Bu yaz, sıcaklıklar rekor seviyelere ulaştı ve pek çok bölgede güneş, kavurucu yüzünü göstermeye devam ediyor. Özellikle nem oranlarının yüzde 90’ı geçmesi, adeta bir sauna ortamında yaşıyormuşuz gibi hissettiriyor. Copernicus İklim Değişikliği Servisi’ne göre sıcaklıklar korkutucu düzeyde artıyor. Öyle ki, 2024 Haziran’ı, bugüne kadar en sıcak haziran ayı olarak kaydedilen 13’üncü ay oldu.Copernicus’un önemli iklim bilimcilerinden Nicolas Julien, konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Bu yaşananlar Paris Anlaşması tarafından belirlenen kritik sınıra yaklaştığımızın en net göstergesi. Korkutucu olan ise küresel sıcaklık artmaya devam ediyor. Hem de çok hızlı bir tempoda…” dedi.AŞIRI SICAKLARDA BOL SU TÜKETMEK DOĞRU MU?Haziranın bu kadar sıcak geçmesinin ardından temmuz ayında da serinlik bulmak neredeyse imkânsız oldu. Son bir haftadır da yüksek nemle birleşen aşırı sıcaklar, sağlık açısından da risk oluşturmaya başladı. Uzmanlar, aşırı sıcaklardan korunmak için özellikle öğle saatlerinde dışarıda olmaktan kaçınılmasını ve bol sıvı tüketilmesini öneriyor.Bol sıvı tüketiminde de başı doğal olarak su çekiyor. Çünkü su içmek, vücudun normal işleyişini sürdürebilmesi için hayati önem taşıyor. Yüksek sıcaklıklar, terleme yoluyla vücudun su kaybetmesine neden oluyor ve bu durum sıvı dengesinin bozulmasına yol açıyor. En önemlisi de su kaybı, dehidrasyon riskini artırıyor ve bu da baş ağrısı, halsizlik, baş dönmesi gibi belirtilerle kendini gösterebilir.SU DIŞINDA EN ETKİLİ İÇECEK SÜT!Ayrıca, vücut ısısının düzenlenmesi için terleme gerekiyor ve yeterli sıvı alımı olmadan bu süreç etkili bir şekilde gerçekleşemiyor. Bu nedenle, sıcak havalarda düzenli su tüketimi, vücudun su ve elektrolit dengesinin korunmasına yardımcı oluyor ve sağlığın korunmasını sağlıyor. Ancak sıcak hava dalgalarıyla başa çıkabilmek için, yalnızca su içmenin ötesinde sütün de nemlendirici özellikleri olduğunu belirten uzmanlar var.İngiltere merkezli sağlık ve tıp şirketi olan Medichecks’in tıbbi direktörü Dr. Natasha Fernando Metro.co.uk’ya yaptığı açıklamada süt içmenin sıvı kaybını önlemekte etkili olabileceğini belirtti. Dr. Fernando'nun açıklamalarına göre süt, sıvı ihtiyacını karşılamakta su kadar etkili olabilir.SÜT NASIL OLUYOR DA SUSUZ KALMA SÜRESİNİ UZATIYOR?Dr. Natasha Fernando, sütün içeriğindeki şeker, protein ve yağın, midedeki sıvının boşalma hızını yavaşlatarak, susuz kalma süresini uzattığını ifade ediyor. Ayrıca, sütün sodyum içerdiğini ve bunun vücudun suyu daha uzun süre tutmasını sağladığını da belirtiyor.Vegan veya laktoz intoleransı olan bireyler için de süt yerine bitki bazlı alternatifler bulunuyor. Dr. Fernando, soya sütünün de elektrolitler içerdiğini ve rehidrasyonu artırabileceğini vurguluyor.SÜT DIŞINDA BAŞKA HANGİ İÇECEKLER ETKİLİ?Sıcak havalarda süt tüketiminin yanı sıra karpuz, Hindistan cevizi suyu, salatalık ve suyla seyreltilmiş taze meyve sularının da serinlemeye yardımcı olacağı öneriliyor.AŞIRI SICAKLARLARDA SICAK İÇEÇEKLER TÜKETİLMELİ Mİ?Öte yandan, sıcak bir günde sıcak içeceklerin serinlemeye yardımcı olabileceği düşüncesi de gündemde. Cambridge Üniversitesi’nden sinir bilimci Peter McNaughton, sıcak içeceklerin vücut ısısını düzenlemekte etkili olduğunu ve terlemeyi teşvik ettiğini ifade ediyor. Ancak, bu yöntemin yalnızca cildinizdeki terin buharlaşabileceği durumlarda etkili olduğunu da unutmamak gerekiyor. Nemli hava veya fazla kıyafetler bu süreci olumsuz etkileyebiliyor.
Otizm, sözel ya da sözel olmayan iletişimde zorluk yaşanmasıyla karakterize nörolojik ve gelişimsel bir bozukluk. Belirtileri ise genellikle çocukluk döneminde ortaya çıkıyor. Çocuklar sosyal becerilerde, dil gelişiminde ve tekrarlayan davranışlarda güçlük çekiyor.Otizmin tanısının konması ise çoğunlukla ebeveynlerin aktardığı davranışlar ve uzmanlarının gözlemleri üzerinden yapılıyor. Fakat bu süreçte hata yapma olasılığı oldukça yüksek… Çünkü ebeveynler endişeli oldukları için soruları doğru yanıtlayamayabilir veya psikolog ile psikiyatrların da gözden kaçırabileceği noktalar olabilir.Geçtiğimiz günlerde ise Nature Microbiology adlı bilimsel dergide yayımlanan yeni bir araştırma objektif bir şekilde otizm tanısı koymak için bir yol olduğunu ortaya koydu: Bağırsak mikrobiyomu (insan bağırsaklarında bulunan bakteriler, virüsler, mantarlar ve diğer mikroplar topluluğu).Yaşları 1- 13 arasında değişen çocuklardan toplanan 1600'ü aşkın dışkı örneğini inceleyen bilim insanları, otizmlilerden alınan örneklerde belli başlı biyolojik işaretler bulunduğunu tespit etti. Çalışmada otizmli çocuklarla diğerlerinin dışkılarındaki büyük biyolojik farklılıklar kıyaslandı. Ayrıca önceki çalışmalardan farklı olarak bakteriler dışında mantarlar ve virüsler de ilişkili metabolik süreçlerle birlikte ele alındı. Elde edilen sonuca göre otizmlilerde biyolojik açıdan 31 faktör saptandı. Sonrasında yeni bir grupta önce dışkılara bakıldı. Hangilerinin otizmlilere olduğu büyük bir başarıyla belirlendi. Özetle dışkıdan otizmi tespit etme konusunda yüzde 100’e yakın sonuç elde edildi. ‘TANI KOYMAK GENELDE 3-4 YIL SÜRÜYORDU ARTIK BU DAHA ÇABUK OLACAK’ Araştırma ekibinin lideri olan Hong Kong Üniversitesi’nden Prof. Dr. Qi Su, Guardian’a yaptığı açıklamada “Genellikle şüpheli otizm için doğrulanmış bir tanı koymak üç ila dört yıl sürer ve çoğu çocuğa altı yaşında tanı konur. Mikrobiyom biyobelirteç panelimiz dört yaşın altındaki çocuklarda yüksek bir performansa sahip ve bu erken tanıyı kolaylaştırmaya yardımcı alacak” dedi.Otizm oranlarının son yıllarda büyük ölçüde arttığına da dikkat çeken Prof. Dr. Qi Su, “Birleşik Krallık’ta ve diğer birçok batı ülkesinde, artık her 100 kişiden birinin otizm spektrumunda olduğu düşünülüyor. Genetik faktörler otizmde önemli bir rol oynarken, mikrobiyom bağışıklık tepkilerini bizlere önemli bilgiler veriyor. Bu, mutlaka nedensellik anlamına gelmez ancak mikrobiyomun otizm spektrum semptomlarının şiddetini veya ifadesini etkileyebileceğini düşündürüyor” ifadelerini kullandı. ‘1-2 YAŞ ARASI HER ÇOCUKTA BU TEST RUTİN HALE GETİRİLEBİLİR’Bilim dünyasını heyecanlandıran bu güzel gelişmeyi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Alper Özkılıç’a danıştığımda “Araştırma otizm spektrum bozukluğu teşhisinde önemli bir ilerlemeyi temsil edebilir” dedi ve ekledi: “Teşhis için dışkı örneklerinin kullanılması fikri, özellikle de değerlendirmelerdeki mevcut birikim göz önüne alındığında umut verici. Böylece hızlı ve erken tanı sayesinde çocuklarda hastalığın seyri daha yüz güldürücü olacaktır. Erken bulgu olan konuşma gecikmesi ile karşılaştığımız 1-2 yaş arası her çocukta, bu dışkı testi rutin hale getirilebilir. Böylelikle erken yakalanan bu çocuklarda tedaviden daha iyi sonuç alınır.” ŞU AN TANI İÇİN HANGİ KONTROLLER YAPILIYOR?Genellikle şüpheli otizm için doğrulanmış bir tanı koymak üç ila dört yıl sürüyor. Çoğu çocuğa altı yaşında tanı konuyor. Neden süre bu kadar uzun?Bu soruma “Otizm teşhisi laboratuvar testleri ve görüntüleme yöntemleriyle konulmadığı için süre bu kadar uzuyor” cevabını veren Alper Özkılıç, “Ayırıcı tanı, eşlik eden hastalıklar yönünden gerekirse kan tahlilleri, norolojik testler ve metabolik hastalıklar gibi başka uzmanlık alanlarından konsültasyon da istenebiliyor” dedi. Özkılıç, tanı ve teşhis için 7 kontrol testinin olduğunu söyledi: 1- Tıbbi ve nörolojik muayene 2- Bilişsel yetenek sınaması 3- Dil becerilerinin kontrolü 4- Davranış gözlemi 5- Yemek yeme, giyinme ve tuvalete çıkma gibi günlük aktiviteleri bağımsız olarak tamamlama durumu 6- Kan testleri 7- İşitme testi… Görüldüğü gibi otizm şüphesi olduğunda, kesin tanı konması için vakanın 5-6 yaşa kadarki nöromotor gelişim sürecinin aile ve farklı branş doktorları tarafından yakın takip edilmesi gerekiyor. NEDEN OLUYOR? “Otizm spektrum bozukluğunun etiyolojisi henüz kesin olarak tanımlanamadı” diyen Alper Özkılıç, “Semptomlar bireysel farklılıklar gösterebilir. Otizm vakalarının yalnızca yüzde 5-10’u tıbbi bir nedene bağlanabilmekte. Ayrıca otizmin sadece bir nedene bağlı olmadığı, multifaktöriyel nedenlerin bir sonucu olabileceği de belirtiliyor. Bu nedenler genetik faktörler ile psikolojik ve sosyal çevre şartlarıdır. Ek olarak gebelikte veya doğum sırasında ortaya çıkan hasarların ve çeşitli toksikasyonların da otizm etiyolojisinde rol alabileceği bildirildi” ifadelerini kullandı. EN BELİRGİN SEMPTOMLAR NELER?Otizmin semptomlarına da değinen Özkılıç, “Belirli görüntülere, seslere, kokulara, ışıklara veya fiziksel temasa karşı duyarlılık, davranış, yeme-içme ve hareketlerde takıntılı olma ve bunları tekrarlama, aktiviteler arasında geçişte zorluk yaşama, sosyal iletişimin sınırlı olması ve göz temasından kaçınma sıklıkla görülen belirtilerdir” dedi. Özkılıç, şöyle devam etti:-- Otistik çocuklar kendilerine ait ayrı bir dünyada yaşar. Otistik bir çocuk kucağa alınmayı önemsemez. İstediğine ulaşmak için herkesin kucağına gidebilir, yabancı algılaması yoktur. 2-3 yaşına geldiğinde cansız objelere daha fazla ilgi gösterirler. Sürekli ellerinde bir eşya tutma, objeleri dizerek oynama, arabayı ters çevirip tekerleğini döndürme veya yatarak arabanın dönen tekerleğini izleme gibi oyunları vardır.-- İnsanlarla anlamlı göz kontağı kurmazlar. Ses, ışık ve kokuya karşı aşırı duyarlı olabilir, beklenmedik tepkiler verebilirler. Çocuklarda konuşamama durumu, otizmin de bir belirtisi olabilir. Ancak konuşamamak tek başına otizm belirtisi değildir.
Son yıllarda, önemli olayları önceden haber veren ve kehanetlerde bulunan kişilerin sayısında belirgin bir artış gözlemleniyor. Bunda Nostradamus’un ünlü kehanetlerinin etkisi oldukça büyük… Bu kehanetler, insanların geleceği tahmin etme yeteneğine olan ilgiyi artırdı ve bu ilgi, farklı dönemlerde ve bölgelerde benzer yeteneklere sahip olduğunu iddia eden yeni figürlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Özellikle modern teknoloji ve sosyal medyanın da etkisiyle, kehanetlerde bulunan kişiler daha geniş kitlelere ulaşma imkanına sahip; bu durum hem toplumsal hem de bireysel düzeyde daha fazla dikkat çekmelerine neden oluyor. Bu yeni kehanetçiler, çeşitli yöntemlerle geleceği öngörme iddiasında bulunuyorlar. Bu yöntemler arasında astroloji, tarot kartları, meditasyon ve diğer spiritüel teknikler yer alıyor. Bu kişilerden biri de ‘Yeni Nostradamus’ ve ‘Kıyamet Kâhini’ olarak adlandırılan İngiliz medyum Craig Hamilton-Parker. TRUMP'A SUİKAST GİRİŞİMİ OLACAĞINI AÇIKLAMIŞTI Daha önce Covid-19 pandemisini öngördüğünü iddia ederek 2017’de bir grip pandemisinin belirsiz bir noktada dünyayı kasıp kavuracağını söyleyen Hamilton-Parker, 2018’de ise bir İngiliz otoyoluna terör saldırısı olacağını ve Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği'nden ayrılacağını (Brexit) tahmin etmişti. Kraliçe II. Elizabeth'in ölümünü de tahmin eden Hamilton-Parker, son olarak da YouTube kanalında Trump’ın hayatına yönelik bir girişim olacağına dair ürkütücü bir kehanette bulunmuştu. ‘NADİ HARİTALARINDA BÖYLE BİR ŞEYİN OLACAĞI AÇIKCA GÖRÜLÜYORDU’ 69 yaşındaki Craig Hamilton-Parker, Hindu mistiklerinin antik çağlardan beri insanların hayatlarının önceden bilinebileceğine inandığı Nadi astrolojisini kullanıyor. Metro.co.uk’a özel konuşan Hamilton-Parker, Trump’a suikast girişimi yapılacağı sonucuna nasıl vardığını şu sözlerle anlattı: “Trump’ın hayatına yönelik bir suikast girişiminin olabileceği her zaman aklımın bir köşesindeydi çünkü 2019'da Nadi haritasını okumuştum. Nadi haritaları, bir kişinin yaklaşık 500 yıl öncesine dayanan hayatının tahminleridir ve insanların hayatları boyunca neler yaşayacağını ortaya koyar. Trump ile ilgili çalışmalarımda hayatına yönelik bir girişim olacağını okudum. Ancak bunun hemen olacağını beklemiyordum, erken yaşanması beni şaşırttı (Hamilton-Parker böyle bir durumun bu yılın ağustos ayına kadar olmayacağını düşünüyordu).” ‘TRUMP HAYATINI KAYBETSEYDİ ÜLKEDE İÇ SAVAŞ ÇIKACAKTI’ Craig Hamilton-Parker, yaşananları doğru bir şekilde tahmin etmeyi başarsa da eğer kurşun Trump’ı öldürmüş olsaydı hikâyenin tamamen farklı olabileceğinin de altını çizdi. “Trump'ın sağ çıkmaması durumunda ABD içinde iç savaş çıkabilirdi” diyen Hamilton-Parker, “Bir girişimin gerçekleşeceğini tahmin etmiştim ama böyle bir şeyin yaşanması benim için gerçekten şok ediciydi. Bu, Reagan’ın (30 Mart 1981'de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ronald Reagan, Washington DC'de bulunan Washington Hilton'daki bir konuşmadan sonra limuzinine dönerken John Hinckley Jr. tarafından vurularak yaralandı) hayatına yönelik saldırıdan daha büyük bir olay ve tüm dünyada şok etkisi yarattı” dedi. “Trump’ın hayatta kalmayı başarmış olması beni rahatlattı” diyen Hamilton-Parker, “İnanılmaz olan ise Trump’ın suikastı yaralı olarak atlattıktan hemen sonra ayağa kalkarak söylediği “Birlikte savaşacağız, savaşacağız, savaşacağız” sözleriydi” ifadelerini kullandı. ‘TRUMP'IN SEÇİMİ KAZANMA İHTİMALİ ARTTI’Trump'ın bu tepkisinin, Kasım ayında yapılacak seçimlerde kendisine olan desteği daha da artıracağına inandığını vurgulayan Craig Hamilton-Parker, “Trump'ın seçimi kazanacağına dair her zaman bir hissim vardı ama şimdi daha büyük bir coşkunun yaşandığını görüyorum. Ayrıca daha uzun vadede Joe Biden görevden ayrılmasının ardından, Kaliforniya Valisi Gavin Newsom'un Demokratların başına geçeceğini ve Elizabeth Warren’ın da onu destekleyeceğini görüyorum” şeklinde konuştu.‘TRUMP’IN NADİ HARİTASINI OKUDUĞUMDA, GEÇMİŞ YAŞAMINDA ALKOLİK BİR HİNTLİ RAHİP OLDUĞUNU GÖRDÜM’Hamilton-Parker son olarak Trump’ın dindar biri olmadığını ancak suikast girişiminin ardından Tanrı'ya yöneleceğini hissettiğini belirterek, “Bazı insanların Trump'ı artık ölümden kurtulmuş bir mesih figürü olarak görebilir. Trump'ın bir uyanış gibi büyük bir dini dönüşümden geçtiğini görüyorum. İlginçtir ki Trump’ın Nadi haritasını okuduğumda, geçmiş yaşamında alkolik bir Hintli rahip olduğunu gördüm” ifadelerini kullandı. BABA VANGA’NIN 2025 YILI KEHANETİ KORKUTTU!Öte yandan ‘Balkanların Nostradamus’u’ lakabıyla bilinen Bulgar kâhin Baba Vanga’nın da 2025 yılını sonun başlangıcı olarak gördüğü ortaya çıktı. 1996 yılında yaşamını yitiren Bulgar kâhin Baba Vanga’nın daha önce yaptığı öngörülere göre 2025 yılı, Avrupa'da kıta nüfusunu etkileyecek bir çatışmayla başlayacak. Bu da kıyamet ile sonuçlanacak olayların başlangıcı olacak. 5079 yılına kadar her yıl için kehanetlerde bulunduğu söylenen Baba Vanga’nın en ilgi çeken tahminleri ise şöyle; * 2028’de Venüs'ün keşfi olacak. İnsanlar Venüs’ü bir enerji kaynağı olarak keşfetmeye başlayacaklar. * 2033’te ise gündem ağırlıklı olarak buzulların erimesi olacak. Baba Vanga’ya göre bu yılda kutuplardaki buzulların eriyecek ve deniz seviyeleri dünya çapında ciddi boyutlara ulaşacak. * 2076 ise komünizmin geri döndüğü bir yıl olacak. * 2130'da da insanlar uzaylılarla temas kuracak.
Son yıllarda göz problemlerinin artışında önemli faktörler var. Örneğin, teknolojinin hızla ilerlemesi ve dijital cihazların yaygınlaşması göz yorgunluğunu artırıyor. Ayrıca, modern yaşamın getirdiği stres de göz sağlığını olumsuz etkiliyor. Beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler ve sağlıksız beslenme tercihleri de göz sağlığını olumsuz etkileyen bir diğer etken olarak öne çıkıyor. Fakat daha genç gözlere sahip olmak için bazı yöntemler mevcut gibi görünüyor. Geçtiğimiz günlerde ABD’de plastik cerrah olarak görev yapan Dr. Anthony Youn, daha genç gözlere sahip olmanın sırlarını New York Post’a açıkladı. Özellikle göz kapaklarının yaşlanmasını önlemenin ve tersine çevirmenin dört basit ipucunu paylaşan Dr. Youn, şu bilgileri paylaştı: 1- GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ TAKMAKGüneş gözlüğünün çok önemli olduğunun altını çizen Dr. Anthony Youn, “Bu, sadece hassas göz kapağı derisini güneşin UV ışınlarından korumakla kalmayacak, aynı zamanda kaz ayağı kırışıklıklarına neden olabilen gözlerinizi kısmanızı da önleyecek” dedi Amerikan Kanser Derneği, güneş gözlüğü seçerken “400 nm'ye kadar UV emilimi” yazan bir etikete bakmanızı öneriyor; bu, gözlüğün UV ışınlarının en az yüzde 99’unu engellediği anlamına geliyor. 2- DAHA AZ ULTRA İŞLENMİŞ GIDA TÜKETİNUltra işlenmiş gıdaların kalp hastalığı, kanser, Tip 2 diyabet ve obezite riskini artırdığı biliniyor. Dr. Youn, ayrıca bu gıdaların göz çevresindeki şişkinliği artırabileceğini, çünkü bu gıdaların tuz ve diğer iltihaplı bileşenlerle dolu olduklarını söylüyor. 3- ALERJİLERİNİZİ KONTROL ALTINA ALINHastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’ne göre, ABD'li yetişkinlerin yüzde 25,7'sinde mevsimsel alerji var. Bu nedenle Dr. Anthony Youn, “Alerjilerinizi kontrol altına almaya çalışın ve göz kapaklarınızı agresif bir şekilde ovmaktan kaçının” dedi ve ekledi: “Göz kapağı derisi tüm vücudun en ince derilerinden biridir ve bu deriyi agresif bir şekilde ovmak gerilmesine neden olabilir.” 4- RETİNOL GÖZ KREMİ KULLANINRetinol göz kremi kullanmanın birçok faydası olduğunu söyleyen Dr. Anthony Youn, “Öncelikle, retinol cildin yenilenmesini teşvik eden güçlü bir antioksidandır. Göz çevresindeki ince ve hassas cilt için özellikle etkilidir çünkü kırışıklıkları azaltmaya ve cildin elastikiyetini artırmaya yardımcı olur. Retinol aynı zamanda koyu halkaların ve göz altı torbalarının görünümünü azaltabilir, bu da daha genç ve dinç bir görünüm sağlar” dedi. Dr. Youn, şöyle devam etti: “Retinol göz kremleri cildin sıkılığını artırabilir ve göz çevresindeki ciltteki nem dengesini koruyabilir. Bu da göz çevresindeki cildin daha pürüzsüz ve daha sağlıklı görünmesini sağlar. Ancak, retinolün cilt üzerindeki etkileri kişiden kişiye değişebilir ve bazı insanlarda cilt tahrişine veya hassasiyete neden olabilir. Bu nedenle, retinol içeren ürünleri kullanmadan önce bir dermatolog veya uzmanın önerilerine başvurmak önemlidir.”
Türkiye, zengin tarihî mirasıyla tanınan bir ülke ve antik kentler açısından da oldukça önemli bir konuma sahip. Ülkenin dört bir yanında bulunan bu antik kentler, farklı medeniyetlerin izlerini taşımasının yanı sıra, her biri kendi döneminin kültürel izlerini de yansıtıyor. Örneğin Ege Bölgesi'nde yer alan Efes, Artemis Tapınağı ile ünlü olup, Roma döneminin en büyük ve en iyi korunmuş şehirlerinden biri olarak biliniyor. Aynı şekilde, Pamukkale yakınlarındaki Hierapolis de antik termal kaplıcaları ve tiyatrosuyla dikkat çekiyor. Sardes ve Afrodisias gibi diğer kentler ise antik dönemdeki kültürel ve ekonomik yaşamı gözler önüne seriyor. Tüm bunların dışında ülkemiz, çok özel bir antik kente de ev sahipliği yapıyor: Termessos. Antalya'nın kuzeydoğusunda, Toros Dağları’nın yükseklerinde bulunan antik bir Likya kenti olan Termessos, MÖ 3. yüzyılda kuruldu. Özellikle sarp ve doğal savunma özellikleriyle ön plana çıkıyor. Antik kentin en dikkat çekici özelliklerinden biri ise Roma İmparatorluğu döneminde bile büyük ölçüde el değmemiş olması. Geçtiğimiz günlerde CNN Travel editörü Barry Neild, Termessos’u ziyaret etti ve kentin hayranlık uyandıran tarihini kaleme aldı. MUHTEŞEM BİR ARKEOLOJİK MÜCEVHER “Büyük İskender Termessos’u fethetmeye çalıştı ancak başaramadı. Bugün, güneybatı Türkiye'nin dağlarında yüksek bir kartal yuvası gibi tüneyen, bir zamanlar güçlü olan bu şehrin inanılmaz derecede terk edilmiş kalıntıları, buraya tırmanmaya istekli olan herkes tarafından görülebilir” diyen Barry Neild, “Ama bunu yapan çok az insan var. Termessos bomboş duruyor. İzole bir şekilde korunan, sadece yakınlardaki turizm merkezi Antalya'nın sahil beldelerinden yolculuk yapan birkaç kişi tarafından görülen muhteşem bir arkeolojik mücevher” ifadelerini kullandı. İşte Neild’in gözünden Termessos gözlemleri ve antik kentin sıra dışı hikâyesi… Burayı görmezden gelenler ya da adını bile duymayanlar çok şey kaçırıyor. Keşfetmeyi başaranlarsa çok şanslı. Çünkü Türkiye’nin en etkileyici antik kentlerinden birinde tek başlarına dolaşabiliyorlar. Termessos inanılmaz bir atmosfere sahip. Burada tarih ve manzara harika… Bitki örtüsü tarafından yavaş yavaş yutulan ve zamanla aşındırılan devasa türbeler, geniş yer altı sarnıçları, tapınaklar, görkemli şehir surları ve Machu Picchu gibi kilometrelerce uzanan manzaralar, gerçekten de görülmeye değer.Ayrıca antik kente ulaşmak da çok kolay. Antalya’da trafiğin yoğun olduğu şehir merkezinden, kenti de içine alan Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı’nın kapısına gitmek sadece 45 dakika sürüyor. Parkın girişinde 3 Euro giriş ücreti ödeyen ziyaretçiler, daha sonra deniz seviyesinden yaklaşık 1000 metre yüksekliğe ulaşan virajlı bir yol boyunca çam ve fundalıklarla kaplı tepelerin arasında 10 dakikalık bir yolculuk daha yapıyor. Sonunda yol Termessos’a çıkıyor. Aslında burası, bir zamanlar şehrin devasa bir agorası veya pazar yeriydi, 2000 yıl önceki parlak döneminde tüccarlar ve vatandaşlarla dolup taşıyordu. Termessos macerası da işte tam olarak burada başlıyor. ‘BURADA ÇALIŞAN HIRSIZLAR İŞLERİNDE ÇOK İYİLERDİ’ Agoranın bir ucunda bitki örtüsüyle gizlenmiş, bir zamanlar yamaç boyunca uzanan görkemli bir caddenin taşlarla kaplı kalıntıları var. Evler veya dükkânlar yerine, burada Termessos’un zengin ve güçlülerinin mezarları bulunuyor. Savaşçılar için mızraklar ve bir zamanlar kimleri barındırdıklarına dair ipuçlarıyla oyulmuş antik lahitler dağınık bir şekilde duruyor. Bazıları küçük bazıları da devasa büyüklükte… Bunlar zenginlik veya güç seviyelerine dair ipuçları sunuyor. Yüzyıllar boyunca hepsi yağmacılar tarafından kırılmış, duvarları parçalanmış veya bir zamanlar metal tokalarla kilitlenmiş olmalarına rağmen kapakları zorla çıkarılmış. Ağaç kökleri ve sarmaşıklar da taş işçiliğinin arasından adeta yılan gibi geçivermiş…1996'da öğrenci olarak ilk kez buraya gelen ve Termessos'a turlar düzenleyen lisanslı rehber Önder Uğuz, “Burada çalışan hırsızlar işlerinde çok iyilerdi” dedi. Manzaraya bakınca Önder gerçekten de haklı… BÜYÜK İSKENDER BİR TÜRLÜ ŞEHRİ ALAMADI Son yıllarda antik kentle ilgili yapılan çalışmalarda arkeologlar Termessos halkını eski bir medeniyet olan Luvilerin torunları olan Solymler olduğunu söylüyor. Bugüne kadar Solymler hakkında ve şehirlerini ne zaman inşa ettiklerine dair ise çok az şey biliniyor.Ancak ne yaptıklarını açıkça bildikleri kesin… Konum seçimlerine bakacak olursak stratejik düşünme konusunda bir deha olduklarını söyleyebilirim. Şehrin önemli bir ticaret rotası üzerinde olması, Akdeniz’e gidip gelen insanlardan gelen mallar ve ödemelerle zenginleşmesini sağlamakla kalmıyor aynı zamanda yüksekliği ve hâkim manzarası savunmayı kolaylaştırıyordu.Bu nedenle Büyük İskender MÖ 333 civarında birden fazla girişime rağmen şehri abluka altına almayı başaramadı. Pek çok kaynağa göre de Büyük İskender’in şehri ‘kartal yuvası’ olarak adlandırdığı üzerinde duruluyor. Daha sonra Romalılar şehri kontrol etmede daha başarılı oldular. TERMESSOS’UN KALBİNE YOLCULUKAntik şehrin kalbine ulaşmak ise yer yer biraz engebeli ve dik olan yapraklı bir patika boyunca yokuş yukarı bir yürüyüş gerektiriyor. Kısa süre sonra da şehrin alt surları görünür hale geliyor. Bu surlar, Termessos’un MÖ 4. veya 5. yüzyılda, Romalıların bilinen dünyayı dönüştürecek mühendislik becerileriyle ortaya çıkmasından çok önce inşa edildiğinde ne kadar iyi savunulduğunun ilk işareti.Bu da şu soruyu akla getiriyor: Termessoslular bunu nasıl yaptı?Önder Uğuz, burada herhangi bir gizem olduğu iddiasını gülerek geçiştiriyor. Ona göre, teknolojik çağımızın başarılarına o kadar kapılmışız ki, uzak atalarımızın temel yeteneklerini bile takdir edemiyoruz. GİZEMLİ DÖVÜŞ OKULU Hoş kokulu yabani adaçayıyla filizlenen kayalık bir patikada yamaçtan yukarı tırmanırken, Termessos’taki yaşamın ne kadar karmaşık olduğuna dair daha fazla kanıt bulunuyor. Solda, şehrin jimnastik salonunun mermer kalıntıları bulunuyor. Burası için aynı zaman bir dövüş okulu da diyebilirim. Hemen yanında ise askerler için bir tür üniversite kampüsü, hamam ve yemekhane… Ana binanın bir kısmı hâlâ sağlam. İçeride iki kat ve depolama için bir yer altı tonozu bulunuyor. Ön tarafta, güreş ve dövüş eğitimi için kullanılan ve bugün spor salonunun pişmiş toprak çatı kiremitlerinin parçalarıyla dolu olan palaestra yer alıyor. Bunların hepsi tek kelimeyle inanılmaz… Beni en çok etkileyen ise kapalı su drenaj sisteminin kalıntıları oldu. Az su kaynağı olan bir şehir için, bunlar en etkileyici varlıklarından biri. 1500 tona kadar su tutabilen bu mağaramsı kaplar, özellikle Büyük İskender ablukalar kurduğunda, çok az doğal su kaynağına sahip bir şehrin var olması için hayati önem taşıyordu. Bugün, büyük ihtimalle şehir terk edildiğinde oraya atılan kırık sütunlar ve diğer molozlarla dolular. Şehrin sonunda başka bir yere taşınması kararının arkasında su kıtlığı olabileceği yönünde spekülasyonlar da bulunuyor.
Güney Avrupa’da birçok küçük köy ve kasabada uzun zamandır 1 Euro’ya ev satışı kampanyaları devam ediyor. Avrupa’da oldukça ses getiren bu proje, ev sahibi olmayı düşünenler için cazip fırsatların yanında insanların hayatlarını değiştirebilecekleri bir macera da sunuyor. Şimdi de benzer bir durum Kuzey Avrupa’da İsveç’te yaşanıyor. Ülkenin başkenti Stokholm’ün güneybatısındaki Götene kasabasında 1 İsveç Kronu’ndan başlayan fiyatlarla arsa satılıyor. 1000 KİŞİLİK NÜFUSA SAHİP Göteborg'un yaklaşık 70 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Götene kasabası, İsveç'in Västra Götaland ilinde yer alıyor. Küçük bir yerleşim yeri olan Götene, tipik İsveç köy yaşamının özelliklerini taşıyor. Kasabada yaklaşık olarak 1000 kişi yaşıyor. Kasaba tarihî açıdan da zengin bir geçmişe sahip. Burada Orta Çağ'dan kalma bazı tarihi yapıları ve geleneksel İsveç mimarisini görmek mümkün. Götene'nin ekonomisi ise tarım, küçük ölçekli ticaret ve hizmet sektörüne dayanıyor. Bölge genellikle sakin ve huzurlu bir yaşam tarzıyla öne çıkıyor ve bu nedenle İsveç’in diğer bölgelerine göre daha az nüfusa sahip. Götene yürüyüş sevenlerin de uğrak adresi… Kasaba, küçük bir dağ olan Kinnekulle’ye ev sahipliği yapıyor. Burada kolay-orta-zor olmak üzere üç adet yürüyüş yolu bulunuyor. Ayrıca Götene; Platåbergens Jeoparkı, Lake Vänern Takımadaları ve Mount Kinnekulle Biyosferi gibi iki UNESCO Dünya Mirası Alanı’na da çok yakın bir konumda yer alıyor. PEKİ, NEDEN BU KADAR GÜZEL BİR KASABA TOPRAKLARINI ACİL BİR ŞEKİLDE SATIYOR? Belediye Başkanı Johan Månsson, bunun mevcut ekonomik durgunluk ve kırsal nüfusun azalmasının bir kombinasyonu olduğunu söylüyor. CNN'e konuşan Månsson, “Bölgemizde ve İsveç genelinde konut piyasası, yüksek faiz oranları ve biraz da durgunluk nedeniyle şu anda çok yavaş. Bu nedenle piyasayı biraz hareketlendirmek istedik. Tüm bunların dışında kayıtlarımıza baktığımızda düşük doğum oranları ve yaşlanan bir nüfus gördük. Bu nedenle bir şeyler yapmak gerekiyordu” dedi. ‘TELEFONLARIMIZ SUSMUYOR BİNLERCE TALEP VAR’ Ekibiyle yaptıkları toplantıda uzun yıllardır piyasada olup satılmayan 30 arsayı sembolik bir ücret karşılığında satmaya karar verdiklerini söyleyen Månsson, , “Bu proje üzerinde çok düşündük ve sonunda adım atmaya karar verdik. Ancak işler biraz büyüdü, sansasyon haline geldi, çok şaşkınım” ifadelerini kullandı. Månsson, geçen ay yaklaşık 30 ilgili alıcıyla birlikte planın başlatıldığını açıkladı. Belirlenen bu alıcıların dördü, metrekare başına bir kron fiyatından arsa satın aldı. Arsa büyüklükleri 700 ila 1200 metrekare arasında değişiyor. Ancak Månsson bu satışlardan sonra işlerin çığırından çıktığını ifade ederek “Proje bir anda çok popüler oldu. Telefonlarımız susmuyor ve binlerce talep var. Belediye binasındaki telefon santralimizde iki kişi çalışıyor ve son birkaç gündür epey yoruldular. Temelde kriz modunda olduğumuzu söyleyebilirim” dedi. Yüksek talep nedeniyle başkan Mansson dünyanın dört bir yanından çağrılar geldiğini söylerken yetkililer, nasıl ilerleyeceklerini belirlemek için satış sürecini ağustos ayının ortasına kadar durdurdu. Satışlar yeniden başladığında, araziyi sadece metrekare başına 1 krona satmak yerine bir ihale süreci başlatılacağı üzerinde tartışılıyor. TEK BİR ŞART BULUNUYOR Mansson, bir ev inşa etmenin maliyetinin genellikle 3 ila 4 milyon krona yani 280 bin ila 375 bin dolar civarında olduğunu söylüyor. Arsaların maliyeti genellikle 500 bin krona yani 47 bin dolara mal oluyor. Şu ana kadar herkes bir arsa satın alabiliyor; İsveç'te ikamet etmelerine ya da orada kalıcı olarak yaşamayı taahhüt etmelerine gerek yok. Belediyenin tek şartı ise arsanın satın alınmasından itibaren iki yıl içinde evin inşasına başlanması. İTALYA’DAKİ GİBİ UCUZ EVLER DAHA DA ARTACAKGörülen o ki Götene kasabasındaki satışlar bu 30 arsayla sınırlı kalmayacak. Zaten Mansson, İtalya'daki kırsal toplulukların meşhur ‘1 Euro’luk’ evlerine benzer bir tür ucuz konut planı yapabilmelerinin “imkânsız olmadığını” açıkladı.Başkan, "Çok daha fazla arazimiz var ve oturup sadece bu 30 arsadan daha fazlasını yapmak için bir şeyler yapıp yapamayacağımıza bakmamız gerekecek. Alıcılara sunulacak bazı ek şeylere ihtiyacımız var. Bu aslında küçük bir gösteriydi; bir veya ikisini satabilirsek şanslı olacağımızı düşünüyorduk. Daha fazlasını yaptık. Devamını getirebiliriz” ifadelerini kullandı.
Hızla yayılan ve kullanımı artan telefon şarj istasyonları, kullanıcıların pratik bir şekilde cihazlarını şarj etmelerini sağlıyor. Ancak bu kolaylık, güvenlik endişelerini de beraberinde getiriyor. Birçok kullanıcı, bu istasyonların güvenli olup olmadığı konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığı için potansiyel risklere maruz kalabiliyor. CİHAZLARA ÖZEL DÜZENEK KURUYORLAR! Konuyu Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Anabilim Dalı Başkanı ve Bilişim Teknolojileri Uzmanı Prof. Dr. Ali Murat Kırık’a danıştığımda son zamanlarda siber korsanların halka açık şarj istasyonlarına yönelik saldırılarının arttığını belirtti. Kırık, “Telefonları halka açık şarj istasyonlarında şarj etmek ciddi güvenlik riskleri taşıyor. Bu risklere ‘juice jacking’ deniyor. Juice jacking, kötü niyetli kişilerin halka açık USB şarj istasyonlarına yerleştirdiği özel düzenekler veya yazılımlar aracılığıyla cihazlara zararlı yazılım yüklemeleri veya cihazlardan veri çalmaları anlamına geliyor” şeklinde konuştu. Bu durumun birkaç nedeni olduğuna değinen Prof. Dr. Kırık, “USB kabloları hem şarj hem de veri transferi için kullanılır. Halka açık bir şarj istasyonunda kullanılan USB bağlantısı, veri transferine izin verebilir ve bu, kötü niyetli kişilerin cihazınıza erişim sağlamasına neden olabilir. Halka açık şarj istasyonlarına kötü amaçlı yazılım yüklenmiş olabilir. Cihazınızı bu tür bir istasyona bağladığınızda, bu yazılım telefonunuza bulaşabilir ve kişisel bilgilerinizi çalabilir” ifadelerini kullandı.‘YANGIN RİSKİ DE OLUŞTURABİLİR’ Asli görevinden uzaklaştırılmış şarj ünitelerinin düşük kaliteli veya hasar görmüş şarj cihazlarının, telefonlara zarar verebileceğini hatta yangın riski oluşturabileceğinin altını çizen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Bu nedenle kafe ve restoran gibi kamuya açık alanlarda telefonlarımızı şarj etmek, tıpkı kamuya açık kablosuz ağlara bağlanmak gibi güvenliğimizi ve verilerimizi riske atıyor” dedi. TELEFONA YÜKLENEN RAT VİRÜSLERİ İLE EKRAN GÖRÜNTÜSÜ ALIYORLAR, KAMERA VE MİKROFONU ETKİNLEŞTİRİYORLAR Bu cihazların içindeki yazılımların şarj esnasında telefonlara ‘RAT virüsü’ yüklendiğine dair sosyal medya platformlarında paylaşımlar bulunuyor. Hatta bu virüsün iki türlü olduğuna da vurgu yapılıyor. Peki RAT virüsü nedir? Kullanıcılar için nasıl tehlikeler barındırıyor?Bu soruma “RAT (Remote Access Trojan) virüsleri, kullanıcıların cihazlarına uzaktan erişim sağlamak için tasarlanmış zararlı yazılımlardır” cevabını veren Prof. Dr. Ali Murat Kırık, şu önemli bilgilerin altını çizdi: -- Standart RAT virüsleri, temel olarak uzaktan erişim sağlama ve kontrol yetenekleri sunar. Kötü niyetli kişiler, enfekte olmuş cihazlara erişerek dosyaları görüntüleyebilir, kopyalayabilir, silebilir ve cihazın işlevlerini manipüle edebilir. Bu tür virüsler, kullanıcıların kişisel ve hassas verilerini çalmak için kullanılır. -- Gelişmiş RAT virüsleri ise standart RAT'ların tüm özelliklerine sahip olmanın yanı sıra daha karmaşık ve sofistike işlevler sunar. Gelişmiş RAT'lar; ekran görüntüleri alabilir, kamera ve mikrofonu etkinleştirebilir. Bu sayede saldırganlar kamera ve mikrofonu etkinleştirerek kullanıcıların özel anlarını kaydedebilir ve izinsiz olarak görüntüleyebilir. RAT DIŞINDA BAŞKA YAZILIMLARLA ‘TUŞ VURUŞLARINIZI’ KAYDEDİYORLAR RAT virüslerinin yanı sıra, kamuya açık şarj istasyonları veya modifiye edilmiş şarj cihazları aracılığıyla telefonlara bulaşabilecek diğer zararlı yazılımlara da değinen Kırık, şu detayları paylaştı: “Örneğin Keyloggerlar, kullanıcının cihazına yüklenerek tuş vuruşlarını kaydeder. Bu yazılımlar, şifreler, kredi kartı bilgileri ve diğer hassas verilerin çalınmasında kullanılabilir. Bir diğer zararlı yazılım ise Adware’dir. Bunlar ise cihazınıza istenmeyen reklamlar gösteren zararlı yazılımlardır. Bu yazılımlar, kullanıcı deneyimini bozabilir ve bazen zararlı web sitelerine yönlendirme yaparak daha fazla kötü amaçlı yazılım bulaşmasına neden olabilir. Üçüncü tehlike ise Spyware… Kullanıcının faaliyetlerini izleyen ve gizlice veri toplayan yazılımlardır. Bu tür yazılımlar, tarayıcı geçmişi, mesajlar, e-postalar ve diğer kişisel bilgileri toplar.” BU CİHAZLARDAKİ ZARARLI DÜZENEKLERİN SORUMLUSU KİM? Tüm bu bilgiler ışığında akla şu sorular geliyor: Bu cihazlardaki zararlı düzeneklerin sorumlusu kim? Bu istasyonları kuran firmalar mı yoksa onlardan hizmet alan işletmeler mi? Bu konuda bir denetim mekanizması var mı?Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Çoğu zaman, bir kafe veya restoran halka açık şarj istasyonlarını kurarken, bu istasyonları üçüncü şahıslardan satın alıyor ya da kiralıyor. Bu durumda, şarj istasyonlarının içinde zararlı yazılımlar olabileceğinden şüphelenilmez. Kafe ya da restoranlar bu cihazları kullanıcılarına sunarlar. Buna ek olarak üçüncü şahıslar da temiz cihazları modifiye ederek zararlı yazılımlar yerleştirebilirler” dedi. Kırık, şöyle devam etti: -- Şarj istasyonları ve benzeri cihazların belirli güvenlik standartlarına uygun olduğundan emin olunmak çok önemli. Sertifikalı ve güvenilir markaların kullanılması, zararlı yazılım riskini azaltır. Belediyeler, kafe ve restoran gibi işletmeler genel denetim yapar. Bu denetimler sırasında, işletmelerde bulunan şarj istasyonlarının güvenliği ve düzgün çalışıp çalışmadığı incelenebilir. Ancak, bu denetimler genellikle hijyen ve lisans gibi konulara odaklanır, şarj istasyonlarının güvenliği spesifik olarak denetim kapsamına girmeyebilir. -- Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri alanında düzenleyici bir kurumdur. BTK, dijital güvenlik ve siber tehditlerle ilgili genel düzenlemeler yapar ve bilgilendirme faaliyetlerinde bulunur. Halka açık şarj istasyonlarının güvenliği doğrudan BTK'nın sorumluluğunda olmasa da bu konuyla ilgili bilgilendirme ve rehberlik sağlayabilir. ŞART ALETİ VE POWERBANKLARA DA DİKKAT! Bu aletler dışında herhangi bir mekânda normal şart aleti ya da powerbank istediğimizde de benzer tehlikeler olabilir mi?“Kafe veya restoran gibi yerlerden aldığınız şarj aletleri, güvenlik açısından riskler taşıyabilir” diyen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Kötü niyetli kişiler, şarj aletinin kafa bölümünü modifiye ederek içine zararlı yazılımlar veya donanımlar yerleştirebilir. Powerbanklar da benzer güvenlik riskleri taşıyabilir. Eğer bir powerbank modifiye edilirse, içine zararlı yazılımlar veya donanımlar yerleştirilerek telefonunuza zararlı yazılımlar bulaştırılabilir. Tanımadığınız veya güvenilirliğinden emin olmadığınız kişilerden alınan powerbankları kullanmaktan kaçınmak gerekir” dedi.
Erkeklerde saç dökülmesi, genetik faktörlerden kaynaklanan ve yaşla birlikte ilerleyen bir sorun olarak kabul edilir. Saç dökülmesi genellikle alından başlayarak tepenin ortasına doğru ilerleyen bir süreç izler. Bu durum, testosteron hormonunun ‘dihidrotestosteron’ adı verilen bir türe dönüşmesi sonucu oluşur. Dihidrotestosteron, vücutta testosteron hormonunun 5-alfa redüktaz enzimi tarafından metabolize edilmesiyle ortaya çıkar. Bu hormon, erkeklerde cinsiyet özelliklerinin gelişiminde rol oynar ve birçok fizyolojik etkiye de sahiptir. Saç dökülmesi sadece estetik bir endişe kaynağı olmakla kalmaz, aynı zamanda bireyin özgüvenini de olumsuz yönde etkileyebilir. Bu nedenle bilim insanları uzun süredir saç dökülmesi üzerinde araştırmalar yapıyor. Çünkü bu durumun tedavisi ve önlenmesi, birçok kişi için oldukça önem taşıyor.YENİ ARAŞTIRMANIN SONUÇLARI SAÇ DÖKÜLMESİNİ KÖKTEN ÇÖZEBİLİR Mİ?Son olarak İngiltere’de Manchester Üniversitesi’nden araştırmacılar, saç dökülmesine neden olan bir biyolojik mekanizma keşfettiklerini duyurdu. Yapılan araştırmada, insan kafa derisindeki saç köklerini etkileyen bir mekanizma olan entegre stres tepkisi (ISR) üzerinde duruldu. Bilim insanları, ISR'nin aşırı aktifleşmesinin saç büyümesini olumsuz yönde etkilediğini ve durdurabileceğini buldular. Bu keşif, saç dökülmesinin potansiyel tedavisine yönelik yeni yollar açabileceği umudunu doğuruyor.Araştırmanın kıdemli yazarı Dr. Talveen Purba, “Bu mekanizmanın aktivasyonunun, saç dökülmesi sorunu olan kişilerde saç büyümesini kısıtlamada önemli bir biyolojik rol oynayabileceğine inanıyoruz. Bu da yeni tedavilere yönelik umutları artırıyor” dedi.Araştırmacılar, şu anda ISR'yi hedefleyen bir tedavi yöntemi bulunmadığını ancak ilgili bağlamlarda araştırılan bazı ilaçların bulunduğunu belirtti. Manchester ekibi, saç dökülmesi olan bireylerde ISR'nin foliküller üzerindeki etkilerini daha iyi anlamak için çalışmalarını sürdürüyor. 2022’DE JAPON ARAŞTIRMACILAR DA SAÇ DÖKÜLMESİNİ DURDURACAK ADIMLAR ATMIŞTIDiğer taraftan, 2022'de Japon araştırmacılar olgun saç köklerini laboratuvarda başarıyla büyüterek saç dökülmesine karşı potansiyel bir ilerleme sağlamıştı. Bu tür gelişmeler, gelecekte saç dökülmesi tedavisinde yeni alternatifler sunabilecek potansiyel yöntemler olarak değerlendiriliyor.Saç dökülmesi, özellikle orta yaşlarda erkeklerin yüzde 85’ini etkileyen yaygın bir sorun olmasına rağmen, mevcut tedavi seçenekleri sınırlı. Topikal tedavi minoksidil ve reçeteli ilaç finasterid gibi yöntemlerin yanı sıra lazer tedavileri ve saç ekimi gibi cerrahi müdahaleler yaygın olarak kullanılıyor.Yaşlanma karşıtı tedavi uzmanları, çeşitli yöntemlerin kombinasyonunun (örneğin, kırmızı ışık terapisi, mikro iğneleme ve topikal tedaviler) saç sağlığını desteklemede etkili olabileceğini de öne sürüyor.