Erdoğan ekonomideki yangını umursamıyor mu?

Haberin Devamı

Türkiye gerçek sorunları bu denli hafife alan bir yönetim tarzını 15 yıl önce de yaşamıştı. Fakat 15 yıl önce karşı karşıya olunan sorun çok daha hafifti, bugün ise kıyaslanamayacak ölçüde ağır bir ekonomik sorunla karşı karşıya Türkiye.

1994 yerel seçimlerine gidilirken de ülkede ekonominin temel dengeleri yerinden oynamış, kriz sinyalleri belirmeye başlamıştı. Ama o günkü iktisat profesörü Başbakan Tansu Çiller, sorunun temeline inmeyi erteledi. Çünkü Başbakan için o günün asıl hedefi bir numaralı rakip gördüğü ANAP ve Mesut Yılmaz’ı silmekti. O yüzden de vargücüyle seçime asıldı. Gerçi sonuçta bu hedefine ulaşamadı ama ekonomideki sorunu ciddi biçimde ağırlaştırdı. Ardından bilinen 5 Nisan kararları geldi ve IMF ile stand -by’lı günler başladı.

Şimdi de Tayyip Erdoğan, Çiller’in 15 yıl önce yaptığının benzerini yapıyor. Bütün konsantrasyonunu 29 Mart’a, seçime endekslemiş durumda. Erdoğan’ın birinci önceliği seçimde yüzde 50 çıtasını aşmak, rakibi CHP ve Deniz Baykal’ın siyaseten belini kırmak, rakip olmaktan çıkarmak.

O yüzden de ekonomideki yangını görmezden geliyor Erdoğan. İşsizlik çığ gibi büyüyor, sanayi üretimi durma noktasına geliyor. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu)’in açıkladığı her veri ekonomideki krizin gün geçtikçe derinleşmekte olduğunu ortaya koyuyor. Üretim ve ihracattaki düşüş ürkütücü boyutlara geliyor. Ama Başbakan Erdoğan hiç oralı değil. “Hamdolsun” deyip muhaliflerine yönelik salvo atışlarını sürdürüyor, siyasetteki gerilimi tırmandırmak, toplumdaki kutuplaşma eğilimlerini güçlendirmek adına ne varsa yapıyor.

Aylardan beri bütün dünya krize karşı önlem alıyor, yangını söndürmek için her ülke bir şeyler yapmaya çalışıyor ama Türkiye nedense bekliyor. Türkiye krize karşı önlem almayan tek ülke olarak IMF’nin dökümanlarına adını yazdırmış durumda.

Özetle bugün için Başbakan Erdoğan’ın birinci önceliği ekonomideki yangın ve buna karşı alınacak önlemler değil. Başbakan Erdoğan ve iktidar partisinin bugün için temel önceliği 29 Mart seçimleri ve bu seçimlerde yüzde 50’yi aşan bir oy oranıyla alınacak parlak bir zafer.

Belki bu hedefe ulaşabilir de Erdoğan ve partisi. Ama acaba 30 Mart günü dönüp de ekonomideki tabloya baktıklarında gönül rahatlığıyla bir zafer kutlaması yapabilecekler mi? Ekonominin yangın yerine döndüğü bir ortamda zafer kutlamasını içine sindirebilecek mi?

Belki “seçim bitsin ardından da ekonomide yapılması gerekenlere bakarız” diye düşünüyor Erdoğan. Ama o zaman fatura o kadar ağırlaşmış olacak ki hem Türkiye’nin hem de Erdoğan’ın işi çok daha zor olacak. Örneğin bugün hükümet Türk bankacılık sisteminin sağlamlığı ile övünüyor. Gerçekten de öyle. 2001 krizinin ardından Ecevit Koalisyonu’nun Türkiye’ye, Türk ekonomisine yaptıkları en hayırlı katkı bankacılık reformu olmuştu. O reform sayesinde bugün bütün dünyada dev bankalar yerle yeksan olurken Türk bankaları şimdilik sapasağlam. Fakat reel sektörün yanıp yıkıldığı bir ortamda bankaların sürgit sağlam kalabileceğini de düşünmemek gerekiyor. BDDK’nın sektöre ilişkin yayınladığı verilerde küçük bir ayrıntı var:

30 Ekim 2008’de bankacılık sektörünün toplam kredileri 373 milyar TL, takipteki krediler (batık) 12,2 milyar TL imiş. 12 Şubat 2009’da ise toplam krediler 368,7 milyar TL’ye gerilerken, takipteki (batık) krediler 14,9 milyar TL’ye yükselmiş.

Bu gelişme hayra alamet değil...


DİĞER YENİ YAZILAR