2017’nin ilk günlerinde farklı alanlarda trendlere dair öngörüler okumaya başladık. Ben de sanat alanında karşımıza çıkacak olan trendlerle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.Geçtiğimiz yıl değindiğim ancak 2017’de daha da yoğunlaşacak olan sanat-teknoloji ilişkisi başı çekiyor bana göre. Özellikle yılın son çeyreğinde izlediğim yurtdışı fuar ve bienaller gibi etkinliklerde bu konu dikkatimi çekmişti. Dijital temelli çalışmaların artacağı, sanatçıların yalnızca görme, işitme değil dokunma duyumuzu da harekete geçirecek üç boyutlu ve interaktif işlere ağırlık vereceği çokça konuşuluyor. Bu doğrultuda yeni medya adına umut vadeden örnekleri gördüğümüz ülkemiz sanat ortamında, dijitale yönelim nasıl üretimler sunacak merakla bekliyorum. Sosyal medyanın durdurulamaz yükselişiYine benzer bir trendin “sanallık” adı altında yaygınlaşmasına tanık olacağız gibi duruyor. Bu trendin kökeni, her geçen gün kapsamını genişleten sosyal medyaya dayanıyor. Neredeyse herkesin bilgi alma, bilgi verme, anlık içerik paylaşma dürtüsünü karşılayan bir sosyal medya hesabı var. Snapchat’ten sonra Instastory özelliği de doğaçlama paylaşım trendini yükseltti. Kuşkusuz sanat kurumları, müze ve galerilerin de bu durumu es geçeceğini düşünemezdik. Dijital pazarlama stratejilerinde, sosyal medya kanallarında efektif varlık göstermenin önemini zamanında fark etmiş sanat kurumları, şimdiden bu gibi uygulamalar üzerinden yarışmalar düzenlemeye, sergi ve etkinlik deneyimlerinin sanallaşarak yaygınlaştırılmasına olanak sağlamaya başladılar.Dijital eserlerin çarpıcı görselliğiTüm dünyanın tartışma konusu haline gelmiş terörizm, göçmenlik ve yükselen milliyetçilik gibi temaların çalışmalarda daha çok karşımıza çıkacağını öngörebiliriz. Bununla birlikte her türden kimlik çeşitliliği ve temsilinde artış bekleyebileceğimiz söyleniyor. Giderek daha fazla ilişki kurulabilen ve sınırların daha rahat aşıldığı bu ortamda, kolektif kültürel kimlikler sanatsal üretim üzerinden şekillenebilir. Söz edilen coğrafi, fikirsel ya da duygusal komşuluk ilişkisine İstanbul Bienali küratörleri Elmgreen & Dragset de duyarsız kalmadı. Bu anlamda bienal, yurt içi düzeyde merakla beklenen etkinliklerden biri haline geldi bile. Yine toplumsal çerçevede, tartışmaların cinsel kimlik politikası ve kadın imgesi etrafında yoğunluğunu sürdüreceğini söyleyebiliriz.Sanat üretimini popüler kültürden bağımsız düşünmek mümkün değil. Dijital dünyada çarpıcı görsellikte filtrelerin yaygınlaşması sanat eserlerinde de karşılığını bulacak. Kural tanımayan görsel bir dil ile doğallık sınırlarını aşacak pek çok sanatçı keşfedeceğiz. Bu trend, belgesel estetiğiyle de bir noktada kesişerek doğaçlama görünümü yücelten aykırı bir duruş haline gelebilir.
Çağdaş sanatın başarılı isimleri, İstanbul’daki galerilerde görülmeye değer sergilere imza attı. İşte yılın en iyileri. Pilot - Alican LeblebiciAkbank Günümüz Sanatçıları Sergisi ile ilk önemli çıkışını yapan sanatçı, üç ana eksen üzerinde kurguladığı sergisinde, estetik ile şiddetin kesiştiği bir alanın sınırlarını çiziyordu. Dövmeler, oto-portreler ve beden, kimlik, suç politikaları temalı işleriyle karşımıza çıkan Alican Leblebici, bu yılın gelecek vadeden isimleri arasında yerini aldı.Rampa - CANANErkek egemen dünyada çıplaklığı, hem cesur hem de korunmasız bir bireyin baskılara karşı varoluş mücadelesiyle özdeşleştiren CANAN, 2016 yılına damga vuran sergilerden birine imza attı.ARTER - Bahar Yürükoğlu, Murat Akagündüz, Şener ÖzmenYürükoğlu, Kuzey Kutbu’na yaptığı seyahatlerdeki deneyimlerinden hareketle ürettiği işlerinde, renk, ışık ve ses ile yarattığı kurgusal ortamla beni büyülemişti. Bir üst katta yer alan Murat Akagündüz’ün tek renkliliğe dayalı çalışmaları ise görsel algımızda yarattığı sade bir ışık ve gölge oyunuyla aynı soğuk görüntüyü tamamlıyordu. Şener Özmen’in üç enstalasyonundan oluşan son sergisi ile de zorlama bir ortaklık gözetmeden spontane bir uyum yakalanmıştı.KRANK Art Gallery - Vadim Fiükin2016’nın taze mekanı KRANK’ta açılan, Ali Akay küratörlüğündeki sergi, sanat ve teknoloji buluşmasının içerik açısından başarılı örneklerini sundu. Ses, ışık ve hareketli imgeleri kullandığı enstalasyonlarında, bilim, bireysel tecrübe, arzu ve hayal gücü arasındaki ilişkiyi inceleyen Fiükin, şiirsel bir üslup ile mizahi anlatımı birleştirmesiyle favorilerim arasına girdi.Nil Yalter’in çalışmaları sanat gündemine canlılık getirdi...Alt Sanat Mekânı - Ahmet ÖğütBomontiada’nın tarihi atmosferine dahil olan Alt Sanat Mekânı’nda, Ahmet Öğüt’ün, kurumsal yaptırımlar karşısında bireyin direnişini hicivli bir bakışla yansıttığı sergisi yılın en iyilerindendi.SALT Galata - "Tek ve Çok"1955’ten 1995’e Türkiye’de üretim ortamı özelinde maddi kültür tarihimizi masaya yatıran sergi, izleyiciye nostaljinin ötesinde bir gündelik yaşam kültürü okumasının kapılarını açtı.ARTER - Nil YalterTürkiye çağdaş sanatının öncü isimlerden Nil Yalter, bu topraklara ve bu coğrafyaya ait meseleleri konu edindiği çalışmalarıyla 2016 sanat gündemine canlılık getirdi. Üretimine konu ettiği kavram, olgu ve olaylarla günümüz sanatının en duyarlı ve yaratıcı isimlerinden birini izlemek harikaydı.Zilberman Gallery - Azade KökerSıra dışı tekniğini her zaman beğendiğim Azade Köker'in doğanın insanlar tarafından müdahaleye uğramış halini izleyiciye gösterdiği sergisi, bu yılın en iyileri arasındaydı Pi Artworks - Yuşa YalçıntaşResim ve yerleştirmelerden oluşan semboller bütünü niteliğindeki çalışmaların görsel ve kavramsal derinliği, etkileyici bir deneyim yaşattı. Depo İstanbul - Ali CabbarAli Cabbar'ın Türkiye’nin 70 yıla yayılan demokrasi serüveninde boy göstermiş partilerin afiş ve logolarından esinle üretilen çalışmalar, hicivli bir dil ile buruk bir nostaljiyi canlandırdı.
Bu yılın son sergi haberini, yurt dışında da takdir edilen, genç ancak kariyeri olgunlaşma evresine girmiş bir isme ayırmak istedim. Çalışmalarını beğeniyle izlediğim Güneş Terkol’un “Dünyadan Bir Işık Geçti: Hey Bekle!” başlıklı kişisel sergisi, KRANK Art Gallery’de açıldı. Halen Paris’teki sanatçı katılım programı Cité des Arts’da atölye üretimlerine devam eden Terkol, başarılı ve özgün sanatçı inisiyatifi “Ha Za Vu Zu”nun üyelerinden. Kendisi, geçtiğimiz yıl Aralık-Mayıs aylarında Roma, MAXXI’deki İstanbul temalı grup sergisinde de yer almıştı. Zihnimde hala büyük yeri olan bu büyüleyici sergide varlık göstermiş olması çok önemli bana göre. Güneş Terkol’un yurt dışı başarılarına bir de 32’inci Sao Paulo Bienali katılımı eklendi. Bu ay başında sona eren bienalde işleri yer alan sanatçının kariyeri adına bu güzel gelişmelerin devamını diliyorum.Bireyden topluma uzanan hikayelerKüratörlüğünü Ali Akay’ın üstlendiği sergide, sunumun ve mimari alan kullanımının ustaca bir dokunuşun eseri olduğunu daha ilk girişte fark etmemek mümkün değil. Yaratılan kompakt sergi alanı içerisinde tüm işlerin birbirini ezmeden karşınızda duruyor oluşu, algınızın temiz kalmasına olanak sağlıyor. İncecik kumaşlar üzerinde salınan desenler, cinsiyet eşitsizliği ve kimlik tanımı konularını temel alan soyut kompozisyonlar bütünü gibi. Çalışmalarının ilhamını, içinden çıktığı sosyal koşullar, tanıklık ettiği imgeler, kişisel yaşanmışlık ve belleğinden alan sanatçı, bireyden topluma uzanan hikayelerin izini sürüyor. Sembollerle arası her daim iyi olan Terkol’un kurguladığı bu saydam, uçucu ama gerçek evreni, bir “masallar dünyasına” benzetmemek elde değil. Bu benzerliği eserlerin detaylarında işaretlerde de yakalamak mümkün.Heykellerden çıkan sert mesajlar...Figürlerin gerçeküstü öğeler gibi göründüğü işleri dikkatle incelediğimizde, kendi iç dünyamıza ve algılayışımıza dair öznel ifadelere evrildiklerini keşfedebiliriz. Sanatçının başarısı bu noktada, zihinsel evrenine ait anlatım biçimiyle izleyicinin duygu ve düşüncelerine hitap etmeyi başarması. Hayal dünyası ile gerçekliğin ayrımını keskin bir şekilde yapmaktan kaçınan Terkol, bu iki kavramın gündelik hayata yansıttığı olay, ilişki biçimi, durum ve ifadelere görünürlük kazandırmış. Mekanın duvarlarında her biri birer yerleştirmeye dönüşmüş olan kumaş parçalarına, aynı hassas malzemeden yapılmış ama sert mesajlar içeren heykeller eşlik ediyor. Sanatçının yeni denemeleri arasında sayılabilecek ışıklı pano serisi ise kadınlık durumlarına 3 farklı başlık altında değinişiyle dikkatimi çekti. Eserlerinde renk skalasını bilerek dar tutan Terkol’un, sanat pratiğinde sembolizme bu denli çağdaş bir yorum katan nadir sanatçılarımızdan olduğunu düşünüyorum. Güneş’in sergisini görmek için son gün 2 Şubat...
Yılın son sergilerini görmek isteyenler için önerilerimi paylaşmak istedim. Yolunuz Beyoğlu tarafına düşerse uğramadan geçmeyin derim.Galeri Nev İstanbul, işlerini beğeniyle takip ettiğim genç yetenek Gökçen Dilek Acay’ın ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Acay’ın “Gelecekteki İlkel” başlıklı sergisi, Homo Sapiens türünün evrimine ve insanoğlunun doğadaki hakimiyetine ışık tutuyor. Sanatçının, üretim pratiğinde çok çeşitli malzemelere yer vermesi ve farklı mecralara uzanan tekniği her zaman dikkatimi çekmiştir. Mekanik heykeller, hareketli ve cansız objeleri arkeolojik buluntular gibi sergileyen Acay, sabun, tığ işi, saç gibi materyaller kullanarak yapay olanla doğaya ait olanın sınırlarını ortadan kaldırıyor. Adeta bir doğa tarihi müzesine adım atmışım gibi hissettiren sergide, vitrinlerde ve duvarda sunulan işlerin seyrine daldım. İzleyiciyi varoluşun başlangıcı, geçmişi ve olası geleceği üzerinde düşünmeye sevk eden Gökçen Dilek Acay’ın çalışmaları, bunu fazlasıyla yerine getiriyor. Günümüzde bilimsel amaca yönelik kullanılan deney hayvanlarını akla getiren fare heykelcikleri ise insanın doğa karşısında geldiği otorite ve kontrol mekanizması konumunu düşündürüyor. Hemen yanında yer alan sehpa formundaki heykel, kuyruğu belli belirsiz hareket eden bir “Hayvan Mobilya” olarak bu itaat tutkusuna dair düşüncelerimi derinleştirdi. Sıra dışı tekniğini ilginç bakış açısıyla ustaca birleştiren Acay’ın sergisini mutlaka görmelisiniz, 30 Aralık son gün.Fransız sanatçı Maude Maris’in realist tekniğini başarılı buldum...Antik uygarlıklardan günümüz medeniyetlerine uzanan yolculukPi Artworks ise Fransız kadın sanatçı Maude Maris’in Türkiye’deki ilk kişisel sergisine yer veriyor. Daha önce Contemporary İstanbul’da işlerini görme fırsatı yakaladığım sanatçının, “Antique Romance” adını verdiği sergisi, heykel ve resim çalışmalarını içeriyor. İlhamını mimariden alan, antik uygarlıklardan günümüz medeniyetlerine kadar pek çok imgesel bağlantı içeren eserler, figür, obje ve taşların baş rolü aldığı soyut kompozisyonlar olarak göz dolduruyor. Sanatçının minimal üslubunu ve dijital modellemeleri andıran realist tekniğini çok başarılı buldum. Sergiye tek bir yerleştirme gözüyle bakıldığında her bir eserin birbirini tümleyen parçalar olduğunu görmek mümkün. Özgün bir sanatsal dokunuşun uygarlık tarihinin öğeleriyle buluştuğu bu etkileyici seçkiyi, 30 Aralık’a kadar ziyaret edebilirsiniz.Dolandırıcılık tarihine değiniyorPilot galerideki “Hür Budalalar ve Kurnazlar Cemiyeti” başlıklı sergi aralık ayındaki favorilerim arasına girdi. Başarılı çağdaş sanatçılarımızdan Burak Delier kişisel sergisinde, son dönemde kapsamlı araştırmalara daldığı dolandırıcılık hikayeleri konusunu ilgi çekici bir şekilde ele almış. Serginin çıkış noktasını oluşturan çalışma, Delier’in Aralık 2015’te efsanevi dolandırıcı Sülün Osman kılığında Galata Köprüsüne çıktığı “Dolandırıcı olarak Müellif” isimli performansı diyebiliriz. Toplumsal yapının katı ve baskıcı tutumu içinde bile dolandırıcıların sınırlar arasında bir geçirgenlik alanları olduğu gerçeğinden yola çıkan sanatçı, bu çarpık geleneksel ve kültürel modelin örneklerini mercek altına alıyor. Eyüplü Halit, George Manolescu, Prenses Caraboo, “Sülün” Osman, “Kont” Viktor Lustig gibi tarihe mal olmuş isimlerin hikayeleri üzerinden dolandırıcılık tarihine ve felsefesine değinen Delier’in tam bir cemiyet ortamı şeklinde kurgulanmış heyecan verici sergisini mutlaka deneyimleyin. 1 Ocak’a dek vaktiniz var.
RAMPA ve Ariel Sanat’ta yer alan kişisel sergilerde, usta isimler Nilbar Güneş ile Sarkis’in yaratıcı, bir o kadar da düşünmeye sevk eden çalışmalarıyla karşılaşacaksınız...Aralık ayı devam ederken galeriler, yıl bitmeden biraz soluklanma fırsatı bulsalar da oldukça kaliteli sergilere yer vermeyi ihmal etmemişler. Hareketli geçmesini dilediğimiz bahar dönemi öncesi zihninizi sanatsal açıdan diri tutmak isterseniz bu haftaki önerilerimi ajandanıza ekleyebilirsiniz.Sao Paolo Bienali’ne katıldıRAMPA, 2016’ya Nilbar Güreş’in “Çift Başlı Yılan” isimli kişisel sergisiyle veda ediyor. Nilbar Güreş, gerek sanat pratiği gerekse teknik konusundaki ustalığı ile benim üst düzey isimler arasında sayabileceğim önemli bir kadın sanatçı. Güreş’in sergideki kolaj, desen, yerleştirme alanlarındaki çalışmaları yakın zamanda Sao Paolo Bienali’nde de izleyiciyle buluşmuş. Proje mekanının, yumuşak bir pembeye boyanmış duvarları arasında tamamen tezat renk ve üsluptaki işleri, Güreş’in kuvvetli bir metafor ustası olduğunun altını bir kez daha çiziyor. Sergiye ismini veren, taşlar arasından uzanmış çift başlı yılan figürü yerleştirmesi, mitolojiden masallara türlü öykülerin ipuçlarını taşıyor. Sergideki favorilerimden bir diğeri de “Doğal Rakip” isimli yerleştirme. Dantelli bir sehpanın zihinlerde uyandırdığı prototipi hicivli bir yaklaşımla bozguna uğratan Güreş, tek bir eserde aynı anda pek çok sorunlu noktaya parmak basmayı başarıyor. İlgiyle izleyeceğinizi tahmin ettiğim “Çift Başlı Yılan” sergisi ise 30 Aralık tarihine dek açık kalacak.Geçmiş ve geleceği buluşturuyorAlternatif içerikleriyle beni daima etkileyen sergilerin mekanı Ariel Sanat, usta isim Sarkis’le bu yılı sonlandırıyor. “Bellek ve Sonsuz için Kitaplık (İkiz)” isimli sergi, Sarkis’in, göçebe işleri üzerinden, hafızaya dair nostaljik bir yorum ortaya koyuyor. Geçmiş ve gelecek arasında köprü niteliği taşıyan çalışmalar, bize zaman ötesi bir deneyim sunuyor. Sarkis’in kitaplarını içeren antika bir vitrinli mobilya-heykelin karşısına konumlandırılmış “ikiz”i, bu tarihsel döngünün hüzünlü parçalarını taşıyor. Sergiyi görmek için 14 Ocak’a kadar vaktiniz var...
Salt Galata’da açılan “Kim Kimi Güverteden Atar” sergisinde, göç, yurttaşlık ve sermaye gibi konuları irdeleyen fotoğraf işleri, duvar yazıları, filmler ve enstalasyonları yer alıyor.SALT Galata, düzenlediği sergilerle her anlamda gündemin nabzını tutmaya devam ediyor. Geçtiğimiz ay kapılarını açan “Kim Kimi Güverteden Atar?”, Oliver Ressler’in son 12 yıldaki üretimlerine yer veren, içerik anlamında dopdolu bir sergi olmuş. Avusturyalı sanatçı Oliver Ressler ekonomi, demokrasi, küresel ısınma, direniş biçimleri ve toplumsal alternatifler gibi meseleler üzerine ürettiği film, video, fotoğraf ve enstalasyonlarıyla tanınan bir isim. SALT Galata’daki işleri de son yıllarda gündemimizden düşmeyen hassas konuları temel almış derinlikli çalışmalar.İstanbul’da çekilen filmi izleyinRessler, küresel boyuta çoktan ulaşmış göç, yurttaşlık, ulus-devlet fikri, siyasi ve coğrafi açıdan sınırlar gibi meseleleri ele aldığı işlerinde, izleyiciyi çarpıcı gerçeklerle yüzleşmeye davet ediyor. Sanatçının, hepimizin bir noktada fikir sahibi olduğu bu kritik konularda, yüzeysel bakış açısının ötesine bir çağrı yaptığını düşünüyorum. Sergi salonunun dışına taşarak mekanın diğer katlarına konumlanan fotoğraf, yerleştirme ve duvar yazıları tamamlanması gereken yap-boz parçaları gibi izleyicinin ilgisini bekliyor. Güncel sorunları, politik ve ekonomik yapıların karmaşık yüzleri üzerinden sorgulamaya açan sanatçının “Türkiye’de Suriyeli mülteci yok” isimli filmi serginin öne çıkan işlerinden. Geçtiğimiz yaz İstanbul’da çekilen film, hayatını burada sürdürmeyi seçen Suriyelilere odaklanıyor. Onların anlatımıyla, Türkiye’nin ve Avrupa’nın mülteci konusuna bakışını gözler önüne seren çalışma, öteki olarak nitelenenlerin sesini duyurmasıyla ve duruma, karşı tarafın gözünden bakma olanağı sağlamasıyla beni çok etkiledi. Hemen yanında yer alan “Acil Durum Tepetaklak” videosu, siyah beyaz bir animasyona eşlik eden dış sesin, sınırların olmadığı bir dünya ütopyasını, analitik ve eleştirel bir dille anlatımına sahne oluyor. Bu soyut çizgileri dikkatle incelediğimizde göç yollarını, ulusal sınırları, cankurtaran halatlarını ve hatta kalp atış hızını çağrıştırdığını görebiliriz. Bu çarpıcı çalışmada, dokunaklı bir görselliğin, realist fikirsel yaklaşımla bir arada sunuluşunu çok beğendim.Kıyıya vuran takım elbiseliler...Mekanın diğer katlarında bulunan aynı isimli zemin yerleştirmesi de oldukça başarılı. Diğer favorim ise “Kıyıya Vurmuş“ serisi oldu. Akdeniz’de can veren on binlerce mültecinin hafızalarımızdan silinmeyen görüntülerine göndermede bulunan fotoğrafların öznesi bu kez, politikacı ve yöneticileri anımsatan takım elbiseli erkek figürler olmuş.Sanatçının Dario Azzellini ile ortak üretimi olan üç kanallı video enstalasyonu da, Milano, Roma ve Selanik olmak üzere üç farklı şehirde fabrika yönetimi hakkında inisiyatifi ele alan işçilerin öncü yaklaşımlarına ve demokratik sistemlerine ışık tutan, belgesel niteliğinde önemli bir çalışma olarak ilgiyi hak ediyor. Giriş katındaki mermer duvara uygulanan “Mülkiyet Hırsızlıktır” sloganını ilginç bir şekilde görselleştiren yerleştirme ise bana ironik bir selamlamayı andırdı. Sergi ayrıca İstanbul’un iki farklı yerinde reklam panosu olarak konumlanan “Too big to fail (İflas için çok büyük)” çalışmasıyla da izleyiciye sürpriz yapıyor. Dolmabahçe ve Kızıltoprak’ta görülebilecek panolar, bu güçlü serginin ipuçlarını taşıyan ilgi çekici bir yönlendirme. Size de bu yönlendirmenin peşinden giderek sergiyi görmenizi tavsiye ediyorum. 15 Ocak’a dek vaktiniz var.
“Balkanlar'dan Gelen Soğuk Hava” sergisi, metaforlarla geçmişe odaklanıyor...Balkanlardan Gelen Soğuk Hava isimli sergisiyle 2016 yılına veda edecek olan Pera Müzesi, yine farkını ortaya koydu. Balkan güncel sanatının nabzını tutan sergide, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Romanya, Sırbistan ve Slovenya’dan önemli çağdaş sanatçıların eserlerine yer veriliyor. Alenka Gregoric ile birlikte serginin küratörlüğünü üstlenen diğer isim ise Ali Akay. Öyle ki sergiyi gezmeye başladığınızda Akay’ın seçki ve görsel düzenlemeye dair yetkin dokunuşlarını fazlasıyla hissediyorsunuz.Siyaset doğa metaforuyla anlatılıyorBalkan ülkelerinin yakın tarihine damga vuran ortamına tanık olmuş farklı kuşaklardan Balkan sanatçılar, çeşitli mecralarda ürettikleri çarpıcı eserlerini izleyiciyle paylaşmış. Serginin teması ise metaforik bir doğa olayına dayanıyor: Rüzgâr. Kışın gelişini akıllara getiren, bilindik tabiriyle "Balkanlar'dan gelen soğuk hava dalgası" temasını öne çıkaran küratörler, sergide, bölgenin tarihi ve kültürel geçmişini sorgulamayı hedeflediklerini belirtiyor.Semboller, ideoloji, sanat sistemi, değer, beden gibi kategorilerin altında kurgulanmış başlıklar, her bir sanatçının eserine dair ipuçları veriyor. Özellikle "Sanat Sistemi" başlığı altındaki işleri çok başarılı buldum. Hem evrensel hem yerel düzeyde karmaşık kurallardan oluşan bu ağ, zorunlu ilişkilerin üretim süreçlerini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.Sistemin toplumda yarattığı baskıSisteme dair fikir ve eleştirilerini eserleri aracılığıyla ileten sanatçılar, diğer yandan alternatif bir kanalın temellerini atıyor. Bu kategori altında sergilenen işlerden en beğendiğim Maja Bajevic’in "Nasıl Yönetilmek İstersin?” isimli videosu oldu. Çalışmalarında her alanda güç, iktidar ve statü sahiplerinin yönelttikleri şiddeti konu edinen Bosnalı sanatçı, videosunda, mevcut sistemde sanatçıların üstelik de kadın olarak karşılaştığı çıkmazları, çelişkileri masaya yatırmış. Sloganlaştırılmış bir şekilde aynı cümleyi tekrarlayan dış ses ve karşılıklı iki ekranda saçları taranan kadın figürü, zorla ehlileştirilen kimliğin sancılı mesajını iletiyor bana göre. Severek takip ettiğim başarılı çağdaş sanatçılardan Anri Sala’nın çalışmaları ise Beden/Başkalarını İzlemek başlığı altında sergileniyor. Modern bir gözetleme biçimi olarak denetim kavramını ele alan Sala, sistemin yukarısından toplumun tabanına yayılmış türleriyle baskı modellerini irdeliyor. Pera Müzesi’nde 7 Mayıs’a kadar devam edecek olan sergiyi mutlaka görmenizi tavsiye ederim.
Depo İstanbul ve Galerist’te gezme fırsatı bulduğum sergiler, derin içerikleriyle sanatseverleri tatmin edecektir...İki değerli ismin kişisel sergilerini izleyiciyle buluşturan Depo İstanbul, eleştirel üretimin en güzel örneklerini önümüze sermiş. Çağdaş sanat sahnemizdeki ayrıcalıklı yeri tartışılmaz olan Ali Cabbar, kendine has biçimsel üslubunu siyasi arenanın malzemeleriyle bir araya getirerek harika bir sergiye imza atmış.15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardından Türkiye'nin demokratik yapısına hicivli bir dil ile ışık tutan sanatçı, siyasi parti amblemlerini ve seçim afişlerini yeniden yaratmış. Tuval üzerine akrilik 50 siyasi parti logosu ve kâğıt üzerine pastelle yeniden çizilen seçim afişleri karşılıklı iki duvarda buruk bir nostaljiyi canlandırırken bugünkü politik gündem ile parallellik kurmanızı sağlıyor. 70 yıla yayılan demokrasi serüveninde boy göstermiş partilerin afişlerindeki sembolik imgeleri de neon ışıklı yerleştirmelerle tamamlayan Cabbar, horoz, at gibi hayvanların işitildiği ses enstalasyonu ve Bremen Mızıkacıları’ndan türemiş "Demokrasi Mızıkacıları" isimli işleriyle bir kez daha hayranlığımı kazandı. Yakın geçmişe ironik bir yolculuk yapmanızı sağlayacak "Tipsiz" isimli sergi, 27 Kasım’a dek devam ediyor.Ali Cabbar, partilerin afişleriyle ironik bir yaklaşım sergiliyor...Hissedeceğimiz duyguların günlüğü gibi...Yine Depo İstanbul’da sanatseverlerle buluşan "Hâlâ Hayatta mısınız?" isimli sergi, Berat Işık'ın 2015-2016 yıllarında ürettiği eserleri içeriyor. Sanatçının yaşadığı kent olan Diyarbakır'ın son dönemde içinden geçtiği süreçte ortaya çıkan işler, kayıplar, ölümler ve çatışmalarla şiddeti hiç dinmeyen bir gündemde hayatta kalmaya çalışan birinin mesajını iletiyor. Berat Işık’ın politik alt metni öne çıkan eserlerinde kullandığı görsel dili hem şiirsel hem de çarpıcı buluyorum. Metaforik öğelerle ustalıkla başa çıkan Işık’ın sergideki işleri arasında, umuda saplanan hançeri sembolize eden "İsimsiz (Kusursuz Aşıklar)" çalışması favorim oldu. Video çalışmalarını da çok beğendiğim sanatçının, "103" isimli ses ve duvar yerleştirmesi gerçekten içinizi acıtacak bir eser. Birbirleri arasındaki kuvvetli diyalog sayesinde zihnimizde tek bir enstalasyon gibi birleştirebileceğimiz çalışmalar, dışarıdan bir gözle yaşananlara baktığımızda hissedeceğimiz duygulanımın günlüğünü tutmuş diyebilirim. 11 Aralık’a kadar devam edecek bu sergiyi mutlaka görmelisiniz.Sosyo-kültürel okumanın izlerini sürün...Üslubunu çok beğendiğim, yüksek yetkinlikteki hiperrealist desenleriyle tanıdığımız Rasim Aksan’ın "12.12.12" başlıklı sergisi, Galerist’te açıldı. Zorunlu askerlik sürecindeki gün sayma pratiğinden hareketle, askerliğe dair herkesin aşina olduğu nesne ve durumları görselleştiren Aksan, vatan sevgisi, sevgiliye duyulan özlem ve kadın bedeni imgeleri arasındaki çelişkilerle dolu ilişkiyi ele almış. Hazır nesne kullanımı, kağıt üzerine suluboya kalem ve akrilik airbrush tekniği ile yarattığı muhteşem gerçekçilikteki eserleri, taşıdığı otobiyografik ipuçlarının yanı sıra sivri bir toplumsal eleştiriye sahne oluyor. Sergiyi oluşturan her bir detayın, temayı güçlendirecek şekilde titiz bir düşüncenin ürünü olarak tasarlanması beni çok etkiledi. Sadece biçimsel bir ustalığın değil sosyo-kültürel bir okumanın da izlerini süreceğiniz bu sergiyi, 30 Aralık tarihine dek ziyaret edebilirsiniz.