Başbakan Tayyip Erdoğan öteden beri Türk medyasını kendine göre yeniden yapılandırmak istiyor. Bunu öyle gizli saklı değil, açıkça yapıyor. Önce varolan kendine yakın küçük medya organlarının palazlanıp büyümesi için çeşitli yollarla bunların önünü açmaya çalıştı bugünkü iktidar. Yetmedi bunlara ilave olarak yakın ve yandaş çevre devreye sokularak hükümete yakın yeni medya grupçukları türetildi.
O da yetmedi, en son bir yıl önce TMSF’nin gerçekleştirdiği Sabah-atv satışı ihalesinde stratejik hamle gerçekleştirildi. Bu ihale sırasında yaşananlar konusunda kamuoyunun bildikleri muhtemelen perde gerisinde yaşananların çok küçük bir bölümü. Başlangıçta o kadar büyük ilginin yaşandığı bu ihalede dev gruplar son anda acaba neden birer ikişer kenara çekildiler? Neden tek alıcı ile yapıldı bu ihale? Bilinmiyor ama kulislerde konuşulan, hatta CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Meclis Genel Kurulu’na kadar taşıdığı bazı çok ciddi iddialar var. Acaba mali yapıları son derece güçlü dev gruplar hükümetten, Başbakan Erdoğan’ın yakın çevresinden aldıkları telkinler sonucu, “aman başımıza iş açılmasın” diye korktukları için mi çekildiler bu ihaleden? Bu da bilinmiyor. İhaleye girmek için hazırlık yapan bazı işadamlarını Başbakan’ın yakın çevresinden bazı isimlerin ziyaret edip “girmeseniz iyi olur” telkininde bulunup bulunmadığı da bilinmiyor. Bunlar ancak günün birinde eğer iktidar değişir, iktidar korkusu kalkarsa taraflar açıklayabildiklerinde netleşecek.
Bu ihalede bilinen iki temel nokta var:
Birincisi Başbakan Erdoğan’ın TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’e Sabah-atv’yi çok pahalı sattığı için kızdığı... İkincisi de ihaleyi alan Çalık Grubu’nun ödemeyi iki kamu bankasından verilen 750 milyon dolar tutarındaki kredi ile yaptığı...
Türkiye gerçek sorunları bu denli hafife alan bir yönetim tarzını 15 yıl önce de yaşamıştı. Fakat 15 yıl önce karşı karşıya olunan sorun çok daha hafifti, bugün ise kıyaslanamayacak ölçüde ağır bir ekonomik sorunla karşı karşıya Türkiye.
1994 yerel seçimlerine gidilirken de ülkede ekonominin temel dengeleri yerinden oynamış, kriz sinyalleri belirmeye başlamıştı. Ama o günkü iktisat profesörü Başbakan Tansu Çiller, sorunun temeline inmeyi erteledi. Çünkü Başbakan için o günün asıl hedefi bir numaralı rakip gördüğü ANAP ve Mesut Yılmaz’ı silmekti. O yüzden de vargücüyle seçime asıldı. Gerçi sonuçta bu hedefine ulaşamadı ama ekonomideki sorunu ciddi biçimde ağırlaştırdı. Ardından bilinen 5 Nisan kararları geldi ve IMF ile stand -by’lı günler başladı.
Şimdi de Tayyip Erdoğan, Çiller’in 15 yıl önce yaptığının benzerini yapıyor. Bütün konsantrasyonunu 29 Mart’a, seçime endekslemiş durumda. Erdoğan’ın birinci önceliği seçimde yüzde 50 çıtasını aşmak, rakibi CHP ve Deniz Baykal’ın siyaseten belini kırmak, rakip olmaktan çıkarmak.
O yüzden de ekonomideki yangını görmezden geliyor Erdoğan. İşsizlik çığ gibi büyüyor, sanayi üretimi durma noktasına geliyor. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu)’in açıkladığı her veri ekonomideki krizin gün geçtikçe derinleşmekte olduğunu ortaya koyuyor. Üretim ve ihracattaki düşüş ürkütücü boyutlara geliyor. Ama Başbakan Erdoğan hiç oralı değil. “Hamdolsun” deyip muhaliflerine yönelik salvo atışlarını sürdürüyor, siyasetteki gerilimi tırmandırmak, toplumdaki kutuplaşma eğilimlerini güçlendirmek adına ne varsa yapıyor.
Yerel yönetim seçimleriyle ilgili belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ve il genel meclisi üyeliği adaylarının Yüksek Seçim Kurulu’na bildirimi için dün son gündü. İşte bu nedenle de son iki gündür Ankara’da siyasi parti merkezlerinde müthiş bir gerilim yaşandı. Deyim yerindeyse aday adayları birbirini kırdı. Özellikle de belediye meclis üyelikleri için bütün partilerde rekabet çok çetin geçti. Belediye meclis üyelikleri için bütün partilerde çok yoğun bir kulis faaliyeti, kavga, gürültü yaşandı. Kimi dışarı sızdı, kimi sızmadı, kol kırıldı yen içinde kaldı.
Belediyelerde meclis üyeliği nedense bazı aday adayları için Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden, yani milletvekilliğinden bile daha önemliydi.
İl olsun, ilçe olsun belediye meclis üyeliği neden bu kadar cazip geliyor bazı insanlara, bazı yerel politikacılara?Sosyal imkanları mı çok yüksek? Değil. Öyle görünür bir cakası da pek yok bu görevin. Maaşı dersen, o da ahım şahım değil. Ama yine de insanlar bunun için partilerde birbirini kırıyor. Özellikle de İstanbul ve Ankara gibi büyük metropollerde bu görevi çok önemsiyor partililer.
Sadece aday adayları ve onları destekleyen parti önde gelenleri değil, belediye başkanı aday adayları da kulisin, kavganın gürültünün içine giriyorlar. Onlar da adaylıklarını garanti altına aldıktan sonra belediye meclisine göz dikiyorlar. “Benim istediğim ekip oluşmazsa, başarılı hizmet veremem, çekilirim” tehditleri savurmaya başlıyorlar.
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) ekonomiyle ilgili her ay dört temel veri yayınlıyor; enflasyon, dış ticaret, sanayi üretimi, kapasite kullanım oranları.
Çok değil, 4-5 ay öncesine kadar bu veriler hükümet için hep övünç kaynağı niteliğinde oluyordu. Hükümetin ekonomideki başarısının resmi ilanı niteliğindeydi rakamlar. İhracatın ne kadar hızlı arttığı, sanayi üretiminin nerelere yükseldiği, istihdam ve işgücü piyasasındaki iyileşmeleri gösteriyordu o zaman rakamlar. Şimdi ise iç karartıyor, moral bozuyor. Örneğin geçen hafta üretim ve sanayide kapasite kullanımına ilişkin veriler açıklandı. İki veri de tahminlerin ötesinde bir bozulma gösteriyordu. Sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranları ağır bir krizin işareti niteliğindeydi.
Dün de sanayideki bu olumsuzluğun doğal sonucunu gösteren istihdam verileri açıklandı. Dünkü rakamlar, sadece ekonomideki kötü gidişi göstermekle kalmıyor, bunun sosyal dokuya olası etkileri konusunda da fikir veriyor. 2007 yılı Kasım ayı itibariyle yüzde 10,1 olan işsizlik oranı 2008 yılının aynı döneminde yüzde 12,3’e yükselmiş. İşsiz sayısı 645 bin kişi artarak 2 milyon 995 bine ulaşmış.
İşsizlik oranı toplamda yüzde 12,3 olarak gözüküyor ama bu oran tarım dışı sektörlerde yüzde 15,4.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’nin dış ilişkilerinde çıkmaz sokakların açıldığı mesajını verdi. Gül, “Türkiye’nin kendi içindeki ve çevresindeki problemleri çözen bir ülke olması otomatikman yolları açıyor” dedi. Rusya’ya ve Tataristan’a yaptığı ziyareti tamamlayarak Ankara’ya dönen Gül, dönüş yolunda uçakta gazetecilerle sohbet etti. “Bir bölgede güvenlik yoksa ekonomik istikrar asla olmaz. O zaman bu işin kaynağını güvenliğe harcayacaksın” diyen Gül, şöyle devam etti: “Onun için Türkiye’nin kendi içindeki problemleri ve çevresindeki problemleri çözen bir ülke olması otomatikman yolları açıyor. Yollar var da zaten, hep çıkmaz sokak olarak kalmış. Çıkmaz sokakta bir tüccar dükkan açmaz, çarşı açmaz. Doğu ile çıkmaz sokak olmuşuz. Güneye ineceğiz çıkmaz sokak yapmışız. Batı’yla öyle, burayla öyleydi. Çıkmaz sokakların kesiştiği bir yerde konumumuz var gibiydi. Sokaklar var da bloke edilmişti sanki. Türkiye problemleri şimdi çözen bir ülke oldu. Problem bizden kaynaklı demek istemiyorum. Onlardan da kaynaklanan olabilir. Onun işini de sen yapacaksın ki onu çözüm yönünde sevk etmiş olacaksın. Bu bölgenin en büyük ülkesi Rusya olduğuna göre ilişkilerin gelişmesine bizim de katkı vermemiz gerekiyordu. Bu da Türkiye’ye çok şey kazandırıyor.”
Kafkaslara yeni işbirliği
Gül, “Çıkmaz sokakları aştığınızı söylediniz. Ermenistan Azerbaycan sorununun çözümüne dönük olarak burada bir formül üretildi mi?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: “İşleyen iyi bir süreç var. Bunun bütün Kafkaslara yeni bir işbirliği yaratmasını isterim. Bütün Kafkaslarda yeni bir iklim yaratsın. Yeni iklimde ağaçlar çiçekler yetişsin. Türkiye’nin Ermenistan ve Azerbaycan ilişkileri. Her iki ülkenin de Rusya ile ilişkilerinde bir durum söz konusu.”
Medvedev ile tam bir görüş birliği içinde olduğunu söyleyen Gül, “Rusya ile ilişkiler her alanda gelişiyor...” dedi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Rusya ziyaretinin ikinci gününde Devlet Başkanı Dimitry Medvedev ve Başbakan Putin ile görüştü.
Gül’e Ruslar’ın ender uyguladıkları en üst seviyede karşılama protokolü uyguladılar. Devlet Ziyareti kapsamına alınan Gül’ün Moskova ziyaretine ilgi beklentilerin üzerinde gerçekleşti. Medvedev görüşmesi planlanandan iki saat daha fazla sürdü.
Bu görüşmede iki Cumhurbaşkanı ülkelerarası ve bölgesel tüm sorunları ele aldılar.
TÜSİAD, Odalar Birliği, İşveren sendikaları, işçi sendikaları, esnaf ve çiftçi örgütleri aylardır krize karşı önlem alınması için çağrı yapıyor. Sanayiciler, “artık beklemeye tahammülümüz kalmadı” diye feryat ediyor. Ama hükümet, Başbakan Tayyip Erdoğan gayet sakin, kendinden emin, hala “hamdolsun iyiyiz” tavrında.
Acaba yurtiçinde ve yurtdışında IMF dahil hiç kimsenin bilmediği, kavrayamadığı bir şey var da, onu sadece Erdoğan biliyor, başka hiç kimse göremiyor, bilemiyor mu?
Çok ilginç... Yaşanan gelişmeler küresel krizin etkilerinin Türk ekonomisini günden güne daha ağır biçimde sarstığını gösteriyor. Açıklanan bütün resmi veriler ekonominin kötüleştiğini, gidişatın son derece moral bozucu olduğunu ortaya koyuyor.
Ama hükümet ve Başbakan çok sakin.
AKP ve Tayyip Erdoğan’ın 2007 seçimlerindeki hedefi de çok yüksekti. Muhalefete muhtaç olmadan cumhurbaşkanını seçecek, tek başına anayasayı değiştirebilecek bir sonuç hedeflemişlerdi. Yani 367 milletvekili.
Bu olmadı ama elde edilen başarı yine de Türkiye’nin 1960’lı yıllardan bu yana hiçbir partiye, hiçbir lidere nasip olmadık ölçüde parlak bir sonuçtu.
Şimdi Erdoğan’ın hedefi yine çok büyük, başarı çıtası yine çok yükseklerde.
Bu seçimde amaç muhalefetin belini iyice kırmak, gardını düşürmek. Onun için vargücüyle yerel seçimlere asılıyor AKP ve Erdoğan.