Hafta sonu planlarınıza dahil edebileceğiniz sanatsal etkinlikler için güncel sergiler listeme bakmanızı öneriyorum. Çarpıcı eserlerle karşılaşacaksınız...İlgiyle takip ettiğim iki genç galericinin Galata’daki mekânı Öktem & Aykut, Bora Başkan’ın “Herhangi Yapılar” isimli solo sergisini ağırlıyor. Üretim pratiğini, felsefi metinler ve görsel temsiller arasındaki bağlantılar üzerine kurgulayan Bora Başkan, önceki işlerinde bıraktığı noktadan hareketle yeni bir kavramsal alana giriş yapıyor. Birbiri arasında önceliği ya da ayrıcalığı bulunmayan olgu ve durumların fikirsel alt yapısıyla örtüşen ifade dilini, desen, çizim ve heykellerinde yetkince kullanan Başkan, benim beğendiğim genç isimler arasında. Çalışmalarının oluşum sürecinde usta ressam Yüksel Arslan’dan etkilendiğinin altını çizen sanatçı, Arslan’ın resimsel yaklaşımını kendi kavramsal öğeleriyle birleştirerek özgün bir üslup yaratıyor. Hem gözünüze hem de zihninizin derinlerine hitap edecek nitelikteki bu özel sergiyi 25 Mart’a kadar gezebilirsiniz.İdeolojinin kutsadığı mekanlara bakışlarPilot galeri, Çağrı Saray’ın “Unutmanın Eşiği” isimli kişisel sergisiyle bizi buluşturuyor. Toplumsal düzlemde anıtsallaştırılmış; Dolmabahçe Sarayı, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Resim Heykel Müzesi, AKM, Haydarpaşa GarI gibi ideolojik açıdan “kutsal” mekânların muhteşem çizimlerine hayat veren sanatçı, bu yapıların geçmişten bugüne biriktirdiği hatıralara yeniden bakmayı öneriyor. Bir yandan belleğimizdeki imgeleri usta bir gerçekçilikle korumaya çabalarken diğer yandan tarihsel süreçteki kayıp ve silik noktalara işaret eden Saray, şimdinin gözünden bir kentin sembollerini belgeliyor. Benim asıl önemsediğim nokta, bu belgelemenin objektif bir konumdan yapılmış duyarsız bir tasvirin ötesine geçerek duygusal bir koruma içgüdüsü taşıyor olması. Bu da Çağrı Saray’ın ifade dilindeki başarısı diyebiliriz. Sergi 8 Nisan’a kadar devam edecek, mutlaka görmelisiniz. Hiçbir zaman bitmeyecek sergiKavramsal yönü güçlü işleriyle öne çıkan Yeşim Ağaoğlu’nun, Azerbaycan, Gürcistan, Bosna Hersek, Norveç’ten sonra Türkiye’deki ilk kişisel sergisi “son zamanlarda - zor zamanlarda”, Poligon The Shooting Gallery’de görücüye çıkıyor. Son dönemde hepimizi kuşatan gerilimli gündeme sergi ismiyle gönderme yapan Ağaoğlu, bu şiddet ortamında üretmenin, gelişmenin, geliştirmenin, ilerlemenin bir sanatçının işlerine nasıl tezahür ettiğinin dökümünü yapıyor. Benim Yeşim Ağaoğlu’nda özellikle beğendiğim nokta, işlerinde kendisine dair içsel müdahaleleri ön planda tutması. Böylece sanatçının ruhsal ve zihinsel dünyasıyla kolaylıkla iletişime geçebiliyorsunuz. Bu serginin sıra dışı bir de özelliği var; henüz bitmemiş ve bitmeyecek. Ağaoğlu, sergi süresince tamamen rastlantısal zamanlarda çeşitli ekleme, çıkarma, değiştirmeler yaparak düşünsel sürecini çalışmalarına yaymaya devam edecek. Bu açıdan birden kez ziyaret etmek kaçınılmaz oldu, 1 Nisan’a dek vaktiniz var.Ekin Saçlıoğlu, “Bunlar Fabl Değil Çocuklar” adlı 8’inci kişisel sergisini Galata Rum Okulu’nda açtı. Baş kahramanların soyu tükenmiş ya da tükenmeye yüz tutmuş canlılar olduğu sergide, desenler, resimler, heykeller ve yerleştirmeler, halen varoluş mücadelesi veren hayvan türlerinin ve yaşayan fosil bitkilerin hikayelerine yer veriyor. Galata Rum Okulu’nun taşıdığı geçmişe referansla, çok sayıda çocuğun belleğinde yer etmiş bu mekânı açık bir kitaba dönüştüren Saçlıoğlu, metaforlarla bezeli bu anlatım biçimiyle beğenimi kazandı. Sanatçının doğa insan ilişkisini, varoluş ve yok oluş kavramlarını incelediği bu önemli sergiyi 1 Nisan’a dek görmenizi öneririm.
Leylâ Gediz uzun sayılabilecek bir zamandır sessiz sedasız üretimlerini sürdüren özlediğimiz bir yetenekti. The Pill’de açtığı "Serpilen" isimli kişisel sergisiyle muhteşem bir dönüş yaptı diyebilirim. Sanatçının yepyeni işlerini görücüye çıkartan galeri, entegre edilebilir mimari tasarımı sayesinde, eserlerin hem ayrı ayrı hem de bütünlüklü olarak en güçlü şekilde okunabileceği bir mekân kurgusuna imza atmış. Sergiye ismini veren kelimenin anlamındaki gibi büyüyüp gelişen ve nazikçe etrafına yayılan bir sanat pratiğine tanık oluyoruz. Leylâ Gediz, çeşitlendirmeden uzak olmasını tercih ettiği renk kullanımıyla, dingin ve yalın bir resimsel dil yaratıyor. İmajların taşıdığı anlamla, biçimsel niteliklerinden daha fazla ilgilenen sanatçı, yerleştirme ve resmi birbiriyle bütünleyerek özgün bir ifade şekli ortaya koyuyor.Rastlantısal imgeler üzerine geliştirilmişSergide yer alan çalışmaların ana teması, Gediz’in bir sanatçı olarak kendi "habitat"ında üretirken karşısına çıkan sembolik ya da rastlantısal imgeler üzerine geliştirilmiş. Sanatçının dünyasına açılan minik kapılar olarak niteleyebileceğim işler, izleyicinin bu mahremiyetle bağ kurmasını bekliyor. Resim dilinin temsilcisi tuvallerine, hazır nesnelerle yaratılmış heykelsi çalışmalar eşlik ediyor. Tüm bunlar bir araya geldiğinde, Gediz’in ipuçlarını verdiği durum ve olayların öznelden kopup nesnel algıya geçişine tanıklık ediyoruz. Sergide beni en çok heyecanlandıran çalışmalardan biri, "Bugün de Yaşıyorum" oldu. Cengiz Çekil’in sayfalarına bu mührü bastığı güncesine atıfta bulunan Gediz, ustasından aldığı anahtarla yeni bir odanın kilidini açmış. Leylâ Gediz’in iç dünyasına adım atmak için bu sergiden daha etkileyici bir deneyim olamaz, 2 Nisan’a kadar mutlaka ziyaret edin.Zenginlerin fotoğrafları portre olursaHemen yakınlardaki Plato Sanat’ta ise Türkiye’deki kavramsal sanat üretiminin en güncel ve kayda değer örneklerini izleyebileceğiniz karma sergi, "Kavramın Güzelliği" devam ediyor. Sanat eserinde zihinsel alt yapıyı, formal özelliklerin ötesine konumlandıran konseptüalizme dair bakış açılarını bir arada bulabileceğiniz sergide, Burak Arıkan, Elçin Ekinci, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, Yasemin Özcan, Sümer S ayın, Tayfun Serttaş, Eda Soylu ve Cemre Yeşil gibi farklı kuşaktan benim de severek izlediğim sanatçıların işleri yer alıyor. Fikrin sunumu üzerine kafa yormuş bu sanatçılar, özellikle araştırmaya dayalı üretimin önemini vurguluyor. Akademik ve bilimsel analiz yöntemlerine benzeyen yaklaşımların sanat pratiğinde kendine yer bulduğu sergide, küratöryal çalışmanın Marcus Graf imzası taşıdığı elbette belli oluyor. Serginin bana göre öne çıkan çalışmalarından biri, Özlem Günyol & Mustafa Kunt ’un, Forbes dergisinde her yıl yayınlanan en zengin 100 kişi listesindeki kişilerin fotoğraflarını küçülterek ortaya çıkardıkları portre işi. Hem tanıdık bir görsel estetiğin yeniden yorumunu yapan hem de söz konusu kişileri kimliksizleştiren ikili, serginin temasına derinlik kazandırmış. Burak Arıkan’ın türevlerini yaptığı Network serisinden "Sanatçı Koleksiyoncu Ağı" işi de benim sergideki favorilerimden. Listenize bu harika sergiyi de almanızı öneririm, 16 Nisan’a kadar vaktiniz var.
Arter’deki Jake ve Dinos Chapman’ın “Anlamsızlık Âleminde” adlı sergisi, pek çok inancın altını hicivle oyarken, insanoğlunun çelişkilerini ortaya koyuyor...Chapman Kardeşler’le ilk tanışmamız, 2000 yılında Londra’da bulunan Hoxton’daki White Cube galeride açılan desen sergisi vesilesiyle oldu. Sanat tarihçisi dostumuz Mark Gisbourne’un rehberliğinde gezdiğim sergide, Jake & Dinos Chapman’ın sanat pratiği hakkında derinlemesine bilgi sahibi olma şansına eriştim. İlk kez o işler vasıtasıyla sanat eserini tanımlarken sıklıkla başvurduğumuz güzel ifadelerin “çirkin” olarak tabir edilen imgelerle de özdeşleşebileceğini hayranlıkla öğrendim.Arter’de yer alan, Nick Hackworth’un küratörlüğünü üstlendiği “Anlamsızlık Alemi” isimli sergi, ikilinin taze işlerinin yanı sıra sevenleri için bir klasik olan “Cehennem” serisi çalışmalarını da görücüye çıkartıyor. Üretimlerini kötümser ve ütopya karşıtı bir fikrin egemenliğinde hayata geçiren sanatçılar, küresel düzeni acımasızca topa tuttukları işleriyle izleyiciyi adeta kışkırtıyor. İlhamını post-hümanist düşünce yapısından alan Chapmanlar, günümüz liberal kültürünü oluşturan öğeleri şiddet dozu yüksek bir ironiyle eleştiriyor. İnsanın vahşete meyilli yanını irdeliyorlarSerginin girişinde karşıma çıkan “gülen yüz” emojili siyah bayraklar, verdiği mesajın kullanılan imgelerle oluşturduğu tezatı açıkça ortaya koymasıyla girer girmez beni sarstı. Ardından ikonik hale gelmiş “Cehennem” serisinin içine daldım. Serinin en büyük parçası “Tüm Kötülüğün Toplamı“ başlıklı yapıt, inanması güç bir titizlikle üretilmiş, binlerce Nazi askerinin, parçalanmış bedenlerin, katliam dolu savaş sahnelerinin tasvir edildiği muazzam bir yerleştirme. Grotesk kelimesinin karşılığı olarak tanımlayabileceğimiz bu çalışmanın, şaşırtıcı bir detaycılıkla işlenip böylesine gerçeküstü algılanması, insanın kötülüklere ve vahşete olan yanılmaya meyilli bakışını gösteriyor bana göre. İkilinin kapitalist ve şiddet yanlısı sistemin baş figürleriyle olan zihinsel mücadelesi, bu çalışmada, savaş tankını süren hamburger, çarmıha gerilmiş McDonald’s palyaçosu ve bir kulübede gözetlediğimiz Hitler gibi karakterlerle güçleniyor. Ölü insan bedenlerinden oluşmuş tepelerin betimlendiği diğer iki parça ve kutupların sevimli hayvanları penguenlerin şiddet eğiliminden nasibini aldığı vahşi bir yaşam kesiti olan çalışmanın verdiği ürpertiyle diğer katlara çıktım.Goya’nın gravürlerine ironik yaklaşımlar...Retrospektif temasının hiciv dolu bir yansıması olan “RETROSBOKTİF” yerleştirmesi ile Chapmanlar’ın ilk neon işi olan “Sanatçıyız Biz” metni, sınır tanımayan dışavurumcu tavırlarının harika bir özeti olmuş diyebilirim. Depolarında çıkan yangında, sonradan tekrar üretilmiş “Cehennem” serisiyle birlikte küle dönen bir Tracey Emin eserinin yeniden yapımı da ikilinin duruşlarını tasdik edercesine orada bulunuyor. Benim için serginin yıldızı niteliğindeki “Yaraya Tuz” serisi desenleri ise, Goya’nın meşhur gravürlerinin ironik müdahaleler görmüş hali. Her bir esere ekledikleri ufak detaylar, aslında sanatçıların Goya ile ortak bir karamsarlık paydasında buluştuğunun altını çiziyor. Serginin son katında, idealize edilmiş mekânlarda Afrika sanatı gibi etnik kültürlere ait eserlerin sergilenişindeki estetik tutum, 19’uncu yüzyıl İngiliz portrelerinin dönüştürüldüğü absürd tablolar ve 21’inci yüzyıl görsel tüketim kültürünün araçları üzerinden yargılanıyor. Siz de çarpıcı bir hayranlığın tadına varmak istiyorsanız, 7 Mayıs’a dek Arter’e gitmenizi öneririm.
Şubat ayında galerilerin programları yine dopdolu. Sanat rotanızı planlamadan önce İstanbul’da bu ay öne çıkan sergiler listeme bir göz atın derim.Yerli kavramsal sanatın avangart isimleriyle her daim heyecan verici sergiler önümüze süren Ariel Sanat’ta Selim Birsel, Ayşe Erkmen ve Özlem Günyol & Mustafa Kunt birleşiminden doğan harika bir sergi sizi bekliyor. Marcel Duchamp’ın 1918 tarihli son tuval çalışmasından ilhamla teması oluşturulan “Tum’arcel” isimli sergi, Selim Birsel’in kemik ve metal şişlerle mekanı adeta kuşattığı enstalasyonuyla açılışı yapıyor. Bu çarpıcı görsellikteki işi izlerken, zihnimde derinleşen anlamlarını çözmeye daldım. Bölünmüş bir harita, el yordamıyla birbirine tutturulmuş kırılgan bağlar, bireyi çevreleyen keskin sınırlar gibi pek çok “ayrıştırıcı“ unsurun ne kadar yakınımızda olduğunu tekrar hatırladım. Ayşe Erkmen’in renkli şapkalardan oluşan duvar yerleştirmesi, taşıdığı duygusal zıtlıkla yerdeki işi çok iyi tamamlamış. 4 Mart’a kadar devam edecek bu sergiyi görmeden geçmeyin.Minyatür geleneğinden şehir tasvirleri...Nişantaşı hattındayken 44A Sanat Galerisi’ndeki “Omelas’ı Bırakıp Gidenler” sergisi de görülmeye değer. Küratörlüğünü Özlem Ünsal ve Gülben Çapan’ın üstlendiği sergi, Ursula K. LeGuin’in aynı isimli kısa hikayesinden yola çıkıyor. Minyatür geleneğinin izleriyle kendi şehir tasvirini yapan Murat Morova, Omelas’tan gidenleri yalın desen dili ve heykelsi yüzey kullanımıyla betimleyen Erdağ Aksel, hikayedeki çocuk kurbanı can alıcı bir görsellikle önümüze koyan Berat Işık bana göre serginin en etkileyici isimleri. 5 Mart’a dek vaktiniz var.Tophane-Karaköy bölgesine geldiğimizde sıra dışı sanat mekanı MARSİstanbul’daki “Benim Adım Yabancı“ isimli sergiye mutlaka uğramalı. Film, video, fotoğraf, kolaj ve yerleştirme işleriyle bilinen Cana Bilir Meier, kişisel geçmişinin izlerini taşıyan, arşivsel malzemelerden yararlanarak ortaya koyduğu belgesel niteliğinde ama oldukça dokunaklı video ve ses kayıtlarını izleyiciyle buluşturuyor. Göçmen bir ailenin anılarına tanıklık etmek isteyenler 25 Şubat’a dek sergiyi görebilir.Görünenin ötesine ışık tutan çalışmalarKaraköy’deki Kasa Galeri’de, Uluslararası 18’inci Avrupa ve Akdeniz Genç Sanatçılar Bienali’nde Türkiye’yi temsile hak kazanmış iki genç ismin bienalde sergilenecek çalışmalarını önceden görme fırsatı sizi bekliyor. Berna Tonyalı’nın izleyiciyi çok katmanlı okumalara sürükleyen “Yansıma” isimli yerleştirmesi ve Akın Güreş’in yıkım, yeniden yaratım, geçmiş, anı, bellek temalı desenlerinden etkilenmemek mümkün değil. 8 Mart’a kadar mutlaka görülmeli.Art Sümer’in ev sahipliği yaptığı “Kozmik Masal” isimli sergisinde Onur Gülfidan, “hakikat ötesi” kavramından hareketle, günümüz siyasi ve toplumsal koşullarında popülizmle sembolleşmiş figürleri resimlerine malzeme yapıyor. Kompozisyonlarındaki nostaljik atmosfere, bağlamından koparılmış fenomenleri dahil eden sanatçının hiciv dolu sergisi 4 Mart’a kadar ziyarete açık.Mixer’de devam eden “Gözlemlenir Gerçekler” isimli grup sergisi, gerçeklik algısı ve göreceliliği fikri üzerinden beş sanatçının işlerini bir araya getiriyor. Hazır nesnelerden oluşan yerleştirmesinde kurguladığı denge oyunlarıyla görünenin ötesine ışık tutan Irmak Canevi ve ölçen ve ölçülen arasındaki ilişkiyi kavramsal bir yolla ele alan videosuyla Ezgi Tok, beğenimi kazandı. X-ist’te izleyiciyle buluşan Hüseyin Arıcı, “Aldanma!” başlıklı sergisinde, tuval üzerine modelaj hamuruyla kendi objelerini yarattığı heykelsi işleriyle gerçeklik ve yanılsama ile olan ilişkisini bizle paylaşıyor. 11 Mart’a kadar ziyaret edebilirsiniz.
Şehrin en kilit noktasındaki liman sahasında konumlanan İstanbul Modern müzesi, yeni sergisinde, 19'uncu yüzyıldan günümüze dek deniz kenarında ve liman çevrelerinde gelişen kültürel ve toplumsal hayatı mercek altına alıyor. İstanbul gibi asırları aşkın bir tarihin öznesi olmuş bir kentin, ekonomik anlamda domine edici kimliğine vurgu yapan bir temanın seçilmiş olmasını çok önemli buluyorum. Türkiye’deki sanat üretiminin ortak bir kronolojiyle bu serüvene eşlik ettiği sergi, izleyeni zaman tünelinde yolculuğa çıkarıyor. Sergide Theodosius (Yenikapı) Limanı’na dair arkeolojik araştırmalardan günümüze, kentin tarihini limanlar üzerinden özetleyen bir zaman çizelgesinin sunulmuş olması çok başarılı bir detay.Türk resminin ustaları sergideTürk resim sanatının klasik ve modern dönemini temsil eden usta isimlerle, çağdaş üretimleriyle öne çıkan genç sanatçıların işlerine bir arada yer verilmiş olması, serginin çok yönlü anlatımını vurguluyor. Zonaro’dan Feyhaman Duran’a, Avni Arbaş’tan Abidin Dino’ya kadar Türk resminin mihenk taşları sayılabilecek sanatçıların kentin deniz ve limanla olan ilişkisine değinen çalışmaları oldukça etkileyici. Ömer Uluç’un girişte yer alan tankerlerini ise bu sergi vesilesiyle görmek heyecan vericiydi. Geçtiğimiz İstanbul Bienali’nde Adahan’daki oda yerleştirmesiyle beğenimi kazanan Meriç Algün Ringborg, benzer bir çalışma ile anılar ve nesneler arasındaki sembolik bağı bize hatırlatmak istemiş. Sanatçının gemilerde çalışan dedesinin her yolculuk sonunda getirdiği hediyelerin yarattığı duygusal birikimden yola çıkan Ringborg, gemi kamarası veya misafir odası gibi çağrışımlar yapan yerleştirmesiyle favorilerimden oldu.Çocukluğa götüren video çalışmalarını görünKişisel bellek ile toplumsal bellek arasındaki doğrudan ilişkiyi nostaljik bir yaklaşımla ele alan Volkan Kızıltunç’un, 1965-1985 arasında çekilmiş, İstanbul Boğazı ve şehir halkını gösteren video çalışması beni adeta çocukluğuma götürdü diyebilirim. Boğaziçi silüetini müthiş bir kavramsal ifadeyle somutlaştıran Volkan Aslan ise "Sevgili İstanbul" yerleştirmesinde, bir kentin tüm yükünü sırtlanmış ahşap gemisiyle, ironi dolu bir mektuba imza atmış. Yasemin Özcan’ın, yalın ifade diliyle beni etkileyen "Karada" isimli videosu, Nevin Aladağ’ın liman ve insan arasındaki manevi ilişkiyi irdeleyen, gemici makarası formunda halat sarılı oturaklar yarattığı "Kuş Uçumu" isimli yerleştirmesi ve Antonio Cosentino ’nun buruk bir öykünün izini sürerek teneke, gazete, ambalaj gibi atık malzemelerle yaptığı "Suriye Yıldızı" isimli gemisi serginin öne çıkan eserleri. Şimdilerde sahil şeridinde devam eden inşaatların arasında bir nefes almak için 4 Haziran’a dek "LİMAN" sergisini ziyaret edebilirsiniz.
Haftabaşı Londra’ya yaptığım seyahatte en etkilendiğim sergilerden biri Anselm Kiefer’indi. Kiefer, adeta hayali bir dünyanın kapılarını açıyor...White Cube galeri, neo-ekspresyonizm’in büyük ustası Anselm Kiefer’in kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Alman sanatçının resimleri ve heykellerinin yanı sıra büyük boyutlu yerleştirmelerinin de yer aldığı bu sergi, başlığını Norveç mitolojisine dayanan bir cennet temasından alıyor. Aynı zamanda sergideki göz alıcı enstalasyona da ismini veren "Walhalla" terimi, Alman tarihindeki kahraman figürleri onurlandırmak için de kullanılırmış. Mekana girdiğimde beni karşılayan karanlık ve hüzünlü koridor, orantısız parlak ampulleriyle savaş döneminden kalma bir sığanak, hastane ya da yatakhane koğuşunu andırdı bana. Paslı yatakların arasında tedirginlikle süzülürken insanlık tarihinin yok oluşuna tanık olmak beni derinden etkiledi. Sergide, karlı ve puslu havada yürüyen bir adamın olduğu siyah-beyaz fotoğraf, oldukça bir ürkütücü bir manzaranın ardından gelen dinginliğe izleyiciyi davet ediyordu.Bozulan ekolojiden geriye kalanlarSanatçının en yeni resimlerini görme fırsatı bulduğum bu sergide, yağlıboya, akrilik, vernik, kil, eritilmiş kurşun gibi malzemeleri tekniğine dahil eden Kiefer, adeta hayali bir dünyanın kapılarını açıyor. İzleyicisinin aşina olduğu kule motifini kendine has yorumuyla soyutlaştıran sanatçı, yıkık bir antik kentin dokunaklı izlerini tasvir ediyor. Resimlerin biçimsel dili öylesine kuvvetli ki bu kulelerin adeta gözünüzün önünde patladığını ve çöktüğünü hissediyorsunuz. Bu kule serisi çalışmaları, dumanlı, karamsar ve agresif görselliğiyle beni büyüledi diyebilirim. Sergideki diğer resimler arasında Van Gogh’un son dönem çalışmalarındaki dışavurumcu yapının izlerini taşıyan kırsal manzara tasviri ilgimi çekti. Gerek tezat renk kullanımı gerek üslubuyla göze hoş gelen ama aynı zamanda tedirgin edici bir imge sunan sanatçı, izleyicinin algısıyla oynuyor. Kiefer’i heykellerinden ayrı düşünemeyiz elbette. Farklı boyutlardaki cam vitrinlerin içinde kirli kumaşlardan taş, toprak ve ağaca, metal yatak parçalarından paslı bisiklete kadar fosilleşmiş görünen bir sürü nesne yer alıyor. Hem organik hem de insan yapısı olan bu malzemelerin ortak özelliği yok olmaya yüz tutmuş olmaları. Bu yönleriyle bana yıkılan, bozulan ekolojik ve sosyolojik bir sistemden geriye kalanları anımsattı. Derinlikli atmosferin usta ismi...Galerinin diğer bölümlerindeki yerleştirmelerle, Kiefer’in derinlikli atmosfer yaratmada ne kadar usta olduğunu bir kez daha gördüm. Tavana doğru uzanan spiral, paslı bir merdiven ve etrafında asılı, kirden kalıplaşmış giysilerden oluşan yerleştirme, sergiye ismini veren mitolojik öyküdeki kadın kahramana bir saygı duruşu gibiydi. Serginin genel dokusunu iyice derinleştirmiş olan bu çalışma, herkeste hayranlık uyandırdı demek yanlış olmaz. Kariyeri boyunca tarih ile politikayı harmanlayarak kendi sembolik ve eleştirel resim diliyle iç dünyasını bize yansıtan Kiefer, yine harikalar yaratmış. Müze kalitesindeki bu prodüksiyona yönelik tek eleştirim, mekan büyük olsa da işlerin ihtiyaç duyduğu boşluğu yeterince temin edememiş olması. Eğer 12 Şubat’a kadar Londra’ya yolunuz düşerse, bu sergiyi atlamayın derim.
Hafta sonu planlarınıza dahil edebileceğiniz sanatsal etkinlikler için güncel sergiler listeme bakmanızı öneriyorum. Çarpıcı eserlerle karşılaşacaksınız...Galerist, birbirinden başarılı dört sanatçının işlerini Derya Yücel küratörlüğünde bir araya getiriyor. Başlığını, Anthony Doerr’in kurgusal-tarih romanından alan “Göremediğimiz Tüm Işıklar” sergisi, hafıza, gelecek, bilgi, kavrayış ve umudun metaforu olarak “ışığın”, görülüp ulaşılamayan yanına odaklanıyor. Her bir ismin, kendi bakış açısını ve sanatsal pratiğini yansıttığı işler sergi mekanıyla da uyumlu bir diyaloğa giriyor. İzleyiciyi ilk karşılayan yerleştirmede, ahşap mekanik düzenekte devamlı yarım daire çizen bir el formu bende tamamlanmamışlık ve monotonluk çağrışımı yaptı. Altında devlet, birey, ebeveyn, toplumsal ilişki ve alt yapı gibi pek çok katman barındıran işiyle Hera Büyüktaşçıyan, yine beni etkileyen isimlerden oldu. Burcu Yağcıoğlu’nun göz alıcı desenlerindeki imge ve hikayelere bu kez betondan yapılmış çerçeveler eşlik ediyor. Eserleri heykelleştirerek bambaşka bir boyuta taşıyan bu malzemenin ağır ve durağan görüntüsü ile işlerdeki kırılgan yapı güzel bir birliktelik oluşturmuş.İzleyiciyi sarsan çalışmaları görünSeverek takip ettiğim bir isim olan Tunca ise politik olduğu kadar insancıl bir temanın etrafında resmettiği çalışmalarıyla göz dolduruyor. Ustaca işlenmiş suretler tarihi birer envanter gibi sıralanmışken hem kaybedişi hem de umudu aynı anda akla getiriyor. Toplumsal düzlemden bireye yansıyan travmaların karanlık yüzüyle bizi karşı karşıya getiren Tunca, gerek görselliğiyle gerek alt metinleriyle izleyiciyi sarsan işler ortaya koyuyor. Sergide Deniz Gül’ün çarpıcı video çalışması ve farklı malzeme kullanımıyla adeta heykele dönüştürdüğü çamaşırlardan oluşan kavramsal yerleştirmesi de öne çıkıyor. Taşıdığı anlamlarla, sanatın üstlendiği ve içerdiği pek çok aydınlatıcı noktaya ışık tutan çalışmaların yer aldığı sergi, 11 Şubat’a dek açık kalacak.Empire Project, usta ressamlarımızdan Mehmet Güleryüz’ün kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatçının desen çalışmalarını bir araya getiren “Rağmen” isimli sergi, Güleryüz’ün 60 yıla yaklaşmış kariyerinin son dönemine ait yapıtlarını izleyiciye sunuyor. Teknik yetkinliğin yanı sıra eleştirel düşünce yapısı, gözlemci yaklaşım ve felsefi derinliğiyle öne çıkan işler, bana Güleryüz’ün ustalığını bir kez daha hatırlattı. 17 Mart’a kadar devam edecek olan sergiyi mutlaka görün derim.Toplumsal krizi çağrıştıran imgelerGaleri Nev İstanbul’da açılan, Maro Michalakakos’un İstanbul’daki ilk kişisel sergisinde, sanatçının farklı dönem işleriyle birlikte üç metre uzunluğundaki kadife yerleştirmesi oldukça etkileyici. Benim favorim ise suluboya desen çalışması oldu. Mitolojik hayvanları canlandıran bu eserde, güzellik, korku, şehvet ve zulüm gibi tezatları bir arada bulabiliyoruz. Sergiyi 4 Mart’a dek ziyaret edebilirsiniz.Art On İstanbul ise genç sanatçı Olcay Kuş’un “Yokuş Yukarı“ isimli kişisel sergisine yer veriyor. Politik içerikli tuvalleri ve desenlerinin yanı sıra sokak sanatını referans alan gazete kâğıdı, sprey boya gibi malzemelerle ortaya koyduğu işleri, kâğıt hamurundan heykelleri öne çıkıyor. Eleştirel ve hicivli bir yaklaşımla gündelik hayatın parçası olmuş toplumsal krizleri imgeleştiren sanatçının eserlerini görmek için son gün 18 Şubat.
Yeni yılın ilk sergileri arasından öne çıkanları bu haftaki sanat takviminize eklemenizi öneriyorum.İlk olarak Çukurcuma’daki yeni mekanına giderek Pg Art Gallery’e hoş geldin diyebilirsiniz. Porselen gibi dekoratif bir malzemeyi özgün çağdaş yorumuyla işleyen genç sanatçı Melis Buyruk’un “Bir-sürü“ isimli ikinci kişisel sergisi izleyicisini bekliyor.Her birinde emeğin verdiği parıltıyı görebileceğiniz 15 bin adet porselen sinek figürünün birleşerek sanat eserine dönüştüğü sergide, beklenmedik bir imgenin verdiği görsel zevk sizi de şaşırtacak. Tek bir imajın içinde barındırdığı çoklu anlam sayesinde izleyici aynı anda pek çok zıt düşüncenin ve hissin kucağına düşüyor. Metaforlarla, “kitsch”e selam çakan bir estetik anlayışının görkemli ama mütevazı birleşmesini görmek için 15 Ocak son gün.Değişen ekosisteme farklı bakışTaksim’e yolu düşenler Mısır Apartmanı’nı elbette es geçmemeli. Pi Artworks İstanbul, Carys Briggs ve Francis Field’ın ortak üretimi olan “p a r ç a l a n m ı ş p a r ç a p a r ç a l a r” isimli sergiye yer veriyor. Ashlee Conery küratörlüğünde ki sergide, Briggs’in kumaş kullanarak ürettiği yapıtlarla, tasarımcı Field’ın Ocean ismini verdiği ilk insan yapımı gezegen önerisi bir araya geliyor. Sanatçılar, herhangi bir malzemeyi dönüştürme sürecinin aslında mimarinin ta kendisi olduğu fikrinden hareketle soyut görsel ifadeyle mimari bakış açısını birleştiriyor. Alışıldık formların ötesinde, doku ve yüzeyin başrolde olduğu bir temsil ile değişen ekosisteme yönelik alternatif bir plan ortaya koyan Carys Briggs ve Francis Field’ın uyumlu birlikteliği izlemeye değer. Sergi 25 Şubat’a dek devam ediyor.Anılardan şehir kalıntılarına uzanan yolculukYine Mısır Apartmanı’nda yer alan Zilberman Gallery, Heba Y. Amin’in “İki Şehir Arasındaki Mesafenin Gökbilimsel Tayini” isimli kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatçının, günümüz göç yollarının kentlerin gelişimine etkisini araştırdığı iki bölümlü projesinin ikincisi olan sergi, Jesus Flores’in anılarında hareketle şehirlerin kalıntılarını gözler önüne seriyor. Yalın bir peyzaj ya da coğrafi görünüm izlenimi veren fotoğrafların derininde gizlenmiş alegorik yoruma ulaşmak, izleyici için seyir zevkini artıran bir unsur. Amin’in ziyaret ettiği şehirlerden kartografik araştırma ve peyzaj gözetleme yöntemleriyle derlediği seçkisi, mimarinin sömürge geçmişiyle olan mücadelesine vurgu yapıyor. Zilberman Gallery Proje Alanı’nda ise Zeynep Beler’in “Yazı Kalır” isimli sergisini ağırlıyor. Serginin çıkış noktasını açık anlamlı bir yazı yazma türü olan, asemik yazı oluşturuyor. Proje sergisi, sanatçının üretim pratiğinde yazının içerdiği farklı anlamları irdeliyor. Beler’in asemik yazıdan ilham alan çalışmalarında, bilindik formlarla sınırlandırılmamış soyutlamaların işaret ettiği ipuçları çözümlenmeyi bekliyor. Her iki sergiyi de görmek için 18 Şubat’a dek vaktiniz var. Yepyeni bir sanat mekanımız daha oldu. Küratöryel danışmanlığını Marcus Graf’ın üstlendiği Büyükdere35 isimli kültür sanat platformu açılışını, Ahmet Duru’nun “Köklerin Biyografisi” isimli sergisiyle yapıyor.Çalışmalarında doğa ve kent ilişkisinin büyüleyici örneklerini sunan Duru, bu kez ev-yaşam alanı çerçevesinde koruma/korunma kavramlarını sorguluyor. Serginin son günü 25 Şubat.