Meyve ve çiçeklerdeki antioksidanlar, mikroplastiklerin zararlarını ortadan kaldırıyor

28 Şubat 2025

Günümüzde çevre kirliliği, insan sağlığını tehdit eden en önemli sorunlardan biri haline geldi. Özellikle mikroplastikler, doğada ve insan vücudunda yaygın olarak bulunan küçük plastik parçacıkları olarak, sağlık üzerinde ciddi riskler taşıyor. Son dönemde bu konuya dair yapılan araştırmaların sayısı da oldukça arttı.Örneğin, bir önceki yazımda Wuhan Üniversitesi’nden bir ekibin gerçekleştirdiği çarpıcı bir çalışmadan bahsetmiştim. Bilim insanları, atık sulardaki mikroplastikleri ortadan kaldırma potansiyeline sahip, doğa dostu bir ‘biyolojik sünger’ geliştirdiler. Geçtiğimiz ay yayımlanan bu araştırma, söz konusu süngerin sulama suyu, gölet suyu, göl suyu ve deniz suyu gibi farklı örneklerde mikroplastiklerin yüzde 99,9’unu temizleme başarısını gösterdiğini ortaya koydu.Şimdi ise yeni bir hakemli araştırma, meyve ve çiçeklere canlı renklerini veren antioksidanların, mikroplastiklere maruz kalmanın üreme sistemi üzerindeki bazı tehlikeli etkilerini etkisiz hale getirebileceğini gösteriyor. Bu çalışma, mikroplastiklerin üreme toksisitesine ve doğurganlık üzerindeki olumsuz etkilerine ışık tutarken, antosiyaninlerin potansiyel tedavi seçenekleri olarak öne çıktığını vurguluyor. Araştırma, fındık, meyve ve sebzelerde yaygın olarak bulunan antosiyaninlerin, mikroplastiklerin neden olduğu hormon dengesizliklerine ve doğurganlık sorunlarına karşı koruyucu etkiler gösterdiğini ortaya koyuyor. Antosiyaninler, testosteron ve östrojen seviyelerindeki azalma, sperm kalitesindeki düşüş ve erektil disfonksiyon gibi sorunlarla mücadelede umut verici sonuçlar sunuyor.Finlandiya-Çin Gıda ve Sağlık Ağı’ndaki araştırmacılar, “Bu zararlı etkileri ortadan kaldıracak doğal bileşiklerin araştırılması devam ediyor ve antosiyaninler bu konuda umut vadeden bir aday olarak ortaya çıkıyor” ifadesini kullanıyor. MİKROPLASTİKLER, 16 BİNDEN FAZLA PLASTİK KİMYASAL İÇERİYORMikroplastikler, tüketici ürünlerine kasıtlı olarak eklenen veya daha büyük plastiklerin parçalanmasıyla oluşan küçük partiküller. Bu parçacıklar, insan sağlığına ciddi tehditler oluşturan 16 binden fazla plastik kimyasal içeriyor.Mikroplastiklerin insan vücudunda, özellikle de üreme sisteminde yaygın olarak bulunduğu pek çok kez gözlemlendi. Erkeklerde, bu parçacıkların kan-testis bariyerini geçme yeteneği, iltihaplanmaya yol açarak sperm kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Araştırmalar, bazı antosiyaninlerin bu bariyerin bütünlüğünü koruyarak sperm sayısını artırdığını ve spermatogenezi iyileştirdiğini gösteriyor.Yapılan deneylerde, mikroplastiklere maruz kalan ve antosiyaninlerle tedavi edilen farelerin sperm kalitesinde ve hareketliliğinde artış gözlemlendi. Ayrıca, bazı mikroplastiklerin testosteron seviyelerini düşürdüğü, ancak antosiyaninlerin bu olumsuz etkiyi tersine çevirmeye yardımcı olduğu bulundu.Kadınlarda ise, mikroplastiklerin yol açtığı iltihaplanma, yumurtalık dokusunu etkileyerek östrojen seviyelerini düşürüyor. Araştırmalar, antosiyanin tedavisinin yumurtalık dokusunu koruyarak hormon seviyelerini normale döndürdüğünü ortaya koyuyor. Bilim insanları, “Antioksidan özellikleri yumurtalık fonksiyonunu korumaya ve potansiyel olarak doğurganlığı korumaya yardımcı olur” diye belirtiyor.Sonuç olarak, meyve ve sebzelerde bulunan antosiyaninlerin mikroplastiklerin zararlı etkilerine karşı koruyucu potansiyeli, üreme sağlığı açısından umut verici bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Bu doğal bileşiklerin, gelecekte mikroplastik kaynaklı sağlık sorunlarına karşı tedavi geliştirilmesinde önemli bir rol oynayabileceği düşünülüyor. 

Devamını Oku

Mikroplastiklerle mücadelede yenilikçi çözüm: Biyolojik sünger

19 Şubat 2025

Mikroplastikler, çağımızın en zorlu çevresel sorunlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Dağların zirvelerinden okyanusların derinliklerine kadar, bu küçük plastik parçaları her alanda kendine yer buluyor. Everest Dağı’nın tepelerinde, denizlerin en derin çukurlarında hatta insan plasentalarında bile bu parçacıklara rastlamak mümkün. Tüm bu durum hem ekosistemlerimizi tehdit ediyor hem de insan sağlığını riske atıyor. Bu kirliliğin temizlenmesi ise karmaşık yapısı nedeniyle oldukça zor bir mücadele haline geliyor.Dünya genelindeki bu sorun ise bilim insanlarını harekete geçirdi. Çinli araştırmacılar, kalamar kemikleri ve pamuktan ürettikleri biyolojik olarak parçalanabilen bir sünger ile bu kirliliğe yenilikçi bir çözüm sundular. MİKROPLASTİKLERİN YÜZDE 99,9’UNA KADARINI TEMİZLEYEBİLME BAŞARISINI GÖSTERDİ Wuhan Üniversitesi’nden bir ekip, atık sulardaki mikroplastikleri ortadan kaldırma potansiyeli taşıyan bu malzeme ile doğaya dost bir alternatif geliştirdi. Geçtiğimiz ay yayımlanan araştırmaya göre, bu sünger, sulama suyu, gölet suyu, göl suyu ve deniz suyu gibi farklı örneklerde, mikroplastiklerin yüzde 99,9’una kadarını temizleyebilme başarısını gösterdi. Bu sonuç belki de umudun yeniden yeşermesi için bir fırsat da sunuyor. Ancak bu çözümün tek başına yeterli olup olmayacağı, önümüzdeki yılların en büyük sorularından biri.DAHA ÖNCEKİ YÖNTEMLER GENELLİKLE PAHALI VE KARMAŞIKTI, ŞİMDİ İSE DÜŞÜK MALİYETLİ OLMASI HEYECANLADIRIYOR Daha önceki çalışmalarda, mikroplastikleri su yüzeyinden temizlemek için geliştirilmiş yöntemler genellikle pahalı ve karmaşık olma eğilimindeydi. Bu da bu tür çözümlerin ölçeklenebilirliğini kısıtlıyordu. Wuhan’daki araştırmacıların geliştirdiği sünger hem kalamar kemiğinin hem de pamuğun düşük maliyeti ve yaygın olarak bulunabilmesi sayesinde, karmaşık su kütlelerinden mikroplastik çıkarma potansiyelini artırıyor.Avustralya’daki Griffith Üniversitesi’nde mikroplastikler üzerine çalışmalar yapan öğretim görevlisi Shima Ziajahromi, bu yeni yöntemin “umut verici” olduğunu ve bunun “yüksek riskli ve savunmasız su ekosistemini temizlemenin” etkili bir yolu olabileceğini belirtiyor. Ancak Ziajahromi, süngerin sularımızdaki mikroplastiklerin çoğunluğunu oluşturan tortulara batan mikroplastikleri temizleyip temizleyemeyeceği konusunda belirsizlik olduğunu da vurguluyor. Ayrıca, süngerlerin uygun şekilde bertaraf edilmesi gerektiğini hatırlatıyor; çünkü emdiği mikroplastiklerin çevreye zarar vermemesi için dikkatli bir yönetim gerektiriyor.Sonuç olarak, plastik kirliliğini en aza indirmenin ilk etapta “en önemli öncelik” olarak kalması gerektiği konusunda tüm bilim insanları aynı fikirde. Mikroplastik sorunu, yalnızca doğayı değil, aynı zamanda insan sağlığını da tehdit ediyor. Wuhan'dan gelen bu inovatif çözüm, belki de bu sorunu çözme yolunda önemli bir adım. Ancak, bu tür buluşların etkili olabilmesi için küresel bir bilinç ve kararlı bir eylem şart. Mikroplastiklerin karanlık gölgeleri arasında kaybolmamak için, hepimizin üzerine düşeni yapması gerekiyor.

Devamını Oku

2025’in ilk ayı, beklenmedik bir sıcaklık dalgasıyla tarihe geçti

13 Şubat 2025

Avrupa Birliği’nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi (C3S), bu yılın Ocak ayının kayıtlardaki en sıcak Ocak ayı olduğunu açıkladı. Dünya genelinde ortalama hava sıcaklığı 13 derece olarak ölçüldü; bu değer, 1991-2020 yılları arasındaki ortalamanın 0,79 derece üzerinde. Uzmanların belirttiğine göre, bu olağanüstü sıcaklıkların arkasında yatan temel sebep iklim değişikliği!C3S’nin müdür yardımcısı Samantha Burgess, “Ocak 2025, son iki yıldır gözlemlenen rekor sıcaklıkların devamı niteliğinde, korkarım Şubat ayı da buna eklenecek” diyerek durumu özetliyor. En kötüsü ise, geçtiğimiz Aralık, Kasım, Ekim ve Eylül ayları da sırasıyla o aylar için en sıcak aylar arasında yer aldı. Ayrıca 2024 yazı, kayıtlara geçen en sıcak yaz oldu ve 2024, tarihin en sıcak yılı olarak da hafızalara kazındı. OCAK AYI ENDÜSTRİ ÖNCESİ DÖNEMİN SICAKLIK ORTALAMASININ 3,15 DERECE ÜZERİNDE ÖLÇÜLDÜ!Ocak 2025, endüstri öncesi dönemin sıcaklık ortalamasının 3,15 derece üzerinde ölçüldü. Bu, insanların fosil yakıtları kullanmaya başlamasıyla atmosferde meydana gelen değişikliklerin etkisini de en net şekilde gözler önüne seriyor.Tüm bu durum yalnızca Avrupa ile de sınırlı değil. Kanada’nın kuzeydoğusu, Alaska, Sibirya, Güney Amerika’nın güneyi ve Avustralya gibi birçok bölgede sıcaklıklar ortalamanın üzerinde seyrediyor. Öte yandan, ABD’nin bazı bölgelerinde ve Orta Doğu’da ise kuraklık koşulları gözlemlendi. Bu durum, tarım ve su kaynakları üzerinde de ciddi baskılar oluşturuyor.DENİZ SUYU SICAKLIKLARI DA KORKUTUYORC3S, Ocak 2025'te küresel ortalama deniz yüzeyi sıcaklığının da 20,78 derece olarak kaydedildiğini belirtiyor. Bu, Ocak ayı için kayıtlardaki en yüksek ikinci değer. Daha sıcak hava koşulları, Arktik deniz buzu seviyelerinin de düşmesine neden oluyor; bu durum, iklim değişikliği ile mücadelede atılacak adımların aciliyetini artırıyor.Artık iklim değişikliğinin etkilerinin daha fazla hissedilmemesi için, bireylerden devletlere kadar herkesin sorumluluk alması gerekiyor. Sıfır emisyon hedefleri, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş ve doğanın korunması gibi adımlar, bu krizin üstesinden gelmek için kritik öneme sahip. Geleceğimizi korumak adına atılacak adımlar, insanlığın varlığı için hayati bir önem taşıyor. Unutulmamalı ki, iklim değişikliğiyle mücadele, sadece bilim insanlarının değil, her birimizin ortak sorumluluğu…

Devamını Oku

Şehirlerdeki kemirgen istilası! İklim değişikliği sayıyı artırıyor

4 Şubat 2025

Küresel ısınma, dünya genelindeki doğal yaşamı ve şehir yaşamını derinden etkileyen önemli sorunlar arasında yer alıyor. Bu değişimlerin sonuçları, yalnızca sıcaklıkların artmasıyla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda şehirlerdeki ekosistem dengelerini de alt üst ediyor. İnsanların yaşam alanlarının genişlemesi ve iklimin elverişli hale gelmesi, birçok canlı türünün, özellikle de kemirgenlerin popülasyonlarında beklenmedik artışlara yol açıyor.Bu doğrultuda, şehirlerde artan fare nüfusu hem sağlık hem de yaşam kalitesi açısından ciddi tehditler oluşturuyor. Bu durumun arka planında yatan nedenlerin anlaşılması ve etkili önlemlerin alınması, şehir yönetimleri ve toplumlar için büyük bir önem taşıyor. FARELERİN İSTİLASINA UĞRAYAN ŞEHİRLER Science Advances dergisinde yayımlanan yeni bir çalışmaya göre, Washington DC, San Francisco, Toronto, New York City ve Amsterdam gibi şehirler, bu kemirgenlerin en çok artış yaşadığı yerleşimler.Verilere göre, son 10 yılda Washington DC’de fare sayısı yüzde 390, San Francisco’da yüzde 300, Toronto’da yüzde 186 ve New York’ta ise yüzde 162 oranında artmış durumda. Bu durum, şehirlerdeki yaşam kalitesini tehdit eden ciddi bir sorun haline geldi. Toronto’da, artan nüfusla birlikte “mükemmel bir fare fırtınası” yaşandığı belirtiliyor. Dünya genelinde haşere kontrol hizmetleri sunan bir şirket olan Orkin’in baş böcek bilimcisi Alice Sinia’nın aktardığına göre de sokaklarda yürüdüğünüzde ayaklarınızın altında farelerle dolu bir dünya görüyorsunuz. SADECE ABD DEĞİL DÜNYANIN PEK ÇOK ÜLKESİNDE DE BENZER DURUMLAR GÖRÜLECEKAraştırmanın başındaki Jonathan Richardson ise bu artışın sadece ABD’de değil dünyanın pek çok şehirlerinde Türkiye de dahil olmak üzere benzer şekilde devam edeceğini vurguluyor. Fareler, her yıl binalara sızarak milyonlarca dolarlık hasara neden oluyor ve insanlara 60’tan fazla hastalık taşıyor. Ayrıca, şehirlerdeki ekosistem üzerinde de olumsuz etkiler yaratıyor. Araştırmalar, sık sık farelerle karşılaşan kişilerin ruh sağlığının daha zayıf olduğunu da gösteriyor.Özetle, çöpleri torbalarla sokağa atmak yerine konteynerlerde saklamak, daha etkili bir yolu olabilir. Şehirlerimizdeki yaşam kalitesini korumak ve bu sorunla başa çıkmak için daha fazla bilinçlenmeye ve proaktif önlemlere ihtiyacımız var. Zira, fareler sadece bir haşere değil, aynı zamanda iklim değişikliğinin ve şehirleşmenin somut bir yansıması.

Devamını Oku

Küresel ısınma dünyadaki yaşamı nasıl bozuyor?

28 Ocak 2025

2024, kayıtlardaki en sıcak yıl olarak tarihe geçti ve son on yılda kaydedilen en sıcak on yılın hepsi de bu dönemde gerçekleşti. Son yıllarda yapılan çalışmalar, sıcaklıkların yükselmesiyle felaket hava koşullarının ve kitlesel yok oluşların kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Günümüzdeki sıcaklık artışının, geçmişte gördüğümüzden çok daha hızlı olduğunu belirtmekte fayda var. Özellikle bu hafta, ocak ayında olmamıza yurdumuzun büyük bölümünde Afrika sıcaklarının yaşanıyor olması da bunun en açık göstergesi…KÜRESEL ISINMA NEDEN ARTIYOR? Küresel ısınmanın başlıca nedenleri arasında fosil yakıt emisyonları yer alıyor. Bu emisyonlar, atmosferimizin kimyasını değiştirerek güneş ışığının dünyaya ulaşmasını sağlarken, ısının uzaya salınmasını engelliyor. Bu durum, dünyanın bir sera gibi sıcak kalmasına yol açıyor.Özellikle karbondioksit, atmosferdeki en yaygın sera gazı ve tüm iklim ısınma kirliliğinin yaklaşık yüzde 75’ini oluşturuyor. Petrol ise gaz ve kömür üretiminin yan ürünü; ayrıca kereste ya da tarım için temizlenen arazilere de katkıda bulunuyor. Metan ise, karbondioksitten 25 kat daha güçlü bir sera gazı ve tarım, petrol üretimi ve çöplüklerden yayılan atıklardan kaynaklanıyor.Küresel ısınmanın etkileri ise oldukça çarpıcı. Özellikle kutup bölgeleri ve dağ buzulları üzerindeki etkileri, Arktika’nın gezegenin geri kalanından dört kat daha hızlı ısındığını gösteriyor. Bu durum, kritik buz habitatlarını tehdit ediyor ve dünya çapında daha öngörülemez hava olaylarına yol açıyor.Ayrıca, sıcaklıkların artmasıyla birlikte yağışlar da aşırı hale geliyor. Hava her derece yükseldiğinde, atmosfer yaklaşık yüzde 7 daha fazla nem tutuyor; uzmanların açıklamalarına göre bu durum ani seller, yıkıcı kasırgalar ve daha güçlü kar fırtınalarına neden olabiliyor.Dünyanın önde gelen bilim insanları, bu konuda araştırmalar yaparak düzenli raporlar yayınlıyorlar. Son yayınlanan raporlar, iklim değişikliğinin ne kadar yıkıcı olabileceğini gözler önüne seriyor. Örneğin, mercan resifleri artık büyük bir tehlike altında; yüksek sıcaklıklar mercanların renkli alglerini dışarı atmasına neden olarak, onları daha hassas bir hale getiriyor.KÜRESEL ISINMAYI SINIRLAMAK TEORİK OLARAK MÜMKÜN MÜ? Küresel ısınmayı sınırlamak teorik olarak mümkün olsa da politik ve ekonomik zorluklar bu süreci karmaşık hale getiriyor. Fosil yakıt emisyonlarını azaltmak için rüzgâr ve güneş enerjisi gibi net sıfır emisyon teknolojilerine yönelmek gerekiyor. Ayrıca, ulaşım sistemlerinin elektrikli araçlar ve toplu taşıma gibi sürdürülebilir seçeneklerle güçlendirilmesi büyük önem taşıyor.Sonuç olarak, küresel ısınmanın getirdiği zorluklarla başa çıkmak için doğayı onarmak da kritik bir adım. Ağaçlar ve diğer ekosistemler fazla karbondioksiti emmede önemli bir rol oynuyor. Ancak, bu doğal kaynakları kaybetmek, iklim değişikliğiyle mücadele potansiyelimizi de azaltıyor.Gelecekte, artan sıcaklıklara uyum sağlamak için dayanıklı yapılar inşa etmek ve sıcak hava dalgaları sırasında evlerin verimliliğini artırmak zorundayız. Aksi takdirde, bu tehlikeli gidişatın sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacağız.

Devamını Oku

Tarımda ‘yüksek gübre’ kullanımının gizli tehlikesi

23 Ocak 2025

Günümüzde tarımsal uygulamalar, çevresel denge üzerinde giderek daha fazla etki yaratıyor. Tarımda yaygın olarak kullanılan gübreler, ürün verimliliğini artırma amacıyla tercih edilse de bu uygulamaların ekosistem üzerindeki olumsuz sonuçları ne yazık ki göz ardı ediliyor. Özellikle polinatörler, yani bitkilerin tohum verme sürecinde polen transferine yardımcı olan canlılar ve çiçek çeşitliliği üzerinde yarattığı etkiler, doğanın sürdürülebilirliğini tehdit eden önemli sorunlar arasında...İngiltere’de Sussex Üniversitesi ve Rothamsted Araştırma Merkezi'nin gerçekleştirdiği ve uzun yıllar süren araştırma, bu durumun ciddiyetine vurgu yaparak gübre kullanımının polinatör sayısını ve çiçek çeşitliliğini nasıl etkilediğini somut verilerle ortaya koydu.ÇİÇEK SAYISI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE AZALDIAraştırma sonucuna göre çayırlarda yüksek oranda gübre kullanımının polinatör sayısını yarıya indirdiği ve çiçek sayısını önemli ölçüde azalttığı tespit edildi. Bu durum, ekosistem dengesinin ne kadar hassas olduğunu da bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Çalışmaya göre, tarımsal otlaklarda azot, potasyum ve fosfor gibi gübrelerin miktarının artırılması, çiçek sayısını beş kat azaltırken, tozlaşmayı sağlayan böcek sayısını da yarı yarıya düşürüyor. Gübrelerin etkisi, hızlı büyüyen otların baskın hale gelmesine ve diğer otlar ile çiçekleri sıkıştırmasına olanak tanıyan koşullar yaratmasında yatıyor. Çiçek çeşitliliğinin artmasıyla polinatörlerin de çeşitliliğinin artırması beklenirken, bu durum tam tersine işliyor. Araştırma, 1856’dan beri incelenen ‘Park Grass’ çayırları üzerinde gerçekleştirildi. Bu uzun süreli çalışmalar, gübre kullanımının ekosistem üzerindeki etkilerini anlamak için son derece önemli veriler.DAHA SÜRDÜRÜLEBİLİR YÖNTEMLERİN BENİMSENMESİ GEREKSonuç olarak, tarımsal uygulamaların çevresel etkilerini göz önüne alarak, daha sürdürülebilir yöntemlerin benimsenmesi gerekiyor. Kimyasal gübre kullanımını azaltmak, organik tarım yöntemlerine yönelmek ve ekosistem dostu uygulamaları teşvik etmek, doğanın dengesini korumak atılacak önemli adımlar. Bu sadece bireysel sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir gereklilik haline geldi. Gelecek nesillere daha sağlıklı bir çevre bırakmak istiyorsak, tarımsal politikalarımızı gözden geçirip doğayla uyumlu bir tarım anlayışını benimsemeliyiz. Ancak o zaman, doğanın sunduğu bu eşsiz zenginlikleri koruyabilir ve sürdürülebilir bir gelecek inşa edebiliriz.

Devamını Oku

Yağmur suyunda bile tespit edildi: ‘PFAS’ tehlikesi büyüyor!

15 Ocak 2025

Çevre kirliliği ve insan sağlığı üzerindeki tehditler, günümüzde giderek daha fazla dikkat çekiyor. Sadece sanayileşmenin getirdiği tehlikeler değil, aynı zamanda günlük hayatımızda kullandığımız ürünlerden kaynaklanan kimyasal maddelerin doğaya ve yaşam alanlarımıza sızması, bilim insanları ve halk sağlığı uzmanları arasında önemli bir endişe kaynağı haline geldi. İşte bu bağlamda, toksik perfloroalkil ve polifloroalkil maddeler (PFAS) olarak bilinen kimyasallar, ciddi tehlikeye dönüşmüş durumda. Hatta bu kimyasal sınıfın etkileri, artık yalnızca içme suyu ve gıda ile sınırlı kalmıyor!Kimya şirketleri tarafından 1940’larda icat edilen PFAS, yangın, su ve yağ itici özellikleri sayesinde hızla yaygınlaştı. Günümüzde yaklaşık 15 bin çeşidi bulunan bu maddeler, boya, makyaj, gıda ambalajı gibi birçok üründe karşımıza çıkıyor. Kullanım kolaylığı ve etkinliği nedeniyle, bu kimyasallar pek çok sektörün vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Fakat sağlık uzmanları bu kimyasalların zararlı ve potansiyel olarak kanserojen özelliklerini ancak son yıllarda derinlemesine incelemeye başladı. YAĞMUR SUYUNDA TESPİT EDİLDİEn son Miami’deki Florida Uluslararası Üniversitesi’nden araştırmacılar, yağmur suyunda PFAS tespit edilmesinin şaşırtıcı olmadığını belirtti. Kimyasal kirleticilerin çevresel dolaşımda oynadığı rol, artık daha net bir şekilde anlaşılıyor. Araştırmayı yürüten ekip, yağmur suyu örneklerinin yüzde 74'ünde, perflorooktan sülfonat (PFOS) ve perflorooktanoik asit (PFOA) gibi yasaklı maddelerin yanı sıra birçok farklı PFAS türü tespit etti. Bu maddelerin çoğunluğu, yerel kaynaklardan gelirken, bazıları ise rüzgarla taşınmış olabilir. Kuzeydoğu hava kütlelerinin etkisiyle, mevsimsel değişimlerin PFAS'ların birikmesine katkıda bulunduğu da düşünülüyor.DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDA SORUN TEŞKİL EDİYORUzmanlar bu durumun, yalnızca belirli bölgelerde değil, dünyanın dört bir yanında da sorun teşkil ettiğinin altını çiziyor.  Sonuç olarak, PFAS'ların izlenmesi ve kontrol altına alınması, insan sağlığı ve ekosistemler için hayati önem taşıyor. Bu kimyasalların çevre üzerindeki etkilerini en aza indirmek için, sadece bilimsel çalışmalarla değil, aynı zamanda kamuoyunun bilinçlenmesi ve düzenleyici kurumların harekete geçmesi çok önemli…

Devamını Oku

Son rapor korkuttu: İklim değişikliği dünyanın su döngüsünde tahribata yol açtı

8 Ocak 2025

İklim değişikliği, dünya genelinde ciddi sonuçlar doğurmaya ve su döngüsünde köklü değişikliklere yol açmaya devam ediyor. Bilim insanları, bu süreçlerin yalnızca mevcut durumu değil, geleceği de tehdit ettiğini vurguluyor. Önlem alınmadığı takdirde, sonuçların daha yıkıcı olacağı uyarıları her geçen gün artıyor.Özellikle 2024 Küresel Su İzleme Raporu, tehlikenin boyutunu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu rapor, uluslararası bir araştırmacı ekibi tarafından hazırlanıyor ve 2024 yılı boyunca su döngüsündeki değişiklikler, aşırı hava olayları, seller ve kuraklıklar gibi konuları inceliyor. Rapor, su kaynaklarının yönetimi ve iklim krizinin etkileri üzerine önemli bulgular da sunuyor.2024 YILINDA SICAKLIK VE SU DÖNGÜSÜRaporun lideri Prof. Albert van Dijk, “2024'te dünya, kayıtlardaki en sıcak yılını yaşadı ve su sistemleri bundan en çok etkilenenler oldu. Bu durum, su döngüsünde tahribata yol açtı" açıklamasında bulundu. Van Dijk, bu aşırılıkların yalnızca izole olaylar olmadığını; daha yoğun seller ve uzun süreli kuraklıkların kötüleşen bir eğilimin parçası olduğunu da vurguladı. En kötüsü ise, 2025'te daha büyük tehlikelerin kapıda olduğunu belirtmesi.RAPORUN KORKUTUCU DETAYLARI2024 Küresel Su İzleme Raporu; Avustralya, Suudi Arabistan, Çin ve Almanya gibi ülkelerden gelen uluslararası bir araştırmacı ekibi tarafından hazırlandı. Ekip, yağış, toprak nemi, nehir akışları ve su baskını gibi kritik su değişkenlerini değerlendirerek, dünya yörüngesindeki binlerce yer istasyonu ve uydudan gelen verileri kullandı. 2024’te aylık ve günlük yağış rekorlarının giderek artan bir düzenlilikle kırıldığı bulgusu dikkat çekti.Güney Çin’de Yangtze ve Pearl nehirlerinin taşması, on binlerce insanı yerinden etti ve ekinlere büyük zarar verdi. Ağustos ayında Bangladeş’teki şiddetli muson yağmurları, nehir taşkınlarına yol açarak yaklaşık 6 milyon insanı etkiledi. İspanya'da Ekim ayında sekiz saatte 500 mm’den fazla yağmur yağdı ve ani sellere neden oldu.Amazon’da meydana gelen kuraklıklar, orman yangınlarının artmasına yol açtı; yalnızca Eylül ayında 52 bin kilometrekarelik bir alanın yanarak kül olmasına neden oldu. Bu aşırı hava olaylarının sadece hayatları değil, geçim kaynaklarını ve ekosistemleri de etkilediği de bir gerçek.Araştırmalar, 2025’e yönelik mevsimsel iklim tahminlerinin, kuraklıkların Güney Amerika’nın kuzeyi, Güney Afrika, Doğu Avrupa ve Asya’nın bazı bölgelerinde daha da kötüleşebileceğini ortaya koyuyor.Sonuç olarak, iklim değişikliği ve su döngüsündeki bozulmalar, yalnızca çevresel bir sorun değil, aynı zamanda insan yaşamı ve geçim kaynakları için de ciddi tehditler barındırıyor. 2024 Küresel Su İzleme Raporu, aşırı hava olaylarının artışı ve su kaynaklarının yönetimindeki zorlukların, gelecekte daha büyük felaketlere yol açabileceğini ortaya koyuyor. Bilim insanlarının uyarıları, acil önlemler alınmadığı takdirde karşılaşacağımız sonuçların korkutucu olacağına işaret ediyor. Bu nedenle, küresel iş birliği ve sürdürülebilir politikalar geliştirilmeden, bu tehdidin üstesinden gelmek mümkün olmayacak. İklim krizine karşı atılacak her adım hem doğamızı korumak hem de insanların yaşam kalitesini yükseltmek için kritik bir önem taşıyor. 

Devamını Oku