İklim değişikliğiyle ilgili yayımlanan yeni bir rapor ise önümüzdeki büyük tehlikeyi bir kez daha gözler önüne serdi! Norveçli bilim insanları, eğer karbon emisyonları azaltılmazsa dünya nüfusunun yaklaşık dörtte üçünün dramatik hava koşullarında büyük değişiklikler göreceğini tahmin ediyor. 1,5 MİLYARDAN FAZLA İNSAN DAYANILMAZ SICAKLIKLARLA KARŞILAŞACAKÖzellikle İspanya, İtalya, Fas, Peru, Hindistan, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi geniş bir bölgede sıcaklık ve yağışta ‘net ve hızlı’ artışların beklenmesi öngörülüyor. En iyimser senaryoda bile dünya genelinde 1,5 milyardan fazla insan dayanılmaz sıcaklıklar, ani seller ve benzeri olaylardan etkilenecek. Araştırmacılar, Oslo’daki CICERO Uluslararası İklim Araştırmaları Merkezi’nden, önümüzdeki 20 yıl içinde yağış ve sıcaklık değişimlerini hesaplamak için dört büyük iklim simülasyonunu birleştirdi. Önceki çalışmalarda iklim değişikliğinin ülke düzeyindeki etkileri incelenirken, bu makale daha geniş bir perspektife sahip.Baş yazar Dr. Carley Iles, küresel ortalamaya kıyasla daha önemli olan bölgesel değişikliklere odaklandıklarını ve önemli değişimlerin yaşanması öngörülen bölgeleri belirlediklerini belirtiyor. Yüksek emisyon senaryosunda, Akdeniz, Kuzeybatı ve Güney Amerika ile Doğu Asya gibi bölgelerde ‘iki veya daha fazla 10 yıl boyunca sürekli ve benzeri görülmemiş değişim oranları’ yaşanacak. Emisyonlar önemli ölçüde azaltılmazsa, aşırı hava olaylarında hızlı değişiklikler yaşanacak bölgeler dünya nüfusunun yüzde 70'ini (5,6 milyar) kapsayacak.KUZEY AVRUPA’NIN BAZI BÖLGELERİN YAĞIŞ MİKTARINDA ÖNEMLİ ARTIŞLAR BEKLENİYORİngiltere ve Kuzey Avrupa'nın bazı bölgelerinde ani sıcaklık değişimleri beklenmiyor, ancak yağış miktarında önemli artışlar olabilir. Araştırmalar, insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkilerini ortadan kaldırmanın artık çok geç olabileceğini öne sürüyor. Dr. Samset, Daily Mail’e yaptığı açıklamada "Emisyon kesintilerinden bağımsız olarak, önümüzdeki 20 yıl içinde dünya çapında hava koşullarının ne kadar hızlı değişeceği önemlidir” dedi. Paris Anlaşması'nın gerekliliklerine uygun şekilde sera gazlarının yeterince hızlı azaltıldığı düşük emisyon senaryosunda bile dünya nüfusunun yüzde 20'si (1,6 milyar) etkilenecek. Emisyonlar azaltılırsa, en dramatik değişiklikler Arap Yarımadası ve Güney Asya ile sınırlı kalacak. Dr. Samset, "Emisyon kesintileri işe yarıyor, ancak şu ana kadar yarattığımız değişiklikler o kadar güçlü ki bir süre daha baskın olmaya devam edecek" şeklinde konuştu.Toplumlar ve ekosistemler belirli bir oranda doğal değişime tolerans gösterebilir. Ancak, değişim hızı belli bir seviyeyi aştığında, dünyanın ve insan toplumunun uyum sağlayabileceği sınırın ötesine geçebilir. Eğer dünya, araştırmacıların öngördüğü kadar ısınmaya ve yağış almaya devam ederse, aşırı hava olaylarının yaşanma olasılığı artacak. AŞIRI HAVA OLAYLARI ÖLÜM VE YIKIMA YOL AÇACAKÖrneğin, 2021'de ABD'nin Pasifik Kuzeybatısı'nda yaşanan sıcak hava dalgası, iklim değişikliği etkisi olmadan mümkün olamazdı. Yeni makalede, aşırı hava olaylarının ölüm ve yıkıma yol açabileceği uyarısında da bulunuluyor. Sıcak hava dalgaları, sıcaklık stresi, aşırı ölümler, ekosistem stresi, tarımsal verimde düşüş gibi sorunlar oluşturabilir. En hızlı değişimlerin yaşanacağı bölgeler, düşük gelirli ve savunmasız ülkeleri kapsıyor.Makale, bazı çevre koruma girişimlerinin aşırı hava olaylarını daha da kötüleştirebileceğini belirtiyor. Örneğin, hava kirliliğinin azaltılması, daha fazla radyasyonun dünyaya ulaşmasına ve yerel sıcaklık artışlarına yol açabilir. Dr. Laura Wilcox, Asya'daki hava kirliliğinin temizlenmesinin aşırı sıcaklıkları artırdığını ve Asya yaz musonlarını etkilediğini söylüyor. Gerekli temizliğin küresel ısınmayla birleşerek önümüzdeki 10 yıllarda aşırı hava koşullarında güçlü değişikliklere yol açabileceği belirtiliyor.
Sağlıklı bir uyku ile kilo verme arasındaki ilişki, modern yaşamın sıklıkla göz ardı edilen ama son derece önemli bir boyutu. Uykunun, metabolizmayı düzenleyen hormonlar üzerindeki etkisi, kilo kontrolünde kritik bir rol oynuyor. Yetersiz uyku, insülin duyarlılığını azalttığı gibi açlık düzenleyici hormonların dengesini bozarak aşırı yemeye yol açabiliyor.Birleşik Krallık’taki sağlık hizmetleri ve acil tıp konularında uzmanlaşmış bir akademisyen olan Prof. Dr. Rob Galloway, bu konuya özel bir ilgi gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Daily Mail için kaleme aldığı yazısında, gece uyurken göz maskesi takmanın kilo vermeye yardımcı olabileceğini vurguladı. İşte Prof. Dr. Galloway’ın dikkat çeken o yazısı ve uyarıları…Her gece yatağıma girmeden önce dişlerimi fırçalar, pijamalarımı giyer ve mor ipek göz maskemi takarım (bu renk eşimin tercihi). Ancak bu rutin, sıradan bir alışkanlıktan çok daha fazlasını ifade ediyor; aslında, tip 2 diyabet riskine karşı kendimi koruma çabası içindeyim.Son bir yıl boyunca sağlık üzerine derinlemesine araştırmalar yaptım. Amacım, daha uzun, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmekti. Ancak, göbek bölgemdeki birkaç inatçı kilo (bunu baba yağı olarak adlandırdım) beni rahatsız ediyor. Çocuklarım bu durumu şaka yollu "sevimli" olarak nitelese de bu yağın vücuda zararlı kimyasallar salgıladığını biliyorum; bu da kanser, felç ve kalp krizi riskimi artırıyor.Bu nedenle sağlıklı beslenmeye özen gösteriyorum; işte tükettiğim ucuz kola, aşırı işlenmiş sandviç ve cipsleri geride bıraktım. Alkol tüketimimi azalttım ve çoğu gün 6 kilometre koşmaya başladım. Ancak tüm çabalarıma rağmen bu inatçı yağ inatla varlığını sürdürüyor.IŞIK MİKTARI ARTTIKÇA, DİYABET VAKALARININ DA ARTTIĞI GÖZLEMLENİYORFlinders Üniversitesi'nden araştırmacılar, gece ışığına maruz kalmanın vücut saatlerini bozduğunu ve bu durumun metabolizma üzerinde domino etkisi yaratarak kilo alma ve diyabet riskini artırabileceğini gösteren bir makale yayımladı. Araştırma, UK Biobank’tan alınan yarım milyondan fazla insanın verileriyle destekleniyor. 2006 yılında başlatılan UK Biobank, detaylı anketler, fiziksel değerlendirmeler ve biyolojik örnekler toplayarak hastalıkların tetikleyicileri hakkında bilgi edinmeyi amaçlıyor.Flinders ekibi, bir hafta boyunca geceleri maruz kaldıkları ışık miktarını incelemek için 84 bin katılımcıya monitörler verdi. Bu veriler, katılımcıların sonraki sekiz yıl içinde tip 2 diyabet geliştirme oranlarıyla karşılaştırıldı. Sonuçlar oldukça dikkat çekiciydi: Çalışma süresince yaklaşık 2 bin kişiye diyabet teşhisi konmuştu ve geceleri daha fazla ışığa maruz kalanların riski belirgin şekilde artmıştı. Ortalamadan yüzde 0-20 daha fazla ışığa maruz kalanlar, ortalamadan daha düşük ışık seviyelerine sahip olanlara göre yüzde 29 daha fazla diyabet riski taşırken, yüzde 20-40 arası maruz kalanların riski yüzde 39, yüzde 40-50 arası maruz kalanların riski ise yüzde 53 daha fazla bulunmuştu.Bu çalışma gözlemsel bir araştırma olduğu için kesin bir nedensellik sunmuyor, ama bana göre ışık maruziyetinin etkileri çok açık. Işık miktarı arttıkça, diyabet vakalarının da arttığı gözlemleniyor. Daha da önemlisi, biyolojik bir açıklama var: Gece ışığı, uyku düzenimizi ve vücut saatimizi etkileyerek insülin duyarlılığını bozabiliyor. Bu, kandaki şekeri (glikozu) hücrelere taşıyan insülin hormonunun işlevini olumsuz etkileyebilir. Hücreler insüline daha az duyarlı hale geldikçe, kan şeker seviyeleri yükseliyor ve vücut daha fazla insülin üretiyor. Başlangıçta bu fazla glikoz yağa dönüşüyor, ama zamanla yüksek kan glikoz seviyeleri tip 2 diyabete yol açıyor.GECE IŞIĞINA MARUZ KALMAK MELATONİN ÜRETİMİNİ AZALTIYORGece ışığına maruz kalmanın bir diğer sorunu, melatonin üretimini azaltması. Melatonin, uykuya dalmamıza yardımcı olan bir hormon ve aynı zamanda kan şekeri seviyelerini de düzenliyor. Normal melatonin seviyeleri, geceleri açlık hissi duymamamızı sağlıyor. Yetersiz uyku da açlık düzenleyici hormonları bozabiliyor; örneğin, ghrelin seviyeleri artarken leptin seviyeleri düşüyor, bu da açlık hissini artırıyor ve sonuç olarak kilo alımına neden oluyor.Gece vardiyasında çalışan biri olarak benim uykum oldukça kötü. Üstelik dört aylık bebeğim de var, bu nedenle sıklıkla uyanmak zorundayım. Odayı karartmak için kullandığım perdeler tam oturmadığı için dışarıdan sızan ışık, uyku kalitemi olumsuz etkiliyor. Birçok insanın yatak odasında bir tür ışık açık; elektronik saatler, cep telefonları veya gece lambaları gibi. Bu araştırmalar da gösteriyor ki, uyku sırasında maruz kalınan en küçük ışık bile zararlı olabilir.BU DURUM SADACE KİLO ALMA İLE SINIRLI DEĞİL, ENFEKSİYON RİSKİ DE ARTIYORUyku eksikliğinin sonuçları sadece kilo alma ile sınırlı değil; bilişsel işlevlerin zayıflaması, ruh hali değişiklikleri, depresyon ve enfeksiyon riskinin artması gibi birçok olumsuz etki de söz konusu. Ayrıca, uzun ve kısa vadede kalp krizi geçirme riskini artırıyor. 2014’te yapılan bir araştırma, saatlerin ileri alındığı günlerde (ilkbaharda) bir saat uyku kaybı yaşayan insanların kalp krizi geçirme oranının yüzde 24 arttığını ortaya koymuştu.GÖZ MASKESİ IŞIĞI ETKİLİ BİR ŞEKİLDE ENGELLİYORBu noktada, göz maskesi benim için önemli bir yardımcı haline geliyor. Işığı gerçekten etkili bir şekilde engelliyor ve ipek yapısı sayesinde oldukça rahat. Bu maske, uyku kalitemi artırıyor; artık daha iyi uyuyorum ve geceleri daha az uyanıyorum. Gündüzleri daha dinç hissediyorum ve kilomda da hafif bir değişim fark ediyorum.Ancak bu süreçte sadece maske ile yetinmiyorum. Öğle yemeğinden sonra kahve içmeyi bıraktım ve akşam yemeğini daha erken yemeye çalışıyorum. Ayrıca, geceleri bir magnezyum tableti almaya başladım. Diğer takviyeleri de düşünebilirim; örneğin, glisin veya taurin amino asidi veya Hindistan'da yetişen bir bitkiden elde edilen Ashwagandha gibi. Bu takviyelerin düşük dozda alındıklarında zararlı olduğuna dair bir kanıt yok ve bazı çalışmalar, uyku süresini ve kalitesini artırmada etkili olabileceğini gösteriyor.Bununla birlikte, uyku hapları kullanmaktan kaçınıyorum; çünkü doğal uykunun sağladığı evreleri desteklemiyorlar ve potansiyel riskler taşıyorlar. Sonuç olarak, uyku zayıflık ya da tembelliğin bir göstergesi değil. Gerçekten daha sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaşamın anahtarı. Bu nedenle, uykuya verdiğim önemi artırmaya çalışıyorum ve bu konuda attığım adımların etkilerini gözlemlemek için sabırsızlanıyorum.
Grip, dünya genelinde her yıl milyonlarca insanı etkileyen ve ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen viral bir hastalık. Özellikle sonbahar ve soğuk kış aylarında yaygın olarak görülen grip, hafif bir soğuk algınlığından yüksek ateş ve şiddetli halsizlik gibi daha ciddi semptomlara kadar geniş bir yelpazede belirtiler gösterebiliyor. Son yıllarda ise grip vakalarında belirgin bir artış gözleniyor. Örneğin geçen yıl tedaviye karşı inatçı ve iyileşmesi haftalar süren yeni bir grip salgını yaşanmıştı. Bu yıl da grip mevsiminin nasıl geçeceği, virüsün yeni suşları ve aşı stratejilerindeki değişiklikler nedeniyle merak ediliyor.‘KUZEY YARIM KÜRE’DE CİDDİ ARTIŞ DİKKAT ÇEKİYOR Yeni sezonda hastalığın gücünün nasıl olacağıyla ilgili görüşlerine başvurduğum Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Reşit Mıstık, “Önümüzdeki grip sezonunda salgın yapacak tür geçen sene ile aynı olabilir. Eğer öyle olursa hastalığın seyri benzer olacaktır. Buna karşın değişime (mutasyona) uğramış ve daha önce karşılaşmadığımız bir tür olursa daha ciddi seyirli bir grip sezonu geçirebiliriz” dedi ve ekledi: “Ancak hangi türle olursa olsun risk gruplarında gribin her zaman ciddi olarak seyredebileceğini bilmemiz gerekir. Şu sıralarda bizim de içinde olduğumuz Kuzey Yarım Küre’de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre Orta Amerika ve Karayipler; Batı ve Orta Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya’da gripte artış dikkat çekmeye başladı.” COVİD-19, GRİP MEVSİMİNİ KALICI OLARAK DEĞİŞTİRDİ! ‘EN BÜYÜK SORUN İKİSİNİN AYNI ANDA ORTAYA ÇIKMASI’ Öte yandan Covid-19 da grip mevsimini kalıcı olarak değiştirdi ve bu sezon her iki virüse karşı da korunmak çok önemli… Dünya Sağlık Örgütü Salgın ve Pandemi Hazırlığı ve Önleme Direktörü Maria Van Kerkhove, en son yaptığı açıklamada Covid-19 testlerinde pozitif çıkma yüzdesinin son bir aydır arttığını söyledi. Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi’nin haftalık basın toplantısında konuşan Kerkhove, "84 ülkedeki gözetim sistemimizden gelen veriler, Covid-19 için pozitif testlerin yüzdesinin arttığını bildiriyor. Genel olarak, test pozitifliği yüzde 10’un üzerinde ancak bu bölgeye göre değişiyor. Avrupa’da pozitiflik yüzdesi yüzde 20’nin üzerinde” ifadelerini kullandı. “Covid-19’u yapan SARS-CoV-2 ile grip virüsünün her ikisi de solunum sistemine yerleşen virüsler” diyen Prof. Dr. Reşit Mıstık, “Virüs bilimi açısından bir virüs varsa başka bir virüsün yerleşmesi zor olabiliyor. Bu nedenle biri ön plana çıkarsa diğeri geri planda kalabilmesine rağmen yine de her iki virüsün saptandığı hastalar var. Bu hastalarda bunlara bağlı komplikasyonların görülme sıklığı ve ciddiyeti artabileceği düşünülebilir. En büyük sorun bu olabilir” dedi. BU YIL GRİP AŞILARI NEDEN DEĞİŞTİ? Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri’ne (CDC) göre 2023-2024 grip sezonunda 45 binden fazla kişi grip komplikasyonlarından hayatını kaybetti. Bu nedenle CDC, bu yıl 6 aylık bebekler dahil olmak üzere herkesin güncellenmiş grip aşısını yaptırmasını öneriyor. Ancak bu yıl grip aşısı geçen sezonun aksine dörtlü yerine üçlü bir bileşime sahip. Bu üçlü aşılar, iki influenza A (H1N1 ve H3N2) ve bir influenza B virüsünü içeriyor. Peki bu yıl dörtlü aşılardan üçlü aşılara geçilmesinin sebepleri nelerdir? “Her yıl bir önceki yılın kış ayları sonunda o yıl toplumda dolaşan grip aşı türleri dünyanın değişik yerlerinden gelen bilgilerle DSÖ grip izleme komitesi tarafından saptanır. Bu saptamalar doğrultusunda bir sonraki yılın aşı içeriğinin nasıl olması gerektiğini aşı üreticilerine iletilir” diyen Prof. Dr. Reşit Mıstık, bu yılki değişime dair şu önemli bilgilerin altını çizdi: -- 2020 yılından itibaren grip aşılarında bulunan B/Phuket/3073/2013 (B Yamagata-Lineage) virüsü artık görülmediğinden, 2024-2025 aşıları dört tür yerine üç tür olarak planlandı. Grip virüsü, A, B, C ve D olmak üzere dört tür içerir; ancak, en fazla değişime uğrayan A tipi grip virüsüdür. A tipi grip virüsü, H ve N antijenlerinin farklı kombinasyonlarıyla büyük mutasyonlar geçirir, bu da yeni virüs türlerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. -- Bu nedenle, bir kişi hayatı boyunca birçok kez grip geçirebilir ve virüsün değişimi küçük salgınlardan büyük pandemilere kadar çeşitli etkiler yaratabilir. Aşılar, değişime uğramayan virüslere karşı yüzde 100 koruma sağlarken, değişen virüslere karşı koruyuculuk oranı daha düşük olabilir. GRİP AŞISINI HANGİ AY YAPTIRMAK DAHA ETKİLİ? Eylül sonlarına doğru grip aşılarına erişim sağlanabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Reşit Mıstık, “Aşı için en iyi zaman Ekim-Kasım aylarıdır. Çoğunlukla tek doz aşı yeterlidir. Ancak risk grubunda olanlar için kış sonunda ikinci bir aşı yapılması önerilebilir” dedi.GRİP DIŞINDA BU SEZON PİK YAPMASI BEKLENEN BAŞKA VİRÜSLER VAR MI? Bu soruma “Aslında, virüs denizi içinde yüzüyoruz ve yüzlerce virüs, hastalandığımız veya farkında olmadan geçirdiğimiz enfeksiyonlara neden olabiliyor” cevabını veren Prof. Dr. Reşit Mıstık, şöyle devam etti: “M-Çiçeği (Mpox) virüsü, üst solunum yollarına yerleşen respiratory syncytial virüs (çoğunlukla bebeklerde hastalık yapmasına rağmen, genç yetişkinler ve erişkinlerde de burun akıntısı, öksürük, ateş gibi belirtilere yol açabilir), ve Batı Nil Virüsü (sivrisinekle bulaşan ve bazen beyni etkileyebilen ateşli bir hastalık) enfeksiyonlarında artış beklenebilir. Ancak, DSÖ bu dönemde grip ve Covid-19'u en yaygın hastalıklar olarak işaretlemiş durumda…”
Otizm, bireylerin sosyal etkileşim ve iletişim becerilerinde zorluklar yaşadığı, çeşitli davranışsal ve gelişimsel farklılıklarla kendini gösteren nörolojik bir bozukluk. Son yıllarda, bu karmaşık durumu anlamak ve yönetmek amacıyla yapılan araştırmalar oldukça hız kazandı.Washington Üniversitesi’nden Dr. Shinjini Kundu ve ekibi, ailelerin uzun süreli belirsizlikten kurtulmalarına ve erken tedaviler almalarına yardımcı olabilecek bir otizm teşhis yöntemi geliştirdi. Yeni yapay zeka analizi, beyindeki biyolojik aktiviteleri kullanarak otizmin genetik belirteçlerini yüzde 89 ila 95 doğruluk oranıyla tespit edebiliyor. Science Advances dergisinde yayımlanan sonuçlara göre bu yöntem, manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile standart beyin haritalaması yapıldıktan sonra, yapay zeka kullanılarak beyindeki otizmi gösterebilecek proteinlerin ve diğer süreçlerin hareketlerini analiz ediyor. Geleneksel otizm teşhisleri genellikle davranışsal belirtilere dayanırken, bu yöntem genetik temele dayalı daha hassas bir yaklaşım sunuyor.Dr. Kundu, bu yöntemle otizmin şifresinin çözüleceğini belirtirken, yeni yöntemin beyin dokusu morfolojisi ile genetik kod arasındaki ilişkiyi anlamak için önemli bir adım olduğunu vurguladı. ‘HASTALARA TANI KOYMADA YARDIMCI OLABİLİR’ Araştırmanın sonuçlarını Çocuk Nörolojisi Uzmanı Uzm. Dr. Selvinaz Edizer’e danıştığımda ise çalışmanın umut verici olduğunun altını çizerek, “Bu yöntem, araştırmacıların genetik değişiklikleri, bu değişikliklerin kodladığı proteinleri ve besinlerle etkileşimlerini incelemelerini sağlıyor. Beyin haritalama (fonksiyonel MRI) ve yapay zeka kullanarak da bu değişikliklerin beyin üzerinde nasıl etki yarattığını ve hangi bölgelerin ne derecede etkilendiğini öngörmeyi amaçlıyor. Bu süreç, hastalara tanı koymada yardımcı olabilir ve hangi fonksiyonların etkileneceğine dair ipuçları sunabilir” dedi. GELİŞMELERİ HEYECANLA BEKLİYORUZ“Şu anki bilgilerimizle otizmin kesin mekanizması net değil ve çeşitli teoriler mevcut” diyen Dr. Edizer, “Beyindeki hücreler arası nörotransmitter (sinir hücreleri (nöronlar) arasında iletişimi sağlayan kimyasal maddeler) düzeylerinin değiştiğini biliyoruz, ancak bu değişikliklerin bireyler arasında nasıl farklılık göstereceğini henüz tam olarak bilmiyoruz. Bu çalışma, fonksiyonel MRI, gen değişiklikleri, kodlanan proteinler ve yapay zeka gibi çeşitli faktörleri eş zamanlı olarak değerlendirdiği için yüksek tanı oranları sağlayabilir. Gelişmeleri heyecanla bekliyoruz” ifadelerini kullandı. ‘SON İKİ YILA KADAR TÜRKİYE’DE 550 BİN OTİZMLİ ÇOCUK OLDUĞUNA DAİR KAYITLAR VAR’ Son yıllarda otizm spektrum bozukluklarının görülme sıklığında belirgin bir artış gözlemleniyor. Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) verilerine göre, otizm teşhisi konulan bireylerin sayısı, özellikle çocuklar arasında giderek artıyor. 2020 yılı itibarıyla, Amerika Birleşik Devletleri’nde her 36 çocuktan birinin otizm spektrum bozukluğu tanısı aldığı belirtiliyor.Ülkemizde ise böyle bir istatistiksel veri olmadığına dikkat çeken Uzm. Dr. Selvinaz Edizer, “Ancak son iki yıla kadar Türkiye’de 550 bin otizmli çocuk olduğuna dair kayıtlar mevcut. Bu çalışma şu an için otizmi sıfırlamak için değil de daha çok erken tanı ve kliniğin ağırlığı ve hafifliği ve hastalığı öngörebilmek açısından kıymetli. İlerleyen dönemlerde belki tedaviye ışık tutacaktır. Ancak bunun biraz zaman var gibi görünüyor” şeklinde konuştu. BU BELİRTİLERE DİKKAT! Otizmin belirtilerine de değinen Uzm. Dr. Edizer, “Belirtiler genellikle erken yaşlarda ortaya çıkar. Genellikle de şunları içerir; isme dönmeme, göz teması kurmama, akranlarının oyunlarına ilgi göstermeme, geç konuşma, tekrarlayıcı hareketler, takıntılar ve parmakla işaret etme eksikliği. Bu bulgulardan herhangi biri görülüyorsa, mutlaka bir uzman tarafından değerlendirilmeli” ifadelerini kullandı.
Küresel ısınmanın etkisiyle hızla eriyen buzullar, bilim dünyasında endişe verici gelişmelere yol açmaya devam ediyor. Sıcaklıkların artmasıyla birlikte, donmuş toprak tabakalarında hapsolmuş eski virüslerin ortaya çıkması hem sağlık hem de ekosistem açısından riskler taşıyor.Son dönemde bu konuyla ilgili yapılan araştırmalar, ortaya çıkan eski patojenlerin, özellikle de uzun süredir donmuş olanların, yeniden aktif hale gelme potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Bu durum, küresel ısınmanın sadece iklim üzerinde değil, aynı zamanda biyolojik çeşitlilik ve insan sağlığı üzerinde de derin etkiler yaratabileceğini ortaya koyuyor.Bilim insanları geçtiğimiz günlerde ise Çin’in batısındaki Tibet Platosu’nda yer alan Guliya Buzulu’nun derinliklerinde 1700'den fazla antik virüs keşfetti. Bu virüslerin çoğu daha önce ise hiç görülmedi. Bu son keşif, buzulların erimesiyle birlikte, bilimin henüz tanımlamadığı patojenlerin ortaya çıkabileceği ve ölümcül salgınların tetiklenme ihtimali endişelerini daha da artırdı.KEŞFEDİLEN VİRÜSLERİN GEÇMİŞİNİN 41 BİN YILA KADAR UZADIĞI ORTAYA ÇIKTIAraştırmalar, bulunan virüslerin geçmişinin 41 bin yıla kadar uzandığını ve bu süre zarfında soğuk iklimlerden sıcak iklimlere üç büyük geçiş yaşadığını gösteriyor. ABD’deki Ohio State Üniversitesi’nin öncülüğündeki araştırma ekibi, Tibet Platosu’nda bulunan Guliya Buzulu’ndan çıkarılan 300 metre uzunluğundaki bir buz çekirdeğini inceledi. Bu çekirdek, farklı zaman dilimlerini ve iklim dönemlerini temsil eden dokuz parçaya ayrıldı ve her parçada DNA analizleri yapıldı. Metagenomik analiz adı verilen bir yöntemle, virüslerin her bir suşu tanımlandı. Elde edilen bilgiler, bilim insanlarının bu zamana kadar buzullardan topladığı viral bilginin yaklaşık 50 katı kadarını içeriyor.KEŞFEDİLEN VİRÜSLER DÜNYA’NIN DERİN İKLİMSEL TARİHİNE BİR PENCERE AÇIYOREn önemlisi de bilim insanları, virüs topluluklarının donduruldukları andaki iklim koşullarına göre çok farklılık gösterdiğini buldular. Ohio State Üniversitesi'nde mikrobiyoloji araştırma görevlisi ZhiPing Zhong, bu durumun “Virüsler ile iklim değişikliği arasındaki potansiyel bağlantıyı gösterdiğini” belirtti.Bununla birlikte, bu virüslerin yalnızca arkeleri (tek hücreli organizmalar) ve bakterileri enfekte edebildiği, insanları, hayvanları ya da bitkileri hasta edemedikleri belirtildi. Ancak, virüslerin incelenmesi, Dünya’nın derin iklimsel tarihine bir pencere açıyor ve gelecekteki mikrobiyal toplulukların nasıl olabileceğine dair bilgi sunuyor.Yakın zamanda ise ABD’deki Yellowstone’da bulunan jeotermal kaynaklarda da 1,5 milyar yıl öncesine ait dev virüsler bulundu. Bu dev virüsler, normal virüslere göre çok daha büyük genomlara sahip ve insanlar için zararsız olsalar da tek hücreli organizmaların ilk ortaya çıktığı dönemlerde Dünya’daki koşulları anlamamıza yardımcı olabilir.
Ticaret Bakanlığı, taşınmazların ticaretine ilişkin ilan platformlarındaki emlakçılara yönelik doğrulama yükümlülüğü getirerek, bakanlıkça oluşturulan Elektronik İlan Doğrulama Sistemi'nin (EİDS) 2'inci fazının uygulamasının 15 Eylül itibarıyla devreye alınacağını duyurdu. "Doğrulanmış ilan" olarak bilinen düzenlemeyle, tüketici mağduriyetinin engellenmesi, sahte ilanlarla vatandaşların karşılaştığı fiyat manipülasyonlarının önüne geçilmesi öngörülüyor. Peki bu noktada nelere dikkat etmek gerekiyor? Merak edilen tüm soruları Gayrimenkul Hukuku Uzmanı Avukat Ali Güvenç Kiraz ile mercek altına aldık. 1- BU UYGULAMA İLE TEMELDE AMAÇLANAN TAM OLARAK NEDİR?Gayrimenkul sektöründe emlak satış/kiralama ve aracılık hizmetleri kapsamında dijitalleşmenin başlaması sonrasında yaşanan birtakım sorunlar oluştu. Bu kapsamda;1- Kendisine ait olmayan bir mülkü kendisine aitmiş gibi satışa veya kiralamaya yönelik işlemler yapanların sahte ilanlar oluşturduğu ve bu kapsamda da fiyat manipülasyonları yaptıkları ortaya çıktı 2- Gerçekte var olmayan bir takım sahte projelerin (devre mülk projeleri gibi) oluşturulduğu bu kapsamda yapılan tanıtımlar kapsamında ön avans, kaparo ve satın alma bedellerinin tahsil edilerek ciddi tüketici mağduriyetlerinin oluştu3- Taşınmaz Ticareti Yönetmeliği kapsamında yasal olarak yetki belgesi sahibi olması gereken emlak danışmanları dışında da bu belgeye sahip olmayan üçüncü kişilerin ciddi şekilde bu portallar üzerinden satış veya kiralamalara aracılık yapılarak haksız kazanç elde ettiği görüldü EİDS ile planlanan bu durumların ortadan kaldırılarak mağduriyetlerin önlenmesi ve yasal yetki belgesi sahibi emlak danışmanlarının sadece bu konularda yetki sahibi olmalarının sağlanması.2- EMLAKÇILARIN DÜZENLEMEYE UYUM SÜRECİNDE NELER YAPMALARI GEREKİYOR? Bir emlakçının EİDS sistemine dahil olabilmesi için mutlaka Taşınmaz Ticareti Yönetmeliği kapsamında bağlı olduğu ilin Ticaret İl Müdürlüğü’nden alınacak yetki belgesine sahip olmaları zorunlu.Yetki belgesi sahibi olabilmesi için ise bir emlakçının;1- Meslek odası kaydı ve faaliyet belgesi sahibi olması 2- Gelir veya kurumlar vergisi mükellefi olması 3- 18 yaşını doldurmuş olması4- En az ilköğretim mezunu olması5- İflas etmemiş veya etmişse daha önce kanun gereğince itibarının yerine gelmiş olması 6- Kasten bir suçtan beş yıl ve üzeri ceza almaması, yüz kızartıcı suçları işlememiş olması, devlet aleyhine işlenen suçları işlememiş olması, yine ticaretten men cezası almamış olması 7- Milli Eğitim Bakanlığı, üniversiteler veya MEB yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından 100 saatlik eğitim alınması ve yine yönetmelikte yazan diğer şartları sağlamış olmaları gerekiyor. 8- Önlisans, lisans, lisansüstü eğitim kurumları mezunları altı ay, diğerleri ise 12 ay yetki belgesi başvurusu öncesinde bu alanda çalışıyor olmalı Bu noktada ciddi olarak bilinmeyen bir husus ise emlak danışmanları için yetki belgesi ile çalışma zorunlu. Ancak EİDS sistemi için sadece yetki belgesi sahibi olunması değil mülk sahibi ile yetki belgeli emlak danışmanı arasında da Taşınmaz Ticareti Yönetmeliğine uygun Yetkilendirme Sözleşmesinin de imzalanmış olması gerekli. Aksi halde vatandaş yetki belgesi numarası aldığı emlak danışmanlarını sisteme tanımlayarak sadece bu işlemi yapmış sayılamaz. İlgili tüm yetki belgeli emlak danışmanı ile Yetkilendirme Sözleşmesini de imzalamış olmalı.3- AYNI TAŞINMAZA İLİŞKİN KAÇ EMLAKÇI YETKİLENDİRİLEBİLECEK? Sektör temsilcilerinin bakanlık ile yapmış oldukları görüşmelerde en fazla beş adet emlakçının yetkilendirilmesine uygun bir sistem kurduklarını söyledikleri görüldü. Bu kapsamda belli bir sayı, yani en fazla beş adet yetki belgeli emlak danışmanının yetkilendirmenin oluşacak diğer mağduriyetleri önleyeceğini söyleyebiliriz. Mevcut sistem de bu birden fazla verilebilen ilanların tamamı için birbiri ile bağlantılı, fiyat vb. gibi durumların görülebildiği bir sistem oluşturuldu.Ancak özünde tüketici mağduriyeti oluşturmayı engellemek isteyen bakanlığın bir konuyu atladığını düşünüyorum. Beş adet yetki belgeli emlak danışmanına sistemde onay verecek vatandaş, bu beş emlak danışmanının yapacağı işlemler ve alacağı teklifler kapsamında birden fazla emlak komisyon ücreti ödeme riski veya bu danışmanların yapacakları hizmetler kapsamındaki harcamaları karşılama riski ile karşı karşıya kalacaklarını bilmeleri gerekiyor. Hizmette yasal komisyonu hak edebilmek için o hizmetin tamamlanması gerekiyor. Ancak kanunda emlak danışmanlarının bu konularda yapacakları çalışmalar kapsamında da bu bedelleri alabilecekleri belirtilmekte. Bakanlığın bu konuda da vatandaşları bilgilendirmesi esas.4- KİRALIK TAŞINMAZ İLANLARININ DA DOĞRULANMASI ZORUNLU OLACAK MI? Satılık ilanlarında olduğu gibi mülkünü kiraya vermek isteyenler ve bu kapsamda ilanlarını dijital platformlar üzerinden sağlamak isteyenlerin yine EİDS sistemi kapsamında yetkilendirilmeleri zorunlu. Hem satılık ilanları hem de kiralama ilanlarında sistemden muaf tutulmuş gayrimenkuller şunlar olacak; 1- Kat irtifakı kurulmamış konut projeleri2- Günlük kiralama ilanları 3- TOKİ ve Emlak Konut projeleri 4- Gecekondular ve tapusu olmayan mülkler Bu taşınmazlarla ilgili EİDS doğrulaması yapılamayacak, eski sistemde olduğu gibi emlak portalları üzerinden satış ve kiralama tanıtımları devam edecek. 5- VATANDAŞLAR, EMLAKÇI YETKİLENDİRMEDEN KENDİ İLANLARINI EMLAK PORTALLARI ÜZERİNDEN YAYINLAYABİLECEK Mİ? Vatandaşlar taşınmazlarını satmak veya kiraya vermek konusunda bir emlakçı ile çalışmak zorunda değiller. Vatandaşlar kendi mülklerini satmak veya kiraya vermek için de bu emlak portalları üzerinden ilan verebilirler. Vatandaşlar konusunda bilinmesi gereken husus ise bu ilanları emlak portallarına bir kişi kendisi, eşi veya ikinci dereceye kadar yakınları (çocukları, kardeşleri, torunları, dede, babaanne, anneanne) adına verebilecek. 6- YETKİLENDİRME SONRASINDA, VERİLEN YETKİNİN İPTALİ MÜMKÜN OLACAK MI? Bir kişi yetki verdiği bir EİDS yetkisini yine istediği gibi geri alabilecek. Ancak burada yapılan geri alma sistemden hemen silinmeyecek yani vatandaşın sisteme tanımladığı süre kadar sistemde kalmaya ilan devam edecek. Bu noktada yetkinin geri alınmasının sistemde de geri alınamaması durumu maalesef birden fazla hizmet bedeli talep etme veya yapılan masrafları talep etme süreçlerine bizleri götürebilir. Bu kapsamda yetkilendirme sonrasında eğer iptal istenmiş ise bu durumun yetkili emlak danışmanına yazılı olarak da ihtar edilmesini ve gerekli sorumlulukların hatırlatılmasını öneririm.7- YETKİLENDİRİLMİŞ EMLAKÇININ, KONUT ÜZERİNDEKİ YETKİ SÜRESİ NE KADAR OLACAK?Bakanlık şu an mevcut sistemdeki yetkilendirmenin en az üç ay süreli olacağını sektöre bildirdi. Ancak üst süre sınırı konusunda net bir bilgi verilmedi. (3 aydan daha fazla olan sürelerin ekranlarda ne şekilde olacağına dair bir bilgi bulunmuyor)8- BU UYGULAMA İLE HAREKET ETMEYEN EV SAHİPLERİ VEYA EMLAKÇILARI BEKLEYEN CEZALAR VAR MI?Taşınmaz Ticareti Yönetmeliği kapsamında Yetkilendirme Sözleşmesi yapılmayan ve Yetki Belgesi bulunmayan emlak danışmanının ve yine bu sisteme aykırı hareket eden ev sahibinin eylemi; Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a aykırı hareket olarak kabul edilerek 10 bin TL’den 100 bin TL’ye kadar idari para cezası ile cezalandırılması ve Perakende Kanunu 18. madde kapsamında da yine para cezası ile cezalandırılması sağlanacak.9-) BU UYGULAMA İLE KİRALIK VEYA SATILIK KONUT FİYATLARI KONTROL ALTINA ALINABİLİR Mİ? Mevcut sistem ile özellikle fiyat manipülasyonu konusunda ciddi bir adım atıldığı söylenebilir, yine Hazine ve Maliye Bakanlığı ile uzun süredir yapılmaya çalışılan hem kiralama hem de satışlarla ilgili vergi denetimi ve şeffaflaşma konusunda da önemli bir ilerleme kaydedilecektir. Mevcut piyasa fiyatlarında yapılan manipülasyonlar kapsamında bir kontrol sağlanabilecektir.10- DOĞRULANMIŞ İLAN, OTOMOTİV SEKTÖRÜNDE DE GEÇERLİ OLACAK MI? Otomotiv sektörü de emlak sektörü gibi sahte ilanlar veya yetki belge sahibi olmayan galericiler tarafından çokça manipüle edilen bir sektör. Bu kapsamda Bakanlık önce emlak sektörü ile ilgili olarak EİDS sistemine geçti ancak kısa bir süre içinde de otomotiv sektöründe de geçmek istemekte. Sektör içerisinde yaşanan birçok mağduriyet, sahte ilan ve manipülasyonlar sebebiyle bakanlığın yetki belgesiz galericilere kestiği para cezaları 20 milyon TL’nin üzerinde... EİDS sistemi otomotiv sektörü için de uygulamaya geçtiğinde yine aynı emlak sektöründe olduğu gibi yetki belgeli galerici, araç sahibi ile galerici arasında imzalanmış yetkilendirme sözleşmesi ve araç sahibinin bu kapsamda yetkili galericiyi sistem üzerinden yetkilendirmesi ile çalışan bir sistem kurulmuş olacak. Galericilerin dikkat etmesi gereken temel husus öncelikle yetki belgesi sahibi olmaları, sisteme girmeden önce araç sahibi ile yetkilendirme sözleşmesini imzalamış olmaları...
Adenovirüs; üst solunum yolu enfeksiyonları, göz enfeksiyonları ve mide-bağırsak problemlerine neden olabilen bir virüs grubu. Bir-iki aydır vaka sayılarındaki artış, virüsün yayılma hızının ve etkisinin giderek arttığını gösteriyor. Uzmanlar, bu artışın nedenlerini anlamak ve kontrol altına almak için çeşitli önlemler geliştirmeye çalışıyor.Konuyu Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nafiz Koçak’a danıştığımda, şu an için bir salgın boyutundan söz etmenin zor olduğunu ancak vaka sayılarında artış yaşandığını belirtti. Prof. Dr. Koçak, şunları ekledi:“Adenovirüsler dünya çapında dağılım gösterir ve yıl boyunca enfeksiyon yapabilir. Ülkemizde de bir iki aydır gücünü artırdı. Genellikle kendiliğinden sınırlanır veya klinik olarak belirsizdir. En sık bebekler ve küçük çocuklarda görülmekle beraber okullar ve askeri birlik gibi toplu yaşanılan yerlerde salgınlara neden olabilir.”GRİBE BENZER ŞEKİLDE ORTAYA ÇIKIYOR, VÜCUDUN FARKLI BÖLGELERİNDE ENFEKSİYONA NEDEN OLUYOR“Adenovirus enfeksiyonlarının grip gibi hastalıklara benzer şekilde ortaya çıktığını söyleyen Prof. Dr. Nafiz Koçak, “Virüsün A’dan G’ye yedi türü bulunuyor. En önemlisi de 100’ün üzerinde adenovirüs serotipinin (bakteri, virüs veya parazit) olması. Bunların her biri farklı vücut bölgelerinde enfeksiyona neden oluyor” ifadelerini kullandı.Virüsün, çocukluk çağı viral solunum yolu enfeksiyonlarının yaklaşık yüzde 2-7’sinden, viral pnömoni ve bronşiolitin yüzde 5-11’inden sorumlu olduğunun altını çizen Prof. Dr. Koçak, “Bu enfeksiyonlar, HIV enfeksiyonu ve KOAH gibi bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde, hematopoietik kök hücre nakli ve kalp ameliyatı geçirenlerde, kanser kemoterapisi almış hastalarda daha ağır seyredebilir hatta ölümcül olabilir” şeklinde konuştu.ADENOVİRÜS NASIL BULAŞIYOR?Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Songül Özer ise “Bilinen adenovirüs gruplarından ‘D grubunun’ göz enfeksiyonlarından, diğer grupların ise solunum ve sindirim sistemi enfeksiyonlarından sorumlu olduğu biliniyor. Ciddi enfeksiyon yapan adenovirüs tipleri de 3, 7, 14 ve 21’dir” dedi. Virüsün nasıl bulaştığına da değinen Dr. Özer, “Adenovirüsler; damlacık yoluyla, öksürük, aksırık, solunum sekresyonları aracılığıyla solunum yolundan, bu sekresyonların ortama saçılmasıyla kirlenmiş olan yüzeylere ve eşyalara temas yoluyla, bir de ağız yoluyla alınabilirler” ifadelerini kullandı.VİRÜS VÜCUDA ALINDIKTAN 2-14 GÜN SONRA HASTALIK BELİRTİLERİ BAŞLIYOR Virüsün vücuda alındıktan 2-14 gün sonra hastalık belirtilerinin başladığına dikkat çeken Dr. Songül Özer, “Mevsimlerle çok da ilişkili olmadan, tüm yıl boyunca adenovirüs enfeksiyonları görülebilir. Çocuk ve ergenlikte daha çok üst solunum yolu enfeksiyonu, farenjit, zatürre, kanamalı idrar yolu enfeksiyonları ve ishal görülüyor. Yetişkinlerde ise ani başlayan solunum yolu enfeksiyonları ve bulaşıcı keratokonjonktivit denilen göz enfeksiyonları daha sık ortaya çıkıyor” dedi. Dr. Özer, şöyle devam etti:“Bağışıklık sistemi normal olan kişilerde hafif ve kendi kendine de iyileşebilen hastalıklar görülürken, bağışıklık sistemi zayıflamış veya baskı altına alınmış kişilerde adenovirüslere bağlı zatürre, sarılık, böbrek enfeksiyonları, gastroenterit, kanamalı olabilen idrar yolu enfeksiyonları hatta menenjit ve ensefalit gibi santral sinir sistemi enfeksiyonları da görülebilir”VİRÜSTEN KORUNMAK İÇİN NELERE DİKKAT EDİLMELİ?“Adenovirüslerin yayılmasını azaltmak ve daha fazla salgını önlemek için daha güçlü hijyen uygulamaları, kamuoyunu bilinçlendirme çabaları gerekli” diyen Prof. Dr. Nafiz Koçak, “El yıkama, yakın temastan kaçınma, atıkların uygun şekilde atılması ve enfekte kişilerin izole edilmesi gibi bireyler arasında önlemler alınmalı. Ayrıca bazı adenovirüsler yeterli klor içermeyen küçük göller veya yüzme havuzlarında da yayılıyor. Bu durum ateşli hastalık salgınlarına neden olabilir” uyarısında bulundu.‘AĞIZ YOLUYLA ALINAN AŞISI MEVCUT’Hastalığın tanısına değinen Dr. Songül Özer ise “Dışkıdan ve solunum sekresyonlarından hızlı test şeklinde yapılıyor. Ayrıca kandan serolojik testlerle veya vücut salgılarından hücre kültürü yöntemiyle de virüsün tanısını koymak mümkün. Solunum sekresyonlarından ve ishal olanlarda dışkı örneklerinden bulaş olabileceğinden, ellerin iyice yıkanması, hasta kişilerin maske kullanması çok önemli” dedi.Tedavide özel bir ilacın olmadığını da söyleyen Dr. Özer “Ancak başka virüsler için kullanılan antiviral ilaçlar kullanıldı ve başarılı oldu. Riskli kişilerde kullanılabilen, ağız yoluyla alınan bir aşısı da mevcut” ifadelerini kullandı.
Kalp hastalığı ve felç, günümüzde giderek artan sağlık sorunları arasında yer alıyor. Genellikle yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, sigara kullanımı ve düzensiz yaşam tarzı gibi risk faktörleriyle ilişkili olan kalp hastalıkları; kalp krizi, kalp yetmezliği ve diğer kardiyovasküler problemlerin sıklığının artmasına neden oluyor. Aynı zamanda, kalp hastalığı geçiren bireylerin felç riskleri de giderek yükseliyor. Çünkü kalp hastalıkları, kan akışını etkileyerek, beyne giden oksijenli kanın azalmasına neden oluyor. Bu da felç geçirme riskini artırıyor. 30 YILDIR YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMA BİLİM İNSANLARINI ŞAŞIRTTIDünya Sağlık Örgütü ve Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, kalp damar hastalıkları Türkiye’de en yüksek ölüm nedenleri arasında yer alıyor. Ayrıca, obezite oranının artması ve düzensiz beslenme alışkanlıkları da kalp hastalıkları riskini ve felci artırıyor.Günümüzde uzmanlar, bir kişinin çeşitli kalp sorunlarına yatkın olup olmadığını belirlemek için genellikle LDL kolesterol (kötü kolesterol) testi yapıyorlar. Ancak 30 yılı aşkın bir süre boyunca yürütülen çığır açıcı yeni bir çalışmada bilim insanları, kanda iki ek biyobelirteç daha test ettiler: Karaciğer tarafından üretilen ve iltihaplanmaya yanıt olarak artan bir protein olan ‘CRP’ ve vücuttaki bir yağ türü olan ‘lipoprotein(a)’.KADINLARIN KARDİYOVASKÜLER SORUN YAŞAMA RİSKİNİN YÜZDE 33 DAHA FAZLA OLDUĞU GÖRÜLDÜThe New England Journal of Medicine’de yayımlanan çalışmada 30 yıl boyunca yaklaşık 30 bin Amerikalıda kan testi yapılarak üç ayrı biyobelirteç incelendi. Çalışma 1990’ların ortasında başladığında, katılımcıların ortalama yaşı 55’di. Sonraki 30 yıl boyunca gönüllülerin yüzde 13’ü kalp krizi veya felç gibi sorunlar yaşadı. Çalışmanın başlangıcında lipoprotein(a) seviyesi en yüksek olan ‘kadınların’ kardiyovasküler sorun yaşama riskinin yüzde 33 daha fazla olduğu görüldü. Ayrıca CRP seviyesi en yüksek olanların risk altında olma oranı da yüzde 70’ten fazlaydı.Tüm veriler kolesterolle birlikte test edildiğinde ise üç kategoride de en yüksek seviyelere sahip olanların kalp hastalığı geliştirme olasılığının üç kat daha fazla olduğu görüldü. KALP SAĞLIĞINDA DEVRİM YARATACAKÇalışmanın baş yazarı Dr. Paul Ridker NBC News’e yaptığı açıklamada “Üç biyobelirteç de farklı biyolojik süreçleri temsil ediyor. Bu da bize kişinin ne kadar risk altında olduğunu gösteriyor. Yaptığımız çalışmada bu üç test, hastanın kalp sağlığı hakkında daha doğru ve ayrıntılı bir resim veriyor. Bu da hastalığa karşı koruyucu olmada devrim yaratacak bir adım…” ifadelerini kullandı.MEVCUT DURUMDA 10 YILLIK RİSK GÖRÜLEBİLİYORDU ŞİMDİ 30 YIL ÖNCEDEN ÖNGÖRÜLEBİLİRKonuyla ilgili görüşlerine başvurduğum Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Yıldız ise “Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en sık ölüm nedeni kalp ve damar hastalıklarına bağlı. Dolayısıyla kimlerin risk altında olduğunun önceden belirlenmesi çok önemli. Buna yönelik yapılan yakın zamanlı çalışmalarda en önemli risk faktörlerinden birinin kolesterol yüksekliği olduğu da ortaya çıktı” dedi ve ekledi:“Örneğin LDL kolesterol, ‘düşük yoğunluklu lipoprotein’ anlamına gelir. Halk arasında ‘kötü kolesterol’ olarak adlandırılır. Ayrıca bu test kalp sağlığı risklerini değerlendirmede yıllardır kullandığımız önemli bir parametredir. Şimdi ise buna ek olarak iki testin pozitif sonuçlar vermesi oldukça önemli…” Normalde bazı testlerin 10 yıllık kalp ve damar hastalıkları riskini öngördüğüne değinen Prof. Dr. Yıldız, “Bu çalışmayı önemli kılan nokta geniş hasta kitlesinde 30 yıllık takibin yapılmış olması. 30 yıl çok ciddi bir süre. Sonuç olarak, LDL kolesterol, CRP ve Lp(a) gibi kan testleri, sağlıklı kişilerin kalp ve damar hastalıklarına yatkınlığını yıllar öncesinden belirlemede çok kıymetli. Bu testler kalp hastalıklarını 20-25 yıl önceden kesin olarak öngöremese bile risk seviyesini belirlemede kullanılabilir” ifadelerini kullandı.CRP VE LİPOPROTEİN(a) TAM OLARAK NEDİR?Prof. Dr. Yıldız, araştırmada üzerinde durulan CRP ve Lipoprotein(a) testleriyle ilgili de şu önemli bilgilerin altını çizdi.-- CRP (C-reaktif protein) vücutta karaciğerde üretilen ve bir inflamasyonun (yangı) olduğunu gösteren protein. Enfeksiyonlarda, travmalarda, romatizmal hastalıklarda ve kanserler gibi birçok durumda yükselebilir. Diğer kan tahlili olan Lipoprotein(a) ise kan dolaşımında bulunan protein olup LDL kolesterol ile benzer bir yapıya sahip. Kanda yüksek düzeyde bulunması damar duvarlarında plak birikimine katkıda bulunarak damar sertliği ve kalp hastalıklarına yol açabilir.-- Fakat damar sertliği birçok etkene bağlı da gelişen bir hastalık. Genetik yatkınlık, sigara, kan basıncı, kalp hızı, diyabet, stres, beslenme alışkanlığı, yaşam tarzı vb. birçok durumlar da risk üzerinde önemli rol oynar. KADINLARDA RİSK NEDEN DAHA FAZLA?Çalışmada en önemli noktalardan biri de lipoprotein(a) seviyesinin en yüksek şekilde kadınlarda görülmesi… Araştırmaya göre kadınların kardiyovasküler sorun yaşama riski ise yüzde 33 daha fazla… Peki bu durumu nasıl yorumlamak gerekiyor?Bu soruma Prof. Dr. Ahmet Yıldız, “Kalp ve damar hastalıkları ile ilgili çalışmalara ve literatürlere bakıldığında, kadın hasta grubu ayrı olarak tekrar ele alınır. Bunun nedeni de kadınların kalp hastalıklarına yatkınlığının çeşitli faktörlere bağlı (Hormonel faktörler vb.) değişiklik göstermesi” cevabını verdi ve şöyle devam etti:-- Çalışmanın ağırlıklı olarak kadınlar üzerinde yapılmış olması, kalp hastalıklarının cinsiyete göre nasıl farklılık gösterdiğine tespit açısından önemli. Genellikle kadınlar, erkeklere göre kalp hastalıklarına daha geç yaşlarda yakalanır. Ancak, menopoz sonrası hormon değişiklikleri nedeniyle kalp hastalıkları riski artar. -- Diğer taraftan, kadınlarda kalp hastalıklarının belirtileri çok farklı olabilir, bu ise tanının ve dolayısıyla tedavinin gecikmesine yol açabilir. Geçmişte, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlarda en sık ölüm nedeni kanserken, günümüzde kalp ve damar hastalıkları ilk sıraya aldı. Bunun nedeni, sigara içme oranının ve obezitenin artmış olması.”-- Türkiye’deki verilere baktığımızda da kadınlarda kalp hastalıkları giderek artan bir sağlık sorunu olarak görülüyor. İstatiksel verilere göre kadınların yüzde 43.9’u, erkeklerin yüzde 36.4’ü kalp ve damar hastalıklarına bağlı yaşamını kaybediyor. Ayrıca hipertansiyon, diyabet, kolesterol yüksekliği gibi risk faktörlerinin yoluna açan obezite kadınların yüzde 48’inde, erkeklerin ise yüzde 17’sinde görülüyor.KALP HASTALIKLARINDAN KORUNMAK İÇİN NELERE DİKKAT ETMEK GEREKİYOR?Bu noktada dikkat edilmesi gerekenlere değinen Prof. Dr. Ahmet Yıldız, 8 maddeye dikkat çekti:1- Dengeli ve sağlıklı Beslenme: Lif içeriği zengin tahıllar, taze sebze ve meyve tüketilmeli. Hazır ve işlenmiş ürünlerden kaçınılmalı. Zeytin yağı tüketilmeli, haftada 2-3 gün balık tüketilmeli. Tuz ve karbonhidrat (şeker, ekmek, pilav, makarna vb.) alımını kısıtlamak çok önemli.2- Düzenli fiziksel aktivite: Haftada en az 5 gün 30-45 dakika egzersiz (yürüyüş, yüzme, bisiklet) yapılmalı.3- Sağlıklı kilo: Kilo kontrolü, kalp hastalıkları riskini azaltır. Sağlıklı bir diyet ve düzenli egzersizle ideal kiloyu yakalamak gerekir.4- Sigara içmemek: Sigara ve tütün ürünlerinin tüketimi kesinlikle bırakılmalı. Sigara en önemli risk faktörü. Sadece kalp sağlığı için değil kanser gibi birçok hastalık için de risk faktörü.5- Stresten kaçınma: Stres yönetimi için gerekirse profesyonel destek alınmalı. 6- Düzenli sağlık kontrolleri: Kan basıncı, kolesterol ve şeker seviyeleri düzenli olarak kontrol edilmeli. Eğer bu hastalıklar varsa tedaviyi başlanmalı.7- Yeterli uyku: Her gece 7-8 saat uyumaya özen gösterilmeli.8- Genetik faktörleri göz önünde bulundurma: Ailede kalp hastalıkları öyküsü varsa, dikkatli olunmalı ve daha sıkı kontroller yapılmalı.