Çağdaş sanat alanındaki en yeni üretimlerin nabzını tutma fırsatı verdiği için Mixer’i hem online hem de sergi mekanı olarak ilgiyle takip ediyorum. Genç yetenekleri piyasaya kazandırarak onlara görünürlük sağlamayı amaçlayan platform, benim yeni bir ismi daha keşfetmeme vesile oldu. Meltem Şahin, illüstrasyon pratikleri üzerine yüksek lisansını Maryland Institute College of Art’ta tamamlayan ve Can Yayınları için çocuk kitaplarına yaptığı çizimlerle tanınan taze bir sanatçı. Şahin’in “Negative Pleasure” ismini verdiği kişisel sergisi de son dönemde izlediğim en sıra dışı sergilerden biriydi diyebilirim.Görsellik insanı büyülüyor...Alman filozof Immanuel Kant’ın haz hakkındaki düşüncelerinden hareketle sergisine “Olumsuz Haz” ismini veren sanatçı, video-animasyon, optik oyuncak, hareketli yerleştirmeler gibi birbirinden oldukça farklı tekniklerde üretilmiş çalışmalarını bizimle paylaşmış. Arduino platformu, motorlar ve hareket sensörleri kullanarak, çiziminden üretimine tamamen kendi tasarımı olan bu oyuncakları yaratan genç yetenek, sanat eseri kavramının sınırlarını genişletmiş. Serginin girişinde ziyaretçileri adeta selamlayan hareketli duvar yerleştirmesindeki kukla formlu figür, ilginç bir deneyimin bizi beklediğinin mesajını veriyor. Simsiyah ve kapalı bir bölüm şeklinde kurgulanan sergi alanında, masalsı görselliğiyle insanı büyüleyen iki video animasyona, dört mekanik ve dört elektronik oyuncak eşlik ediyor.Felsefeyi sanatla buluşturuyorPastel renkler ve yalın çizgilerle detaylandırdığı illüstrasyonlarıyla Gilles Deleuze, Friedrich Nietzsche ve Maurice Merleau-Ponty gibi düşünürlerin ele aldığı konuları yorumlayan Şahin, felsefe ve sanat birlikteliğinin etkileyici örneklerini sunuyor. Silikon, pleksi, seramik gibi çeşitli malzemelerle, çizimlerinin ana temalarını üç boyutlu halde aktaran sanatçının, ses ve ışık oyunlarıyla yarattığı çalışmalar beni gerçekten heyecanlandırdı. Sergide, özellikle “Becoming Van Gogh” ve “Becoming Cezanne” isimli interaktif oyuncakları çok beğendim. Mixer’de 3 Aralık’a dek devam edecek olan sergiyi mutlaka görmelisiniz. İzleyiciyi içine alan bu büyülü dünyada, her birinin görsel zenginliğini ayrı ayrı keşfedeceğiniz işlerle eşsiz bir deneyim sizleri bekliyor.
Contemporary İstanbul’da en çok beğenimi toplayan işlerin listesini yaptım. Özellikle koleksiyon sergisini ziyaret etmelisiniz...C ontemporary İstanbul geride bıraktığımız yılın tüm gerilimli gündemine rağmen kapılarını ziyaretçilere açarak, hepimize sanatın umutları yeşerten gücünü hatırlattı. Hem galerilerin görücüye çıkarttığı taptaze üretimlerin seyrine dalmak hem de bu yıl ilk kez düzenlenen nitelikli koleksiyon sergisini keşfetmek için mutlaka fuara uğramalısınız. Her yıl olduğu gibi en çok beğenimi toplayan işlerin küçük bir listesini yaptım. Kariyerinin zirvesinde olan ve sanat pratiği halihazırda hak ettiği değeri kazanmış büyük sanatçılarımızın işlerindense, kendi adıma yeni keşiflerimi, genç sanatçıları ve takip ettiğim sanatçıların yeni üretimlerini dahil etmeyi uygun gördüm.Pop-art’tan kavramsal sanata yolculuk...Guido Casaretto - Galeri ZilbermanGuido Casaretto’nun özellikle malzemeyle ilişkisindeki yetkinliğini ve benzerine rastlamadığım özgün ifade dilini her zaman takdir ediyorum. Karlı bir dağ manzarasını üç boyutlu duvar heykeli formunda izlediğimiz eseri, benim fuardaki favorim oldu. Masif bir beton kütle gibi görünen çalışmayı, ustaca bir teknikle tamamen boyadan oluşturulmuş hafif bir heykel şeklinde tasarlayan sanatçı, izleyicinin algısıyla oynamayı başarıyor.Memed Erdener a.k.a. Extramücadele - Galeri ZilbermanEleştiri dozu yüksek kavramsal yerleştirmeleriyle tanıdığımız Extramücadele’nin iki yeni çalışmasını fuarda gördüğüme sevindim. Sanatçı, hazır nesne ve ahşap, metal gibi malzemelerle kendi tasarladığı heykelvari işlerinde, kendine has keskin ve derin alt metne sahip anlatımını öne çıkartmış. Hüseyin Arıcı - x-istGenç sanatçının modelaj hamuruyla inanılmaz gerçekçi bir şekilde biçimlendirdiği kurtçukların bilinçsiz, içgüdüsel hareketini yansıtan tuval çalışması fuarın en ilginç işlerinden biri. “Omurgasızlar Serisi” olarak adlandırdığı serinin bir parçası olan çalışma, içerdiği derin toplumsal mesajla farklılık kazanıyor.Neslihan Başer - C.A.M. GaleriSanatçının kendi nakış ve dikiş makinaları ile ürettiği işlerindeki teknik zenginlik hemen göze çarpıyor. Manzara tasviri görünümündeki çalışması, renklerin ahenkle iç içe geçtiği soyut imgelere benzerliğiyle beni etkiledi.Yuşa Yalçıntaş - Pi ArtworksSanatçının mistik ritüeller, mitoloji, felsefe gibi alanlardan beslendiği çalışmalarındaki, yalın görsel dil ve sembolik anlatım çok heyecan verici.Nasan Tur - DirimartOldukça başarılı bulduğum sanatçılardan biri olan Nasan Tur, daha önce videosunu ürettiği “In My Pants” isimli çalışmasında, bu kez söz konusu performansı fotoğraflarla görselleştirmiş. En az videosu kadar etkileyici olduğunu söyleyebilirim.Roman Uranjek & Radenko Mi lak - Krank Art GalleryAynı kültürden gelen iki sanatçı, farklı görsel dil ile benzer konuları işlediği çalışmalarını birleştirerek, güçlü bir kompozisyon oluşturmuşlar. Bu serinin her bir parçası ilgiye değer.Nermin Er - Galeri NevKağıdı ustalıkla işleyen sanatçının her biri minik birer heykel niteliğindeki çalışmaları dışavurumcu ama minimal üslubuyla fuarın öne çıkanlarından.Arzu Akgün - Galeri MerkürSanatçının tamamen ahşap malzemeden, oyarak ve şekil vererek ürettiği eser, tuval resmini aratmayacak güzellikte.Nesren Jake - DairePop-Art’ın anlatım yöntemlerini kullanarak başarılı işlere imza atan sanatçının, “İşçisin Sen, İşçi Kal” deyişini ironik bir dille görselleştirdiği çalışmasını görmeden geçmeyin.
ABD'nin pek çok kentine yayılmış olan "Art & Yoga" stüdyoları modern bireyin arınmasını sağlayarak yaratıcılığını ortaya çıkarıyor...Sanatın son yıllarda daha da artan bir hız ve çeşitlilikle gündelik hayatımıza iyiden iyiye yerleştiği yadsınamaz bir gerçek. Geçen ayki Miami seyahatimde keşfettiğim, Amerika’da oldukça popüler hale gelmiş bir trendden söz etmek istedim bu hafta sizlere; yoga ve sanat buluşması. Özellikle metropollerde yaşamını sürdürenlerin, stres ve sağlıksız yaşam koşullarıyla başa çıkmak için yöneldiği bir spor - meditasyon olan yogayı sanatla buluşturma fikri benim çok ilgimi çekti.Stüdyolar ABD'ye yayılmış durumdaAmerika’da pek çok kente yayılmış olan Art & Yoga stüdyoları, iki türlü varlığını sürdürüyor. Bir kısmı sanat galerisi şeklinde işlev gören stüdyolarda belirli saatlerde yoga dersleri veriliyor ve çeşitli eserlerle dolu alternatif bir ortamda sıra dışı bir odaklanma deneyimi sunuluyor. Buradaki temel motivasyon, alışılmış meditasyon ortamını dönüştürerek, zihinsel arınmaya sanatsal öğeler yardımıyla daha pozitif dokunuşlar ekleyebilmek. Böylece mekan, bir galeri olarak sanat üreticilerine ve sanat piyasasına gerekli desteği sağlarken, bu iki disiplini birleştirerek müşterilerine farklı bir atmosfer sunmuş oluyor.Diğer türlü işletilen stüdyolar ise katılımcılarına hem meditasyon yapacakları hem de sanatçı yönlerini ortaya koyacakları imkanlar sunuyor. Aynı çatı altında yoga eğitiminize devam ederken yaratıcılık, doğaçlama üretim gibi konularda da kendinizi geliştirme fırsatı buluyorsunuz. Gündelik yaşam pratiğine bu iki disiplinin birlikteliğini uyarlayarak, duyuları geliştirmenin yanı sıra fiziksel, duygusal, ruhsal ve mental durumda iyileşme sağlamak mümkün.Bu tür yenilikçi girişimler sanatı yerleşik hale getiriyor...Yaratıcı güçlerinizi keşfetme zamanı...Bu stüdyolarda genel uygulama, öncesindeki yoğun yoga seanslarında hayal gücünün ve derin odaklanmanın ortaya çıkardığı imgeleri, özgür bir dışavurum yöntemiyle betimlemek şeklinde özetleniyor. Bu sayede katılımcılar içsel yaratım güçlerini keşfedip, sahip oldukları sanatsal ifade yeteneklerini aktarmanın yollarını öğreniyor. Bedensel rahatlama ve zihinsel dinginleşmeye yardımcı araçlardan biri olan Yoga, bilincin derinliklerine nüfuz ederek yaratıcı fikir ve yönelimlerin gelişimini engelleyen blokaj noktalarını açıyor. Hangi sanat dalına yeteneğinizin olduğundan bağımsız şekilde, beden-akıl- ruh ilişkisinden dışarı yansıyanlara odaklanan bu yaklaşımı çok cesaretlendirici buldum. Üstelik bedensel bir aktivite olarak performans sanatını da programlarına dahil eden eğitmenler, keyifli, heyecan verici ve derinlikli ifade yöntemlerini katılımcıya öğretiyorlar. Elbette herkesin sanatçı olması beklenmiyor ancak dileyen her bireyin dilediği şekilde sanatla bir kıyısından ilgilenme özgürlüğü olduğuna inanıyorum. Bu tür yenilikçi girişimleri de, sanatın gündelik hayatımızda yerleşik hale gelmesinde etkili olmaları bakımından destekliyorum. ABD’nin yanı sıra Avrupa’da da popülerlik kazanan Art & Yoga birleşimine ülkemizde şimdilik sadece Sabancı Müzesi ve Cer Modern gibi kurumların el attığını biliyoruz. Galerilerin ve müzelerin yoga merkezleri olarak kullanımının yaygınlaşması, hayatın koşturmacası içindeki bireye rahat nefes alma imkanı sunması açısından çok önemli. Dilerim yakın zamanda bu hedefle yola çıkmış projelere daha çok rastlarız.
Ekim ayına damgasını vuran etkinlik bana göre Nil Yalter’in Arter’de açılan "Kayıt Dışı" isimli sergisi. Türkiye çağdaş sanatının yakın geçmişindeki öncü isimlerden Nil Yalter, 1965 yılından beri ikamet ettiği Paris’te devrimci siyasal akımlara dâhil olup Fransız feminist sanatının 1970’lerdeki önemli temsilcileri arasına girdi. Çalışmalarını daha ziyade Fransa’da gerçekleştirmiş olsa da, üretimlerinde göreceğimiz üzere, Yalter’in bu topraklarla ve bu coğrafyaya ait meselelerle derdi hiç bitmedi.Politik yerleştirmeler epey etkileyiciKüratörlüğünü Eda Berkmen’in üstlendiği sergi, Nil Yalter’in Türkiye’de bugüne kadar gerçekleşen en kapsamlı sergisi olma özelliği taşıyor. Yalter’in çok yönlü sanat pratiğinin en başarılı örnekleri niteliğindeki resim, kolaj, fotoğraf, yerleştirme, video, performans gibi farklı medyumlardan eserlerinin bir araya getirildiği seçkiyi çok doyurucu buldum. Sergiye girer girmez, "Göçmenler" isimli video yerleştirmesi ve sanatçının şiirsel sözlerini içeren metin yerleştirmesi bizi karşılıyor. Yalter’in odaklandığı temel konulardan biri olan göç olgusunu irdeleyen çalışma, sanatçının göçmenlerle yaptığı röportajların kayıtlarını içeriyor. Bu dokunaklı hikayelere, duvardaki kadın ve çocuk portreleri kusursuz eşlik ediyor. Nil Yalter’in politik bir konuyu ele aldığı ilk çalışması olan "Deniz Gezmiş" ve Doğu-Batı arasında tematik bir yolculuğun resmini çizen "Orient Express" yerleştirmeleri de giriş katta beni en çok etkileyen işler oldu.Geleneksel algıyı sorgulayan çalışmalarSerginin genelinde hakim olan mekan düzenleme stilinin, sanatçının yapıtlarındaki temel motif ve kaynakların bütünsel diyaloğunu çok iyi vurguladığını düşünüyorum. Sırt sırta vermiş iki oda şeklinde sunulan "Harem" ve "Le Cevalier d’Eon" isimli yerleştirmeler, cinsiyet, kimlik ve bu kavramlara yönelik geleneksel algının sorgulandığı çarpıcı çalışmalar olarak ayrı bir ilgiyi hak ediyor. Özellikle, sanatçının Topkapı Sarayı’na yaptığı gezi sırasında çektiği fotoğraflardan ve mimari süslemelere atıfta bulunduğu desenlerinden oluşan kolajlar, "Harem" çalışmasının muhteşem parçaları bana göre. Nil Yalter, belgesel ve şiirsel dili bir arada kullanarak ürettiği çalışmalarında, tümden gelen bir bakışla, toplumsal meseleler üzerinden bireyin gerilimli varoluş öykülerine ışık tutuyor.Kadın kimliğini yeniden ele alıyor...Mekana hakim bir konumdaki "Gurbetlik Zor Zanaat Zor" isimli seride, işçilerin fotoğrafları ile Nazım Hikmet ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiirleri, vurucu bir birliktelik oluşturmuş. Sistemin ve toplumun daima göz ardı ettiği kimseler olan göçmenler ve işçilere, bireysel kimliklerini öne çıkarma yaklaşımıyla değinen sanatçının bu lirik yerleştirmesinden çok etkilendim. Serginin yıldızı ise kesinlikle "Rahime Türkiyeli bir Kürt Kadın" isimli eserdir benim için. Sanatçının en bilinen işlerinden olan bu çalışma, kadının bitmek bilmeyen mücadelesi, etnik kimlik sorunları, göç ve toplumsal normların bireye baskısı gibi konuları deşiyor. Ana karakterin hem kadın hem de birey olarak kimliğinin elinden alınmasına işaret eden Yalter, izleyiciyi aslında tek bir örnek üzerinden genellenebilen problemli bakış açısıyla yüzleştiriyor. Üretimine konu ettiği kavram, olgu ve olaylarla günümüz sanatının en duyarlı ve yaratıcı isimlerinden olan Nil Yalter’in bu fevkalade sergisini 15 Ocak tarihine dek ziyaret edebilirsiniz.
Sanatın ekonomi ve siyasi gündemden bağımsız düşünülemeyeceğini her fırsatta dile getiriyoruz. Bunun en somut halini geçtiğimiz hafta gerçekleşen Frieze London’da gözlemledim. Küresel çaptaki ekonomik kriz, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı, akabinde sterlinin değer kaybetmesi, tüm dünyayı sarsan terör eylemleri ve bunun yarattığı tedirgin atmosfer uluslararası önemi tartışılmaz olan Frieze fuarı için yaralayıcı olmuş. Her ne kadar basında yer alan satış haberleri vasıtasıyla bunun tam tersi yönde bir algı yaratılmaya çalışılsa da benim şahsi kanaatim, bu çabanın sanat profesyonelleri ve kurumlarını motive etmek amaçlı olduğu yönünde. Ne yazık ki gerilimi henüz dinmemiş olan İngiltere ekonomik ve politik gündemi fuara da yansımış. Gerek Masters (ustalar) gerekse Contemporary (çağdaşlar) bölümlerinde işlerini zaten bildiğimiz, dünyaca ünlü sanatçılar dışında pek bir farklılık göremedim. Hatta öyle ki; her türden yenilikçi üretime keşfedilecek bir potansiyel gözüyle bakmama rağmen, beni bile “Bunun neresi sanat?” diye düşündüren işler oldu. Benim favorilerim; enstalasyonlarıyla göz dolduran Walead Beshty, dijital çalışmalarıyla öne çıkan Jon Rafman ve Beyrutlu video sanatçısı Akram Zaatari oldu.1950’lerden kalma sanatçı atölyesi gibi...Frieze London, genel itibariyle zayıf olmasına rağmen, fuara damga vuran müstakil sergi ve bölümler de mevcuttu. Güzel havanın ve baharın geri geldiği fuar günlerinde, heykel parkını gezmekten büyük keyif aldım. Ayrıca Hauser & Wirth galerisinin prodüksiyonu olan sanatçı stüdyosu bölümü fuarın yıldızıydı diyebilirim. Mekana adım attığınız anda 1940’lardan, 50’lerden kalma bir sanatçı atölyesine girmişsiniz gibi hissettiren stüdyoda, Giacometti’den Brancusi’ye, Thomas Houseago’dan Louise Bourgeois ’ya, Isa Genzken’e kadar pek çok ustanın eserleri yer alıyordu.15’inci İstanbul Bienali kesinlikle yapılacakTürkiye’den katılan tek galerinin Rampa olduğu fuarda en büyük kazanım; Hüseyin Bahri Alptekin’in “H Fact: Hospitality/Hostility” serisinin Tate tarafından satın alınmış olmasıydı. 15’inci İstanbul Bienali’nin küratörleri Elmgreen & Dragset onuruna verilen davette ise Türk çıkarması yaşandı. Gecede konuşma yapan ikili, bienalin kesinlikle yapılacağını vurgulayarak bu konudaki belirsizliği giderdiler.Şehir Frieze dönemine çok iyi hazırlanmış. White Cube’daki Kounellis ve Gormley sergileri ile Whitechapel Gallery’deki William Kentridge sergileri muhteşemdi. Victoria Miro, görünürlüğü oldukça artan Afrika sanatının başarılı temsilcisi Njideka Akunyili Crosby ile izleyici karşısına çıkmış. African Art Fair etkinliğinin düzenlendiği Somerset House’da orduyu andıran heykel yerleştirmesi beni çok heyecanlandırdı. Temsilcimiz Pi Artworks London’daki karma sergi ve Sotheby’s tarafından düzenlenen Taner Ceylan sergisi de görülmeye değerdi.
İstanbul’un önde gelen galerilerinin güzel bir dayanışmayla yarattığı İstanbul Gallery Weekend kapsamındaki sergileri heyecanla gezdim.Akbank Sanat- Sanat Rastlantısı/ Rastlantının SanatıGallery Weekend dışında kalsa da aynı hafta sonuna denk gelmesi sebebiyle turuma dahil ettiğim, Hasan Bülent Kahraman küratörlüğündeki serginin yıldızı bence Fırat Engin’in “Sanatın Sultanları” isimli işiydi. Gerçek bir kılıç üzerine, geçtiğimiz yıl çokça konuşulan, sanata yön veren 100 isim listesindeki kişilerin adlarının kazılı olduğu yerleştirme hem eleştirel yaklaşımı hem de sergilenme biçimiyle beğenimi kazandı. Sanatın rastlantısallığını ve bilinçle olan çetrefilli ilişkisini konu alan sergide, Erdal İnci’nin video çalışması ile Eda Soylu’nun interaktif diyebileceğimiz enstalasyonu da görülmeye değer.Pi Artworks-Yuşa YalçıntaşSanatçının gerçek dışı mekan tasviri ve çocuk figürleri ile betimlediği mistik ritüeller, mitoloji, felsefe gibi alanların ışığında, inanç ve davranış bilimi kavramlarını irdeliyor. Resim ve yerleştirmeler den oluşan bu semboller bütünü niteliğindeki serginin görsel ve kavramsal derinliğini heyecan verici buldum. Öktem&Aykut-İnci FurniBeyoğlu bölgesindeki diğer favorilerimden biri olan sergide, Furni’nin sulu boya desenlerindeki yalın ve ifadeci anlatımı çok başarılı buldum."2 Ekim’de sona eren İstanbul Gallery Weekend’e 14 galeri katıldı."Zilberman Gallery- Azade KökerSıra dışı tekniğini beğindiğim Köker, bu sergisinde de görüntünün mükemmelliğini bozarak resimlerin olanaklarını yeniden yorumluyor. Doğayı kültürel yapının bir öğesi olarak ele alan sanatçı, doğanın insanlar tarafından müdahaleye uğramış halini gözler önüne seriyor.Galeri Nev-Melek MazıcıHelsinki’de yaşayan ve çalışan sanatçı Melek Mazıcı, beyaz renginin kapsayıcı niteliğinden hareketle, adeta bir İskandinav ülkesinin huzur veren manzaralarını bize sunuyor. Beyaz üzerine pastel renklerin ve organik formların hayat bulduğu bu soyut doğa tasvirleri beni çok etkiledi.Fulya Çetin sergisinde, aile, devlet ve kadın kavramlarını ele alıyor...Sanatorium-Fulya Çetinİşlerini severek takip ettiğim Fulya Çetin’in Sanatorium’daki sergisi mutlaka görülmeli. Sanatçı, yağlıboya resim ve video çalışmalarıyla, günümüz toplumunda desteklenen, meşrulaştırılan erkek egemenliği üzerinden aile -devlet - kadın kavramı ve ilişkisini irdeliyor. Üst düzey resimsel tekniği ile de fark yaratan Çetin’in, toplumsal duyarlılık alanımıza dokunan sergisi favorilerimden oldu.C . A. M.-Sinan Tuncay Yeni keşfettiğim genç sanatçı Sinan Tuncay fotoğraf ve video çalışmalarını bir araya getiren ilk kişisel sergisi, alışılmış kadın ve erkek temsili üzerinden toplumsal cinsiyet algısına dikkat çekiyor.Pg Art Gallery-BrokenHayatta karşılaşılan zorlukların insana kattığı artı değerlere odaklanılan karma sergide beni en çok etkileyen Günnur Özsoy ve Ahmet Albayrak’ın çalışmaları oldu.Daire GaleriAhmet Duru’nun muhteşem güzellikteki doğa tasvirleri ve Elif Sanem Karakoç’un sade ama yoğun duygular barındıran fotoğraf çalışmalarını Top 10 listeme almasam olmazdı.Art50-ProfilerGaleri Bu’daki karma sergide Özge Yağcı’nın asamblajı, Taşkın Esin’in olasılık kavramını görselleştiren düzeneği ve portre olgusuna farklı bir yorum getiren Karbon’un mekana özgü yerleştirmesi favorilerim oldu.
SALT Galata’da açılan “Tek ve Çok” sergisi, benim için Eylül ayına damgasını vuran bir etkinlik oldu. Araştırma ekibinden Meriç Öner ile gezme fırsatı yakaladığım sergi, 1955’ten 1995’e Türkiye’deki üretim ortamı özelinde maddi kültür tarihimizi masaya yatırıyor. Özellikle, kırılma noktası diyebileceğimiz 1980’lerdeki olayları takiben değişen ekonomik ve sosyo-kültürel yaşam, o yıllarda ilk kez geniş bir alıcı kitlesiyle buluşmuş endüstri ürünleri aracılığıyla irdeleniyor.Çocukluk yıllarınıza götürecek ürünler...Sergi, yakın tarihimize ışık tutan bir akış panosuyla izleyiciyi karşılıyor. 1955’te, azınlıkların işyerlerinin yağmalanmasının ardından yaşanan ekonomik dönüşüm, ivme kazanan sanayileşme, yerli üretimin devlet eliyle uluslararası rekabete dâhil edilmesi, karma ekonomiden serbest ekonomiye geçiş gibi yeniliklerle devam etti. Bugün hepimizin yakından tanıdığı kurumların tarihçesi ile döneme dair ikonik ürünlerin bir arada sunulduğu sergide, otomotiv, beyaz eşya, kırtasiye, giyim, tekstil, gıda, züccaciye ve temizlik endüstrilerinden hikayeler bir araya getirilmiş. 1970’lerin başında sinemalarda gösterilen Selpak reklamı, Penti, Vakko, Paşabahçe, gibi markaların ürünleri beni adeta çocukluğuma götürdü. İlk üretilen yerli otomobil Anadol’dan, Pınar Şaşal’ın geri dönüşümsüz ilk cam ambalaj üretimine kadar pek çok objeye rastlamak mümkün.Serginin yıldızı “Kopya Masası”Beni en çok etkileyen Sümerbank’ın ilk kumaş arşivi ve sonrasında yurt dışından esinle değişmeye başlayan desenler ve tasarımları oldu. Serginin ana fikri de bir noktada Türkiye’nin söz konusu dönemde gösterdiği yurtdışından kopyalama, ithal etme, ilham alma reflekslerine dayanıyor. Tam da bu kavramları ele alan “Özgün Kopyalar” bölümünü çok başarılı buldum. Bana göre serginin yıldızı ise “Kopya Masası“ isimli interaktif iş olmuş. Aydınlatmalı bir masa üzerinde, teknik bir çizimle 1980’lerden klasik bir ev kesitini gösteren çalışma, dekorasyonu, mimarisi, ürünleri, ev eşyalarıyla tam bir Türkiye resmi diyebilirim. O yıllardaki sanat tartışmalarında, yaratıcılığın yalnızca Batı kaynaklı olabileceği anlayışına eleştiri getiren Bedri Baykam’ın ünlü eseri “This has been done before”“işinin seçilmesi de oldukça anlamlı olmuş. Yahşi Baraz’ın bu konuya değinen videosunu da izlemeden geçmemek gerek.Gündelik yaşam kültürümüzü, Türkiye siyasi tarihi ile paralel giden ekonomik ve toplumsal temelleri bütünsel bir bakışla inceleyen bu sergi, adeta tek bir eser gibi okunabilir. Seçki, komple bir yerleştirme gibi algılandığı zaman, izleyiciye nostaljinin ötesinde bir yorumlama imkanı doğuyor. Birikimin paylaşıldığı ve bilginin aktarıldığı bu değerli projelere imza atan Salt ekibini kutluyorum. Konuşma, film gösterimi, etkinlik atölyeleri gibi paralel programlar içeren sergiyi 13 Kasım’a dek ziyaret edebilirsiniz.
Sanat ortamımıza yeni bir dinamizm kazandıran “No LaB” oluşumu, dünyayı saran Afrika sanatı trendini “Modern Africa/A Rainbow Nation” isimli sergiyle İstanbul’a taşıyor.Sanat sektörümüzün ihtiyacı olan yenilikçi hareketlere her zaman desteğim tamdır. Dinamik ve cesur sanat oluşumu “No LaB” tarafından hayata geçirilen projenin detayları beni şimdiden heyecanlandırdı. No LaB’in kurucu ortakları Ala Onur ve Zeynep Ercan, henüz 25 yaşlarında iki genç girişimci. Alışılmış “White Cube” galeri anlayışının ötesine geçme fikriyle yola çıkan Ala ve Zeynep, İstanbul’daki farklı mekanlarda, farklı temalarda Pop-Up sergiler düzenleyecekleri dinamik bir etkinlik serisinin temellerini atmış. Şu günlerde dünyayı saran Afrika sanatı trendini Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek ülkemize taşıyan gençler, 13 Ekim tarihinde, Global Holding Karaköy binasında ilk sergilerini açıyor. Londra’daki Somerset House, Almanya’daki Vitra Design Museum’un ardından, 1:54 Contemporary African Art Fair’le New York ve Londra’ya damga vuran Afrika sanatının en güzel örnekleri, “Modern Africa / A Rainbow Nation” isimli sergide izleyiciyle paylaşılacak.Sanat piyasasına yeni bir solukAfrikalıların, politik ve sert geçmişlerine rağmen, sanatlarını renkli bir tavırla yansıtmalarından ilham alan No LaB, aynı zamanda sıkı birer Afrika sanatı hayranı. Hassan Hajjaj, Ralph Ziman, Namsa Leuba gibi önemli sanatçıların üretimlerinin de yer alacağı sergide, tablodan heykele, aksesuardan dekoratif objelere kadar her biri ayrı sanatçılar tarafından üretilmiş eşsiz eserler bizi bekliyor olacak. Afrika’nın renkli ve kıpır kıpır desenleri, alışılmadık bir sunumla izleyici karşısına çıkacak. No LaB, bu proje genelinde, genç yetenekleri sanatseverlere ve koleksiyonerlere sunarak, dünya çapında bilinirlik kazanmalarını hedefliyor. Her yaş ve kesimden insan için keyifli bir etkinlik alanı oluşturmak istemelerini takdir ediyorum. Dinamik bir üretim çatısı altında, zengin konu ve konsept çeşitliliği yaratmayı amaçlayan ikili, sergi ve galeri gezme anlayışımızı da sorgulamamızı istiyor.