Oz Clarke en sevdiğim şarap yazarıdır. Dünyanın önemli şarap bölgelerinin kuşbakışı resimleriyle süslü "Oz Clarke's Wine Atlas" başta olmak üzere birçok şarap kitabı yazmıştır. Başyapıtı ise James May ile açık üstlü bir Rolls-Royce ve arkasında bir karavanla, Britanya'nın en sevilen içeceğini keşfetme maceralarını anlattıkları "Drink to Britain"dir. İkili İskoçya'da viski, Yorkshire'de ale biralar, İngiltere'de cin, kahve ve çay tattıktan sonra Britanya'da en sevilen içeceğin (içine süt katılmış) çay olduğuna karar verir. İşte bu Oz Clarke önümüzdeki hafta sonu ünlü (Master of Wine=şarap üstadı) Caro Maurer ile İstanbul'a geliyor. Maurer İngiliz şarap dergisi Decanter'in yıllık "dünya şarap ödülleri" Akdeniz bölge sorumlusu. İşte 13-14 Mayıs tarihlerinde bu iki üstat İstanbul'daki St Regis otelinde 4 farklı kör tadımın yapılacağı "MasterClass"ta şarapseverlerle bir araya gelecek. St Regis oteli ile Gustobar'ın (gustobarshop.com) organizasyonunda yaklaşık 30'ar şarabın tadılacağı kör tadım yapılacak, yani hangi şarabı içtiklerini bilmeyecekler. Uzmanlar tadım sonunda notlarını açıklayacak ve kılıflar açılarak neler tadıldığına bakılacak. Kör tadım ilginç bir deneyim, çünkü hangi şarabı tattığınızı bilmediğiniz için sevdiğiniz markanın etkisi altında kalmıyor ve çok sevdiğinizi sandığınız bir şarabı aslında o kadar da sevmediğinizi görebiliyorsunuz. Kör tadımda farklı üzüm çeşitlerinden 180 şarabı tadabilirsiniz. Şarap dünyasının en eğlenceli karakterlerinden olan Oz Clarke Türkiye'ye birkaç kere geldi, bu etkinliğe de keyif katacağı kesin. Birkaç yıl önce yine bir şarap tadımından sonra uğradığı Beyoğlu'ndaki Brasserie La Brise'de üreticilerimiz ve tadımlara katılan şarap meraklılarının arasında "çok şarap tattık, canım artık bir bira çekti" diyip karşılıklı biralarımızı yudumladığımız Oz Clarke şarap dahi olsa tek içkiye saplanmayıp hayatını zenginleştirmeyi bilenlerden. Belki de bu nedenle bütün İskoçya, Galler İngiltere'yi gezip viski, bira, cin ve daha birçok içkiyi tattıktan sonra Britanya'nın asıl içeceğinin çay olduğuna karar vermiş. Coravin sayesinde artık şaraplar bozulmayacakMIT mezunu ve nükleer fizik alanında çalışmaları olan bir Amerikalı Greg Lambrecht, karısı hamile kalınca beraber içmekten keyif aldıkları şarapları tek başına içmek zorunda kalmış. "Bu acıyı" başkaları yaşamasın diye 15 yıllık bir ARGE çalışması yapan Lambrecht mantarı açmadan özel tasarımlı iğnesi ile şişenin içindeki şaraba ulaşan bir aygıt icat etmiş. Coravin, kullandığı argon gazı ile şişenin içine oksijen girmesine mani oluyor ve siz bir iki kadeh içtikten sonra bile kalan şarabın okside olmadan, tadı hiç bozulmadan günlerce saklanmasını sağlıyor. Restoranların şişe açmadan kadehte verdikleri şarap sayısını artıran Coravin şarap dünyasında yankı buldu.
Mardin’den bakınca Mezopotamya Mayıs’ta hâlâ yemyeşildi. Haziran gelince havalar ısınacak, ova da hızla sararacak. Aslında Mardin’e lezzetli bir seyahat yapmanın tam zamanı, şehrin de gelecek olan her ziyaretçiye artık daha çok ihtiyacı var.Mardin’in eski evlerinin çatılarından Mezopotamya ovasına baktığınız zaman önünüzde adeta yemyeşil bir deniz uzanır derler. Doğruymuş. Yıllardır gitmek istediğim, ancak hep son anda çıkan engeller yüzünden bir türlü gidemediğim Mardin’e geçen ay nihayet gidebildim. Bir de gece ovaya baktığınız zaman köylerin ışıkları denizdeki gemiler gibi görünüyor denirdi. Ama o artık öyle değilmiş. Şehir ovaya doğru büyümüş ve Mardin gecelerinin sunduğu bu eşsiz manzara kaybolmuş.Taşın ve kebabın başkentiMardin eşsiz bir mimariye sahip. Eski evlerin ve konakların sayıları beklediğimden azdı, ancak eski şehir hâlâ çok etkileyici ve kesinlikle görülmeye değer. Mardin’in bir de güneydoğudaki bütün şehirlerimizde olduğu gibi çok zengin bir mutfağı var. Yeme içme diyince de bütün güneydoğuda olduğu gibi akla ilk başta hemen kebaplar geliyor. Kebap için de Yusuf Usta’nın küçük dükkanına gittik. Kebapçıya gittiğimde kebaba yer bırakmak için her zaman yaptığım gibi kebabı beklerken sadece acılı ezme ve süzme yoğurt söyledim. Kebaplar gelene kadar acılı ezmenin yarısı bitmişti, sulu sulu, nefisti. Yusuf Usta’da sarımsaklı Mardin kebabı, bildiğimiz fıstıklı kebap ve cevizli kebap olmak üzere üç kebap denedim. Fıstıklıyı İstanbul’da çok yerde bulma mümkün, ama ilk defa denediğim cevizli kebap tadını damağımda bıraktı. Her şehirde tek bir kebapçı ile yetinmek pek mümkün değil, Mardin’de Kebapçı Rıdo’nun da ünü şehir sınırlarını aşmış, onun kebaplarının methini çok kişiden duydum.Bu dükkanda tatmak serbestDağın yamacına kurulu eski Mardin bir kale ile taçlanmış. Yamacı takip eden ana caddesi ve iki yanındaki daracık sokaklar zamana karşı direnen taş evlerin, konakların arasında dolaşmak için ideal. Dolaşırken Kimkim adında bir kuruyemişçiye rastlarsanız dükkanın rengarenk dünyasına kendinizi atın. Canınızın çektiği veya tavsiyeler uyup önerilen çerezlerden, pestillerden tadın. Size tepkileri sadece “tadın; bu dükkanda tatmak serbest, cebe koyup gitmek yasaktır” olacaktır.Bin yıllık devasa manastır DeyrülzeferanKebabı hallettikten sonra artık sıra diğer yemeklere gelebilirdi. Mardin’de kahvaltı için muhteşem bir yer Deyrülzeferan manastırı. Süryani patriklerinin mezarlarının bulunduğu bu manastır bütün dünyadaki Süryaniler için kutsal bir yer ve sık sık ziyaret ediliyor. Bin yıllık geçmişi olan bu devasa taş yapı kelimenin her anlamıyla muhteşem. Birkaç avlu geçerek ulaştığınız damındaki geniş çatıdan Mardin ovası ve ardından adeta sonsuzluğa kadar uzanan Mezopotamya unutulmaz güzellikte bir manzara sunuyor. Manastırda hâlâ faal bir mutfağa var. Bu mutfakta hazırlanan içinde hurma ezmesi, üstünde manastırın bahçesinin bademleriyle fırınlanan Süryani çörekleri çok lezzetli. Girişteki balkonda yemyeşil ovaya hakim bir terasta kahvaltı yapmak mümkün. Yolunuz düşerse kahvaltınızda küçük çöreklerden istemeyi unutmayın.Yeme içme cenneti Cercis Murat KonağıVe geldik Cercis Murat Konağı‘na! Bu çok güzel restore edilmiş konak bir yeme içme cenneti. Konağın şefi ve işletmecisi Ebru Baybara Demir mutfaktan ta Lübnan’a kadar uzanan bu lezzetli coğrafyanın mezelerini, yöresel yemeklerin kaybolmaya yüz tutmuşlarını çıkardığı gibi, bölgenin kadınlarına mutfak kursları veriyor. Bize sunduğu kaşık mezelerinin her biri bir öncekinden lezzetliydi. Yemeğin sonunda mutfaktan dev tencerelerle salona gelip pilav kâseleri üstünde servis edilen tas kebabına, davul zurna eşliğinde ellerinde kepçelerle “lelelele” sesleriyle zılgıt çekerek Ebru hanım ve ekibi eşlik ettiler. Çok lezzetli, çok keyifli bir akşam için harika bir finaldi!Mardin’e gitmenin tam zamanıCercis Murat Konağı‘nın balkonundan Mezopotamya Mayıs’ta hâlâ yemyeşildi. Haziran gelince havalar ısınacak, ova da hızla sararacak. Aslında Mardin’e lezzetli bir seyahat yapmanın tam zamanı, şehrin de gelecek olan her ziyaretçiye hem ihtiyacı, hem de mimarisi, kültürü ve mutfağıyla hakkı var.
Biga'dan çıkıp kasabanın doğusundaki tepelerin kenarından kıvrılarak yükselen yolu takip ettik. On beş dakika kadar gitmiştik ki karşımıza çıkan manzarayı görünce arabamızı kenara çekip indik. Aramızdaki vadinin karşısında yemyeşil bir tepenin üstünde bir köy, üç beş ev, ağaçların arasından yükselen bir minare ile bize bakıyordu. Yol arkadaşım Mehmet Yaşin'e dönüp "ne kadar güzel değil mi, Toskana'da bir köy olsa söyleyecek söz bulamazdık" diye takıldım. Mehmet cevap vermedi, ya karşımızdaki manzara karşısında dili tutulmuştu, ya da biraz sonra o köyde bizi bekleyen oğlak çevirmeye şimdiden konsantre olmuştu.Oğlak kebabına kaçamak eşlik ediyorIşıkeli bir Pomak köyü. Pomaklar Osmanlı'nın Balkanlara yerleştiği yıllarda Müslümanlığı kabul etmiş olan Slavlar. Çoğu hâla Bulgaristan'da yaşıyor, ama diğer Balkan ülkeleri ile Türkiye'de de köyleri var. Işıkeli'ne vardığımızda oğlak büyük bir şöminenin içinde dört saattir kızarıyordu. Artık derisi dökülmeye başlayınca ev sahibimiz "ilkbaharda oğlaklarımız 8-9 kiloyu bulunca keseriz" dedikten sonra ateşin üstünde artık derisi dökülmeye başlayan oğlağa bakır kararını verdi: "Bu artık hazır." Odanın bir kenarındaysa kadınlar altına tereyağı ve pırasa koydukları tepsileri mısır unundan karıştırdıkları bir lapa ile dolduruyorlardı. Kaçamak adını verdikleri bu yemek oğlağa eşlik edecekti.Köfteci Arif'in baharatsız köftesiYunus'un yerinde yediğimiz oğlak harikaydı. Köy meydanındaki kahvelerden birinde nohut kahvemizi içtikten sonra Biga'ya döndük. Balkanlar'da olsun, Anadolu'da olsun, bir kasabaya gittiğim zaman varsa köftesini yemeden yapamam. Biga'da Köfteci Akif'e gittik. Baharatsız, yörenin sığırlarının etinden yapılmış köftesi olması gerektiği gibiydi, nefisti.Ezine beyazının coğrafi sınırlarıSonra Ezine'ye, beyaz peynirin en iyisini yemeye gittik. Bir beyaz peynire Ezine peyniri diyebilmek için yüzde 55-60 koyun sütünden, kalanı ise inek ve ondan biraz daha çok keçi sütü ile üretilmesi lazımmış. Bir de Ezine, Ayvacık ve Bayramiç ilçeleri sınırlarında üretilmesi... Bayramiç demişken, çok güzel bir kır lokantasında çam ağaçlarının gölgesinde yediğimiz ağzımızda eriyen, suyunun karıştığı yanındaki pilava doyum olmayan fırında oğlaktan da bahsetmem gerekir. Yolunuz özellikle ilkbahar aylarında oralara düşerse Bayramiç'e uğrayıp Hacıkayyum Yeşil Park'da mutlaka fırında oğlak yemenizi öneririm. Çanakkale yeme içme konusunda çok zengin bir ilimiz. Balık derseniz, ne de olsa Boğaz kenarında kurulu bir şehir, çok iyi balık lokantaları var. Artık klasikleşmiş Yalova önünde balıkçılar, karşısında vapur iskeleleri, nefis mezeleri ve balıklarıyla mutlaka uğranılması gereken bir balık lokantası. Kahvaltı derseniz, seçeneğiniz çok. Ya Fabrika Kahvaltı Evi’nde gerçek yerel ürünlerle ya da çok lezzetli börekleriyle Düzenli Börek Evi’nde de güne güzel bir başlangıç yapabilirsiniz.
Kars gravyerinden Konya obruğuna, Ezine’nin beyazından Mustafakemalpaşa’nın Mihalıç‘ına işte Türkiye’nin damak çatlatan peynirleri...Geçtiğimiz ay ilk önce Çanakkale, sonra da Konya’ya yaptığım iki seyahat ve bir kitapçının raflarında bulup nihayet aldığım bir kitap ülkemizin muhteşem bir zenginliğine tekrar gözlerimi açtı. Tekrar diyorum, çünkü peynirlerimizin çok lezzetli olduğunu zaten biliyordum, ama uzun zamandır soframda hak ettikleri yeri vermiyordum.Olağanüstü lezzetlerAma bir hafta Ezine’de bir beyaz peyniri tadımı yaptıktan sonra ertesi hafta da Konya’da yüzden fazla peyniri sevenlerine sunan Gurmepark’da Mustafa Süre ile Konya’nın nefis küflü peynirini, üstüne de ünlü, ama zor bulunan Divle obruk peynirinin olağanüstü lezzetini tekrar tadınca ihmal ettiğim peynirlerimizden özür dilememin zamanının geldiğini farkettim.Aynen Berrin Bal Onur ile Neşe Aksoy Biber‘in ülkemizi boydan boya gezip peynirleri buldukları, tattıkları ve yazdıkları “Peynir Aşkına” adlı kitabının ancak 3’üncü baskısında aldığım için özür dilemem gerektiği gibi! “Peynir Aşkına” gerçekten peynir aşkına yazılmış harika bir kitap ve sevgili dostum Artun Ünsal’ın Türkiye peynirleri için yazdığı başyapıt “Süt Uyuyunca” ile birlikte her peynir sevenin veya sevmeye niyetli olanın kitaplığında bulunması gereken bir kitap. Cihangir’deki Antre Gourmet İstanbul’da peynir konusunda her ihtiyacınıza ve sorunuza cevap verebilecek bir dükkan; sahipleri ne de olsa “Peynir Aşkına” diyip peynirin kitabını yazmışlar.Türkiye’nin zenginliğiBu hafta ülkemizin peynirlerinin en sevdiklerimden 10 tanesini seçtim. İtirazı olanlara hemen belirteyim, bu 10 kesinlikle bir “en iyi 10” listesi değil, sadece sahip olduğumuz bu zenginlikten yazarınızı çok mutlu eden bir kesit.Trakya kaşar peyniriİyi bir eski kaşar peyniri dünyanın en iyi peynirlerinden biridir. Trakya’nın ağırlıklı olarak koyun sütünden yapılan kaşar peyniri hafif tuzlu tadıyla damağınızı bir anda fetheder. Tereyağı sürülmüş taze bir ekmeğin arasına konduğunda doyum olmaz.Ezine peyaz peyniriEzine adıyla bilinse de Çanakkale’nin Ezine, Bayramiç ve Ayvacık ilçelerinde tam yağlı koyun sütünden biraz keçi ve çok az inek sütü ile yapılan beyaz peynirin tadı bir başkadır. Kaz Dağları’nın bitkilerinin burada otlanan koyun ve keçilerin sütlerine lezzet kattığı açık.Mihalıç peyniriArtun Ünsal Mihalıç için “Türk peynirlerinin şahı“ demiş. Gözenekleri biraz esneklik verse de sert ve tuzlu, ama çok lezzetli bir peynirdir. Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesi civarında iyisi koyun sütünden yapılır.Bergama tulum peyniriEge gibi lezzetli bir coğrafyanın peynirlerinden Bergama tulumu ön plana çıksa da Ayvalık’ın sepet ve özellikle lor peyniri ile lordan yapılan peynir tatlısı ve tabii ki İzmir Karaburun’un keçi sütünden yapılan “ezilmiş“ Kopanisti mutlaka tadılması gereken peynirler.Konya küflü peyniriKonya bir peynir cenneti. Yeşil peynir olarak bilinen küflü peyniri de bir başyapıt! Mağaralarda olgunlaşmaya bırakılan peynirlerin küflenmesi sağlanıyor. Dünyanın Roquetort ve Stilton gibi küflü peynirleriyle rekabet etmesi gereken nefis bir peynir!Divle obruk tulumuİlkbaharın başında koyun sütünden yapılan bu peynir deri tulumlarda 200 metre uzunluğundaki Divle obruğuna konuyorlar. Sonbahara kadar bu serin ortamda kalan eşsiz peynirler doğal bir küf ile damarlı bir görüntü ve çok zengin aromalar alıyorlar.Van otlu peyniriOtlu peynirin ilk olarak bir Ermeni doktorun hastalarına şifa versin diye peynire ot katmasıyla ortaya çıktığı söylenir. Otlu peynirler Doğu Anadolu’da çok yaygın ve içlerinde onlarca ot kullanılabiliyor.Erzincan Şavak tulumuTulum peynirlerinin belki de en ünlüsü adını göçebe Şavak aşiretinden alıyor. Şavaklar peynir yapmak için bahar aylarında yaylalara çıkıyorlar, peynirlerinde kullandıkları sütün koyun, tulumların deri olmasında ısrarcılar. Ortaya çıkan peyniri ise tatmalısınız!Kars gravyeriKars’ın Rus egemenliğinde kaldığı dönemden günlerimize kadar gelen bir gelenek Kars gravyeri. O yıllarda İsviçrelilerin kurduğu mandıralarda üretilmeye başlayan gravyer aynı Kars kaşarı gibi bölgenin bizlere sunduğu harika bir lezzet.Çorum Kargı tulumuKargı tulumu bölgede ilkbaharın başında koyun ve keçi sütünden yapılan ve bazı peynir meraklılarına göre Anadolu peynirlerinin en lezzetlisi olan peynir. Ne yazık ki geleneksel ürticilerinin sayısı hızla azalıyor.Bu festival kaçmaz4-5 Mayıs’ta Çanakkale’de Uluslararası Peynir Festivali ve peynir çalıştayı düzenlenecek. Türkiye’nin kahvaltı kültüründe önemli bir yer tutan, Ezine’den tuluma, kaşardan örgüye kadar yaklaşık 193 çeşit Türk peynirinin kalitesini ve ihracatını artırmak amacıyla yol haritası hazırlanacak.
İspanya'nın 17 özerk bölgesinden biri olan Endülüs Özerk Bölgesi'nde yer alan Cordoba, Granada, Sevilla ve Cadiz Emevilerin bu diyarda geçirdikleri bin yılın etkileyici izleriyle dolu.Cordoba bin yıl önce Avrupa'nın en önemli şehirlerinden birisiydi. Cebelitarık Boğazı'nı geçerken İspanya'nın ilk başta Endülüs adını verdikleri güneyini fetheden Müslüman Emeviler zamanlar yarımadanın büyük bir kısmını kontrolleri altına almışlardı. Cordoba başkentleriydi ve şehri saraylar, camiler, binlerce el yazması eseri barındıran kütüphaneler ile süslemişlerdi. Cordoba'nın o devirdeki görkemi neredeyse bütün Avrupa şehirlerini gölgede bırakıyordu. Cordoba'ya kıyısında kurulduğu Guadalquivir Nehri'nin üzerindeki Romalılar'dan kalma bir köprüden giriliyor. Guadalquivir adı Arapça "Vadi el Kebir", "Büyük Vadi"den geliyor ve adına uygun çok geniş, suyu bol bir nehir. Köprünün karşısında sizi dünyanın en muhteşem binalarından birisi karşılıyor. Mezquita, Endülüs hükümdarı Abdülrahman I tarafından şehrin camisi olarak 785 yılında yapılmış. Caminin binden fazla sütunundan 850 tanesi hâlâ yerlerinde duruyor, üzerlerindeki çifte kemerler devasa alanın ortasında durduğunuzda sonsuzluk hissi veriyorlar. İspanyollar Cordoba'yı geri aldıktan sonra 16. yüzyılda caminin ortasına bir katedral oturtmuşlar, ama caminin sütunlarına, mihrabına, portakal ağaçlarıyla süslü geniş avlusuna dokunmamışlar. Mezquita gerçekten dünyada görebileceğiniz en önemli mimari eserlerin en ön sıralarında yer alıyor. Şehre gelince, Endülüs'ün diğer şehirlerinde olduğu gibi Emevilerin bu diyarda geçirdikleri bin yılın izleriyle dolu. Daracık sokaklar duvarlardan sarkan çiçek saksılarıyla dolu avlulara açılıyorlar. Cordoba canlı bir şehir, en iyi restoranlarından Casa Pepe de la Judeira eski Yahudi mahallesinde garsonlarla müşterilerin kalabalıkta birbirine karıştığı harika bir mekan. Cordoba'nın yemeği flamenquin, İberya jambonu "jamon Iberico", kızarmış tuzlu küçük yeşil biberler ve tabii ki Endülüs'ün ünlü soğuk çorbası Gazpacho Andalus buralarda denenmesi gereken yemekler.Endülüs tabii ki Cordoba'dan ibaret değil. Emevilerin en tanınmış eseri olan Granada'daki Elhamra, katedralleri, flamenco gösterileri ve futbol takımıyla ünlü bölgenin en büyük şehri Sevilla, dünyaca ünlü tatlı şarap sherry'nin yurdu Jerez de la Frontera, Atlas Okyanusu'na doğru uzanan Cadiz ve tepelerde kurulu "pueblos blanco", "beyaz köyler" diye bilinen birbirinden güzel dağ köyleri. Buradan da anlayabileceğiniz gibi Endülüs'ü gezmenin en iyi yolu THY'nin İstanbul'dan uçtuğu Malaga'da bir araba kiralayıp kendinizi yollara bırakmanız.Boğa güreşinin doğum yeriAma gelin ben size Malaga'dan Cordoba'ya giderken yolunuzu biraz uzatarak mutlaka uğramanız gereken tepelerdeki bir kasabadan daha bahsedip bu haftaki yazımı bitireyim. Ronda boğa güreşlerinin doğduğu yer olarak biliniyor ve şehrin ortasındaki eski arena altındaki müze bir yana sanki kendisi bir müze! Ronda bir platoyu yaran kanyonun iki kenarına kurulmuş ve iki yakayı birbirine bağlayan olağanüstü güzellikte bir köprüye sahip. Ronda'da yapılacak en güzel şey kasabayı gezdikten sonra köprünün karşısında, uçurumun üstündeki restoranlardan birisinde oturup nefis bir öğlen yemeği yemek, sonra da bir tarafta köprüyü seyrederken, diğer tarafta, aşağıda yemyeşil tepelerin arasında uzanıp giden vadinin sunduğu dünyanın en güzel pastoral manzaralarından birisinin tadını çıkararak zamanı unutmak...
Bir tarafınıza Akdeniz’i, öbür tarafınıza Atlas Okyanusu’nu alıp eşsiz manzaya doyun...Çok kimse Avrupa'nın en güney noktasının Cebelitarık olduğunu zanneder. Denizden 450 metre yükselen bu kayalık uzaktan görüldüğünde bile çok etkileyicidir ama 300 yıldır İngiltere'nin olan Cebelitarık adını verdiği boğaza yarım saat daha batısında olan Tarifa'dan daha uzaktır. Tarifa, Avrupa'da görebileceğiniz en ilginç yerlerden birisidir. Kasaba denize doğru uzanan ve en ucunda bir kale bulunan bir yarımadada kurulmuştur. Batısında kilometrelerce uzanan geniş kumsal ve sürekli esen rüzgar burayı dünyanın en önemli sörf merkezlerinden biri yapmıştır.Tarifa kalesine doğru uzanan burun kaleden önce o kadar incelir ki kaleye çıkan yolun ortasında durduğunuzda solunuzda Akdeniz'i, sağınızda ise Atlas Okyanusu'nu görürsünüz. Karşınızda ise Afrika kıtası uzanmaktadır. Akşam kaleyle kumsalın birleştikleri yerdeki barda ayaklarınız kumda kadehinizdeki kıpkırmızı Negroni'nizi yudumlayarak güneşin Atlas Okyanusu üzerinde batışını seyredebilir, bu sahillere neden Costa de la Luz, “ışık sahili” denildiğini anlayabilirsiniz. Hayal gücünüzü biraz çalıştırır ve de üşenmezseniz sabahın erken saatlerinde kalkıp bu sefer öteki tarafta güneşin Akdeniz'in içinden doğmasını seyredebilirsiniz.Ünlü simalara rastlanırmışTarifa surların içine hapsolmuş eski şehriyle çok ilginç bir yer. Daracık sokaklara serpiştirilmiş tapas barları, küçük restoranlar, restore edilmiş küçük evlere yerleştirilirmiş adını pek beğendiğim için kaldığımız La Casa de la Favorita gibi butik oteller... Bir de karşı sahilde sizi bekleyen dünyanın en gizemli kentlerinden birisi: Tanca.Tanca 1956 yılından beri Fas'ın. Daha önce çeyrek yüzyıl kadar uluslarası bir bölgeymiş ve bu dönem şehre damgasını vurmuş. Gran Cafe de Paris gibi hâlâ o dönemin görkemini yaşamaya çalışan cafe'lerinde Henri Matisse, Orson Welles, Truman Capote gibi simalara rastlamak mümkünmüş. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Lizbon gibi Tanca da casusların cirit attığı bir şehir olmuş.Daracık sokaklarda gezinAma Tanca'da asıl görmeniz gereken yer Medina, yani daracık, ama gerçekten daracık sokakların bir labirente dönüştüğü sur içindeki eski şehir. Burada yapılması gereken şey kaldığımız Nord Pinus otelinin yöneticisi Khadija'nın dediği gibi bu daracık sokakların içinde kaybolmanız, daha doğrusu kendinizi kaybetmeniz...Medina'nın en yukarıda kalan kısmı Kasbah'daki Nord Pinus oteli bu şehri en güzel yaşayacağınız yerlerin başında geliyor. Eski evlerin çok zevkli bir şekilde restore edilmesiyle ortaya çıkmış, bütün detaylar işini bilen birinin elinden çıkmış. Nord Pinus'un restoranı da şehrin ne iyilerinden, Kocaman güveçlerde pişmiş bir tajin yemeden olmaz, yanındaki Fas Cabernet Sauvignon'u vasat olsa da! Ama Avrupa ile Afrika arasında kadar şımartılmaya o kadar da kusur olsun artık...
Antakya’nın girişinde şehrin nüfusu 500 bin olarak gösteriliyor. Amanos Dağları ile şehrin sırtını dayadığı kayalık tepeler arasındaki bereketli bir ovada kurulmuş olan Antakya 2 bin yıldan eskiye dayanan tarihinde hep önemli bir şehir olmuş. İskender’in uçsuz bucaksız imparatorluğunu aralarında paylaşan dört generalden biri tarafından kurulan Antioch, Doğu Roma İmparatorluğu zamanında 500 bin nüfusa sahipti. Konstantinopolis ve İskenderiye ile birlikte imparatorluğun en önemli üç şehrinden biriydi. Osmanlı döneminde önemini yitirip Şam eyaletine bağlanan Antakya zengin tarihi kadar zengin mutfağıyla da dikkat çekiyor. Ve bu şehirde insan yemek yemeye doymuyor.Baş döndüren yemeklerAntakya denilince çok kimsenin aklına ilk önce dillere destan künefesi geliyorsa da tatlıyı sona bırakıp muhteşem yemekler ile başlayalım. Hatay Sultan Sofrası yörenin yemeklerini tatmak için ideal. 25 yıllık bu restoranda sulu ev yemeklerin yanı sıra yoğurt aşı, taş fırında pişen Şam oruğu, aşur, pek bir yerde yiyemeyeceğiniz kara havuç dolması ve tabii ki muhteşem taş kadayıfı uzadıkça uzayan baş döndüren bir yemek listesinin olmazsa olmazları!Ziyafete hazır olunHarika bir yemek için gitmeniz gereken Konak restoran 1850’den kalma bir konağın bahçesinde. Zamanın durduğu yerlerden biri, sanki her an bir köşeden Lawrence of Arabistan veya Sean Connery’nin oynadığı 007’sinin fırlamasını bekliyorsunuz. Avludaki ağaçların altında masaya kurulunca sizi ilk şaşırtan Amik Ovasındaki bağların Cabernet Sauvignon ile Merlot üzümlerinin nefis bir kupajı Antioche şarabı oluyor. Çiğ köfteleri, içinde kıyma, yanında ise kavrulmuş kıyma ile servis ediliyor ve insana keşke her çiğ köfte böyle olsa dedirtiyor. Kavrulmuş kıymayı istediğiniz miktarda çiğ köftenin üstüne koyup, masayı donatan lezzetli mezelerle yemeği bir ziyafete dönüştürüyorsunuz. Aslında “ziyafet” Antakya sofraları için iyi bir tanım! Birkaç merdiven ile her tarafı açık bir terasa çıktığınız Leban da böyle bir ziyafet ile sizi karşılayan bir restoran. Elinizi uzatsanız çan kulesine değecek kadar yakın olan Ortodoks Kilisesi bu şehirde üç dinin mensuplarının yıllarca nasıl bir arada sulh içinde yaşadığını hatırlatıyor. Leban’daki mezeler harika: Oruk, humus, çeşitli yoğurtlamalar, nar ekşili kısır kadehinizdeki rakıya çok güzel eşlik ediyor. Kebaba gelince, Uzun Çarşı‘nın içindeki Pöç Kasap uğranılması gereken bir yer. Hem kasap, hem lokanta. Tepsi kebabı için eti vitrindeki kuzunun kaburgasının yanından kesip satır ile kıyma haline getiriyorlar. Bu kebap neredeyse Adana kebabının geniş bir tepsiye yayılıp odun fırınında pişirilmesi! Ünlü Samandağı biberleri ve çeşitli baharatlarla tam kıvamında bir acılıkta, üstüne dökülen domates sosuyla damağınızdan önce gözünüze de bayram ettiriyor. Sossuz kağıt üstünde yapılan aynı kebaba ise kâğıt kebabı diyorlar, hangisini yiyeyim diye kararsız kalınca ikisinin de tadına bakmakta sonsuz yarar oluyor.
2017 için seyahat planlarınızı yaptınız mı? Eğer cevabınız hayırsa işte size seyahat planlarınızda yardımcı olacak yurt dışının en gözde 4 seyahat rotası...RacastanHindistan’ın kuzeybatısındaki Racastan bu renkli ülkenin en renkli yeri. Jaipur, Jodhpur ve Udaipur adeta masal kitaplarından fışkırmış gibi. Buralarda “mavi şehir” Jodhpur’daki Umaid Bhwan veya Udaipur’da gölün ortasındaki Lake Palace gibi mihracelerin saraylarında kalabilir, kendinizi sokaklara salıp rengarenk giysili kadınların alışveriş yaptıkları yerel pazarların keyfini çıkarabilirsiniz. Hint mutfağı baharatların kattığı eşsiz lezzetiyle dünyanın en iddialı mutfaklarından birisi. Ve İstanbul’dan Mumbai’ya 6 saatlik bir uçuş sizi bu büyülü dünyaya taşımak için yeterli. Hindistan’ı hep arkadaşlarınızdan dinlediyseniz bence bu yıl gitme zamanınız geldi!Cape Town-FranschhoekGüney Afrika da adını ilk duyduğunuzda çok uzak gibi gelen, ama akşam bindiğiniz bir uçakla sabah varabileceğiniz aynı saat diliminde (idi) bir diyar. Cape Town dünyanın en güzel şehrilerinden birisi. Waterfront’taji sayısız restoran veya barın keyfini çıkardıktan sonra Masa Dağı‘na çıkıp bir kıtanın sonuna kadar uzanan manzarayı seyredebilirsiniz. Havalimanı iki saat mesafedeki Franschhoek ise sarp dağların arasında cennet güzelliğinde yemyeşil bir vadi. Burası komşusu Stellenbosch ile birlikte Güney Afrika’nın en önemli şarap bölgesi. Holden Manz gibi bağların içinde bir otelde kalıp küçük köyün dünyaca ünlü restoranı Tasting Room’da harika bir yemek yiyebilirsiniz.Kefalonia-Zakinthos-IthakaYunan adalarına artık fena alıştık ve bizim sahillerimize yakın olanları neredeyse tükettik. Ama Yunanistan’da adadanın bol şey yok, bu yaz için önerim de gene İyon Denizi’ndeki, yani ülkenin İtalya’ya bakan tarafındaki adaları olacak. Zakinthos resimlerde sık sık gördüğümüz batık gemi plajı ile ünlü. Kaptan Corelli’nin Mandolini filminin çekildiği Kefalonia’nın kuzeyindeki Fiskardo Avrupa jet sosyetesinin uğrak yeri taverna ve barların sıralandığı şık bir liman. Adadaki Myrtos plajı ise dünyanın en güzel manzaralı plajlarının başında geliyor. Fiskardo’ya yürüme mesafesindeki Emilesse adanın en güzel oteli.EndülüsHem deniz, hem yemek, hem de tarih diyorsanız, İspanya’nın en güneyindeki Andalusia, yani Endülüs tam size göre. Granada’daki Elhamra sarayı o dönemin görkemini çok iyi yansıtıyor. Cordoba’nın sonradan katedrala çevrilen camii Mesquita da dünyanın en önemli mimari eserlerinden birisi. Sevilla ile Cadiz flamenco’nun doğduğu yer olan Endülüs’ün önemli şehirleri, bir tepede uçurumların kenarına kurulu Ronda da mutlaka görülmeli. Anakaradan Cebelitarık’a doğru uzanan Tarifa’nın kalesinde bir tarafınıza Akdeniz’i, öbür tarafınıza Atlas Okyanus’unu alıp karşınızda Afrika’yı seyredebilirsiniz. Fas’ın ünlü Tanca kenti ise gemiyle 2 saat!