Soğuk algınlığı, genellikle burun, boğaz, sinüsler ve üst solunum yollarında görülen hafif bir viral enfeksiyon olarak biliniyor. Enfeksiyon genellikle bir veya iki hafta içinde kendiliğinden geçiyor ve çoğu durumda doktora görünmeye bile gerek kalmıyor.Ancak, şiddetli belirtiler de yaşanabiliyor. Örneğin; boğaz ağrısı, burun tıkanıklığı, hapşırma ve öksürük gibi… Nadir de olsa yüksek ateş, baş ağrısı, kulak ağrısı, kas ağrıları ve koku kaybı gibi durumlar da meydana gelebiliyor.Soğuk algınlığının belirtileri genellikle enfeksiyondan birkaç gün sonra ortaya çıkıyor ve en kötü dönem ilk üç günde yaşanıyor. Birleşik Krallık merkezli bir eczane ve perakende zinciri olan Boots'ta eczacı olan Lesley White, Metro.co.uk’a soğuk algınlığından kurtulmanıza yardımcı olacak 6 ipucuna dikkat çekti.1- BOL SIVI TÜKETİNSoğuk algınlığı sırasında terleme ve burun akıntısı ile önemli miktarda sıvı kaybedebilirsiniz. Bu nedenle, su, çay ve sebze suyu gibi sıvıları düzenli olarak tüketmek çok önemli. Yeterli sıvı alımı, vücudun bağışıklık sisteminin daha etkili çalışmasına yardımcı olur. Ayrıca, sıvı alımının artırılması burun tıkanıklığını azaltabilir ve mukusun incelmesine katkıda bulunur. Susuz kalmamak, iyileşme sürecinizi hızlandırır.2- SAĞLIKLI BESLENİNBol miktarda taze meyve ve sebze içeren dengeli bir diyet, vücudunuzun gerekli vitamin ve mineralleri almasına yardımcı olur. Özellikle C vitamini içeren portakal, mandalina ve yeşil sebzeler bağışıklık sisteminizi destekleyebilir. İştahsızlık hissi soğuk algınlığı sırasında yaygın bir durumdur; ancak, yeterli besin alımını sağlamaya çalışmalısınız. İsterseniz, hafif çorbalar veya smoothie’ler gibi kolay tüketilebilecek seçeneklere yönelebilirsiniz.3- DIŞARI ÇIKMAYI DENEYİNTemiz hava almak, boğazınızın ve burun yollarınızın açılmasına yardımcı olabilir. Hafif egzersiz yapmak, kan dolaşımını artırarak bağışıklık sistemini güçlendirebilir. Ancak aşırıya kaçmamak ve vücudunuzun ihtiyaçlarına dikkat etmek önemlidir. Eğer kendinizi yorgun hissediyorsanız, dinlenmek en iyi seçenek olabilir.4- ALKOLDEN VE SİGARADAN UZAK DURUNAlkol ve sigara, bağışıklık sistemini zayıflatabilir ve iyileşme sürecini uzatabilir. Alkol, vücudun su kaybını artırarak susuz kalmanıza neden olabilir. Sigara ise solunum yollarınızı tahriş eder ve mevcut semptomlarınızı kötüleştirebilir. Bu nedenle, hasta olduğunuzda bu maddelerden uzak durmanız önerilir.5- BUHAR SOLUYUNBuhar, burun yollarını açarak nefes almayı kolaylaştırabilir. Ilık bir duş almak ya da sıcak su dolu bir kâsenin üzerinde buhar solumak, burun kanallarınızın nemli kalmasına yardımcı olur. Bu uygulama, mukusun daha kolay atılmasını sağlar ve sinüslerdeki basıncı azaltabilir. Eğer buhar tedavisini tercih ederseniz, dikkatli olun ve suyun sıcaklığını kontrol edin.6- İLAÇLARI DEĞERLENDİRİNSoğuk algınlığı semptomlarını hafifletmek için eczacınıza danışarak uygun ilaçları öğrenebilirsiniz. Ayrıca, soğuk algınlığı ve grip için özel olarak formüle edilmiş ‘hepsi bir arada’ ilaçlar, boğaz ağrısı, öksürük ve burun tıkanıklığı gibi diğer semptomları da azaltabilir. Ancak, bu ilaçları kullanmadan önce mutlaka bir uzmana danışmalısınız.
Dijital teknolojilerin hızla gelişmesi, özellikle yapay zeka ve derin öğrenme alanında önemli yeniliklere yol açtı. Bu gelişmeler, iletişimden eğlenceye kadar birçok sektörde dönüşüme neden olurken, aynı zamanda etik ve toplumsal sorunları da beraberinde getiriyor.Örneğin son yıllarda ses ve görüntü manipülasyonu gibi yöntemlerin kötüye kullanımı ciddi bir tehdit haline geldi. Artık herkes, rızası dışında bu tür içeriklerle hedef alınabiliyor ve özellikle deepfake teknolojisi bu noktada ön plana çıkıyor. Kadınlar ve çocuklar, bu teknolojinin en savunmasız hedefleri arasında yer alıyor.İNTERNETTE ÇIPLAK FOTOĞRAFLARIN GÖRDÜ, BUNU YAPANIN EN YAKIN ARKADAŞI OLDUĞUNU ÖĞRENİNCE DEHŞETE KAPILDIAvustralya’da yaşan Hannah Grundy ise deepfake mağduru olan kadınlardan sadece biri… Kendisine ait pornografik görüntülerin bir internet sitesinde paylaşıldığını öğrenince büyük bir şok yaşadı. İlk başta bunu bir dolandırıcılık olarak değerlendiren Grundy, daha sonra içeriklerin kendi kimliğiyle ilgili olduğunu görünce dehşete kapıldı. Avustralyalı bir özel dedektifin bulduğu sitenin arka planında, saldırganın yakın bir arkadaşı olduğu ortaya çıktı.Grundy'nin partneri Kris Ventura, sitenin detaylarını incelediğinde, başka kadınlara ait fotoğrafların yanı sıra, Grundy'nin özel sosyal medya hesaplarından alınan görüntülerin de yer aldığını fark etti. İkili, uzun yıllardır yakın arkadaşları olan Andrew Hayler'in saldırgan olduğunu öğrendi. Hayler, Grundy ve Ventura'nın hayatında önemli bir yer tutan isimdi ve yıllardır birlikte vakit geçiriyorlardı.Polis, Hayler'ı tutuklayarak, evinde başka kadınlara ait fotoğrafların bulunduğu USB'ler ele geçirdi. Yargıç Jane Culver, Hayler'i dokuz yıl hapse mahkûm ederken, bu olayın teknolojinin kötüye kullanılmasının tehlikelerini gözler önüne serdiğini vurguladı. Grundy ise, bu deneyimin hayatında kalıcı yaralar açtığını ifade etti.Ancak tehlike daha da büyüyor! Çünkü çevrimiçi sohbet robotları, artık insanların çıplak fotoğraflarını üretebiliyor. Bu durum, deepfake’lerin ‘çok korkunç bir senaryo’ yaratacağı endişesi taşıyan uzmanları rahatsız ediyor.AYDA YAKLAŞIK 4 MİLYON KULLANIC DEEPFAKE YETENEKLERİNDEN YARARLANIYOR!Bilim, kültür ve toplumsal değişim üzerine yazılar yayımlayan bir dergi olan Wired’ın Telegram üzerinde yaptığı araştırmaya göre, sadece birkaç tıklamayla insanların açık fotoğraflarını veya videolarını oluşturan birçok yapay zeka destekli sohbet robotu tespit edildi.Derginin paylaştığı verilere göre ayda yaklaşık 4 milyon kullanıcı, bu tür robotların deepfake yeteneklerinden yararlanıyor. Deepfake uzmanı Henry Ajder, dört yıl önce Telegram’daki açık sohbet robotlarının yeraltı dünyasını keşfeden ilk kişilerden biri olarak, bu tür içerikleri aktif olarak kullanan ve oluşturan kişilerin sayısında önemli bir artış yaşandığını belirtti.Ajder Daily Mail’e yaptığı açıklamada, “Bu araçlar, genç kızlar ve kadınlar için hayatları mahveden çok korkunç senaryolar yaratabiliyor” ifadelerini kullandı. Wired’ın konuyla ilgili iletişime geçtiği Telegram, yorum yapmayı reddetti, ancak botlar ve ilişkili kanallar aniden ortadan kayboldu; yaratıcılarsa ertesi gün “başka bir bot yapma” sözü verdiler.Wired'a göre, yapay zeka teknolojisindeki gelişmelerin yanı sıra deepfake sitelerinde de ciddi bir artış görülüyor. Ancak bu siteler yasa koyucular tarafından yoğun bir incelemeye tabi tutuluyor. Örneğin ağustos ayında San Francisco savcılığı, bir düzineden fazla web sitesine dava açtı. Ayrıca yakın zamanda yapılan bir ankette, ABD’li öğrencilerin yüzde 40’ının okullarında deepfake’lerin dolaştığını bildirdiği ortaya çıktı.ÜNLÜ İSİMLER DE HEDEF ALINIYORÜnlüler de pornografik deepfake’lerden etkilenenler arasında yer alıyor. Birkaç ay önce sosyal medya platformu X, Taylor Swift’in yapay zeka tarafından üretilen sahte pornografi görüntülerinin viral hale gelmesinin ardından ünlü şarkıcının adının aranmasını geçici olarak engellemişti.Swift'in yayımlanan sahte fotoğrafı, hesap askıya alınmadan önce 47 milyon kez tıklandı. X’in güvenlik ekibi müdahale etmeden önce bu görüntülü içerik on binlerce kez de paylaşıldı. Sosyal medya yönetiminden yapılan açıklamada, “Bu tür içeriklere karşı sıfır tolerans politikamız var. Ekiplerimiz tespit edilen tüm görüntüleri aktif bir şekilde kaldırıyor ve bunları yayınlamaktan sorumlu hesaplara karşı yasal önlemler alıyor” denildi.ÜLKEMİZDE DE BU SORUN GİDEREK ARTIYOR!Benzer problemlerin ülkemizde de olduğunu söyleyen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Anabilim Dalı Başkanı ve Bilişim Teknolojileri Uzmanı Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Ülkemizde de bu sorun giderek artıyor ve kadınların dijital dünyadaki güvenliğini tehlikeye atan bir araç haline geliyor. Dünya genelinde ise deepfake kullanımı büyük bir hızla yayılıyor ve özellikle sosyal medya platformlarında karşılaşılan bir sorun haline gelmiş durumda” ifadelerini kullandı.Bu teknolojinin yayılmasının sadece bireylerin mahremiyetini değil, aynı zamanda toplumsal güvenliği de tehdit ettiğine dikkat çeken Kırık, “Özellikle çocukları ve kadınları hedef alan bu tür içeriklere karşı uluslararası düzeyde farkındalık artmış olsa da yeterli önlemler alınmış değil. Bu soruna karşı daha kapsamlı yasal düzenlemelere ve teknolojik çözümlere ihtiyaç var” şeklinde konuştu.TELEGRAM, GİZLİLİK VE ANONİMLİK ÖZELLİKLERİYLE İÇERİKLERİN YAYILMASINA ELVERİŞLİTelegram’ın zayıf içerik moderasyonu nedeniyle sıkça eleştirildiğinin altını çizen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Bu platform, kullanıcılarına gizlilik ve anonimlik vaat etse de kötü niyetli kişilerin bu avantajları suistimal ederek rıza dışı içerikler paylaşmasına olanak tanıyor. Özellikle deepfake botları gibi zararlı araçlar hızla yayılabiliyor ve mağdurların bu içeriklerle baş etmesi oldukça zor hale geliyor. Denetim mekanizmalarının yetersiz kalması, bu sorunun büyümesine katkı sağlıyor” dedi. Kırık, şöyle devam etti:“Bu konuda acil olarak yapılması gereken şey, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde daha katı düzenlemeler ve denetim mekanizmalarının oluşturulması. Telegram ve benzeri platformların içerik moderasyonuna dair daha sıkı önlemler alması, kullanıcıların güvenliğini koruma açısından önemli bir adım olacaktır. Ayrıca, yapay zeka tabanlı moderasyon sistemlerinin geliştirilmesi ve kullanıcıların şikayetlerinin daha hızlı bir şekilde işleme alınması gibi önlemler de hayata geçirilmeli. Hükümetlerin ve ilgili kuruluşların iş birliği içinde çalışarak, bu tür platformların zararlı içeriklere karşı daha etkin bir mücadele yürütmesi gerekiyor.”DEEPFAKE’TEN KORUNMAK MÜMKÜN MÜ? NELERE DİKKAT EDİLMELİ?“Öncelikle, sosyal medya platformlarında paylaşılan kişisel bilgilerin ve görsellerin gizlilik ayarlarına dikkat edilmesi gerekiyor” diyen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Fotoğraf ve video gibi kişisel içeriklerin mümkün olduğunca sınırlı paylaşılması, bu içeriklerin kötü niyetli kişiler tarafından kullanılmasını zorlaştırabilir. Ayrıca, internet üzerinde paylaşılan görsellerin düşük çözünürlüklü olması, deepfake oluşturulmasını daha da zorlaştırabilir” dedi.Bireylerin bir diğer önemli adımı ise şüpheli içeriklere karşı farkındalık geliştirmek olduğunu vurgulayan Kırık, “Eğer çevrenizde sizin ya da tanıdıklarınızın görüntülerinin uygunsuz şekilde kullanıldığına dair bir içerik görürseniz, bu durumu hemen ilgili platforma rapor etmelisiniz. Ayrıca, güçlü şifreler kullanmak, hesap güvenliğini artırmak ve çift faktörlü kimlik doğrulama gibi yöntemleri tercih etmek, çevrim içi hesapların ele geçirilme riskini azaltacaktır. Unutmamak gerekir ki, deepfake teknolojisine karşı bireysel farkındalık ve güvenlik önlemleri, bu tür saldırılardan korunmanın ilk adımıdır” ifadelerini kullandı.DEEPFAKE, CİNSEL İÇERİKLER DIŞINDA BAŞKA HANGİ RİSKLERİ TAŞIYOR?Prof. Dr. Ali Murat Kırık Deepfake teknolojisi, cinsel içeriklerin ötesinde birçok farklı risk taşıyor ve bu riskler yalnızca bireysel değil, toplumsal güvenliği de tehdit ediyor” dedi ve şu önemli bilgilerin altını çizdi:-- Öncelikle, deepfake’ler siyasi manipülasyon amacıyla kullanılabiliyor. Özellikle kamuya mal olmuş kişiler, sahte video ve ses kayıtlarıyla hedef alınarak itibarları zedelenebiliyor ya da yanlış bilgi yayılması sağlanabiliyor. Bu durum, toplumsal huzursuzluklara yol açabilir ve hatta seçim süreçleri gibi kritik anlarda manipülasyonlar yaratabilir. Dolayısıyla, yalnızca bireyler değil, tüm toplumlar deepfake’lerin yol açabileceği bu tür tehlikelere karşı savunmasız durumda.-- Bunun yanı sıra, iş dünyasında da deepfake teknolojisi ciddi sorunlara yol açabilir. Örneğin, üst düzey yöneticilerin ya da çalışanların ses ve görüntüleri manipüle edilerek sahte talimatlar ya da e-postalar oluşturulabilir, bu da büyük maddi kayıplara neden olabilir. Kimlik hırsızlığı ve dolandırıcılık vakalarının artması, bireylerin hem finansal hem de profesyonel itibarlarını tehlikeye atabilir. Bu gibi teknolojiler, güvenilirliğin ve dijital dünyadaki doğrulamanın her zamankinden daha önemli hale geldiği bir dönemde, bireylerin ve kuruluşların dikkatli olmasını gerektiriyor.
Yurt genelinde mevsim normallerinde devam eden sıcaklıklar, artık yerini soğuk havaya bırakmaya başladı. Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yapılan son tahminlere göre, ülkemiz genelinin parçalı yer yer çok bulutlu, Orta ve Doğu Akdeniz’in Toroslar Mevkii, Orta Karadeniz kıyıları, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu’nun doğusu, Hatay’ın kıyı kesimleri ile Bingöl ve Sinop çevrelerinin sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Sabah ve gece saatlerinde de iç ve batı kesimlerde yer yer pus ve sis bekleniyor. Uzmanlar ise bu hafta sonuna dikkat çekiyor. Ülke genelinde Balkanlar’dan oldukça soğuk sayılabilecek bir hava dalgası bekleniyor. * Peki bir anda soğuyacak olan hava ne kadar sürecek? * Kasım ayında kar bekleniyor mu? EKİM AYININ İLK YARISI KURAK GEÇTİ ARTIK SOĞUKLAR GELİYOR Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Meteoroloji Uzmanı Dr. Güven Özdemir, “Yapraklar yavaş yavaş sararıp dökülmeye başladı, bu da sonbaharın geldiğini gösteriyor. Ekim ayının ilk yarısı kurak geçti, ancak ikinci yarısında yer yer serin ve yağışlı havalar bekliyoruz. Karadeniz ve Balkanlar üzerinden gelen soğuk sistemin 20 Ekim’e kadar etkili olacağını söyleyebilirim” dedi. Beklenen soğuk havanın yüksek kesimlerde kar yağışı yapma olasılığının olduğunu da belirten Dr. Özdemir, “Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde alçak basınç derinleşerek Doğu Karadeniz’de ve yüksek kesimlerde yoğun etkisini gösterecek” ifadelerini kullandı. KASIM AYI EKİME GÖRE DAHA SOĞUK OLACAK Dr. Güven Özdemir, kasım ayının ekime göre daha yağışlı ve soğuk geçme olasılığının yüksek olduğunu belirtti. Ancak, kasım ayının ilk haftasında pastırma sıcaklarının etkili olabileceğini de ekledi. Genel olarak kış mevsiminin ise 29 Ekim’den itibaren başlayacağının altını çizdi. BU YIL KAR ETKİLİ OLACAK MI? Bu yıl La Nina’nın etkisiyle kış mevsiminin yağışlı geçeceğine dikkat çeken Dr. Özdemir, “Kutuplar ve Sibirya’dan gelecek soğuk hava kütleleri ile denizlerin sıcak olması, zaman zaman etkili kar yağışlarına yol açabilir. Bu kar yağışları, yeraltı sularımızı artırarak göl, baraj ve nehirlerimize olumlu katkılar sağlayacaktır. Ancak, eski kış mevsimlerinde olduğu gibi sürekli ve kalıcı kar yağışları beklemek doğru olmaz; muhtemelen kısa süreli ve yerde kalma süresi az olan kar yağışları alacağız” şeklinde konuştu.
Rüyalar, uyku sırasında bilinçaltındaki düşüncelerin, duyguların ve anıların bir araya gelerek oluşturduğu karmaşık imgeler ve hikâyeler. İnsanlar, genellikle REM (Hızlı Göz Hareketi) uykusu sırasında daha yoğun ve canlı rüyalar görüyor. Ayrıca rüyalar; kişisel deneyimlerin, korkuların, arzuların ve hayallerin yansıması olarak da kabul edilirken, aynı zamanda ruhsal ve duygusal durumları da yansıtabiliyor. Uzun zamandır rüyalar üzerinde çalışan Kaliforniya merkezli bir girişim olan REMspace’teki bilim insanları, ‘berrak rüyalar’ sırasında bireyler arasında çift yönlü iletişim sağlamayı başardı. BİLİM KURGUNUN GERÇEKLİĞE DÖNÜŞMESİ YÖNÜNDE ÖNEMLİ BİR ADIMBu deney, bilim kurgunun gerçekliğe dönüşmesi yönünde önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Kullanılan ekipmanlar arasında ‘sunucu’, ‘cihaz’, ‘Wi-Fi’ ve ‘sensörler’ yer alıyor. Deneyin uygulanabilirliği açısından dikkate değer bir detay ise katılımcıların ayrı evlerde uyuması. En önemlisi ise REMspace araştırmacıları, katılımcılar arasında özel olarak oluşturulmuş bir dil aracılığıyla belirli bir kelimeyi ışınlayarak iletişim kurmayı başardı. Peki bu nasıl oldu?Berrak rüya, bireyin rüyada olduğunu bilmesi ve rüyasında kontrol sahibi olması anlamına geliyor. Bu durum, bireylerin rüya dünyasında bilinçli eylemler gerçekleştirmesine olanak tanıyor. Deney sırasında, katılımcıların beyin dalgaları ve diğer biyolojik verileri özel bir cihazla uzaktan izlendi ve bu veriler sunucuya aktarıldı.Sunucu, bir katılımcının berrak rüyaya girdiğini tespit ettiğinde, özel dilden rastgele bir kelime üretiyor ve bu kelimeyi katılımcıya iletiyordu. Katılımcı, rüyasında bu kelimeyi tekrarladıktan sonra, yanıt sunucuda saklanıyordu. Sekiz dakika sonra, ikinci katılımcı da berrak bir rüyaya girdiğinde, sunucu ilk katılımcıdan alınan depolanmış mesajı ona iletti ve o da uyandığında bu mesajı tekrar etti. REMspace, bu deneyin başka bir katılımcı çiftiyle de başarıyla tekrarlandığını belirtiyor. Ancak şirketin, rüya iletişimini başardığını kesin olarak söyleyebilmesi için çalışmalarının daha titiz bir incelemeden geçmesi gerekecek.Henüz bilim insanları tarafından tam olarak incelenmemiş olan bu teknoloji, eğer doğrulanırsa uyku araştırmaları açısından önemli bir dönüm noktası olabilir. Bu tür bir iletişim yöntemi, ruh sağlığı tedavisi ve beceri eğitimi gibi alanlarda da geniş uygulama potansiyeline sahip. DAHA ÖNCE YAPILAN DENEYDE BÜYÜK RİSKLER ALINMIŞTIREMspace CEO’su Michael Raduga, “Dün, rüyalarda iletişim kurmak bilim kurgu gibi görünüyordu; yarın ise bu teknoloji olmadan hayatımızı hayal bile edemeyeceğiz” dedi. Raduga, bu gelişmenin sayısız ticari uygulamaya kapı açabileceğini ve rüya dünyasında iletişim anlayışını köklü bir şekilde değiştirebileceğini vurguladı. Aslında Raduga, daha önceki deneyleriyle de dikkat çeken biri. 2023 yılında, rüyalarını kontrol edebilmek için kendi beynine mikroçip yerleştirmeye çalışarak büyük riskler almıştı. Bu tehlikeli deneyde, ‘elektrotunun’ berrak rüyalar üzerindeki potansiyel etkisi olduğunu savunarak kafa travmasına yol açacak bir işlem gerçekleştirmişti. Raduga, daha sonra çipi çıkarmak zorunda kaldı. Şu anda, berrak rüyalar sırasında gerçek zamanlı iletişimi mümkün kılmak için yeni hedeflerine odaklanmış durumda. Raduga, “REM uykusu ve berrak rüyalar, yapay zekadan sonra bir sonraki büyük endüstri olacak” ifadelerini kullanarak bu alandaki inancını da ortaya koydu. Eğer bu hedefler gerçekleştirilebilirse, rüya dünyasında iletişim kurma biçimimiz köklü bir değişim yaşayabilir ve insan etkileşimleri üzerinde derin etkiler bırakabilir.
Muğla, doğal güzellikleri ve tarihî zenginlikleriyle dikkat çeken bir adres. Parıldayan masmavi denizi, ağaçlarla kaplı zirveleri ve eşsiz yürüyüş parkurları hem doğa severler hem de macera arayanlar için şehri ideal bir rota haline getiriyor. Özellikle sonbahar, Muğla’nın doğasına bambaşka bir renk ve anlam katıyor. Zeytin ağaçlarının ve çam ormanlarının arasında, yaprakların sarı ve kırmızı tonlarına bürünen manzaralar, bir tablo gibi gözler önüne seriliyor. Bu mevsimde sahillerdeki kalabalıklar da azalıyor; sakin plajlarda yürüyüş yaparken denizin sesi, rüzgârın hafif dokunuşuyla birleşiyor. Göcek ve Fethiye gibi koylarda, doğanın sunduğu huzur içinde derin bir nefes almak ise insanı adeta yeniliyor. Muğla’nın köyleri de sonbaharın getirdiği güzelliklerle dolup taşıyor. Datça’nın badem ağaçları, Ekim ayının ortalarında olgunlaşırken, köy pazarları taze sebzeler ve meyvelerle şenleniyor. Yerel halkın sıcak karşılamasıyla, zeytin hasadı döneminin coşkusunu hissetmek ve geleneksel lezzetleri tatmak ise bu rotanın bonusu… CNN'de gezi yazıları kaleme alan gazeteciler Richard Quest ve Joe Minihane de geçtiğimiz günlerde Muğla’nın bu etkileyici manzaralarını ve zengin kültürel mirasını deneyimlemek üzere şehri ziyaret etti. Yazıda, Fethiye ve Dalyan arasında bulunan, güneşli bir sahil kasabası olan Göcek'in bölgenin en iyi başlangıç noktası olduğu vurgulanıyor. Bu bağlamda, çeşitli detaylara yer veriliyor. İşte Richard Quest ve Joe Minihane’nin kaleminden Muğla’nın güzellikleri…AKDENİZ VE EGE DENİZİ'NİN BİRLEŞTİĞİ MÜCEVHER GİBİ BİR NOKTAGöcek’te kültür ön planda ve ünlü heykeltıraş Dilara Akay’ın bu konudaki etkisi oldukça büyük. Akay’ın muhteşem bir bahçede yer alan galerisi, sanatçının yaşamı boyunca yaptığı çalışmaların gelişimini sergileyen çeşitli eserlerle dolu. “Birçok kişi beni büyük bahçe heykellerimle tanıyor ama aynı zamanda enstalasyonlar da yapıyorum” diyen Akay, sanatının evrimini keşfetmek için ziyaretçileri galerisine bekliyor. Artık doğaya daha çok ilgi duyduğunun altını çizen Akay, bu yolculuğu denizde sürdürüyor. Akay, Muğla ilinin göz alıcı kıyı şeridini daha iyi görebilmek için küçük bir tekneye yöneliyor. “Göcek, Dalaman ve Fethiye koyundayız” diyor Akay, heyecanla kollarını sallayarak. Burası, Akdeniz ve Ege Denizi'nin birleştiği mücevher gibi bir nokta. Gerçekten de burada bir teknede olmak, hayal kurmanıza olanak tanıyor. TÜM DÜNYANIN HAYRAN OLDUĞU YÜRÜYÜŞ ROTASI: LİKYAKaraya döndüğümüzde ise keşfedilecek başka harikalar var. “Mazeret yok” diyor Likya Yolu yaratıcısı Kate Clow, ikonik uzun mesafeli patika boyunca yol gösterirken. 760 kilometreyi kapsayan bu rota, Fethiye’den Antalya’ya kadar uzanıyor ve tamamlanması 35 gün sürüyor. Bir zamanlar Likya olarak bilinen, şimdi ise güney Türkiye’nin bir parçası olan kıyı şeridini takip ediyor. Likyalıların, Persler, Büyük İskender ve Romalılar döneminde kat etmiş olabilecekleri rotaların çoğunu izliyor.Bu rotayı haritalamak ve işaretlemek, Roma yollarını ve eski katır yollarını kapsayan muazzam bir işti ve Clow bunun için büyük çaba harcadı. “O zamanlar, yani 35 yıl önce Türkiye'de hiç yürüyüş rotası yoktu. Ben Pireneler’de ve Fransa ile İspanya'nın çeşitli yerlerinde yürüyordum” diyor Clow. “Ve ‘Türkiye de bir tane hak ediyor’ diye düşündüm” diye de ekliyor.Dağlara doğru yükselen Clow’un rotası, deniz ve uzaktaki yüksek tepelerden olağanüstü manzaralar sunuyor. Gerçekten de dünyadaki en iyi uzun mesafe yürüyüş rotalarından biri burası. En güzel tarafı ise, muhteşem manzaraları, yoldan göremeyeceğiniz açılardan görebilmenize olanak sağlaması… DAMAK ÇATLATAN LEZZETLERTürkiye’nin her yerinde olduğu gibi, burada da yemek kültürü harika… Açık ateşte pişen lezzetli çorbalar ve ekmeklerle, ister Akay’ın galerisinde bir yemek yiyin, ister yörüklerle birlikte yöresel tatların keyfine varın. Muğla mutfağı, zengin ve çeşitli lezzetlere sahip. Bölgenin meşhur yemekleri arasında zeytinyağlılar öne çıkıyor; özellikle enginar, sebzeli kısır ve zeytinyağlı dolma, damakları şenlendiriyor. Ayrıca, Muğla'nın kendine has taze otlarıyla hazırlanan ot kavurması ve pide çeşitleri de oldukça popüler. Tandır kebabı, yöresel etlerin lezzetini ön plana çıkarırken, deniz ürünleri de bölgenin zengin denizine ait tazeliği sunuyor. Muğla’nın tatlıları arasında ise sünger kek ve yöresel sütlaç, ziyaretçilerin favorileri arasında. Bu lezzetler, Muğla'nın kültürel zenginliğini ve gastronomik mirasını enfes şekilde yansıtıyor.EĞLENCELİ ÇAMUR BANYOSU VE ADRENALİN DOLU YAMAÇ PARAŞÜTÜ DENEYİMİTüm bu yiyecekler sonrasında biraz eğlence için Dalyan’ın çamur banyoları harika bir rota. Bu ünlü fakat biraz kötü kokulu banyolar, yerlilerin ve ziyaretçilerin ciltlerini canlandırmak için geldikleri yerler. Sıcak ve yapışkan suda yükselen kükürt kokusu biraz rahatsız edici olsa da, vücuttaki çamur hissi çok ilginç.Babadağ ise yamaç paraşütçülerinin akın ettiği bir yer. 1700 metrede, planörlerin ve uçuşa katılanların koşabileceği ve kendilerini gökyüzüne fırlatabileceği özel bir fırlatma rampası bulunuyor.Rehberimiz Ertaş, renkli aynalı gözlükleriyle bizi kask ve emniyet kemeri provasına götürüyor. Ertaş, “Bunu 25 yıldır yapıyorum, yılda ise 400 ila 500 kez gökyüzünde süzülüyorum” diyor. Ertaş’ın bu deneyimde sıklıkla söyledi cümle ise “Yürümeye başla ve şimdi koş!”Bir süre sonra paraşüt rüzgârı yakalıyor ve zemin ayaklarınızın altından kalıyor. Aynı anda hem heyecan verici hem de endişe verici bir deneyim. Ancak sonsuz manzaralar, denizin mavisi ve plajların beyazı bunu muhteşem bir deneyim haline getirmeye yardımcı oluyor.
Dünyanın dört bir yanında 200 yıldan uzun süredir duyulan gizemli ‘gök depremleri’, bilim insanlarının çözümlemekte zorlandığı tuhaf seslerin kaynağı olmayı sürdürüyor. Bu sesler, silah atışları veya araba patlamalarıyla karıştırılabiliyor ve Belçika’dan Japonya’ya, New York’taki Finger Lakes bölgesine kadar geniş bir alanda duyulabiliyor.Bilim insanları, bu yankılanan patlamaların kökenini belirlemek için atmosferde patlayan meteorlar, askeri tatbikatlar, taş ocağı patlamaları ve uzak fırtına veya depremler gibi çeşitli teoriler ortaya koyuyor. Peki gerçek tam olarak ne?İLK OLARAK 7.2 BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ BİR DEPREM SIRASINDA BELGELENMİŞTİİlk olarak 1811 yılında ABD’de Missouri eyaletine bağlı New Madrid kentinde, 7.2 büyüklüğündeki bir deprem sırasında belgelendiği kaydedilen bu sesler, bölge sakinleri tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştı. Ağustos 1886’da ise Güney Carolina’nın Charleston kentinde meydana gelen 7.3 büyüklüğündeki depremde de benzer sesler duyulmuş ve bu sesler depremden haftalar sonra bile hissedilmeye devam etmişti. ‘AĞIR BİR TOPUN PATLAMASINA BENZEYEN BİR SESE BENZİYOR’Gök depremleri, ‘kükreyen ses’ veya ‘yüksek patlamalar’ olarak tanımlanıyor. New York eyaletinin merkezindeki Seneca Gölü'nden yaşayan yazar James Fenimore Cooper, bu deneyimi ‘Göl Silahı’ adlı kısa öyküsünde kaleme almıştı. Cooper, öyküsünde seslerin “Bilinen hiçbir doğa yasasıyla açıklanamayan, ağır bir topun patlamasına benzeyen bir ses” olduğuna vurgu yapmıştı. Son yıllarda ise patlamaların rastgele zamanlaması nedeniyle belirli bir doğal olayla ilişkilendirilmesi de güçleşti.SESLERİN DEPREMLERDEN KAYNAKLANDIĞI DOĞRU MU? Bilim insanları, 2013 yılından bu yana EarthScope Transportable Array’dan (ESTA) elde edilen sismik verileri 2020 yılında kullanmaya başladı. ESTA, ABD genelinde depremleri, volkanları ve heyelanları tespit eden 400’den fazla sismik istasyondan oluşan bir ağ. Kuzey Carolina Üniversitesi Chapel Hill’deki bir araştırma ekibi, bu seslerin depremlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığını belirlemek için ESTA’nın verilerini çeşitli kayıtlarla karşılaştırdı. Çalışmaya katılan araştırmacılardan Eli Bird, genel olarak bunun atmosferik bir fenomen olduğuna inandıklarını ve sismik aktiviteden kaynaklandığını düşünmediklerini belirtti. Araştırmacılar, seslerin yerden değil, atmosferden yayıldığını varsayıyor.Bir diğer olasılık olarak, atmosferde patlayan uzay kayaları olan bolidler veya okyanus üzerinde çakan gök gürültüsü gibi okyanus olayları da gündeme gelmiş olabilir. Bird, “Atmosferik koşullar, bu durumun belirli bir yönde artmasına veya bu yerel bölgeyi etkilemesine neden olabilir” dedi. Ancak sismologlar, tüm çabalarına rağmen gök depremlerinin kesin olarak nereden geldiğini belirleyemedi. Kasım 2017'de Alabama'nın 15 ilçesindeki sakinler, yaşanan patlamalarla şok olmuş ve korkuyla yetkilileri aramıştı. Birmingham Ulusal Hava Durumu Servisi, bölgede meydana gelen gürültüyü tam olarak açıklayamadıklarını, uydu görüntüleri ve radar taramalarında patlama belirtilerinin görülmediğini bildirdi.Ajans, o dönem sosyal medyada benzer düşünceleri paylaşarak "Bir cevabımız yok ve sadece varsayımlarda bulunabiliriz" ifadesini kullandı. Uzmanlar, bu seslerin nedeninin tam olarak belirlenememesi nedeniyle halk arasında farklı spekülasyonların yaygınlaştığını belirtiyor. ÇEŞİTLİ KOMPLO TEORİLERİNE ZEMİN HAZIRLIYORBazı yerel halk, gök depremlerinin varlığını doğaüstü fenomenlerle ilişkilendirirken, diğerleri bunu askeri faaliyetlerle bağlantılandırıyor. Bu durum, hem toplumda merak uyandırıyor hem de çeşitli komplo teorilerine zemin hazırlıyor.Dünyanın farklı bölgelerinde benzer seslerin duyulması, araştırmaları uluslararası bir boyuta taşıyor. Bilim insanları, bu sesleri daha kapsamlı bir şekilde incelemek için uluslararası iş birlikleri kurmaya çalışıyor. Gök depremleri ile ilgili yapılacak daha fazla araştırma, bu olguların doğasını anlamamıza yardımcı olabilirken, halk sağlığı ve güvenliği açısından da önemli sonuçlar doğurabilir. Uzmanlar, bu seslerin kaynaklarının belirlenmesinin, toplumları bilgilendirme ve olası tehlikeleri önceden haber verme açısından kritik bir öneme sahip olduğunu vurguluyor.
Küresel ısınma, dünya üzerindeki buzulların erimesine neden olan en büyük tehditlerden biri. Bu süreç, sadece deniz seviyelerinin yükselmesiyle kalmayıp, aynı zamanda ekosistem dengelerini, su kaynaklarını ve iklim döngülerini de derinden etkiliyor. Buzullar, gezegenimizin iklim dengesinde önemli bir rol oynarken, erime oranlarının artması, sera gazı emisyonlarının hızla yükseldiği bir dönemde, gelecekteki iklim senaryolarını belirsiz hale getiriyor. Antarktika ve Grönland gibi büyük buz tabakalarının kaybı, okyanus akıntılarını ve hava koşullarını etkileyerek, dünya genelinde felaket senaryolarının kapısını aralıyor. Bu bağlamda, buzulların erimesi, sadece çevresel değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik sonuçları olan karmaşık bir sorun olarak da öne çıkıyor. Son yıllarda ise bilim insanları, Antarktika’daki ‘Thwaites Buzulu’nun beklenenden çok daha hızlı eridiğini ortaya koyarak, dünya genelinde deniz seviyelerinin ciddi şekilde yükselmesine yol açabilecek bir durumu gözler önüne serdi. Thwaites, genellikle ‘kıyamet buzulu’ olarak adlandırılıyor ve bu buzulun çöküşü, hem ekosistemler hem de insan toplulukları üzerinde yıkıcı sonuçlar ortaya çıkarabilir!BUZULUN MEVCUT DURUMU KORKUTUYOR! YALNIZCA SU SEVİYESİNİ YÜKSELTMEKLE KALMAYACAKİngiliz Antarktika Araştırmaları’ndan (BAS) ve Uluslararası Thwaites Buzul İşbirliği (ITGC) kapsamında çalışan bilim insanları, buzulun durumunu değerlendirmek amacıyla su altı robotları kullanarak detaylı ölçümler gerçekleştirdi. Bu veriler, Thwaites Buzulu’nun Batı Antarktika Buz Tabakası’nın büyük bir kısmıyla birlikte 23’üncü yüzyıla kadar tamamen kaybolabileceğini gösteriyor. Mevcut araştırmalar, Thwaites’in erime hızının 1990’lardan 2010’lara kadar iki katından fazla arttığını ortaya koydu. Özellikle Amundsen Denizi, küresel deniz seviyesindeki yıllık artışın yüzde sekizini oluşturarak dikkat çekiyor.Thwaites’in yaklaşık 120 kilometre çapında olduğu ve 4 bin metreye kadar kalınlığa ulaştığı göz önüne alındığında, buzulun çöküşü, deniz seviyelerini 65 santimetre kadar yükseltebilir. Bu durum, Bangladeş gibi alçak kıyı bölgeleri ile Miami ve Londra gibi büyük şehirlerde yaşayan milyonlarca insanı tehdit ediyor. Bilim insanları, Thwaites Buzulu’nun çöküşünün, yalnızca su seviyesini yükseltmekle kalmayıp, aynı zamanda iklim sistemindeki diğer denge unsurlarını da etkileyebileceği konusunda uyarıyor.BUZULUN ÇÖKÜŞÜNÜN ARKASINDAKİ ETKENLER NELER?Buzulun çöküşünün arkasındaki başlıca etkenlerden biri, okyanusun hızla ısınması… Okyanus sıcaklıklarının artması, buzulun iç kısımlarının deniz seviyesinden iki kilometreden fazla aşağıda bulunması ve kıyıdaki buzul tabanının sığ olması, Thwaites’i son derece kararsız hale getiriyor. Araştırmalar, sıcak deniz suyunun buzulun derin çatlaklarına sızarak erimeyi hızlandırdığını gösteriyor. Bu süreç, 1940’larda meydana gelen güçlü bir El Nino olayıyla başlamış olabilir. Thwaites’in zayıf yapısı, okyanus akıntılarının ve rüzgârların değişen düzenleri ile birleştiğinde, buzulun çöküşünü hızlandıran bir domino etkisi yaratıyor. Bu süreç, yalnızca Thwaites Buzulu ile sınırlı kalmayıp, çevresindeki diğer buzullar üzerinde de benzer etkilere neden olabilir. Örneğin, Thwaites’in çöküşü, Batı Antarktika Buz Tabakası’nın diğer bölümlerini de etkileyerek, küresel deniz seviyesindeki artışı daha da artırabilir.UZMANLAR UYARIYOR: DENİZ SEVİYELERİNİ 3,3 METREYE KADAR YÜKSELTEBİLİRUzmanlar, Thwaites’in çöküşüyle birlikte Batı Antarktika Buz Tabakası’nın da büyük bir çöküş yaşama ihtimalinin yüksek olduğunu öngörüyor. Bu durumda, deniz seviyelerinin 3,3 metreye kadar yükselebileceği düşünülüyor. Bu yükseklik, kıyı bölgelerinde büyük yıkımlara yol açabilir. Sadece fiziksel alanların kaybı değil, aynı zamanda milyonlarca insanın yaşam alanlarının da tehlikeye girmesi söz konusu. Dolayısıyla, buzulun çöküşü, sosyal ve ekonomik yapıyı da tehdit ediyor.Araştırmacılar, buzulun çöküşü sürecinin nasıl daha iyi yönetilebileceği konusunda çeşitli stratejiler geliştirmeye çalışıyor. Sera gazı emisyonlarının azaltılması için acil önlemler alınması gerektiği vurgulanıyor. Bilim insanları, iklim değişikliğiyle mücadele için sürdürülebilir çözümlerin hayata geçirilmesi gerektiğini savunuyor. Ancak bu müdahalelerin etkisi zaman alacak ve geri çekilmenin ana itici gücü olan sıcak su akışının kontrol edilmesi zor bir süreç olarak karşımıza çıkıyor.Ayrıca, buzulun çöküşü ile birlikte deniz seviyesindeki artışın neden olacağı sellere karşı hazırlıklı olunması gerektiği ifade ediliyor. Kıyı şehirlerinin, olası felaketlere karşı dayanıklılıklarını artırmaları ve altyapılarını güçlendirmeleri önem arz ediyor. BİLİMSEL İŞBİRLİĞİ VE GELECEK ÇALIŞMALARThwaites Buzulu üzerinde yapılan araştırmalar, uluslararası işbirliğinin önemini de bir kez daha gözler önüne seriyor. Bilim insanları, buzulun durumu hakkında daha iyi bir anlayış geliştirmek için farklı ülkelerden gelen uzmanlarla ortak çalışmalar yürütüyor. Bu araştırmalar, sadece Thwaites Buzulu’nu değil, aynı zamanda Antarktika’nın diğer bölgelerindeki buzulların durumunu da kapsıyor. Örneğin, NASA'nın uzaydan elde ettiği veriler, buzulların erimesiyle ilgili daha geniş bir perspektif sunmakta ve dünya genelindeki iklim değişikliği ile ilgili daha fazla bilgi sağlıyor.Araştırmacılar, iklim değişikliği ile ilgili daha doğru modeller geliştirmek için, Antarktika'daki buzulların okyanus ve atmosferle etkileşimlerini incelemeye devam ediyor. Bu çabalar, gelecekteki deniz seviyesi yükselmesi ve iklim değişikliği ile mücadele stratejileri için kritik öneme sahip.
PRF, hastanın kendi kanını kullanarak cilt gençleştirici bir karışım oluşturmak için santrifüje (sıvıları yüksek hızda döndürmek için kullanılan bir laboratuvar cihaz) tabi tutuluyor. PRF ve onun kuzeni PRP (trombositten zengin plazma) benzer şekilde çalışıyor. Ancak PRF’nin üretim sürecinde kan daha düşük hızda döndürülüyor. Bu yöntemle, bazı beyaz kan hücreleri ve fibrinler trombosit tabakasında kalıyor.Dermatolog Dr. Ava Shamban, cilt bakımı ve moda konularında popüler bir dergi olan Allure’a yaptığı açıklamada, PRF enjeksiyonlarının, hastaların dolguya alternatifler aramasının bir sonucu olarak, diğer estetik prosedürlerden daha doğal olduğunu söyledi. CİLDİ İYİLEŞTİRDİĞİ VE KIRIŞIKLIKLARI AZALTTIĞI ÖNE SÜRÜLÜYORPRF'nin, cilt iyileşmesini hızlandırma, göz altı morluklarını ve kırışıklıkları azaltma hatta saç dökülmesini tedavi etme potansiyeline sahip olduğu öne sürülüyor. New York’ta yüz plastik cerrahı olarak çalışan ve iki kurul tarafından sertifikalandırılmış cerrah Dr. Michael Somenek, güzellik ve yaşam tarzı konularında içerik sunan bir çevrimiçi platform olan Byrdie'ye yaptığı açıklamada, PRF enjeksiyonlarını “trombositten zengin plazma (PRP) tedavilerinin yeni nesli” olarak tanımladı.Somenek, PRF'nin ‘antikoagülan’ (kanın pıhtılaşmasını önlemek veya yavaşlatmak için kullanılan bir tür ilaç) bulunmaması sayesinde yaşlanma, saç dökülmesi veya cilt iyileşmesi belirtilerini gidermek için cilde enjekte edilebilen trombositler, kök hücreler, büyüme faktörleri ve fibrin açısından zengin, süngerimsi, jel benzeri bir ürün oluşturduğunu belirtti. 500 İLA 2 BİN DOLAR ARASINDA DEĞİŞİYORByrdie'ye göre, tek bir PRF seansının maliyeti 500 ila 2 bin dolar arasında değişiyor ve genellikle birden fazla tedavi gerektiriyor. Özellikle göz altı bölgesinde yüz dolgusu olarak kullanılıyor. Ancak, bazı doktorlar bu yöntemin etkinliği konusunda şüpheci.Dr. Doris Day, Allure’a yaptığı açıklamada, PRF'nin dolgu maddesi olarak satıldığını ancak dolgu maddesi gibi işe yaradığını düşünmediğini belirtti. Ayrıca Day, PRF enjeksiyonlarının çok iyi yayınlanmış verilerle desteklenmediğini ve kliniklerinde bu tedaviyi sunmadığını da söyledi. Literatürde insanların bu tedaviden çok fazla fayda görmediğini ve bazı hastaların sonuçlardan memnun olmadığını da belirten Dr. Day, “Özellikle, geçen yıl yayınlanan küçük bir çalışma PRF'nin akne izlerini tedavi etmede, cildin dokusunu ve elastikiyetini artırmada umut verici sonuçlar bulduğunu öne sürdü. Ancak ben insanları bundan vazgeçiriyorum çünkü tedavinin etkisiz olduğunu düşünüyorum” dedi.‘ASLA DOLGU YERİNE GEÇMEZ’Carmel Valley Yüz Plastik Cerrahisi ve Estetik Merkezi’ni kuran, kurul onaylı yüz plastik cerrahı olan Dr. Amir Karam da PRF'nin göz altındaki hacmi artırmakta etkili olmadığını ve bu enjeksiyonları ‘güvenilmez’ olarak nitelendirdi. Göz altı bölgesine yapılan enjeksiyonlarda morarma ve travma miktarının fazla olduğunu belirten Karam, “Böyle bir işleme gerek yok. Bu işlem muhtemelen bir miktar işe yarayabilir ama asla dolgu yerine geçmez” dedi.DAHA FAZLA ARAŞTIRMAYA İHTİYAÇ DUYULUYORDr. Ava Shamban, Gıda ve İlaç Dairesi’nin olası kan kontaminasyonu ve buna bağlı sağlık riskleri konusunda endişelerini dile getirdiğini ve daha önce kök hücre içeren tıbbi tedavilere karşı uyarılarda bulunduğunu da belirtti. Ancak, PRF'nin bu kategoriye girip girmediği henüz belli değil. Shamban, bazı doktorların bu yenilikçi tedaviye karşı uyarılarına rağmen, daha fazla kişinin ‘dolgu yorgunluğu’ nedeniyle PRF enjeksiyonlarına yöneldiğini ve bu ürünün geleneksel hyaluronik asit dolgularının eşdeğeri olmadığını vurguladı. Sonuç olarak, PRF enjeksiyonları daha doğal bir gençleştirme seçeneği olarak görülse de, etkinliği ve güvenliği hakkında daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyuluyor.