Amerika’nın çığır açan ikonik sanatçısı Georgia O’Keeffe, Tate Modern’de 100’den fazla çalışmasının yer aldığı bir seçkiyle anılıyor. 20’nci yüzyılın öncü sanatçılarından bu modernist ressamın, ABD dışında yapılmış en kapsamlı retrospektifi olan sergi, Tanya Barson küratörlüğünde gerçekleşiyor. Sanatseverler, O’Keeffe ’in ismini, 2014’teki Sotheby’s müzayedesinde 44.4 milyon dolara satılan “Jimson Weed/White Flower No. 1 “ isimli çalışmasıyla kırdığı, eseri en pahalıya satılan kadın sanatçı rekorundan duymuşlardır. Amerikan modernizminin kurucuları arasında sayılan bu önemli sanatçının çalışmalarını ben de daha önce Paris’te görme fırsatı bulmuştum. Bu sergide ise, farklı dönem ve teknikten pek çok işinin yanında rekor fiyata alıcı bulan eserini de görmek oldukça heyecan vericiydi. Büyüteç tutulmuşçasına yakından işlediği çiçekler, kurukafa ve çöl betimlemeleriyle tanınan sanatçının, henüz öğretmenken yapılmış erken tarihli resimleri, füzen ve suluboya desenlerindeki biçimselliğin müzik, renk, kompozisyon ve manzara gibi kavramlarla diyaloğu öne çıkıyor. Natürmort temasına kendine has bir yorum getiren O’Keeffe’in, özellikle çiçek formu üzerinden neredeyse soyuta varan sunumunu her zaman çok beğenmişimdir. Sanatçının en temel ilham kaynağı olan doğayla modernist fotoğrafçılığın, üslubuna olan etkilerini inceleyen bu sergiyi içerik açısından oldukça doyurucu buldum. Fotoğraf sanatçısı olan eşi Alfred Stieglitz ile O’Keeffe’in profesyonel ve kişisel ilişkisi de sanatçının portre ve nü fotoğraflarından bir seçkinin yer aldığı ayrı bir bölümde ele alınmış. Bu sayede Georgia O’Keeffe’in geçtiğimiz yüzyılı etkileyen sanat pratiğinin gelişimi ve aşamalarını takip etmek izleyici açısından daha anlamlı hale gelmiş. Sergi, 30 Ekim’e dek devam ediyor.David Hockney -?Rita PynoosPop Art akımının öncü ismi olduSonraki durağım Royal Academy of Arts ise David Hockney’nin portre serisine yer vermişti. 2012 yılında yine burada izlediğim muhteşem peyzaj eserlerini içeren serginin ardından bu farklı seçkiyi görmek ilgi çekiciydi.Hockney’nin kariyerinin önemli bir bölümünü oluşturan bir janr olarak sayısı 80’i aşan portre resimlerini bir araya getirme fikrini çok beğendiğimi söylemeliyim. Sanatçının geniş çevresi, profesyonel ve kişisel ilişki ağının bir sonucu olarak hayatına giren kişilerin resimleri arasında gezinirken John Baldessari, Larry Gagosian, Frank Gehry, Lord Rothschild gibi tanıdık isimleri görmek çok hoştu. Gözlem ve hayat dolu bir fırçanın ürünü olan bu enerjik eserler, aynı fon rengine ve boyuta sahip olmalarının yanı sıra tüm figürlerin hep aynı sandalyede oturuşuyla da ayrı bir mizansene sahne oluyor. Bu başarılı seçki, İngiliz Pop Art akımının öncü ismi Hockney’nin coşku dolu renk ve üsluptaki resimleri aracılığıyla, adeta Los Angeles sanat dünyasına ışık tutuyor.Pürüzsüz boya yüzeyleri, sert konturlar ve parlak renklerle vurguladığı görüntülerin yerine bu kez kendi yaşamından figürleri yerleştiren David Hockney’nin özgün tasvir anlayışının izini sürmek yine çok keyifliydi. Seyahat planlarınız arasında Londra’ya gitmek varsa 2 Ekim’e dek sürecek bu harika sergiyi kaçırmayın derim.Georgia O’Keeffe -?Jimson Weed
SALT Galata, Pera Müzesi ve Galerist, bu dönemde sakin geçen İstanbul'un sanat ortamını hareketlendiren çalışmaları ağırlıyor. Yaz rehavetinden İstanbul’un sanat ortamı da etkileniyor kuşkusuz. Yeni sezon hazırlıklarına ağırlık veren pek çok kurum ve galeri, alıştığımız gibi yaz aylarını daha sakin geçiriyor. Bu hafta da, SALT Galata, Pera Müzesi ve Galerist’te Temmuz ayında devam eden sergiler arasından öne çıkanları, görmenizi tavsiye ettiğim çalışmaları sizlerle paylaşmak istedim.Almanya'dan esinlendilerHer bir sergisiyle arşivciliğin tanımını yeniden yazan SALT Galata, yine harika bir araştırma sergisiyle karşımıza çıkıyor. Gündemimizden düşmeyen göç olgusunu farklı bir çatı altında, özgün bir temayla ele alan "Göçebe Mekanlar" sergisi, bu bağlamda mimarlık ve kimlik ilişkisini masaya yatırıyor. Almanya’dan yurda "kesin dönüş" yapmış misafir işçilerin, Türkiye’de inşa ettiği evlerdeki mimari esinlenme gibi ilgi çekici bir konunun seçilmiş olması benim hoşuma gitti. Üç yıllık araştırmanın sonuçları, bu yeni yaşam alanları hakkında ipuçları veren video, harita ve büyük boyutlu panolardaki görsellerle toplu bir enstalasyon olarak sunulmuş. Türkiye’ye dönüş yapmış ailelerin inşa ettiği veya yenilediği ev ve apartman dairelerinden oluşan 132 örneği belgeleyip kataloglayan sanatçı Stefanie Bürkle, ekibi ve TU Berlin Mimarlık Enstitüsü öğrencileri, tebriği hak ediyorlar. Göç olgusu ışığında anıların ve kültürel deneyimlerin yaşam alanlarına etkilerini gözlemlemek benim için aydınlatıcı oldu. Sergi, 31 Temmuz’a kadar devam ediyor, görmenizi tavsiye ederim.Pera Müzesi’ndeki sergi yalnızca Batı ülkeleriyle sınırlı kalmıyor.Batı ve İslam kültürleri bir aradaBir sonraki adım Tepebaşı. İngiltere’nin köklü sanat kurumlarından Victoria & Albert Müzesi ve Art Jameel işbirliğiyle düzenlenen 4. Jameel Ödülü sergisi Pera Müzesi’nde devam ediyor. Seçilen 11 sanatçı arasında Türkiye’den CANAN ve Cevdet Erek’in de yer alması güzel bir sürpriz. Sergide, kolajlardan video yerleştirmelere, kaligrafiden heykele ve sanatçı kitaplarına kadar çeşitli mecrada üretilmiş işler göz dolduruyor. İslami sanat, zanaat ya da gelenekten esinlenilerek, çağdaş bir yorumla ortaya konan farklı disiplinlerdeki çalışmaların sunulduğu seçkiyi oldukça başarılı buldum. Küratörlüğünü Victoria & Albert Müzesi Orta Doğu koleksiyonunun küratörü Tim Stanley ile Orta Doğu güncel sanat ve tasarım küratörü Salma Tuqan’ın üstlendiği serginin jürisi de alanında yetkin isimlerden oluşuyor. Ses yerleştirmesi, video ve animasyon gibi yeni medya üretimlerinin sadece batı ülkeleriyle sınırlı kalmayarak İslami kültürlere de uzanan popülerliği, küresel bir sanat dilinin gelişimi açısından umut verici bana göre. Bu türden birleştirici ve ufuk açıcı etkinliklerin devamını diliyorum. Sergiyi görmek için 14 Ağustos’a dek vaktiniz var."Kusursuz" düzeni yırtmak fikriTepebaşı’ndan ayrılmadan müzenin hemen yanındaki Galerist’e de uğramanızı öneririm. Aslı Seven küratörlüğündeki "Çemberi Açmak" isimli grup sergisi, üç genç sanatçının işlerini bir araya getiriyor. Kusursuz olarak nitelenen bir düzeni yani çemberi yırtmak ve yeni kurallar koymak fikrinden hareketle, video, resim ve kağıt üzerine eserler üreten Mükerrem Tuncay, Romina Meriç ve Luna Ece Bal benim yeni keşiflerim oldu. Değişen bilinç halleri, uyku ve uyanıklık, bilim ve büyü, insan bedeni ve manzara gibi öğeleri sembolik anlatımlarla yeniden yorumlayan gençler, gelecek vadeden çalışmalara imza atmış. Sergi, 13 Ağustos’a kadar sürecek.
İstanbul’daki sanat ortamı sakin günlerini yaşarken, ARTER, Eylül ayına dek sürecek oldukça özgün bir sergiyle sezon finalini yaptı. Küratörlüğünü Selen Ansen’in yaptığı “Her Düşenin Kanadı Yoktur” başlıklı sergide, yerçekimi ve ağırlık kavramlarını temel alarak mekana özgü enstalasyon ve heykeller üreten yedi yabancı sanatçının eserleri bir araya getirilmiş.Ryan Gander - İsimsiz YerleştirmeYüzlerce oktan oluşan yerleştirmeZihnimizde yetersizlik gibi olumsuz duyguları çağrıştıran düşme eylemine bambaşka bir açıdan bakan serginin, yapıtların görsel ve kavramsal ahengi bakımından başarılı bir seçki olduğunu düşünüyorum. Sanatçılar, genel itibariyle bireye, topluma ya da duruma özgü her farklı düşüşte rol oynayan etkenlere ve benzerliklere odaklanmış. Düşüş kavramı, bu sergideki gibi zıtlıkları ve eşanlamlıları ile birlikte ele alındığında farklı okumalara ve yorumlamalara yol açıyor. Bu temanın gündelik yaşamdan sanat tarihine, bireysel deneyimlerden kolektif hafızaya kadar pek çok alana uyarlanabildiğini görmek ilginçti.Sergiye girer girmez izleyiciyi karşılayan büyük boyutlu parçaların, düşüş temasını çökme ve yıkılma ekseninde incelediğini söyleyebiliriz. Phyllida Barlow’un mekana özgü bu enstalasyonu, yıkık strüktür parçalarının korkutucu ama hassas yapısını bana fazlasıyla hissettirdi. Bana göre serginin öne çıkan işlerinden bir diğeri, Ryan Gander’ın yüzlerce oktan oluşan yerleştirmesiydi. Sanat tarihinde çizgilere ilişkin kavramsal bir tartışmadan hareketle, dikey ve yatay eksenlerin dışına çıkarak farklı açıların varlığına vurgu yapan sanatçı, sergi mekanını kullanış biçimiyle beni çok etkiledi. İzleyiciyi de yerleştirmenin içine çeken kurulum düzeninde, kendinizi bir savaş alanının ortasında buluyorsunuz. Kurgu ile gerçeklik arasındaki sınırı sorgulatan bu iş, bana, düşüşün yalnızca kesin çizgilerin ve tek yönlülüğün akıbeti olabileceğini düşündürdü.Rengini yitirmiş çiçek heykelleriAnne Wenzel - Sessiz ManzaraBir üst katı neredeyse tamamen donatmış olan Alman sanatçı Anne Wenzel ise sergideki en beğendiğim isim oldu. Tıpkı klasik bir ev dekorasyonu gibi tül perdelerle ayrılmış alanda, vazolardan bizi karşılayan dev çiçek heykelleri tam bir algı oyunu yaratıyor. Beklenenin aksine canlı ve iç açıcı görünmeyen bu çürümüş çiçekler, natürmort motifinin sıra dışı bir yorumu olmuş. Yapay görüntülerine rağmen oldukça güçlü bir görsel ifadeye sahip bu seramik heykelleri, “Sessiz Manzara” isimli oda yerleştirmesi tamamlıyor. Simsiyah ağaç figürleriyle dolu duvarlara, ortadaki büyük boyutlu, yanmış orman temsili yerleştirmenin eşlik ettiği karanlık oda, savaş ve yıkım fikrini tüm görselliğiyle zihnime kazıdı. İnsanlığın sebep olduğu facia, doğal afet ve türlü felaketlerin kaçınılmaz sonuna dair ortak bir imge yaratan sanatçı, bizi, huzursuz edici ama tuhaf bir güzellikle baş başa bırakıyor. Rengini yitirmiş çiçek heykellerinin ardından gelen karanlık orman yerleştirmesi, bir sahne ile çürümüş ya da ölmek üzere olan bir doğallığın varlığını göstermek ister gibi… Sergiye ve eserlere hakim olan “mekana özgü” olma fikrini de önemli bulduğumu belirtmek isterim, bu açıdan anlamlı bir seçkiye imza atan küratör Selen Ansen’i tebrik ediyorum. Siz de yaz günlerinizi değerlendirecek alternatif bir etkinlik için 18 Eylül’e dek ARTER’i ziyaret edebilirsiniz.
Geçtiğimiz haftalardaki Avrupa turum, sanatsal açıdan oldukça verimliydi. İşte ilgimi çeken sergiler...Seyahatimin en önemli sebebi elbette ki Gülsün Karamustafa’nın Berlin Hamburger Bahnhof’ta açılan kişisel sergisini ziyaret etmekti. Çağdaş sanatçılarımız arasında önemli yere sahip Karamustafa’nın yetmişli yıllardan bugüne uzanan yüze yakın çalışmasını, böylesine önemli bir yerde izlemek gurur vericiydi. Melanie Roumiguière’nin küratörlüğünü yaptığı sergide, kronolojik sistemin dışına çıkılarak tematik bağlantıların gözetilmiş olması yapıtları daha da güçlü kılmıştı. Bu vesileyle sanatçının yeni üretimi olan heykel çalışmasını da görme fırsatı buldum ve çok beğendim. Özellikle Alman basını ve sanat izleyicisinin yüksek ilgisiyle karşılaşmak sanatçı adına bizi de mutlu etti.Gülsün Karamustafa EnstalasyonBerlin Bienali beklentimi karşılamaktan uzaktıBerlin sanat turumda, Martin-Gropius-Bau ’da devam eden William Kentridge sergisi, en beğendiklerim arasına girdi. Çizim ve desen çalışmalarıyla video animasyon tekniğini birleştiren sanatçı, her bir eserinde adeta iki boyutlu bir tiyatro sahnesi yaratmıştı. Berliner Festspiele kapsamında Kentridge’in multi-disipliner yönünü vurgulayan bu çalışmaların yer aldığı sergiyi, 21 Ağustos’a kadar Berlin’e yolunuz düşerse mutlaka gezmenizi öneririm. Berlin Bienali ise ne yazık ki beklentilerimin uzağında kaldı. Halil Altındere’nin yeni video çalışması dışında beğenimi kazanan bir iş olduğunu söyleyemem.Bir sonraki durağım Londra’da ise Royal Academy of Arts, karma yaz sergisi kapsamında, Kutluğ Ataman’ın hepimizce bilinen video enstalasyon çalışması "Sakıp Sabancı’nın Portresi”ne yer vermişti.Gülsün Karamustafa Mystic TransportLondara'ya gittiğinizde muhakkak uğrayınTate Modern’de güncel sanatın öncü kadın sanatçılarından Mona Hatoum’un kapsamlı kişisel sergisi benim gibi bir Hatoum hayranı için oldukça doyurucuydu. Tate Modern’in hemen yanında yeni açılan Switch House binasının performans, enstalasyon ve izleyici etkinlikleri açısından daha verimli alanlar sunacağı belirtiliyor; bu yönüyle ben de başarılı bir girişim olduğunu düşünüyorum. Gagosian Gallery’deki Jenny Saville sergisi de yine ajandamın iyilerinden. Klasik nü formlarının, soyut desenler ile buluştuğu çalışmaların dramatik yönü oldukça güçlüydü. Son durağım olan Serpentine Gallery ise favori sanatçılarımdan Alex Katz’ın sergisini izleyiciyle buluşturmuştu. Stabil boya düzlemleri ve yoğun kontur çizgileri ile tanıdığımız Katz’ın sergideki portreleri, sanatçının çağdaş imge yaratıcısı kimliğini öne çıkartmış.
İstanbul Modern, Türkiye güncel sanatının en üretken ve sıra dışı sanatçılarından İnci Eviner’in retrospektif sergisini sanatseverlerle buluşturdu.Çok yönlü sanat pratiği ile öne çıkan Eviner’in “İçinde Kim Var?” isimli sergisi, 1980’lerden günümüze uzanan üretim sürecine ışık tutuyor. Sanatçının, desen, resim, fotoğraf, video ve yerleştirmelerinin başarılı bir küratoryal sunumla bir araya getirildiğini görmek beni heyecanlandırdı.Alıştığımız retrospektiflerden farklı olarak kronolojik bir düzen yerine eserlerin kendi içlerindeki diyalog ve görsel ahenklerinin gözetilmesi yerinde bir yaklaşım olmuş. İç bükey duvarlar, ana mekandan bölünmüş kısımlar ve labirenti andıran mimari kurgusuyla sergi tasarımı izleyicinin algısını bir dağıtıp bir topluyor. Bu dinamik yapının yukarıdan geniş bir perspektifte izlenebilmesi için sergiye özel üretilen çelik merdivenler ise hoş bir detay olmuş. Genel itibariyle serginin de adeta tek bir yerleştirme gibi bütünsellik taşıdığını söyleyebiliriz.Eserlerin alt metinleri çok güçlüEviner, kadın, cinsiyet, kimlik kavramlarına ilişkin güncel ve özgün söylemler taşıyan işleriyle beni hep etkilemiştir. Bu sergide de sanatçının toplumsal, politik ve sosyo-kültürel zeminde yükselttiği görsel dilin ağırlığı hissediliyor.Özellikle desen ve çizgiyi merkeze alarak eserler üreten İnci Eviner’in zamanla değişen ve katmanlanan imge dünyasına tanık olmak güzel bir deneyimdi. Sanat tarihi, mitoloji, illüstrasyon gibi pek çok farklı disiplinden ilham alan sanatçının, suluboya desen ve kolaj tekniği ile ürettiği vücut parçaları serisi daha en başta serginin sarsıcılığına dair ipucu veriyor.Benim en beğendiğim işlerden biri “Evden Kaçan Kızlar” videosu oldu. Kendi etrafında dönen bir kameranın yakaladığı düşündürücü görüntülerle, fondaki müziğin geleneksel ama huzursuz edici ritminin birleştiği bu eserden etkilenmemek mümkün değil. Erken dönem işlerinden olan “Gövde Coğrafyası“ serisi ise sanatçının üst düzey malzeme yetkinliğini gösteriyor. Eviner, kontrplak üzerine bakır kaplama ve deri kullanarak yarattığı soyut düzlemi resim olmaktan çıkartıp adeta heykele dönüştürüyor. Tuval ve kağıt üzerine akrilik, serigrafi, mürekkep ile resmettiği siyah beyaz işlerin doyuruculuğuna çeşitli malzemelerle oluşturduğu yerleştirmeler eşlik ediyor. Siyasi göndermelerin de eksik olmadığı bu çalışmalar sanatçının üretkenliğinin en büyük göstergeleri.Yeni video işi “Bana Kötü Bir Şey Oldu”yu da bu sergide görmek güzeldi. Önceden tanıdığımız videosu “Parlamento” ile alt metinleri çok güçlü olan “Kırık Manifestolar” ise ironik imgelerin dışavurumu olarak serginin öne çıkanları arasında.Serginin tek bir yerleştirme gibi bütünsellik taşıdığı söylenebilir.Gerçeküstü atmosferde kaybolunBeni en çok etkileyen işlerden biri de “Patlamaya Hazır Yürek” oldu. Tüm bir duvarı kaplayan soyut desenlerle intihar bombacısı görüntüsünün birleşimi, dekoratif bir duvarın taşıdığı ağır gerçekliği gösteriyor. Bu çok yönlü yerleştirmeyi görselliği ve anlamı açısından başarılı buldum. Her bir eserin ayrı ayrı değerini bulduğu bu gerçeküstü atmosferde kaybolmamak elde değil. Türkiye’deki çağdaş sanatın gelişiminde etkin rol oynayan önemli sanatçımız İnci Eviner’i böylesi bir retrospektif ile taçlandıran İstanbul Modern’i de kutluyorum. Bu öncü ismin yarattığı zengin evrene tanıklık etmek için 23 Ekim’e dek vaktiniz var.
Tütün Deposu olarak da tanıdığımız Depo İstanbul, yer verdiği alternatif sergilerle her zaman dikkatimi çeken bir mekan olmuştur. Tophane’ye ne zaman yolum düşse uğramaya çalışır, yeni isimler keşfetmenin yanı sıra derin konseptler ışığında hazırladıkları etkinlikleri takip ederim. Bugünlerde yine harika bir seçkiyi izleyiciyle buluşturuyorlar. Berlinli sanatçı Patrizia Bach'ın girişimiyle bir araya gelen grup, Alman düşünür Walter Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine tezlerini okuyup irdeleyerek, gelişen fikirsel sürecin meyvelerini bizlerle paylaşıyor. Türkiye'den altı, Almanya'dan beş sanatçının katılımıyla oluşan sergi, yerleştirme, çizim, illüstrasyon, fotoğraf, tasarım, mühendislik gibi farklı disiplinden çalışmalarla göz dolduruyor. Mekanın iki katına yayılan eserleri, özellikle İstanbul üzerinden, sürekli devinim halindeki şehirlerin insan eylemleri sonucu taşıdığı derin izleri yansıtması bakımından düşündürücü buldum. Hiçbir olayın tarih içinde kaybolmayacağı görüşünden hareketle üretime geçen sanatçılar, kentin geçmişi ve şu anı arasındaki köprülerin gerilimli yanlarına ışık tutmuş.Bilal Yılmaz - Dirtyboxİş kazalarını anlatan afişlerSergide en çok ilgimi çeken iş Neriman Polat’ın "Galaxycity" isimli eseri oldu. Mekandan bağımsız bir oda olarak kurgulanan bölümde tüm duvarlar boydan boya iş kazalarına da dikkat çeken siyah beyaz AVM fotoğraflarıyla bezenmiş. Süslü bir maskenin arkasındaki gerçekleri cesurca ortaya koyan Polat duyarlılığını sanatına yine yansıtmış. Oldukça dokunaklı ve derin anlamlar içeren bu çalışma en beğendiklerim arasına girdi. İstanbul’u zanaat ve gündelik yaşam kültürü üzerinden ele alan Bilal Yılmaz’ın “Dirtybox” isimli yerleştirmesi de dikkatimi çeken bir diğer iş oldu. Bavul şeklinde tasarlanan ahşap masanın içindeki mekanizma, duvara yansıyan İstanbul haritasını hareketli şekilde ışıklandırırken arkadan gelen sesler de kentin nabzını tutuyor. Duvarda dönen fotoğraflarla İstanbul’un bir portresi oluşturulmuş.Neriman Polat -?GalaxycityÇürümeye yüz tutan kentKağıt üzerine küçük ölçekli desenleriyle şehrin içinden geçtiği tüm çatışma, şiddet ve kaos günlerinin dökümünü yapan Andreas Töpfer, bana Benjamin’in "Şehirler savaş alanlarıdır" sözünü hatırlattı. Bu çalışmalar ile Çağrı Saray’ın kent kütüphanelerini resmettiği büyük boyutlu, grafik tadında, büyüleyici çizimlerinin olduğu pleksiglas panolar arasındaki gizli diyaloğa bayıldım. Sezgi Abalı ise geçmiş kavramını arşivcilik yaklaşımıyla ele aldığı enstalasyon çalışmasında beni, kişisel bir tarihin derinliklerinde hoş bir seyahate çıkardı. Postmodern kent profili altında gizlenmiş çürümeyi masaya yatıran sanatçıların çalışmalarına, Walter Benjamin'in el yazması metinlerinin eşlik ettiği küratoryel düzeni de çok başarılı buldum. İstanbul’u bir de, toplumsal, mimari, sanatsal, estetik, siyasi yönüyle inceleyen yerli yabancı sanatçıların gözünden izlemek için bu sergiyi mutlaka ziyaret edin derim, 17 Temmuz’a kadar kapıları açık.
Sezon sonuna yaklaştığımız bu günlerde galeriler sergi açılışlarına tüm hızıyla devam ediyor. Sizin için bu sergiler arasından öne çıkanları derledim.Sanat turumuzun vazgeçilmezi, İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı’nda, Antonio Cosentino’nun Zilberman Gallery’de açılan ilk kişisel sergisini ziyaret ettim. Hafriyat sanatçı inisiyatifinden yakınen tanıdığımız ve benim de işlerini severek takip ettiğim Cosentino, tuvalleri, heykelleri ve fotoğraflarıyla günümüzün popüler kültür öğelerine değiniyor. Sanatçı "cigara viski kolileri denizlerde, ferâre sevgili" başlığıyla izleyiciyle buluşan sergisinde, kullandığı farklı malzemelerle hepimize tanıdık gelecek bir görsel belleğin izini sürmüş. Özellikle atık tenekeden üretilmiş “ferâre” isimli yerleştirme, serginin merkezinde bizi karşılayarak dahil olacağımız mizahi gündemin haberciliğini yapıyor adeta. Kentsel mimarinin soğukluğuna ve hiçliğe referans veren tuvallerinin yalın üslubu ise yine atık malzemelerle üretilmiş ironik yönü güçlü heykel yorumlamalarıyla hoş bir diyalog içinde. Sergiyi 2 Temmuz’a kadar görebilirsiniz.Büyük fikirler, küçük nesnelerBir sonraki durağım yine Beyoğlu’ndaki Galerist oldu. Türkiye çağdaş sanatının çizgi dışı ismi Serkan Özkaya’nın Paulina Bebecka ile birlikte konseptini oluşturduğu “küçük, daha küçük, en küçük...” sergisi büyük fikirlerin küçük nesneler üzerinden nasıl aktarılabileceği üzerine sorular soruyor. Aralarında Volkan Aslan, Aslı Çavuşoğlu, Ali Emir Tapan, Burak Delier gibi isimlerin yer aldığı 33 sanatçının üretimlerine yer verilen sergide, geniş bir materyal skalasına yayılmış ve boyutları 3 ile 70 cm arasında değişen heykeller kimlik, göçebelik, ekonomik denge, küresel ısınma gibi pek çok temayı ele alıyor. Ben bu sergide özellikle Aslı Çavuşoğlu’nun Ürdün’de bir sokak satıcısından çok cüzi bir fiyata aldığı Roma kalıntısını kullanarak mekana kattığı ironik dokunuşu beğendim. Ayrıca Laura Murray’nin galeri duvarlarından kirişlere kadar yayılmış ağustos böceği ordusu da hem görsel açıdan hem ele aldığı mesaj bağlamında çok başarılı. Mutlaka görülmesi gereken bu sergi 25 Haziran’a kadar ziyarete açık.Eserler, günümüzde yaşanan pek çok sorunu ele alıyor.Heykellerin gölgeleri arasında sanatsal hazzın doruklarına çıkınMaslak’taki Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’ne gittiğimde ise bu yıl sekizincisi gerçekleşen Teras Sergileri’ni izleme fırsatı buldum. Ünlü heykeltıraş Benvenuto Cellini’nin "Bir resim ile heykel arasındaki fark, bir heykel ile gölgesi arasındaki farktır.” sözünden ilhamla çeşitli malzemelerden yaratılmış 28 heykel çalışmasının yer aldığı “Kaçak Gölge” isimli serginin seçici kurulu Seyhun Topuz, Rahmi Aksungur, Nilüfer Ergin, Haşim Nur Gürel ve Can Elgiz’den oluşuyor. Benim özellikle ilgimi çeken işler değişik materyallerle üretilmiş olanlardı. Levent Ayata’nın çuvalları kullanarak ortaya çıkardığı figür, masif görünümüyle göz doldururken hemen yanı başında bulunan Emre Özçaylan’a ait “Hata Payı” isimli çelik heykel, devasa boyutlardaki el formu üzerinden klasik sanatın kusursuz anatomi prensibine yaptığı göndermeyle beğenimi kazandı. Bu isimlerin yanı sıra Müjgan Sağlam’ın minimal çizgileri ahşaba başarıyla uyarladığı çalışması, Ergin Soyal’ın buluğ çağına atıfta bulunan salıncak yerleştirmesi ve Tuğçe Aytürk’ün “An” isimli figür heykeli de serginin öne çıkan parçaları. Siz de yaz güneşiyle ortaya çıkan gölge oyunlarına tanık olmak istiyorsanız acele edin derim.
İkinci galerisi Dolapdere’de açılan Dirimart, çağdaş sanatın ustalarını ağırlıyor.İstanbul’da sanat sezonu yavaş yavaş yaz rehavetine giriyor derken Dirimart yeni galerisinin açılışını tam da bugünlerde yaparak hepimizi heyecanlandırdı. Açılışından bugüne severek takip ettiğim ve sanatçılarını da koleksiyonuma eklemekten mutluluk duyduğum bir galeri olan Dirimart’ın böylesi bir büyümeye giderek faaliyetlerini yeni bir lokasyonda sürdürecek olmasını çok olumlu görüyorum. Bu bölgede Koç Çağdaş Sanat Müzesi’nin de yapımı devam ederken kapılarını açma fırsatını ilk olarak değerlendirmiş oldu.Avrupa standartlarındaki bir galeri sanat iştahınızı da kabartıyorSemtin en işlek noktasında, ana cadde üzerinde konumlanan galerinin iç ve dış mimarı yapısı, yemyeşil bahçesi ve içinde bulunduğu binanın sunduğu olanaklar Avrupa standartlarında bir galeriyi geziyormuşum hissini verdi. İçeriye girdiğiniz anda sizi karşılayan derin ve yüksek tavanlı, ferah mekan, sergi gezme iştahınızı kabartıyor adeta. Bu türden yapıların en önemli avantajı, istenilen boyutta yerleştirme, tuval ya da heykeli dar açılara sıkıştırmadan ihtiyaç duydukları görsel alanı temin edebilmek; Dirimart da bu avantajı başarıyla kullanmış. Küratörlüğünü Heinz Peter Schwerfel’in yaptığı “Yüzey ve Ötesi” isimli karma sergide, çağdaş sanatın usta isimlerinin eserlerinden harika bir seçki yapılmış. İzleyiciyi yüzeyin ötesindeki olanak ve anlatım biçimleri üzerine düşünmeye sevk eden sergide, resim, heykel, video gibi farklı disiplinden yapıtlarla güzel bir ortak dil yakalanmış. İlk dikkatimi çeken işlerden biri sağ taraftaki camekanın önüne yerleştirilen heykel oldu. Arjantinli sanatçı Tomas Saraceno’ya ait olan bu çalışmayı, halat, ip ve aynalardan oluşan, üzerine düşen ışığı yansıtarak galerinin atmosferini zenginleştiren farklı bir ağaç yorumlaması olarak okudum. Dışarıdaki peyzaj görüntüsü ile uyumlu bir görsellik sunması da güzel bir küratoryel seçim bence. Ebru Uygun’un etkileyici tekniğini ve resim dilini sunduğu üç boyutlu tuvalleri ise karşılıklı konumlandırılarak mekandaki diyaloğa dahil edilmiş. Çalışmalarını beğeniyle takip ettiğim Ayşe Erkmen’in “Pantone” serisi işlerinden birini burada görmek beni ayrıca mutlu etti. Sanatçının kırmızı kurdelelerden yapılmış büyük boyutlu küre yerleştirmesi de Sarah Morris’in minimal tuval eseriyle harika bir uyum yakalamış. Alman çağdaş sanatçı Franz Ackermann’ın büyük ölçekli çalışması, soyut ile gerçek görüntülerin iç içe geçtiği zihin oyalayıcı bir tuval resmi olarak seçkiye derinlik katmış.“Yüzey” kavramına farklı bakışlarGalerinin bahçeye doğru uzanan uç noktasındaki video odasını, mimari bir unsur olarak mekana adaptasyonu açısından başarılı buldum. Burada Sarah Morris’in “Rio” isimli video çalışması ile sergiye doyurucu bir bitiriş yapabilirsiniz. Söz ettiğim sanatçılar dışında, Shirin Neshat, Haluk Akakçe, Autoban, Bernard Frize, Isaac Julien, Eva Rothschild gibi çağdaş sanatın önde gelen isimleri de yüzey kavramını kendi üsluplarınca ele alarak, politik ve toplumsal yorumlamaların eksik olmadığı güçlü eserlerini izleyiciyle paylaşmışlar. Siz de 30 Temmuz’a kadar devam eden sergiyi görmek isterseniz rotanızı şimdiden Dolapdere’ye çevirin derim. Dirimart’ı da ilerici vizyonu ve başarılı girişimi için ayrıca kutluyorum.