Ekonomik kriz tüm şiddetiyle, ağırlığıyla Türkiye’nin üstüne çökmüş durumda. Peş peşe açıklanan resmi veriler durumun günden güne kötüleşmekte olduğunun göstergesi.
Muhalefet bile durumdan kaygılı ama hükümet rahat gözüküyor. CHP Genel Başkanı bir süredir önlem önerisi yapıyor, IMF ile bir an önce anlaşma yapın çağrısında bulunuyor ama Başbakan Tayyip Erdoğan pek oralı değil. “İşine bak” diye tersliyor ana muhalefet liderini.
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek seçim bölgesi Gaziantep’ten ses veriyor; “IMF sihirli değnek değildir” diyor ve durumu Türkiye’den daha kötü olan ülkeleri sıralıyor. Bir anlamda “Hamdolsun bizim durumumuz iyi, halimize şükredelim” demeye getiriyor Şimşek.
Küresel kriz Türkiye’yi yakıyor, kavuruyor. Sanayinin motoru tekliyor, işsizlik çığ gibi büyüyor. Türkiye’yi yöneten hükümetin ise şu aralar çok daha önemli bir derdi var: 29 Mart’ta oy oranını yüzde 50 çıtasının üstüne çıkarmak.
O nedenle de ne Başbakan’ın ne de ilgili bakanların ekonomide olup bitenlerle ilgilenecek vakti var.
Sanayi üretimi dibe vurmuş, döviz piyasası allak bullak olmuş. Geçen hafta 1,70 duvarını aşan dolar kuru bu haftanın ilk gününde 1,80’in üstüne fırlamış. Bunun anlamı şu: 81,5 milyar dolar pozisyon açığı olan reel sektörün 5 aylık kur farkı zararı 45 milyar TL.
Ekonomiden, Hazine’den Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek seçim bölgesi Gaziantep’ten Hürriyet yazarı Fatih Çekirge aracılığıyla ses veriyor:
MALATYA - CHP Genel Başkanı Deniz Baykal üç hafta sonra yapılacak olan seçimlerde partisinin alabileceği oy oranı için “tahminde bulunmam, bir oran söyleyemem” diyor ama iktidar partisi AKP için bir başarı çıpası koyuyor ortaya: Yüzde 52...
Dünkü Malatya mitingine giderken uçakta sohbet ettiğimiz Deniz Baykal, Türkiye’nin görülmemiş ölçüde kural ihlallerinin, hukuk ihlallerinin yaşandığı bir seçim süreci geçirmekte olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Bu dönemde hukuk, yargı, kural, kaide her şeyin ihlal edildiği görülüyor. YSK şikayet ediyor, savcılığa başvuruyor. YSK kararları kesin olan bir organ. YSK’nın müdahale ettiği usulsüzlük olayı sadece Tunceli için mi geçerli? Başka yerde yapılanlar yok mu? Madem Tunceli için böyle bir kararın var, o zaman yapman gereken ne? Tunceli’de seçimi iptal etmek mi? Bu olmaz, bu halka ceza vermek olur. Yapan hakkında ne yapıyorsun? Onun gereğini yerine getirsene. Yapan kim Vali, arkasında da Başbakan var...”
Uçak sohbetinde konu CHP’nin bu seçimde nasıl bir sonuç alabileceğine geliyor. Baykal partisinin ülke genelinde oyunu arttırabileceğine halen 7 il belediyesine sahip olan CHP’nin bu sayıyı oldukça yukarılara çekebileceğine inanıyor, bunda kuşkusu yok. Ancak asıl istediği İstanbul ve Ankara...
Telefon ve ortam dinlemeleri Türkiye’yi uzunca bir süredir meşgul ediyor. Sert siyasi tartışmalara, Ergenekon başta olmak üzere kritik davalara konu oluyor dinleme kayıtları.
Bugün Türkiye’de yaygın bir dinleme ve izleme olduğuna şüphe yok. Ama bu dinlemeleri kim yapıyor? Hangi dinleme yasaya, hukuka uygun, hangisi değil? Bu soruların yanıtı net değil.
Çünkü dinlemeyi kimin, nasıl yapacağı yasalarla belirlenmiş. Dinleme kayıtlarının ne yapılacağı, hangi amaçlar için nasıl kullanılacağı da.
Fakat yasadaki açık hükümlere rağmen sık aralıklarla kamuoyunun yakından tanıdığı şahsiyetlerin telefon konuşmaları veya sohbetleri internette, gazete sayfalarında yayınlanabiliyor. Son örnek 28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ile ilgili dinleme kaydı. Bu kayıtta 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile eski Başbakanlar Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’la ilgili önemli iddialar var.
Ekonomideki yangın gün geçtikçe büyüyor. Aylardan beri herkesin gözü kulağı Ankara’da. Hükümetten yapılacak kapsamlı bir önlem paketi açıklaması, “IMF ile anlaştık” haberi bekliyor.
Ama nafile. Çünkü en azından 30 Mart’a kadar ekonomideki yangın hükümetin öncelikleri arasında değil. Bugün Başbakan için tek öncelik, tek hedef var: Yerel seçimlerde partisinin oy oranını yüzde 50 çıtasının üstüne çıkarmak, muhalefetin belini kırmak...
Başbakan Erdoğan için hayati mesele bu. O yüzden Erdoğan muhtemelen bu hayati seçim hedefini gerçekleştirdikten sonra ekonomideki sorun ve darboğazların üstüne eğilmeyi planlıyor.
Bazı AKP kurmaylarının anlattıklarına bakılırsa bu aradaki zaman kaybı da pek önemsenmiyor. Başbakan’ın yakın çevresindeki kurmayların kriz ve önlem paketi konularındaki yaklaşımı şöyle özetlenebilir:
Başbakan Tayyip Erdoğan IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) “kabul edilemez” dediği üç koşulu nihayet açıkladı.
IMF “Vergi politikasını, hükümet ve parlamento olarak siz belirleyin ama uygulamacı kurum olan Gelir İdaresi Başkanlığı’nı siyasetin etki alanı dışına çıkarın, özerkleştirin” diyor. Ve bunu da yapısal reform projesi olarak programın temel performans kriterleri arasına alıyor IMF.
Ancak Başbakan Erdoğan şiddetle karşı çıkıyor, “Bunu kabul edemeyiz” diyor, ipler kopuyor. Şimdi IMF’nin bu koşulu değiştirmesi bekleniyor. Değiştirirse ne âlâ, değiştirmezse Erdoğan kendi kriterleriyle ekonomiyi yönetmeye devam edecek.
Peki bu koşula neden bu kadar şiddetli itiraz geliyor Erdoğan’dan? Gelir İdaresi’nin özerkleştirilmesinde ne sakınca var? “Merkez Bankası’nın özerkliğini biz teminat altına aldık” diye övünen iktidar, vergi idaresinin özerkleşmesine neden karşı çıkıyor?
Başbakan Tayyip Erdoğan önceki gün Mardin’de “işsizliğin çaresi yok” dedikten sonra muhalefete meydan okuyarak “öneriniz varsa söyleyin” demişti ya, dün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan yanıt geldi.
Hem de Türkiye’nin siyasi geleneklerinde ender rastlanan bir yanıt. Baykal, Başbakan Erdoğan’a bir anlamda yeni bir önlemler paketinin özetini önerdi. Doğruluğu yanlışlığı, tutarlılığı tutarsızlığı tartışılabilir ama Baykal’ın önerileri ciddiye alınmaya; irdelenmeye değer. Bugüne kadar ekonomik kriz Türk ekonomisini ağır biçimde sarsarken hükümet bir iki aspirin tedavisi cinsinden tedbir dışında gelişmeleri seyretti. İş dünyasının aylardır merakla beklediği kapsamlı önlemler paketi bir türlü çıkmadı.
Şimdi ana muhalefet lideri öneriyor; hem de “bu yola girer, önlemleri almaya karar verirsen biz de sana her türlü desteği vermeye hazırız” taahhüdüyle.
“Bütçe gelir - gider hedefleri gerçekçi değil, makro ekonomik hedefler uçuk, bunları değiştir” diyor Baykal. Haksız mı?
Parti liderlerinin meydanlardan yürüttükleri söz düellosu yerel sorunlardan çok, genel, klasik tartışma konuları üzerinde odaklanıyor. Bu seçim döneminin temel tartışma konuları belli: Yolsuzluklar, ekonomik kriz ve işsizlik... CHP ve MHP, AKP’yi iki noktada köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Birincisi, Deniz Feneri skandalı ve AKP’li belediyelerdeki yolsuzluk iddiaları. İkincisi de ekonomik kriz ve son aylarda ciddi bir sosyal sorun haline dönüşmeye başlayan işsizlik.
Muhalefetin özellikle işsizlikle ilgili eleştirilere dün Başbakan Erdoğan Mardin’de yaptığı meydan mitinginde çok çarpıcı bir yanıt verdi: “Türkiye’de işsizlik AKP iktidarı döneminin ürünü müdür? Biz göreve geldiğimizde işsizlik oranı 10.7 idi. Şimdi ABD’den gelen bu dalga bizi de rahatsız etti, bir iki puan, üç puan arttı, neyse... Ben burada söz veriyorum; sayın Baykal, sayın Bahçeli, diğerlerini konuşmaya gerek yok. Şunu söylüyorum; Eğer işsizliğe bir çaren varsa açıkla, o çareyi eğer yerine getirmeyen bir Tayyip Erdoğan varsa, ben siyaseti bırakmaya hazırım...”
Erdoğan’ın iki temel çıkışı var: Birincisi işsizlik sorununun yeni olmadığı.
Gerçekten de işsizlik, Türkiye’nin öteden beri mücadele ettiği bir sorun. 2001 yılında yüzde 8,5 olan işsizlik oranı krizin etkisiyle 2002’de yüzde 10,3’e yükseldi.