin Başika üssündeki askerlerini çekmesi için” BM Güvenlik Konseyini toplantıya çağırdı.

ABD ile Rusya Suriye’de “biri Esad güçlerini ve alanlarını, diğeri PYD-PKK ve El Nusra gibi örgütleri koruyarak” güç kavgası yapıyor. Onların Ortadoğu’da yaptıkları kavga Türkiye’ye “göçlerin ve terörün artması” olarak yansımaktadır.

Rusya, bakanlık sözcüleriyle “ABD’nin saldırılarının ‘Rus askerlerini’ de etkileyeceğini, bu durumda iki ülke arasında bir savaşın başlayabileceğini” ima etti. Türkiye “Başika’dan askeri çekmeyeceğini” açıklarken Suriye ve Irak’taki ‘bizim askerlerimizi’ ve giderek “içinden kolay çıkılmayacak” bir savaşın ortasına itildiğimizi de iyi düşünmelidir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.