Antakya’nın girişinde şehrin nüfusu 500 bin olarak gösteriliyor. Amanos Dağları ile şehrin sırtını dayadığı kayalık tepeler arasındaki bereketli bir ovada kurulmuş olan Antakya 2 bin yıldan eskiye dayanan tarihinde hep önemli bir şehir olmuş. İskender’in uçsuz bucaksız imparatorluğunu aralarında paylaşan dört generalden biri tarafından kurulan Antioch, Doğu Roma İmparatorluğu zamanında 500 bin nüfusa sahipti. Konstantinopolis ve İskenderiye ile birlikte imparatorluğun en önemli üç şehrinden biriydi. Osmanlı döneminde önemini yitirip Şam eyaletine bağlanan Antakya zengin tarihi kadar zengin mutfağıyla da dikkat çekiyor. Ve bu şehirde insan yemek yemeye doymuyor.
Baş döndüren yemekler
Antakya denilince çok kimsenin aklına ilk önce dillere destan künefesi geliyorsa da tatlıyı sona bırakıp muhteşem yemekler ile başlayalım. Hatay Sultan Sofrası yörenin yemeklerini tatmak için ideal. 25 yıllık bu restoranda sulu ev yemeklerin yanı sıra yoğurt aşı, taş fırında pişen Şam oruğu, aşur, pek bir yerde yiyemeyeceğiniz kara havuç dolması ve tabii ki muhteşem taş kadayıfı uzadıkça uzayan baş döndüren bir yemek listesinin olmazsa olmazları!
Ziyafete hazır olun
Harika bir yemek için gitmeniz gereken Konak restoran 1850’den kalma bir konağın bahçesinde. Zamanın durduğu yerlerden biri, sanki her an bir köşeden Lawrence of Arabistan veya Sean Connery’nin oynadığı 007’sinin fırlamasını bekliyorsunuz. Avludaki ağaçların altında masaya kurulunca sizi ilk şaşırtan Amik Ovasındaki bağların Cabernet Sauvignon ile Merlot üzümlerinin nefis bir kupajı Antioche şarabı oluyor. Çiğ köfteleri, içinde kıyma, yanında ise kavrulmuş kıyma ile servis ediliyor ve insana keşke her çiğ köfte böyle olsa dedirtiyor. Kavrulmuş kıymayı istediğiniz miktarda çiğ köftenin üstüne koyup, masayı donatan lezzetli mezelerle yemeği bir ziyafete dönüştürüyorsunuz. Aslında “ziyafet” Antakya sofraları için iyi bir tanım! Birkaç merdiven ile her tarafı açık bir terasa çıktığınız Leban da böyle bir ziyafet ile sizi karşılayan bir restoran. Elinizi uzatsanız çan kulesine değecek kadar yakın olan Ortodoks Kilisesi bu şehirde üç dinin mensuplarının yıllarca nasıl bir arada sulh içinde yaşadığını hatırlatıyor. Leban’daki mezeler harika: Oruk, humus, çeşitli yoğurtlamalar, nar ekşili kısır kadehinizdeki rakıya çok güzel eşlik ediyor. Kebaba gelince, Uzun Çarşı‘nın içindeki Pöç Kasap uğranılması gereken bir yer. Hem kasap, hem lokanta. Tepsi kebabı için eti vitrindeki kuzunun kaburgasının yanından kesip satır ile kıyma haline getiriyorlar. Bu kebap neredeyse Adana kebabının geniş bir tepsiye yayılıp odun fırınında pişirilmesi! Ünlü Samandağı biberleri ve çeşitli baharatlarla tam kıvamında bir acılıkta, üstüne dökülen domates sosuyla damağınızdan önce gözünüze de bayram ettiriyor. Sossuz kağıt üstünde yapılan aynı kebaba ise kâğıt kebabı diyorlar, hangisini yiyeyim diye kararsız kalınca ikisinin de tadına bakmakta sonsuz yarar oluyor.