Tatildeyseniz keyfini çıkarsaydınız...

3 Eylül 2016

Condé Nast dergisinin İngiltere baskısı en sevdiğim seyahat dergilerinin başında gelir. Derginin editörü Melinda Stevens bu ay ki yazısını "Bu sayımız tatiliniz nasıl geçti sorusuna sadece harikaydı demesini bilenler için" diye bitirmiş. Melinda tatil hikayelerinin çoğunun aslında boş olduğunu, size birisi "Tatilin nasıl geçti?" diye sorduğu zaman aslında pek umrunda olmadığı halde nezaketen veya lâf olsun diye sorduğunu çok güzel anlatıyor: "Onun için size sordukları zaman özellikle tatilde başınıza gelen aksilikleri anlatmayın. Bunu yaparsanız a) can sıkıcı, b) şımarık, c) şımarık ve can sıkıcı bir insan olursunuz. Siz tatildeyken yağmur yağmış olması veya odanızın internette göründüğünden daha küçük çıkmış olması kimin umrunda ki? Tatildeydiniz, keyfini çıkarsaydınız."Tatilde olsun, yemekte olsun, keyfini çıkarmaktan çok şikayet etmekten hoşlanan ne kadar çok insan olduğunun farkında mısınız? Örneğin bir restorana gittiniz. Aynı bazı tatillerde olduğu gibi bazı şeyler tam istediğiniz gibi gitmeyebilir. Çok beğendiğimiz, çok iyi vakit geçirdiğimiz bazı şehirler, restoranlar ikinci gidişimizde aynı keyfi vermeyebilirler. Ama unutmamamız gereken bir şey seyahatlerimizden, yediklerimizden içtiklerimizden tat almamızı sağlayan sadece gittiğimiz yerler, yemekler ve içkiler değil, aynı zamanda beraber olduğumuz arkadaşlarımız, hatta o an ki ruh halimizdir.Hesaba takmayınOtellerde en çok şikayet edilen şarap fiyatlarıdır. İçilen şarabın, marketteki fiyatın biraz üstünde olmasını isteriz ve üç katı olduğunu görünce içimizde bir isyan çıkıveririr. İyi bir lokasyondaki restoranda şaraba ödenen paranın dörtte biri kira olarak ev sahibinin cebine gider. Maaş, vergi, diğer giderler ve restoranın kârı, o şişenin içindeki şarabın fiyatından paylarını alır. Yani bu hesapları yapacağımıza yemeğin, içkinin arkadaşların keyfini çıkaralım. Bir İngiliz şarap yazarının tespiti gibi, her gittiğimiz maç da tuttuğumuz takımın 4-3 galibiyetiyle bitmiyor, bazen 1-0'lık bir skor ile de tatmin olabiliyoruz. 0-0 biten bir maçtan sonra da "Para verip bir gol bile göremeyeceksem bir daha maça gitmem" demiyoruz.

Devamını Oku

Viskinin anavatanı İskoçya

6 Ağustos 2016

Fiyortları, okyanus havasını solumanın mümkün olduğu yemyeşil kıyıları ile İskoçya’yı keşfedin...Bu sayfalarda İskoçya’yı son yazdığımda İstanbul’dan Edinburgh’a uçtuktan sonra bir araba kiralayıp kuzeye Spey nehrinin yemyeşil tepeler arasından geniş kavisler çizerek aktığı vadisine, Speyside’a gitmenizi önermiştim. Bu nehir somonu ile ünlüdür, ama daha önemlisi kıyılarına serpiştirilmiş onlarca damıtımevi ile İskoç viskisinin kalbidir. Ama buraları defalarca yazdım, onun için isterseniz bu hafta yolumuza devam edelim. Spey nehrinin denize dökülmesinden 10 km kadar önce Kuzey İskoçya’nın en önemli kasabalarından Elgin’e varırsınız. Elgin’de 13. yüzyılda yapıldıktan kısa bir süre sonra kilise tarafından afaroz edilmesine kızan bir asilzade tarafından yakılıp yıkılan görkemli katedralin harabelerini ziyaret etmelisiniz. Katedralin yakınındaki Johnstons of Elgin İskoçya’nın en ünlü yün üreticisi, dükkanları yün kazaklardan kaşkola, ekose battaniyelere kadar alışverişiniz için ideal bir adres.Elgin’den Kuzey İskoçya’nın en büyük kenti İnverness bir saat kadar sürüyor. Yolda Forres diye bir kasabaya rastlayacaksınız, içinden geçmeyi ihmal etmeyin derim. Forres çiçeklerle süslü bir kasaba ve her yıl Britanya’daki köy ve kasabalar arasında yapılan “Britain in bloom” sokak ve meydanları çiçeklerle süsleme yarışmasında ön sıralarda yer alıyor.Sprey Nehri’nin denize döküldüğü topraklar.Meşhur Talisker’in yuvasıİnverness kelimesi “Ness nehrinin ağzı” anlamına geliyor. Ness denilince de akla ilk olarak ünlü Loch Ness canavarı geliyor. Loch Ness, İnverness’ten İskoçya’nın batı sahillerine doğru uzanan ince uzun ve çok derin bir göl. Kıyılarındaki bir uçurum üstünde duran Urquhart kalesinin harabelerinden göle ve baktığınızda canavarı görme şansının pek olmayacaktır, ama “acaba gerçekten var mı, bu suların altında mı” sorusu bile İskoçya’nın bulutlarla kaplı semalarının altında tüylerinizin ürpermesi için yeterli olacaktır.İskoçya’nın batı sahilleri fiyortlar ve önüne dizilmiş adalar ile çok güzel bir coğrafyaya sahiptir. Yolunuzu biraz uzatıp volkanik kayaların, sarp dağların adeta denizden fışkırdığı Skye adasına giderseniz rengarenk evleriyle İskoçya’nın en güzel köylerinden biri olan Portree’de kalabilirsiniz. Skye adası bir de malt viski dünyasının devlerinden Talisker’in yuvasıdır. Bir koyun kıyısında tam denizin kenarında kurulmuş olan Talisker damıtımevinin viskileri okyanusun kokusunu ve tadını taşırlar. Skye adasına gidiş ve dönüşte önünden geçeceğiniz Eilean Donan şatosu ise İskoçya’da belki de Edinburgh kalesinden sonra en çok fotoğrafı çekilen, posteri basılan yapıdır.Yemyeşil kıyılardan Glasgow’aLoch Ness’ten Glasgow’a, oradan da Edinburgh’a dönmek için iki alternatifiniz var. Sahildeki Ballachulish Köyünden Glen Coe vadisine saparsanız karşınıza dünyada görebileceğiniz en görkemli vadilerden birisi çıkar. Yüzyıllar önce volkanların ve buzulların şekillendirdiği sarp dağlar arasında yemyeşil bu vadi 1692 yılında İskoçya’nın en önemli aşiretlerinden Macdonald’ların düşmanları tarafından katledilmelerine sahne olmuş. Glen Coe’dan yolunuz size Loch Lomond’un yemyeşil kıyılarından Glasgow’a çıkartacak. Yolunuza sahilden devam etmek isterseniz karşınıza çok şirin bir kasaba olan Oban çıkacak. Kasabanın tam ortasındaki Oban damıtımevi aynı adı taşıyan lezzetli bir malt viski üretir. Ama bu sahiller zaten viski sahili. Daha güneydeki Islay adası Laphroaig, Lagavulin, Bunnahabhain gibi adları söylenmesi kadar alışık olmayanlar için içilmesi de zor olan malt viskileri ile ünlü. Ama onlar da İskoçya’nın sahilleri gibi bir tadılınca hep aranıyor.

Devamını Oku

Ruhunuzu dinlendireceğiniz yerler

23 Temmuz 2016

Küçük antikacı dükkanları, köşede bir pub, etrafta yemyeşil tepeler. Göz alabildiğine uzanan yemyeşil tepelerinin arasından akan küçük nehirler, her çıktığınız virajdan sonra önünüze serilen tablo gibi manzaralar. Burası “Heart of England” yani İngiltere’nin kalbi. Londra seyahatlerinizde İngiltere’yi gördüğünüzü zannediyorsanız, Heathrow’a bir saat mesafedeki Cotswold bölgesini mutlaka görmeniz lazım. Etrafta serpiştirilmiş köyler arasında geçmiş yüzyılların önemli pazar yeri Chipping Camden, nehrin üzerindeki eski taş köprüsü ile Stow-on-the-Wold, çalılardan yapılmış çatılı binaları ile Broadway zamana karşı direniyorlar. The Lygon Arms oteli zamanda yolculuk yapmak isteyenler için ideal.Heathrow’a bir saat mesafedeki Cotswold bölgesini mutlaka görmeniz lazım...Rengarenk yüzyıllık ahşap şehir Herkes Bergen için Norveç’in en güzel şehri der, ama onun biraz kuzeyindeki Trondheim’ın da güzellikte Bergen’den aşağı kalır tarafı yoktur. Norveç’in üçüncü büyük şehri Nidelv nehri üzerindeki cafè, bar ve restoran restore edilmiş rengarenk yüzyıllık ahşap depoları ile belki de Bergen’den de daha renkli bir kenttir. Nidaros katedrali İskandinavya’nın en büyük kilisesi ve şehre gemiyle gelirken millerce öteden görünüyor.Ljubljana ve Bled gölüSlovenya’nın başkenti Ljubljana, 1. Dünya Savaşı’na kadar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir parçası olan şehride bu devrin etkilerini hala görmek mümkün. Görkemli binalar, barok kiliseler, hatta Art Nouveau’nun erken yıllarından kalma eserler şehri süslüyorlar. Slovenya’ya kadar gitmişken Avrupa’nın en güzel göllerinden Bled’i görmek şart. Gölün ortasındaki küçük adadaki şato tam bir kartpostaldan fırlamış gibi. Burada kalınacak otel bir zamanlar Tito’nun yazlık konutu olan Villa Bled.Tarihini koruyan modern şehirEstonya’nın başkenti Talinn, Avrupa’nın en iyi korunmuş Ortaçağ kentlerinden biri. Estonya’da güneş soğuk ve karanlık kış aylarının aksine yazın 20 saat kadar kaybolmuyor. Talinn bir zamanlar Kuzey Avrupa şehirlerini birbirine bağlayan Hansa Birliği’nin önemli ticaret merkezlerinden biriydi. UNESCO Dünya Mirası listesindeki eski şehir daracık sokakları, tepelere kondurulmuş kiliseleri, katedralleri, yüzyıllar öncesinden kalma pastel binaları ile yürüyerek keşfedilmeyi bekliyor. Talinn tarihini korumasına rağmen modern yüzlü bir şehir, restoranları, café’leri, barlarıyla bir kuzey şehri için oldukça hareketli.Ljubljana’da Art Nouveau’nun erken yıllarından kalma eserler şehri süslüyorlar.

Devamını Oku

Restorancıyı kazıklamış gibi hissetmek...

17 Temmuz 2016

Yunan Adaları ve bizim tatil yerlerimizin kıyaslanması son günlerin hit tartışması... Yunanistan’da fiyatların çok, ama çok daha makul olduğunu tekrarlamaya gerek yok.On yıl kadar önceydi. Taşoz adasının limanında bir tavernada oturmuş uzolarımızı, mezelerimizi söylemiştik. Biraz sonra masamız birbirinden lezzetli mezelerle donanmıştı: Melitzana salata, taramasalata, tzaziki, ğiğantes. Yunanistan’da patlıcan salatasını sanki bir daha güzel yapıyorlar. Salataya bakınca patlıcanın çekirdeklerini görüyor, patlıcan yediğinizi sanki daha çok anlıyorsunuz. Tarama bizim meyhanelerimizde pek kalmadı, cacıkları ise daha yoğun, yoğurdu bizim kebapçılarımızdaki süzme yoğurt kıvamında ağzınızı sıvıyor. Ğiğantes, yani bomba fasülye pilakileri ise istisnaler hariç ılık ve unutulmaz lezzette oluyor. Taşoz’daki tavernada arkadaşlarımızla dört kişiydik. Mezelerimizden sonra kalamar, ahtapot, kızartma papalinalar ve suflaki yedik. Bir şişe uzo istediğimizde garson bize bakıp “Bir küçük getireyim bitiremezsiniz” diye itiraz etmişti.Cüzdana darbe yokYemek bittiğinde eşlerimizle beraber masanın hakkını vermiş, uzoyu bitirmiş hesabı istemiştik. Garson hesapla birlikte bir küçük uzo daha getirmiş “bitirebileceğinizi sanmamıştık, bu da bizden” diye gülmüştü. Bizim gülme sıramız ise hesabı görünce gelmişti. Bu mükellef sofraya gelen hesap sadece 38 avroydu. Aramızda bu hesaba ne bahşiş vermek doğru olur diye konuştuğumuzu hatırlıyorum. Aradan geçen yıllarda onlarca defa Yunan adalarına gittik. Dört kişi veya altı kişi bir tavernada 100 avroyu geçen bir hesap ödediğimiz hatırlamam. Son haftalarda basında bizim sahillerimizdeki restoranlarla adalardaki tavernaların fiyatları ve yemek kaliteleri tartışılmaya başlandı. Ben bu konudaki fikrimi Yunan adalarıyla ilgili yazılarımda defalarca okurlarımla paylaştım.Yunanistan’da fiyatların çok, ama çok daha makul olduğunu tekrarlamaya gerek yok. Kaliteye gelince, adalarda salaş ama temiz (ki bu çok önemli) tavernalara rastlamak çok zor değil. Çoğu aile işletmesi, sıcak bir atmosfer ve samimi bir servis. Tamam, mezeleri masaya hemen yığıyor, bazen tabakları önünüze atıyor olabilirler. Bazı yemekler de tam istediğiniz gibi olmayabilir. Ama ayaklarınız kuma basıyor, hasır şemsiyeler altında, mavi tahta sandalyelerde oturuyorsunuz, önünüzde Ege’nin lacivert suları uzanıyor... Bu durumda zaten istediğiniz lüks bir servis olmuyor ki; bütün istediğiniz güzel, lezzetli bir yemek ve sonunda cüzdanınıza ve tatil planlarınıza darbe vurmayacak bir hesap. Bu satırları yazarken Sakız adasındaki Komi plajında kumsalın hemen yanıbaşındaki bir tavernada bir masada oturuyorum. Ayaklarım kuma değiyor, birkaç adım ötemde Ege’nin güneşin altında parıldayan sularının serinliği bekliyor. Yıllar boyunca geldiğim adalarda şimdiye kadar Türk olduğumuz için bir kere bile kötü muamele görmediğimizi de eklemeliyim.Bu arada bizim altı kişilik uzo ve meze sofrasının hesabı da geldi. Sadece 96 avro, yani kişi başına 16 avro! Bizim sahillere yakın adalar, bu pahalılık bulaşıcı mıdır nedir, biraz daha pahalılaşmaya başlıyorlar galiba...Ama gene de sevgili arkadaşım Selahattin Duman’ın söylediği gibi hâlâ “Yunanistan’da yemek yediği zaman insan kendisini restorancıyı kazıklamış gibi hissediyor.”

Devamını Oku

Ege adalarının en güzel köyleri

8 Temmuz 2016

B u tarz listeler hep tartışmaya açıktır. Yerimiz çok olmayınca daha limanına girerken etrafımızı saran pastel evleriyle hemen hayran olduğunuz Simi, kayaların üstündeki bir manastırın bekçilik yaptığı Nisirios’taki dalgaların dövdüğü Mandraki veya volkanın kraterini yukarıdan seyreden Emborio gibi köyleri unuttuğumu sanmayın. Midilli’nin Molivos’u da herhalde Ege’nin en güzel köylerinden birisidir. Bir de artık biraz köylükten çıkmış olsa da değirmenleri, daracık sokakları, adeta denizin içinden çıkan evleri ile Mikonos ve Kiklat adalarının merkezi taş sokakları, köşkleri ve görkemli kilisesiyle muhteşem Ermoupolis unutulmamalılar.HydraAtina’nın güneyindeki Saronik körfezindeki Hydra adasının limanının girişi çok etkileyici. Oldukça çıplak bir ada, küçük limanın etrafı bir dik anfi gibi saran yamaçlar evler ve görkemli konaklarla kaplı. Atina sosyetesinde burada yazlık ev sahibi olmak pek moda. Hydra’da motorlu araç yok, ulaşım katırlarla sağlanıyor. Adada pek plaj yok. Omilos hoş bir restoran. Adanın en iyi otelleri Bratsera, Angelika, Orloff ve Phaedra eski taş evlerden bozma şık butik oteller.Filoti (Naxos)Naxos adasında Zeus’un doğduğu yer olduğu iddia edilen Zas dağının yamaçlarındaki Apiranthos Yunanistan’ın en güzel köylerinden biridir. Filoti virajlı bir yoldan tepeye tırmanırken beyaz evleriyle sırtını arkasındaki tepeye yaslamış, sanki o da size bakıyormuş gibi karşınıza çıkar. Köy meydanındaki devasa bir çınarın ve yol boyunca rahatlatan bir gölge yaratan ağaçların altında tavernalar sıralanmıştır. Platsa’da yediğimadanın yerel sosisleriyle erime kıvamına gelmiş soğan kırmızı biberlerin suyunu bıraktığı olağanüstü lezzetli yahni, fırında kağıtta kuzunun tadı hâlâ damağımdadır.Oia (Santorini)Santorini Ege adalarının belki de en ünlüsü. Ada’nın en güney ucundaki Oia (“ia” okunuyor) işte bu manzaraya hakim harika bir köy. Uçurumun kenarına yerleştirilmiş Perivolas ve Mystique gibi otellerin havuzlarının kenarına yaslanıp bu sonsuz manzarayı saatlerce seyredebilir. Ege’ye karşı uzo eşliğinde mezelerin keyfini çıkarabilirsinizMesta (Sakız)Mesta sanki ortaçağdan beri hiç değişmemiş, taş evlerin arasına sıkışmış olan daracık sokaklarında kollarınızı açtığınız zaman iki yanınızdaki duvarlara dokunabiliyorsunuz. Birkaç taş evden oluşan sadece 7 odalı Lida Mary dünyanın en hoş otellerinden biri olmalı.Tepeköy (Gökçeada)Gökçeada’nın köylerinin Kaleköy dışındakiler adanın yemyeşil iç kısmına bakarlar. Tepeköy adanın adının İmroz olduğu zamanlarda Aydimitri diye bilinen kayalık dağın eteklerinde bütün ovaya hakim bir konumdadır. 15 Ağustos’taki Meryem Ana yortusununda Barba Yorgo kendi şarabını yapan bir taverna ve bu etkinliklerin merkezi oluyor.

Devamını Oku

Sakin bir tatil için en güzel 6 rota

3 Temmuz 2016

Henüz yaz tatili planı yapmadıysanız geç kalmadınız. Midilli Adası'ndan Norveç Fiyortları'na en güzel seyahat rotaları...Avrupa’nın en eski şehrini keşfedin15. yüzyıl sonlarına kadar Müslüman hakimiyetinde kalan Endülüs bir defada gezilemeyecek kadar zengin bir ülke. Olağanüstü bahçelerle süslü Elhamra Sarayı'nın bulunduğu Granada ile eski camiinin üstüne inşa edilmiş eşsiz Mezquita katedrali ile ünlü Cordoba tabii ki mutlaka görülmeliler. Ama yazın gidecekseniz İstanbul'dan uçakla 3 buçuk saatte Malaga'ya, oradan da sahil boyunca Marbella, Cebelitarık, Tarifa üstünden Avrupa'nın en eski şehri olduğu söylenen okyanusa uzanan bir burnun üstündeki Cadiz'e kadar gitmelisiniz. Tarifa dünyadaki en önemli rüzgar sörfü merkezlerinden birisi. Tarifa'da karşınızda Afrika kıtasını seyrederek denizin ortasındaki kaleye yürürken iki tarafınızda iki farklı deniz olur. Aynı yerde durup sabah Akdeniz'den doğan güneşin aynı günün akşamı Atlas Okyanusu'nda battığını seyredebilirsiniz.Dalmaçya’da mavi yolculukDalmaçya kıyıları eski Yugoslavya'nın demir perde ardında olduğu yıllarda gözden uzak bir yerdi. Başkent Split yakınlarındaki Trogir'den çıkıp Hvar, Viş ve Braç adalarına uğrayan bir mavi yolculuktan daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Bu adalardan özellikle Hvar İtalyan etkisini hissettiren mimarisi ile hoş bir kasabaya sahip olduğu gibi taş meydanların kenarındaki cafe'leri, restoranları, hareketli gece hayatı ve "güzel insanlar"la dolu beach club'larıyla dikkat çekiyor.Mafya ülkesinin kalbine yolculukTHY'nin İstanbul-Catania uçuşu 2 saat sürüyor. Bu 2 saatin sonunda kendinizi bambaşka bir ülkede buluyorsunuz. Burası sedece İtalya değil, Sicilya. Bir araba kiralayıp kendinizi dağ yollarına vurursanız Mafia ülkesinin kalbine, örneğin dağların arasındaki Corleone'ye, oradan Palermo ve yüzyıllardır dokunulmamış gibi duran tarihi sahil kasabası Cefalu'ya gidebilirsiniz. Ama Catania'ya uçmuşken asıl gidilmesi gereken yer, Etna yanardağının eteklerindeki tepelerden birinde Akdeniz'e düşen bir uçurumun kenarında kurulmuş olan Taormina. Burası da zamanın durduğu bir yer. 60'lı yıllarda İtalyan ve Hollywood yıldızlarının uğrak yeri olan Taormina'nın görkemini eski bir manastır olan San Domenico otelinde veya bir zamanlar Richard Burton ile Elizabeth Taylor'un içkilerini yudumladıkları Wunderbar'da hâlâ yaşamak mümkün. Hem de tepesi zaman zaman tüten, denizden upuzun bir yamaçla 3 bin metrelere yükselen bir yanardağın, Etna'nın gölgesinde...Volkanik adalara yelken açınBu ikiliyi tek başına bir yazı konusu yapmalıyım, ama Catania'ya kadar gitmişken Stromboli ve Vulcano'yu görmeden olmaz. Havalimanına 2 saat mesafedeki Milazzo'dan gemiyle gidilen Eolie adalarındaki bu ikili biri 2 bin yıldır lav püskürten, diğeri ise tabiri caizse daha dumanı üstünde olan birer faal yanardağ! En yüksekleri 962 metre ile Stromboli olan bu yedi ada denizin içinden birer piramit gibi fışkırıyorlar. Deniz muhteşem ve ne de olsa İtalya'dasınız, deniz mahsülleri başta olmak üzere yemekler harika. Küçücük Vulcano adasındaki Therasa Resort'ta Michelin yıldızlı bir restoran bile var.Uzo’nun huzurlu başkenti MidilliBize yakın olan Ege adaları Türk turistlerin akımına uğramaya devam ediyorlar. Benim için en güzellerinden biri olan Midilli'ye Ayvalık'tan bir saatte geçmek mümkün. Adanın en güzel köyü kuzey sahilinde kayaların üstüne kurulmuş bir haçlı kalesinin eteklerinden denize doğru uzanan Molyvos. Buranın küçük balıkçı limanındaki tavernalar meze-uzo ikilisinin keyfini çıkarmak için ideal. Midilli Yunanistan'da uzo denilince ilk akla gelen yer. Adanın güneyindeki Plomari köyü büyük uzo üreticilerinin damıtımevlerinin bulunduğunu yer. Adanın içine sarkan körfezlerin küçük karidesleri ise sevenleri tarafından vazgeçilmez.Posta gemisiyle serin seyahat...Bir de biraz daha serin bir öneride bulunayım. Dünyanın belki de en güzel gemi yolculuğu Bergen'den başlayıp Norveç'in en kuzeyindeki balıkçı köylerine kadar uzanan Hurtigruten'dir. Eskiden kara ulaşımının çok zor olduğu bir ülkede köyleri, kasabaları birbirine bağlayan bu posta gemisi yolculuğu artık turistlerin pek rağbet ettiği bir yolculuk oldu. Bergen ve Trondheim bu dantel gibi kıyıların en güzel yerlerine kurulmuş birbirinden güzel iki şehir. İkisinin arası posta gemimiz ile 2 gün sürüyor. Bu arada Art Nouveau mimarisiyle dikkat çeken Aalesund ile en güzel fiyort olarak kabul edilen Geiranger'e uğruyor, unutulmaz güzellikleri hafızanıza kazıyorsunuz.

Devamını Oku

Mikla dünyanın en iyi 100 restoranı arasında yer aldı

19 Haziran 2016

Restaruant dergisi dünyanın en iyi restoranları listesini açıkladı. 100 restorana kadar uzanan listede dünyanın 56'ncı en iyi olarak Mehmet Gürs'ün Mikla'sı da vardı.Geçtiğimiz hafta "Restaurant” dergisinin geleneksel "Dünyanın en iyi 50 Restoranı" listesi yayınlanınca aklıma Vicente del Bosque geldi. Evet, biliyorum, Vicente Del Bosque İspanya futbol milli takımının antrenörü ve gastronomi sektörüyle pek ilgisi yok. Peki, ne alakası var diye sorarsanız anlatayım: Del Bosque uzun yıllar Real Madrid'in antrenörlüğünü yaptıktan sonra 2004/05 sezonunda Beşiktaş'ın başına geçmişti. Ne var ki adamcağız ne yaptıysa bizim spor basının gözüne girememiş ve "bu adam futboldan anlamıyor" tenkitlerinin ardından ülkesine geri yollanmıştı. Sonrasını biliyorsunuzdur sanırım: Beşiktaş'tan kovulan Del Bosque İspanya milli takımının başına geçti ve ülkesini hem Dünya Şampiyonu, hem de Avrupa Şampiyonu yapmayı başardı. Hâlâ da milli takımın başında...Zorlu'daki yeri kapandı, listede birinci oldu... Modena’da bulunan “Osteria Francecana”“Anadolu mutfağını dünyaya yayıyorİlk 50'den sonra en iyiler listesi 100 restorana kadar uzuyor. Dev şeflerin tam arasında, dünyanın 56’ncı en iyi restoranı olarak Türkiye'den bir isim, Mehmet Gürs ve Mikla ışıl ışıl gözümüze çarpıyor. Mehmet Gürs yıllardır Anadolu'nun dört bir köşesinde keşfettiği ürünlerle mutfağımızı "Yeni Anadolu mutfağı" olarak yorumluyor. Sırtına yüklediği bu misyonu dünyanın dört bir köşesindeki restoranlara misafir şef olarak gidip yaymaya çalışan Mehmet Gürs, mutfağımızın dünyadaki en başarılı temsilcilerinden. Mikla aynı zamanda belki de dünyanın en güzel manzarası olan restoranı.Her ızgarada başka odun kullanıyorlarLatin Amerika dünyaya iyi restoranlar sunmaya devam ediyor. İlk 50 arasında bu bölgeden tam 8 restoran var ve bunlardan Lima'daki Central bu yıl 4’üncü olmayı başardı! İspanya'nın Bask bölgesi gene çok sayıdaki restoran ile dünyanın gastronomi merkezlerinin önünde yer almaya devam ediyor. Bilbao yakınlarındaki bir Bask dağ köyü Axpe'deki “Asador Etxebarri” bu yıl 10’uncu sırada. Şef Victor Arguinzoniz bu köyde doğup büyümüş ve dünyanın bir numaralı ızgara ustası. Etxebarri'de neredeyse her yemek için ızgarada başka bir odun kullanılıyor. Dünyanın en tanınmış şefleri bile bu ızgarayı tatmak için Axpe'ye gitmeye üşenmiyorlar. Burası benim için de son yıllarda gittiğim en iyi restoran ve 10’uncu sıradan daha fazlasını hak ediyor.En iyi 50 Restoran sıralamasında ilk 101. Osteria Francescana, Modena, İtalya2. El Celler de Can Roca, Girona, İspanya3. Eleven Madison Park, New York, ABD4. Central, Lima, Peru5. Noma, Kopenhag, Danimarka6. Mirazur, Menton, Fransa7. Mugaritz, San Sebastian, İspanya8. Narisawa, Tokyo, Japonya9. Steirereck, Viyana, Avusturya10. Asador Etxebarri, Axpe, İspanya

Devamını Oku

Futbolseverlerin Fransa rotası

5 Haziran 2016

Tuttuğunuz takımın deplasman maçlarına gitmek en güzel tatillerin başında gelir. Hele bu bir ay sürecek bir turnuva, takip ettiğiniz takım da milli takım olursa. Türkiye, Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine bir turnuva aradan sonra katılıyor, hem de Fransa gibi bir ülkede!PARİSHırvatistan ile oynayacağımız ilk maçımız dünyanın en güzel şehirlerinden Paris’te. Paris’e gitmişken Eyfel kulesinden Sen Nehri kıyısından Notre Dame kilisesinin bulunduğu adaya kadar keyifli bir yürüyüş yapmayı, Montmarte tepesine çıkıp şehri seyretmeyi, St. Germain bulvarındaki café’lerin sokaklara atılmış masalarında oturup önünüzden gelip geçeni setrederken kahvenizi, bira veya şarabınızı yudumlamayı ihmal etmeyin. 150 yıllık brasserie’ler, bembeyaz örtüleriyle Paris’in olmazsa olmazı...Paris tabii ki bir yeme içme cenneti. Şehre özgü tipik brasserie’ler yemek yemek için ideal yerler. Ahşap ağırlıklı dekorları, vitray camları, bembeyaz örtülü masalarıyla brasserie’ler 150 yıldır Paris’in olmazsa olmazlarının başında geliyorlar. En klasik olanları Bofinger, Lipp ve Balzar; bir de mutlaka gidilmesi gereken Le Grand Colbert. Paris’teki maçımız havalimanından şehre giderken göreceğiniz ve finalin oynanacağı UFO’ya benzeyen Stade de France’da değil, çok daha sempatik bir stat olan şehir merkezindeki Parc de Princes’de oynanacak.NICEİkinci maçımız Akdeniz kıyısındaki Nice şehrinde bir Akdeniz ülkesi, İspanya ile. Nice deniz mahsüllerine düşkün olanlar için bir cennet. Eski şehir iyi korunmuş, daracık sokaklar café ve restoranlarla dolu. Sahil boyunca uzanan Promenade des Anglais akşam gezintisi için harika.İkinci maçımızı oynayacağımız Nice şehri, deniz mahsülü sevenler için bir cennet. Daracık sokaklar cafe ve restoranlarla dolu.Buradaki Negresco, aynı Nice yarım saat mesafedeki Cannes’daki Carlton gibi 20. yüzyılın başlarındaki “Belle Epoque” yıllarının görkemini hala yaşatan bir otel. L’Escalinada ile La Tabla Alziari önerilebilecek restoranlar, Haziran ayı da dışarıda yemek için ideal. Marsilya’daki kadar değilse de Nice Fransızların anasonlu pastis’lerini bire beş sui le karıştırıp içmek için iyi bir şehir. Nice’in doğusunda Monaco, batısında Cannes ve St Tropes birer ilişer saatlik mesafede görülmeye değer yerler. Şehrin sırtını dayadığı tepelerin hemen arkasında ise dünyanın en güzel gölgelerinden Provence uzanıyor. Buradaki Fayance ve Grasse gibi dağ köyleri Nice bir saat mesafede ve kesinlikle görülmeye değer.LENSÇeklerle son grup maçımızı oynayacağımız Lens, Paris’e bir buçuk saat mesafede Belçika sınırına yakın o kadar da çok tanınmayan bir şehir. Takımı RC Lens 1998 yılında şampiyon olmayı başarmıştı, ama şimdi artık 2. kümede. Şehrin nüfusu sadece 32 bin, ama stadı 41 bin kişilik! Lens şaraplarıyla tanınan Fransa’nın aksine “biere de garde” diye bilinen lezzetli biralarıyla meşhur bir bölgede. Bu futbol kadar biraya da düşkün olan taraftarlar için iyi bir şey. Tatmanız gereken biralar Lens yakınlarındaki köylerden Jenlain’daki Brasserie Duyck ile Bénifontaine’deki Castelain’in biraları. Lens bir bira bölgesinin şehri olduğu için biraya çok değindik, ama gelin görün ki şehrin takımı RC Lens’in stadında bizi bekleyecek rakibimiz bile bir bira ülkesi olan Çek Cumhuriyeti!Son grup maçımızı oynayacağımız Lens, şaraplarıyla değil, lezzetli biralarıyla meşhur bir bölgede.

Devamını Oku