Brüksel'de 17 Aralık'ta alınan karar konusunda her kafadan bir ses çıkıyor. Kimileri zafer havası pompalamaya çalışırken, bazı çevreler de kararı, tam bir hezimet, ulusal dava olan Kıbrıs'ın satışı olarak yorumluyor.* Kamuoyunun kafası karışık, muhalefet tepkili, hatta iktidar partisi AKP'de bile kafa karışıklıkları yaşanıyor. Bir kısım AKP'liler büyük bir zafer elde edildiğini savunurken parti içindeki bazı gruplar, Kıbrıs politikasından taviz verildiği, ikinci sınıf üyeliğe razı olunduğu kaygılarını taşıyor.Meclis'te dün başlayan bütçe görüşmelerine de damgasını vuran, ne bütçe büyüklüğü, ne kamu yatırımları, ne istihdam sorunu, ne borçlanma, enflasyon ve paradan sıfır atılması ne de vergiler oldu. Bütçe, AB tartışmalarının gölgesinde kaldı. Bu da aslında son derece doğal. Çünkü Türkiye 41 yıllık AB yolculuğunda tarihi bir kavşağı geçiyor. * Brüksel'de ne oldu?Türkiye AB ilişkileri farklı bir aşamaya geçti. Hedefi tam üyelik olan müzakere takvimini aldı Başbakan Tayyip Erdoğan. Tabii ki bu karar arzulandığı gibi kılçıksız, Türkiye'yi yüzde 100 memnun edecek kadar beyaz çıkmadı. Örneğin, emeğin serbest dolaşımı ve tarım konusunda kalıcı veya geçici kısıtlamalar getirilebileceği metinde kaldı. Ayrıca 3 Ekim 2005'e kadar gümrük birliğini Güney Kıbrıs'ı da içine alacak biçimde genişletecek protokolün imzalanacağı taahhüdünü verdi hükümet. Türkiye için diğer hiçbir aday ülkeye konmayan can sıkıcı bazı ön koşullar getirildi. Ki zaten, ne Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ne de Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün "Brüksel'de her istediğimizi aldık, büyük bir zafer kazandık" diye bir açıklamaları oldu. Alınan sonuç, büyük bir zafer olarak ilan edilmedi. Fakat Türkiye'ye dönüşte estirilen rüzgâr, Avrupa yolunda ilerlemeye çalışırken sergilenen şark usulü, şatafatlı gösteriler, "Avrupa Fatihi" pankartları işin rengini değiştirdi. Sanki AB'den 3 Ekim 2005 için müzakere takvimi alınmamış, yarından itibaren tam üye oluyormuşuz gibi bir hava estirilmeye başlandı. AKP içinde ikbal beklentisi ile Erdoğan'a yaranmak isteyen bazı unsurlar şatafatlı gösterilerle işi çok fazla abarttılar.* Şimdi benzer bir abartma da muhalefet tarafında gözüküyor. Örneğin, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Brüksel'den hiçbir olumlu sonuç alınamadığını, ikinci sınıf üyelik müzakereleri uğruna Kıbrıs politikasından, milli çıkarlardan fedakârlık yapıldığını söylüyor. Düne kadar AB bayraktarlığını yapan Mesut Yılmaz bile sonucu "hezimet" olarak niteleyebiliyor.Deniz Baykal, Mehmet Ağar, Mesut Yılmaz gibi siyasi liderler için şunu söylemek acaba çok mu zor: "İyi iş başardınız, tebrikler. Ama abartmayın, zafer sarhoşluğuna girmeyin, bu kararın içinde ciddi bazı tuzaklar, tehlikeler var. Bunlara karşı uyanık olun..."
Brüksel'de önceki gece yarısı saatlerinden dün öğle saatlerine kadar müthiş bir diplomatik satranç oynandı. Bir yanda Avrupa'nın deneyimli kurt liderleri, diğer yanda Kasımpaşalı Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti'nin deneyimli diplomatları. İnanılmaz hamleler, kıran kırana pazarlıklar yapıldı. İpler çok gerildi. Hatta öyle ki önceki gün gece yarısı saatlerinde bir ara koptuğu bile düşünüldü.Ama kopmadı, bütün taraflar dikkatli davrandı. Ve dün yaşanan onca gerginliğe rağmen öğle saatlerine doğru mutlu sona ulaşıldı.* Hıristiyan kulübü mü değil mi tartışmalarının çok yapıldığı AB, 70 milyon nüfuslu Müslüman ülke Türkiye'ye kapısını açarak tarihi bir adım attı dün. Aynı şekilde Türkiye de tarihi bir adım attı. 200 yıllık Batı yönelişi konusunda yeni bir aşamaya geçti; artık hedef tam üyelik, Avrupa ve Avrupa değerleriyle tam bütünleşme...Dün akşam saatlerinde sonucu açıklamak için düzenlediği basın toplantısında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yüzünde yorgunluktan eser yoktu, gurur ve mutluluk gözlerinden okunuyordu.Brüksel'de son iki günde yaşanan pazarlıkları, gerginlikleri şu sözlerle özetledi Başbakan: "Yorucuydu ama sonu mutlulukla bitti..."Evet Türkiye birinci rauntta tüm zorluklara, tüm engelleme girişimlerine karşın istediğini aldı, mutlu sona ulaştı...Ama daha katedilmesi gereken çok uzun bir mesafe var. İlk zorlu kavşak kazasız belasız aşıldı ama henüz her şey bitmedi aksine, yeni başlıyor.Türkiye bundan sonrasını da aşar* Zafer sarhoşluğuna falan girmenin hiçbir anlamı yok. Alınan sonuç çok önemli ama tam üyelik değil, onun müzakere süreci. Bu aşamada artık Türkiye'nin hiç vakit kaybetmeden son birkaç yılda gerçekleştirilen demokratik reformları derinleştirmesi, anayasa ve yasalarda gerçekleştirilen düzenlemeleri uygulamaya, gündelik hayata geçirmesi gerekiyor. Tarımdan çevre ve insan sağlığına, sanayileşme stratejilerine, sosyal güvenlik ve iş koşullarına ve hatta siyaset yapma biçimine kadar pek çok alanda AB'ye uyum için yapılması gereken çok işi var Türkiye'nin...* Başbakan Erdoğan bugün itibariyle başlayan yeni süreci ve tam üyelik yolunu şu sözlerle açıklıyor:"Bundan sonraki süreç çok daha zor, daha engebeli bir süreç olacaktır. Ama inanıyorum ki Türkiye, interaktif insan potansiyeli ile bunu aşacak, tam üyelik hedefine ulaşacak güçtedir..."* Evet, Brüksel'de büyük iş başarıldı. AB yolunda çok önemli çok kritik bir kavşak aşıldı. Birliğin 25 üyesinden bazılarının açıkça, bazılarının da örtülü engelleme, Türkiye'yi yolun dışına atma gayretlerine karşın sonuç alındı.Bu sonuç doğal olarak bugünden itibaren iç kamuoyunda tartışmaya açılacak. AB'ye karşı olanlar kadar karşı değilmiş gibi gözüken bazı çevrelerce de kıyasıya eleştirilecek. Muhtemelen en çok da Kıbrıs paragrafı eleştirilecek. Kıbrıs'ın satıldığı iddiaları yine gündeme getirilecek. Ama bu noktadan sonra bu tür eleştirilerin çok da önemi yok. Bu aşamadan sonra muhtemelen hükümetin Kıbrıs konusunun yine BM ve Annan Planı çerçevesinde çözümü için sürpriz bir çıkış, sürpriz bir diplomatik atak içine girebileceği bekleniyor. Eğer bu süreçte AB'nin de desteği olur, Rum Yönetimi ikna edilebilirse tanıma anlamına gelmediği altı çizilerek açıklanan Ankara Anlaşması'na ek protokolün imzalanacağı tarihe kadar çözüme ulaşılabilir ve Türkiye bu tanıma sıkıntısından da kurtulabilir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki heyet, Avrupa Birliği'nden müzakere takvimi alabilmek için Brüksel'de dün de yoğun bir diplomatik trafik yürüttü.Pazarlıkların rahat geçmeyeceği biliniyordu ancak beklenenden de çetin koşullar çıktı Erdoğan'ın karşısına. Ve yine beklenenin aksine, akşam saatlerine kadar işin rengi netleşmedi.Ne kalıcı kısıtlamalar, ne ucu açık müzakere ne de Kıbrıs konularında mutabakat sağlanabildi.* Dünkü görüşme trafiğine damgasını vuran konu Kıbrıs oldu. Türkiye Kıbrıs Rum kesimini Ada'nın meşru yönetimi olarak tanıyacak mı tanımayacak mı?Çünkü bildiri taslağının 19. maddesinde "Türkiye'nin Ankara Anlaşmasına ek protokolü imzalama taahhüdü memnuniyetle kabul edilmektedir..." ifadesi yer alıyor.Bu durum Erdoğan açısından ciddi sıkıntı, ciddi bir kırmızı çizgi ihlali. Onun için Ankara ile Brüksel arasında yoğun bir kriptolu telefon trafiği yaşandı. Cumhurbaşkanı ile, Genelkurmay ile çok kritik görüşmeler yapıldı. Çünkü bu konu, tarım ve işgücünün serbest dolaşımına kalıcı kısıtlamalar getirilmesi veya müzakere sürecinin ucunun açık olup olmaması konularına benzemiyor. Ve o ölçüde Erdoğan'nın tek başına karar verebileceği bir mesele değil. Bu konudaki devlet kararının ve devlet stratejisinin dışına istese de çıkamıyor Erdoğan. Ki zaten bunu istediği de yok.Başbakan Erdoğan "kırmızı çizgiler" konusundaki hassasiyetini ve masadan kalkma opsiyonunu muhataplarına net biçimde iletti. Böyle bir opsiyonun varlığı biliniyor. Ancak bunun olması zayıf ihtimal.* Muhtemelen bu yazılanların okunduğu saatlerde bildiri ilan edilecek. Brüksel'deki hava, hakim beklenti, tam üyelik müzakerelerinin 2005'in ikinci yarısında başlayacağına ilişkin bir takvimin Türkiye'ye verileceği yönünde. Bu konuda Başbakan Erdoğan ve yakın çevresi de ihtiyatlı bir iyimserliğe sahip.* Bildiri metni "kılçıksız" çıkmayacak ama Türkiye'nin kırmızı çizgilerinde çok ağır tahribat da olmayacak. O nedenle bu bildiri metni Ankara'ya ulaştığında AB'ye taraftar olanlar da AB'ye karşı olanlar da kendilerine yeterli malzeme bulabilecek. AB'ye karşı olan çevreler, Lozan'ın delindiğinden, Kıbrıs'ın satıldığına, ulusal onurun zedelendiğine kadar üzülünecek pek çok yorum çıkarabilecek. Buna karşın bildiri, iyimser pencereden bakanlar için ise sırf müzakere takvimi alınmış olması bağlamında dahi başarı sayılacak, Türkiye'nin girdiği bu süreçte ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan büyük kazançlar elde edebileceği savunulabilecek.
Türkiye'nin tam 41 yıldan beri inişli çıkışlı bir tempoda devam eden Avrupa yolculuğundaki en kritik kavşak bu gece geçilecek.Acaba kazasız belasız geçilebilecek mi?Günlerdir kafaları meşgul eden soru bu. İki tarafta da hala kaygılar var. Çünkü 25 üyeli AB tarafındaki bazı aktörlerin yola, bu kritik kavşağa bubi tuzakları yerleştirme gayreti içinde oldukları biliniyor. Kıbrıs konusundan tutun da sözde Ermeni soykırımı meselesine kadar hiçbir şekilde kabul edilemeyecek pek çok koşul gündeme getirilerek, kafa karışıklığı yaratılmaya, Türkiye bu kavşaktan uzaklaştırılmaya, yolun dışına itilmeye çalışılıyor.Ama öte yandan Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya gibi makul, Türkiye açısından da kabul edilebilir bir çözüm üretme gayreti içinde olan AB ülke ve liderleri de var. Fransa da bu cepheye yaklaştırılabilse sorunun aşılması çok daha kolay olacak. Başta Schröder başta olmak üzere Türkiye'ye destek veren AB liderlerinin çabası Fransa'yı, Jacques Chirac'ı ikna edebilmek.Dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Brüksel'e gelişleriyle birlikte pazarlıkta son raunda geçildi. Artık herkes son sözlerini, son çizgilerini söyleyecek.Masada hala çok kritik üç nokta var;Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Ada'nın meşru hükümeti olarak tanınması, ucu açık müzakere takvimi ve kalıcı kısıtlamalar...Ve bunlar da Hükümetin iç kamuoyuna ve dünyaya üstüne basa basa "kırmızı çizgilerim" diye ilan ettiği, kabul edilemezleri...Eğer AB tarafı Kıbrıs'ın tanınması, ucu açık müzakere sürecinin "imtiyazlı ortaklık"la sonuçlanabileceği ve kalıcı kısıtlamalar konusunda ısrarlı olursa ip kopabilir. Gerek Başbakan Erdoğan gerekse de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül günlerden beri AB liderlerine bunu anlatmaya çalışıyor. Ayrıca Hükümet bu konuda iç kamuoyuna karşı da kendini bağlamış durumda.Dün akşam saatlerinden itibaren bu üç kritik konuda bütün tarafları tatmin edecek, en azından ipin kopmasını önleyecek bir orta yol formülü bulabilmek için yoğun bir diplomasi trafiği yürütülüyor Brüksel'de.Kıbrıs Rum yönetimini tanıma değil, ancak gümrük birliği çerçevesinde AB'ye yeni giren 10 ülkeyi de kapsayacak şekilde Ankara anlaşmasının kapsamını genişleten ek protokülün imzalanması. Türkiye bu konunun müzakereye açılmasını kabul edilebilir görüyor. Ama bunun da Rum yönetimini tanımak anlamına gelmediği şerhini koyarak.Ucu açık müzakere takvimi konusunda da tam üyelik dışında bir formül çağrıştıracak ifadeler olmaması halinde itiraz edilmeyeceği anlaşılıyor.İşgücünün serbest dolaşımı ve tarıma kalıcı kısıtlamalar getirilmesi ise hiçbir şekilde kabul edilmeyecek. Kısıtlamaların geçici bir süre için öngörülmesine ise itiraz edilmiyor.Bu üç noktada orta yol bulma pazarlıkları bu geceyarısına, hatta belki yarına kadar devam edecek. Sonuçta ne çıkacağı ise hala net değil.Başbakan Erdoğan kritik kavşağı kazasız belasız geçmeyi, müzakere takvimini cebine koyup Cuma günü başı dik, AB kapısını aralayan lider olarak Ankara'ya dönebilmeyi hiç kuşku yok ki çok arzuluyor. Ama her ne pahasına olursa olsun noktasında hiç değil. Kırmızı çizgilerden taviz vermemeye kararlı...
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in önceki gün verdiği 29 Ekim resepsiyonuna damgasını vuran olay yine türban sorunuydu. AKP'nin iktidara geldiği günden beri Türkiye bu sorunu aşamıyor, aşmak bir yana sağlıklı biçimde tartışamıyor bile.Çankaya Köşkü'ndeki resepsiyonda konuşulan, tartışılan ağırlıklı gündem AB İlerleme Raporu ve bu raporda yer alan "azınlıklar" bölümüydü. Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı'nın bu konudaki demeçleri dünkü gazetelere de yansıdı.Konuşulmayan konu ise iki yıldan beri devlet ve siyaset hayatımızın en gerilimli, en hassas sorun noktası olan türbandı.2002 yılı sonlarında Cumhurbaşkanı'nın yurtdışı gezilerinde vekaletini bıraktığı Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın Sezerler'i havaalanında türbanlı eşiyle birlikte uğurlamasıyla patlak veren "kamusal alanda türban" sorunu, yine Meclis Başkanı Arınç'ın geçen yıl 23 Nisan resepsiyonunu türbanlı eşiyle birlikte düzenlemeye kalkmasıyla ciddi bir devlet krizine dönüşmüştü.Cumhurbaşkanı Sezer'in geçen yılki 29 Ekim resepsiyonu için AKP'lilere eşsiz davetiye göndermesi, CHP'lilere ve diğer politikacılar ile bürokratlara eşli davetiye göndermesi gerilimi biraz daha tırmandırdı. Ve AKP'nin Çankaya'ya örtülü boykotu başladı.Türban sorunu yüzünden bugün Başbakan ve bakanların büyük bölümü ile üst kademe bürokrasi eşleriyle birlikte devlet protokolüne giremiyor. Devleti yönetenler, örneğin Cumhurbaşkanı ile Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile Başbakan eşleriyle birlikte biraraya gelemiyorlar. Yabancı devlet adamları onuruna verilen eşli yemeklere başbakan ve dışişleri bakanının eşleri katılamıyor.Ve önceki günkü 29 Ekim resepsiyonu. AKP'lilerin örtülü boykotu var. Sadece bazı bakanlar, Meclis Başkanvekilleri ile bir iki milletvekili eşsiz olarak Sezer'in davetine icabet ediyor.Daha da önemlisi devlet bürokrasisi...Askeri bürokrasi tam kadro eşleriyle birlikte davette. Ama sivil bürokrasinin katılımı çok düşük. Gelenler de Dışişleri bürokratları hariç eşsiz. Eşiyle gelen tek üst düzey bürokrat Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti...Çünkü AKP hükümeti doğal olarak üst düzey bürokrasiyi köklü biçimde değiştirdi. Güvendiği, kendine yakın gördüğü isimleri atadı. Bugün bazı istisnalar dışında üst kademe sivil bürokratların hemen hepsinin eşleri türbanlı. O nedenle de resepsiyon davetiyeleri AKP'li milletvekillerinin aksine "eşli" olmasına rağmen üst kademe bürokratların büyük bölümü resepsiyona gelemedi. Gelenler de eşsiz...Çünkü devletin türban hassasiyeti var. Ama devleti yöneten iktidar partisi türbanlı, devletin iskeletini oluşturan bürokrasi türbanlı. O nedenle de kamusal alana eşli çıkamıyor.Türkiye bu çelişkiyi nasıl aşacak?Neyse ki askerler tam kadro eşli olarak resepsiyona katılıyorlar. Yoksa Türkiye'nin en önemli ulusal bayramı nedeniyle verilen bu devlet resepsiyonu erkekler partisine dönüşecek.Konu hassas olduğu için tartışılamıyor, AKP hükümeti, zamana bırakıyor. Belki olgun bir tartışma zemini oluşmasını bekliyor. Ancak bu durumun sürdürülebilir olmadığı çok açık. Türkiye türban sorununu enine boyuna tartışmak, kamusal alan tarifini net biçimde yapmak ve bir çözüm yolu bulmak zorunda.Yoksa bugün türbanlı olduğu için Çankaya Köşkü'ndeki resepsiyona katılamayan Emine Erdoğan, eğer 2007 yılında Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse ne yapacak? Eşinden mi boşanacak?
Tayyip Erdoğan'ın AKP'si de tıpkı Turgut Özal'ın ANAP'ı gibi kuruluş sürecini bile tamamlayamadan iktidar oldu. ANAP'ın ilk yılları dikkate alındığında benzerlik bununla da sınırlı kalmıyor; her iki parti de hem kadro bakımından hem de seçmen kitlesi bakımından eğilimler koalisyonu.ANAP bu eğilimler koalisyonunu birarada tutamadı. 12 Eylül rejiminin yasakları kalkıp, yasaklı liderler partilerinin başına geçince, ANAP'taki eğilimler de eski yuvalarına dağıldı. İktidar yıpranması ve başka pek çok faktörün de etkisiyle 5-6 yıl gibi kısa bir sürecin sonunda ANAP dağılma ve erime sürecine girdi.Tayyip Erdoğan ve kurmayları, hiç kuşku yok ki ANAP'ın içine düştüğü açmazları iyi biliyor. Özal'ın ve Özal sonrası kadroların yanılgılarından ders çıkarıyorlar.AKP yönetiminin en hassas olduğu konu, parti içindeki farklı eğilimlerin barış içinde birarada yaşarken aynı zamanda da ortak bir potada eritilebilmesi. Tayyip Erdoğan'ın geçen yılın istişare toplantısındaki "üzerimizdeki Milli Görüş Gömleğini çıkardık" açıklaması bu yönde atılmış çok önemli bir adım niteliği taşıyor.* Erdoğan, "Milli Görüş Gömleğini" çıkardık diyor ama partisinin Meclis Grubu'na ve teşkilat yönetimlerine hakim olan kadronun büyük bölümü buna direniyor. Bu direnç, Irak'la ilgili tezkere konusundan başlayarak, türban, YÖK, imam hatip ve en son olarak da zina tartışmaları sırasında açıkça görüldü.Bakanlık ve kamu kuruluşlarındaki kadrolaşma operasyonlarında, tartışmalı kritik konularda, eğilimler koalisyonunda, küçük çaplı da olsa çatlaklar oluşuyor. Parti yönetimiyle Meclis Grubu arasında özellikle son dönemde ciddi kopukluklar, gerilimler yaşanıyor. Grup başkanvekilleri ve grup yönetimi ile milletvekilleri arasında güven bunalımı yaşanıyor.Tayyip Erdoğan ve kurmaylan, parti içinde yaşanan bu tür sıkıntı ve huzursuzlukları elbette biliyorlar. Ve bu sorunların aşılması için Kızılcahamam toplantısının önemli bir zemin oluşturacağını planlıyorlardı.Üç gün süren toplantıda bir yandan iki yıla yaklaşan iktidar döneminin bilançosu çıkarılıp, gelecek dönemin vizyonu çizilirken diğer yandan da Başbakan Erdoğan, milletvekillerinin grup ve parti yönetimi ile bakanlar hakkındaki tepki ve şikâyetlerini dinledi. Kırgın milletvekillerinin gönlünü aldı.* Erdoğan önümüzdeki yeni döneme ilişkin planını muhtemelen önceden kafasında oluşturmuştu. Bire bir görüşmelerden aldığı izlenimlerden sonra bu planda belki ufak tefek bazı değişiklikler yapacak. Ama daha önemlisi bu planını "demokratik bir istişare mekanizmasını işleterek" yürürlüğe koymuş olacak.* AKP kurmaylan bu planı, "AB sürecine uygun yeni vitrin, yeni vizyon" diye özetliyorlar.Vitrine ilişkin olarak, yeni yasama yılında AKP'li meclis başkanvekillerinin, ihtisas komisyonlarının başkan ve üyelerinin büyük ölçüde yeni isimlerden oluşacağına kesin gözüyle bakılıyor. Kabine revizyonu da güçlü bir beklenti. Bazı bakanların koltuklarını kaybetmesi, bazı bakanların da yerlerinin değişmesi ihtimal dahilinde. Ancak Erdoğan bu konuda ne yüz yüze görüştüğü milletvekillerine ne de kurmaylarına en küçük bir sinyal vermiş değil. Kızılcahamam'da, görev değişikliklerinin çatlak yaratmasını önlemek için eğilimler koalisyonuna bir anlamda tutkal takviyesi yapıldı.
AKP'nin Kızılcaham'da gerçekleştirmekte olduğu "3. İstişare ve Değerlendirme" toplantısının ardından Meclis Başkanlık Divanı'na seçilecek isimler, yeni dönemin grup başkanvekili adayları, komisyon başkan ve üyeleri de bir ölçüde şekillenmiş olacak.AKP milletvekilleri için bu sürpriz değil, komisyonlarda ve grup yönetiminde bazı değişiklikler olacağı Tayyip Erdoğan'ın yeni bazı isimleri komisyonlarda, komisyon başkanlıklarında değerlendirmek isteyeceği de biliniyor.Ancak asıl merak konusu başka. Hem bakanların hem de milletvekillerinin asıl merakı kabine revizyonuna gidilip gidilmeyeceği...Beklentiler asıl bu konuda yoğunlaşıyor ama kimse ne olacağını kestiremiyor. Aslında kabinede revizyon beklentisi yeni değil. Erdoğan'ın Siirt'te yenilenen seçimde milletvekili olup Başbakanlığı Abdullah Gül'den devraldığı günden beri bu beklenti sıcak. Ama Gül'ün kabinesini korudu Erdoğan. Çünkü o kabineyi de Erdoğan kendisi yapmış, isimleri o vermişti Abdullah Gül'e. Gül'ün bizzat tercihi ile kabineye giren isim sayısı bir elin parmaklan kadar bile değildi.Ardından AKP Kongresinden sonra revizyon beklentisine girildi. Fakat yine beklenen değişiklik gerçekleşmedi. Şimdi yeni döneme, müzakere takvimli AB sürecine yaklaşıldığı bir ortamda AKP'li vekillerin bu beklentisi yeniden canlanmış durumda. Topyekûn bir yenilenme, nöbet değişimi istekleri dile getiriliyor.* O nedenle de haftalardan beri bazı bakanlar aleyhine yoğun bir kulis faaliyeti yürütülüyor AKP kulislerinde. Bazı bakanlar başarısız diye şikâyet ediliyor, bazılarının da partiye olan bağlılıkları sorgulanıyor...Hangi bakanların değişmesi gerektiği, kimlerin kabineye girebileceği üzerine bol bol spekülasyon yapılıyor AKP kulislerinde. Bu spekülasyonlar kuşkusuz Tayyip Erdoğan'ın da kulağına gidiyor. Ancak Erdoğan bugüne kadar yakın çevresine dahi bu konuda renk vermiş değil. En yakın kurmayları dahi Erdoğan'ın kabine revizyonuna gidip gitmeyeceği konusunda net bir fikir sahibi değil."Kabine değişikliği olur mu?" diye sorduğumuzda Başbakan'a yakın bir AKP kurmayı şu yanıtı veriyor:"Olabilir, ama son ana kadar bize hissettireceğini sanmıyorum. Tahminim, öyle beklendiği gibi geniş çaplı bir revizyona gitmez. Belki üç dört bakan değişir, bir iki bakanın da yerleri değişir. Ama bunun kararını Kızılcahamam toplantısında vermez, o toplantının amacı farklı..."Kızılcahamam toplantısının amacı ise, "iki yıla yaklaşan iktidar sürecinin genel muhasebesini yapmak ve bu arada milletvekillerinin sıkıntılarını, şikâyetlerini dinlemek, varsa kırgınlıkları gidermek" diye özetleniyor.Yani, tezkere, Kıbrıs, türban, imam hatip ve son olarak da zina tartışması gibi gerilimli konularda ve gerilimli günlerde açığa çıkan parti içi eğilimler arasındaki huzursuzlukların, partideki fay kırıklarının enerjisinin boşaltılması, yaralann sarılması, parti yönetimi ile milletvekili grubu arasındaki gerginlik ve kırgınlıkların giderilmesi. Bu tür kırgınlık ve huzursuzluklann orta dönemde partide derin çatlaklar oluşturmasının önüne geçilmesi...Kızılcaham toplantısının amacını bu şekilde özetleyenlerin bile kafasında aynı soru var: 1 Ekim'den sonra kabine revizyonu olacak mı?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bugün saat 12.00'de Avrupa Birliği konusunda Verheugen ile son derece kritik bir görüşme yapacak. Görüşme tabii ki Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini ne ölçüde tutturduğu ve ilerleme raporu üzerine olacak. Ama beklenti o ki zina konusu bu görüşmeye de damgasını vuracak.AKP kulislerinde konuşulanlara bakılırsa, Başbakan Erdoğan, Verheugen'e kırgın, hatta kızgın. Zina tartışmaları konusunda samimi olmadığını, içeride farklı dışarıda farklı konuştuğunu söylüyor.* Yakın çevresinin söylediğine göre Erdoğan'ın zinaya hapis cezası getirilmesi konusundaki keskin inadı Verheugen'den aldığı "olabilir" sözü üzerine başlıyor.Verheugen ile 6 Eylül'deki görüşmesinde Erdoğan, TCK tasarısı konusunda bilgi veriyor ve "Ay sonuna kadar TCK reformunu tamamlayacağız. Herhalde böylece Kopenhag kriterleri de tamamlanmış olacak" diyor.Verheugen de onaylıyor.Yine Erdoğan'ın yakın çevresine göre, bu görüşme sırasında TCK tasarısı ana hatları ile değerlendiriliyor ve Verheugen'den zina konusuna ilişkin en ufak bir itiraz gelmiyor. Düşünce ve ifade ile örgütlenme özgürlüğü konularındaki kısıt ve engellerin kaldırılması, kadın erkek eşitliği ve töre cinayetleri konusunda gerekli düzenlemelerin yapılmasının önemine değiniyor Verheugen ve bu düzenlemelerle Türkiye'nin siyasi kriterler konusunda hiçbir eksiği kalmayacağını söylüyor.Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile yaptığı konuşmada da "yeni kriter yok, Türkiye Kopenhag kriterleri konusunda ev ödevini tamamladı" anlamına gelecek ifadeler kullanıyor Verheugen.Daha sonra Erdoğan ve Gül bir durum değerlendirmesi yapıyorlar va ikisinin de ortak kanaati, zina konusunda AB'den bir itiraz gelmeyeceği yönünde oluyor.CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın uzlaşma taahhüdüne de güvenen Erdoğan, partisinin MYK toplantısının ardından bir açıklama yaparak zina konusunda kendini bağlıyor.Ancak, Başbakan ve Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmeler sırasında en küçük bir itiraz dile getirmeyen Verheugen daha sonraki açıklamalarında ve düzenlediği basın toplantısında zina ile ilgili düzenlemeye şiddetle karşı çıkıyor, bunun Avrupa değerlerine aykırı olduğunu, ilerleme raporunu etkileyeceğini söylüyor....* İşte Verheugen'in bu açıklamaları ve tutumu Başbakan Erdoğan'ı çileden çıkarıyor. Yanındakilere, "Bu adam bizimle alay mı ediyor? İçerde başka dışarda başka konuşuyor. Ne pahasına olursa olsun bu konudan taviz vermem" diyor."Baykal ikili oynadı"AKP kurmaylarına göre, Başbakan'ın tutumunun katılaşmasında rol oynayan ikinci isim de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal oluyor. Baykal, Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve diğer AKP yöneticileri ile yaptığı uzlaşma görüşmelerinde zinaya hapis cezası getirilmesine baştan karşı çıkmıyor. Sadece "şikâyete bağlı" suç kapsamında olmasına itiraz ediyor. Savcıların re'sen soruşturabileceği suçlar kapsamında sayılması halinde olabilir, diyor Baykal.* Genelkurmay'ın 30 Ağustos resepsiyonunda sohbet ederlerken Erdoğan, TCK konusunu açıyor ve "anlaştık mı?" diye sorduğunda yine olumlu yanıt alıyor ve sorunun hallolduğunu düşünüyor.Ancak Verheugen'in açıklamaları, Avrupa kamuoyundan ve iç kamuoyundan yükselen sert itirazlar üzerine Baykal fikir değiştiriyor.O nedenle de Erdoğan şimdi Baykal'ı sözünde durmamakla suçluyor, bu konuyu kendilerini zor durumda bırakmak için ucuz politika malzemesi yaptığını düşünüyor.AKP'lilere göre Verheugen - Baykal ikilisi Tayyip Erdoğan'nın tutumunu sertleştirmesinde başlıca etmen.Erdoğan Verheugen ile bugün yapacağı görüşmede bu tavır değişikliğini gündeme getirecek. Zinaya hapis cezası getirilmesinin Kopenhag kriterlerine ve Avrupa hukukuna aykırı olmadığı konusunda Verheugen'i ve diğer muhataplarını ikna etmeye çalışacak.Edebilirse sorun yok. Ya edemezse?İşte tüm Türkiye'nin merak ettiği soru bu...