Geçtiğimiz günlerde Beyoğlu ve Karaköy’de ziyarete açılan sergiler, işledikleri konularla sanatseverlerin dikkatini çekiyor. Sergiler 15 Mayıs’a dek izleyenlerini bekliyor olacak. İşte onlardan bazıları...Arter, geçtiğimiz hafta, üç yeni sergiye daha ev sahipliği yapmaya başladı. Bunlardan ilki Şener Özmen’in “Filtresiz” isimli sergisi. Özmen’in sergisi mekânın üç farklı köşesine yerleşmiş üç ayrı “taht” konseptinden oluşuyor. Sıcak iklimlerde, genellikle dış mekanda kullanılan “taht”lara gönderme yapan bu yapılar hem kendi başlarına birer yapıt olarak hem de başka yapıtları taşıyan birer platform olarak beliriyorlar bu sergide. Her bir tahtın kenarlarında ise “cns” tekniğiyle işlenmiş toplam 32 adet ikona yer veriliyor. Cesurca seçilmiş olan “Filtresiz” başlığı ise Diyarbakırlı sanatçının bakışını, düşüncelerini, yaklaşımını ve gerçekliğini direkt olarak gözler önüne seriyor. Süreyyya Evren küratörlüğündeki sergi aynı zamanda Diyarbakır’da yaşayan ve üreten sanatçının sabitlenmiş olan toplumsal kimliğine de farklı bir bakış açısı sunmayı amaçlıyor.Kuzey Kutbu ve dağ zirvesiMekanın diğer katları ise Bahar Yürükoğlu ve Murat Akagündüz’ün eserlerini ağırlıyor. Girişte yer alan Bahar Yürükoğlu’nun “Devridaim” isimli sergisi Duygu Demir küratörlüğünde gerçekleşiyor. Sanatçı,2015 yılında hem güneşin batmadığı yaz aylarında, hem de karanlığın bitmediği kış aylarında Kuzey Kutbu’na yaptığı seyahatlerdeki deneyimlerine ortak ediyor izleyenleri. Mekanın ikinci katında konumlanan Murat Akagündüz’ün eserleri ise baş döndürmeye hazır. Vertigo isimli sergi sanatçının 13 adet “Kaf” serisi resmini bir araya getiriyor. Akagündüz, bu yeni resimleriyle yeryüzündeki en yüksek dağ zirvelerinin Google Earth üzerindeki görüntülerini betimliyor.Sergiler 15 Mayıs’a dek izleyenlerini bekliyor olacak. Nisan’da Arter’e uğramayı unutmayın!Konut kavramının tarihsel boyutuKüratörlüğünü Necmi Sönmez’in yaptığı Kemal Seyhan sergisi sanatçının son dönem işlerini bir araya getiriyor. Sanatçının farklı doku, form ve monokrom renklerle geliştirdiği çok katmanlı yapıtlarını bir araya getiren sergi dış dünyaya ait dokusal manzaralara odaklanıyor. Çalışmalarına hem Viyana hem de İstanbul’da devam eden sanatçının “Beklerken” isimli sergisini 30 Nisan’a dek Art ON Galeri’de izleyebilirsiniz. Şişhane’den sonraki adım ise Karaköy! 31 Mart’ta İstanbul Modern’de açılan “Geç Olmadan Eve Dön” isimli sergi ise VitrA ve Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin işbirliğiyle gerçekleşiyor. Türkiye çağdaş mimarlık ortamını geliştirmeyi hedefleyen sergi dizisinden beşincisi olan “Geç Olmadan Eve Dön” 19’uncu yüzyıldan günümüze dek uzanan bir yelpazede, konut kavramının ekonomik ve politik serüvenini sahnelerken bir yandan da yaşam alanlarına ve bunların kullanım şekillerine değiniyor. Sergi 26 Haziran’a dek görülebilir.
Geçtiğimiz hafta ziyaret ettiğim Art Dubai Fuarı’na bu yıl, Ortadoğu, Afrika ve Asyalı sanatçıların katılımı yüksekti.Art Dubai Fuarı’nda İran, Lübnan ve Iraklı sanatçıların eserleri oldukça dikkat çekiciydi. 1957 doğumlu, Lübnanlı sanatçı Nadim Karam’ın anıtsal nitelikteki heykelleri ve Pakistanlı kadın sanatçı Adeela Suleman’ın ahşap ve çelikten ürettiği, etnik motifler içeren kabartmalı tabloları adeta göz kamaştırıcıydı. Hintli sanatçılardan Reena Saini Kallat’ın guaj, tel ve mürekkeple yaptığı desenleri ve yine bir başka Hint kökenli sanatçı Jitish Kallat’ın kağıt üzerine çalıştığı tabloları ve özellikle de sergileme biçimleri fuarda oldukça dikkat çekmeyi başardı. Dubai’nin büyülü atmosferinde daha da anlamlı görünen tüm bu etnik eserlerin yanı sıra her zamanki çizgi dışı tarzı ile sansasyon yaratan, popüler sanatçı Kusama’nın 500 milyon dolar değerindeki tablosu ise fuarın en çok konuşulan eseriydi. Türkiye’den katılan galerilerden de; Krampf, Rampa, Sanatorium, x-ist ve Zilberman Galeri, başarılı sanatçıları ile Türkiye’yi temsil ederken, fuar izleyicilerinin de ilgi odağı oldular.Art Dubai’de bu yıl sergilerin paralelinde birçok söyleşi, workshop ve seminerlere de yer verildi. Jeff Koons ve Marina Abramovic gibi star isimlerin söyleşileri, en çok ilgi gören bölümlerdendi. Konuşmacılar arasında dikkatle dinlenmesi gereken bir diğer isim ise “Jewels of Allah” (Allah’ın Mücevherleri) kitabının İranlı kadın yazarı Nina Ansary’dı şüphesiz ki. Leila Heller Galeri’nin yeni ve büyüleyici mekanında gerçekleşen konuşmada Ansary, 19’uncu yüzyıl sonlarından günümüze dek önde gelen feminist siyasi hareketleri ve kadının toplumdaki hak ve eşitlik mücadelesini anlatıyordu.Şehre katkısı 35 milyon dolarDubai’nin sanayi bölgesinde yapılanan galeri konseptli oluşumlar adeta New York’un yüksek tavanlı geniş mekanlarını andırıyordu. Bölgenin en prestijli galerisi olan Leila Heller Galeri’nin duvarlarını, Art Povera’nın kurucusu, İtalyan sanatçı Pistoletto’nun kırık aynalı eserleri süslüyordu. Sanatçının kavramsal performansı ise tüm izleyiciler tarafından merak ve ilgi ile izlendi. Dubai’nin biraz dışında yer alan Sharjah şehri ise tutucu yapısına rağmen bölgenin en köklü kültür ve sanat merkezlerinden biri. Bienali’yle de ünlü olan kentte Şeyh’in sanata ve kültüre ayırdığı büyük ölçekli bütçeyi gözlemlemek mümkün. Şehrin Modern Sanat Müzesi’nde yer alan Turner Ödüllü, Kanadalı sanatçı Angela Bulloch’un ışıklı işleri görülmeye değerdi. İran’ın önemli kadın sanatçılarından Farideh Lashai’nın farklı disiplinlerde ürettiği sosyal ve politik içerikli eserleri ise Sharjah Art Foundation’ın katkıları ile sergilendiği bu tarihi mekanda farklı bir anlam kazanmıştı adeta.Art Dubai fuarının kente olan ekonomik katkısı ise yadsınamaz. Geçen seneki Art Dubai ve Design fuarlarının şehre toplam getirisi 35 milyon dolardı. Dubai hem coğrafyası hem de tüm bu sanatsal etkinlikleriyle oldukça turist çeken bir bölge. Üstelik, Birleşik Arap Emirlikleri’nin şeyhi ve Dubai’nin mutlak hükümdarı Muhammed bin Raşid El Maktum sanata yatırım yapmaya devam ediyor. Hükümdar bu günlerde, Dubai’de dev bir opera binası ve yeni bir çağdaş sanatlar müzesi açmak için çalışmaları başlattı.
Sizi zamanda yolculuğa çıkartacak hatta zaman algınızı değiştirecek üç farklı sergiyle tanıştırmak istiyorum bu yazımda. Bu hafta sonu için daha iyi bir plan olabilir mi?Ayşe Gül Süter - Görünmez Hareket - Pg Art GalleryPg Art Gallery 2 Nisan’a dek Ayşe Gül Süter’in “Görünmez Hareket” adlı ikinci kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Süter, hareket, ışık, etkileşim ve mekan olgularını yeni medya pratikleriyle harmanlıyor. Animasyon eğitimi alan sanatçının harekete olan duyarlılığını eserlerinde kolaylıkla izlemek mümkün. Sergi, yaşamı mikroskopik düzeneklerle incelerken bunları karışık tekniklerle soyutlamaya odaklanıyor. Gözle algılanamayan organizmaların hayat enerjisinin kaynağı olduğunu vurgulayan sanatçının cam heykelleri de bir o kadar dikkat çekici. Mekanın neredeyse yarısına hakim olan yerleştirmede ise, sanatçının biyolog Joseph A. DeGiorgis ile yürüttüğü gezi ve araştırma projelerinin bir dokümantasyonu yer alıyor. Süter, yerleştirmesinde, organizmaların hareket, renk ve doku farklılıklarını incelerken, bu biyolojik oluşumları “canlı-görüntüleme” tekniği ile sunarak izleyiciye yeni bir deneyim yaşatıyor.Hazine Odası - Art50.net - Karma sergi - Adahan İstanbul OtelArt50.net’in bu yılki ilk sergisi “Hazine Odası“ ise, 13 Mart’ta Adahan İstanbul Otel’de sanatseverlerle buluştu. Bu sergi ile kendinizi Adahan’ın saklı ve otantik mekanında zamanı belli olmayan fantastik bir hikayenin ortasında bulamanız mümkün. Sergide, Aslı Dinç, Ece Kalabak, Genco Gülan, Gözde Başkent, Haydar Akdağ, Rafet Arslan ve Taşkın Esin’in farklı disiplinlerde ürettikleri eserlerine yer veriliyor. Hazine kavramına yeni bir soluk getiren sergide Genco Gülan’ın “Seni Hep Sevdim” isimli eseri dikkatimi çeken bir çalışma oldu. Çok sevdiği eşini kaybeden bir kralın altın tozuna batırarak sakladığı ve eşinden arta kalan üç kemiği betimleyen bu yerleştirme, aslında geride sevgiden başka hiçbir şey bırakamayacağımızı düşündürdü bana. Sergiyi 15 Nisan’a kadar Adahan Otel’de görebilirsiniz.Ergin Çavuşoğlu Hangi Güneş Seyre Daldı Son Rüyanı Rampa GaleriHangi Güneş Seyre Daldı Son Rüyanı“ ismini, Charles Baudelaire’in “Hangi güneş seyre daldı onun son rüyasını?” dizesiden dönüşümle ele alan, Ergin Çavuşoğlu’nun üçüncü kişisel sergisi ise RAMPA’da 7 Mayıs’a dek izlenebilir. Sanatçı bu sorunun karşıladığı metaforik sarhoşluğa dikkat çekerken, insanlardan çok objelerin ve fikirlerin devinimine değiniyor bu sergiyle. Zamansallığa ilişkin ya da yersiz hale gelmiş mekânlar Çavuşoğlu tarafından özellikle ön plana çıkarılıyor. Önceki çalışmalarından da bildiğimiz gibi video, heykel, resim ve fotoğraf gibi farklı disiplinlerde ürettiği eserleriyle, gündelik olandaki güzelliği görmek ve kutlamak adına izleyenleri bir tür Dadaist ilahiye davet ediyor sanatçı.
Teknoloji-sanat birlikteliği çağdaş sanatı en iyi şekilde anlamamıza neden olurken, geleceğe uzanan yepyeni bir yolu da bizlere sunuyor. bizlergggetirigberaberindesunuyor.Sanat ve teknolojinin bir arada bulunup el ele yürüdüğü bu çağda bilgisayar teknolojileri ile internetin sanatçılarının sanatı nasıl etkilediği her zaman tartışılan bir konu olmuştu. Kısa bir süre önce, bu konuyu mercek altına alan ‘Elektronik Otoban’ isimli sergiyi Whitechapel Galeri Londra’da izleme fırsatını yakalamıştım. Dijital çağda veri üretimini çevreleyen meselelere odaklanan bu sergi; üç ayrı bölümde; son 16 yıla ait çalışmaları tersine kronolojik sıraya konmuş bir biçimde sunarken internet tarayıcıları aracılığıyla ağa bağlı eserlere de yer veriyordu. Ayrıca 21’inci yüzyılın bitiminden önce üretilmiş eserler de sanatın gelişimini sorgularcasına sergideki yerlerini almışlardı.Politikaya göndermeSergi mekanının girişinde yer alan hologramda ziyaretçileri enerji dolu gülümsemesi ile bir kadın karşılıyordu. Öncelikle kendimi bir sergi girişinde değil adeta bir resepsiyonda bekliyormuşum gibi hissetim bu eser karşısında. İngiliz sanatçı James Bridle’ın ‘Homo Sacer’ adlı bu çalışması bürokratik açıklamaları ile oldukça etkileyiciydi. Hologram kadın figürü, Avrupa Birliği ve İngiltere ile ilgili devletin koyduğu yasakları ve mevzuatları anlatıyordu. Video 21’inci yüzyılda vatandaşlık kavramını yeniden tarif ederken ölümünden iki yıl önce İngiliz vatandaşlığı elinden alınan bir terör zanlısının hikayesine de değiniyordu. Hem teknolojik olarak ileri hem de politik olarak yıkıcı özelliği ile oldukça anlamlı bir eserdi bu.David Coupland - Derin YüzYine aynı mekanda yer alan David Coupland ’in ‘Derin Yüz’ adlı eseri de oldukça dikkat çeken bir işti. Renkli geometrik şekillerle örtülmüş yüzler kimlik meselesine değiniyordu. Sanatçı bu çalışmalarını Facebook gibi şirketlerin gizlilik hakkı savunucularının kınamalarına maruz kalmasına yol açan yüz tanıma teknolojisinin bir eleştirisi olarak kurgulamıştı.Sergide dikkatimi çeken diğer bir tema da online kimlik kavramına değinen Arjantinli sanatçı Amalia Ulman’ın ‘Faziletler ve Yetkinlikler’ isimli serisi oldu. Bu seride Instagram üzerinden paylaşılan bir dizi fotoğraf duvarlara asılı şekilde sergileniyordu. Özellikle de ‘kadın’ kimliğinin sosyal medya üzerinde nasıl inşa edildiğini gösteren çalışmalar; gerçekler ve yanılsamaları birbirine düşüren, düşündürücü işlerdi. Göbeği açık elbisesi veya banyo hallerini ifşa eder şekilde kendini hayali rollerde fotoğraflayan sanatçı; “Bir anlamada ‘kadınlığın’ nasıl nesneleşebileceğine odaklanmaya çalışıyorum” diyor. Bu eserler; hayaller ve yalanlar üzerine kurulu sosyal medyanın gerçek hikayesini anlatıyordu adeta.Dijital bilgi çağıSergi bitimine vardığımda ise en beğendiğim video sanatçılarında Num June Paik’in yukarılara doğru yükselen ‘İnternet Rüyası’ adlı eseri ile karşılaştım. Birbirine zıt soyut görselleri gösteren tam 52 adet monitör üst üste yığılı bir şekilde yerleştirilmiş ve adeta dijital bilgiye doyma çağının habercisi niteliğinde çağımızın geldiği noktayı sorguluyordu. İnanılmaz görsellikteki bu eseri John Cage’in müzikleri eşliğinde izlemek de ayrı bir keyifti.Sergi ardından, yıllardır tartışılan “Resim sanatının sonu geldi mi?” sorunsalı yine kaçınılmaz bir şekilde zihnimde yer etti. Şu bir gerçek ki günümüzde teknoloji ve sanatın bu birlikteliği çağdaş sanatı en iyi şekilde anlamamıza neden olurken geleceğe uzanan yepyeni bir yolu da beraberinde getiriyor.Num June Paik - İnternet Rüyası
Öncelikle, İhsan Oturmak’ın İstanbul’daki ilk kişisel sergisi 12 Şubat’ta Depo’da sanatseverlerle buluştu. Daha evvel bir röportajı ile tanıdığım, 1987 Diyarbakır doğumlu sanatçının ilginç hikayesine bu sergide bir kez daha tanık olmak benim için oldukça farklı bir deneyim oldu. Çalışmalarında biriciklik, militarizm, eğitim, ceza, inkılap ve ihtilal gibi konular üzerine eğilen sanatçı, bu kavramları açabilmek için 2011’den bu yana çeşitli bölgelerdeki köy okulları, camiler ve cezaevlerinde araştırmalar yaparak belge niteliği taşıyan materyaller topluyor.İhsan Oturmak - letter revolutionHem bu ilginç ilham kaynakları hem de oldukça naif karakteri ile Oturmak, Rotary, Akbank Sanat ve Art Revolution Taipei gibi önemli sanat yarışmalarında ödüller kazanmış ve 2013’te Louis Vuitton, Paris’te düzenlediği sergisi ile de oldukça ses getirmişti. Başarıları ile uluslararası düzeyde bir görünürlük kazanmış olan sanatçının bu sergisi için bir araya getirilen, siyah, mavi formalı çocuk kümeleri tekrar duygusu uyandıracak şekilde kurgulanmıştı. “Üç Kusurlu İşlem-Aşiret, Mektep, Medeniyet“ isimli sergide sanatçı aşiretten mektebe doğru bir seri üretim gibi ilerleyen medeniyet anlatısını ve devletin kutsal işlemler olarak tasarladığı toplumsal kontrol mekanizmalarını ele alıyor. 13 Mart tarihine dek izleyebileceğiniz sergi öğretme, eğitme ve hizaya getir e olgularına da eleştirel bir gözle bakma şansını beraberinde getiriyor.Bu haftanın önemli sergilerinden bir diğeri ise 18 Şubat’ta Dirimart Galeri’de izleyici ile buluşan; Wang Qingsong’un “Tek Dünya, Tek Rüya” başlıklı sergisi. 1966 Çin doğumlu Qingsong’un İstanbul’daki bu ilk kişisel sergisinde sanatçı, 2004-2014 y ılları arasında gerçekleştirdiği çalışmalarından bir seçki sunuyor. Dünyevi ile manevi olan arasındaki belirsiz sınıra işaret eden sekiz fotoğraf çalışmasını bir araya getiren sanatçının sergide yer alan en dikkat çekici işi ise en iyi üniversite ve şirketlerin logolarını, renkli tebeşirlerle çizdiği dev karatahtadan oluşan diptik çalışmasıydı kanımca. Sergi 13 Mart’a dek görülebilir.Kadına şiddete hayır!Canan’ın 15 Ocak’ta Rampa Galeri’de açılan sergisini de geçtiğimiz haftalarda görme fırsatı yakaladım. “Işıl Işıl Karanlık” adlı sergi; video heykel, resim ve kolaj çalışmalarıyla kadına yönelik şiddet konusuna derinden değiniyor. Hem de feminist bir kadın olarak ben buradayım diyen, bangır bangır bağıran ve adeta meydan okuyan işlerle. Sergi kaotik olayları tüm çıplaklığı ile gösterirken yaşam sürdüğü müddetçe ufacıkta olsa insanın içinde var olan umut ışığını da es geçmiyor. Mekanın en sonunda beliren ‘Zifiri Karanlık’ isimli eser ise bu umudu tarif eden en iyi çalışmaydı kanımca.Neon ve pleksi malzeme ile üretilmiş bu iş isminin aksine ışık saçıyor. Ölümü bile göze alarak umut yolculuğuna çıkan Suriyeli göçmenleri konu alan bu çalışma ironik yapısı ile oldukça önemli. Sergi 27 Şubat’a dek mutlaka görülmeli.Wang Qingsong - One World, One Dream
Saatchi Gallery 30’uncu yaşını kutlarken yedisinden yetmişine 14 güçlü kadın sanatçının eserlerini ‘Chamagne Life’ isimli sergiyle bir araya getiriyor.Sergide doldurulmuş hayvanlardan, nakış gibi işlenmiş devasa portrelere, bir duvar dolusu tencereden, soyut heykellere her türde işi görmek mümkün. Galeri’nin CEO’su Nigel Hurst işleri herhangi bir konsept altında toplamadıklarını, sadece kadın çağdaş sanatçıların kendi özgün eserleri ile yıl dönümlerini kutladıklarını belirtse da pek çok eserde yılardır maruz kalınmış ayrımcılığı izlemek mümkündü. Özellikle Alice Anderson’ın ‘Bound’ isimli eseri serginin en çarpıcı parçasıydı. Ahşap ve bakır ipten oluşan anıtsal nitelikteki bu iki ayrı heykel göz alıcı parlaklıkları ile izleyicilerin odak noktası olmuştu adeta. Yıllar yılı kadına uygun objelermiş gibi algılanan dikiş nakış malzemelerinin bu denli büyük boyutlarda birer sanat yapıtı olarak karşımıza çıkması izleyene ister istemez ters köşe yapan sorular sordurmayı başarıyordu.1976 doğumlu Afrika kökenli sanatçı Mequitta Ahuja’nın akrilik, yağlı boya ve çeşitli kağıtlar ile yaptığı tabloları da oldukça dikkat çekiciydi. İlk bakışta Paul Gauguin’in eserlerini andıran bu eserler Asya, Afrika ve Hint kültüründen etnik öğeler barındırıyordu. Stephanie Quayle’in gerçekçi boyutlarda, kilden yapılmış inek heykelleri ise tasvire dayalı en güzel eserlerden biriydi kanımca. Quayle 2013 tarihli bu işinde; çiftliklerde yaşayan hayvanların insanlar tarafından ne evcil ne de vahşi olarak algılanmasına ve insanların onlarla sevimli ama çıkar üzerine kurduğu ilişkisine dikkat çekmek istiyordu.Geçtiğimiz ay sonu Kraliyet Sanat Akademisi Londra’da açılan ‘Monet’den Matisse’e: Modern Bahçeyi Resmetmek’ isimli sergi son günlerde en çok görmek istediğim etkinliklerden biriydi. Çünkü bu sergi Monet şaheserlerinin yanı sıra 1860’lardan 1920’lere tarzları her ne kadar farklı da olsa ondan etkilenmiş; Paul Klee, Emil Nolde, Vincent van Gogh, Henri Matisse, Gustav Klimt ve Wassily Kandinsky gibi pek çok önemli sanatçının belki de hiç bilinmeyen bahçe temalı eserlerini ilk kez gün yüzüne çıkartıyordu. Çeşitli koleksiyonlardan toplanan tam 125 eserin yanı sıra Monet’in bahçe tutkusu belgeleyen mektuplarına da yer verilmişti. Bu mektuplar arasında gözüme Monet’in şu cümlesi dikkatimi çekti: “Ressam olmamı belki de çiçeklere borçluyum.” Bazen olayları yaratan kişiler bazen de olayların yarattığı kişiler oluyoruz. Neden böylesi güzel bir çiçek hayatımıza yön vermesin ki? Sergi 17, 18 ve 19’uncu yüzyıldan bahçe ile peyzaj kültürüne dair ipuçları veriyordu. Sergi salonunun ortasında yer alan dik oturma koltukları ve yeşil duvarlar arasında kendimi adeta bahçede dolaşıyormuş gibi hissetim. Monet’nin ‘Lady in the Garden’ isimli çalışması önünde dakikalarca vakit geçirdikten sonra ise bu huzur dolu mekandan ayrılmak bir hayli zor oldu.Son olarak Tate Modern’deki Alexander Calder sergisi ve bu sergiye eş zamanlı olarak açılan Calder Ödülleri’nin gösterimi oldukça önemli etkinliklerdendi. Pace Galeri’de görme fırsatını yakaladığım ödüllü sanatçılardan Tara Donovan’ın küçük çelik toplardan oluşan heykeli şüphesiz ki en dikkat çeken işlerdendi.
Geçtiğimiz haftalarda Kuad Galeri’de açtığı sergisi ile dikkat çeken genç sanatçımız Meltem Sırtıkara hem neşeli hem de umutsuz olan sergisini ve ilham aldığı konuları anlattı bu hafta. Sergi 5 Mart’a kadar mutlaka görülmeli!Banu Çarmıklı: Öncelikle Kuad Galeri’deki ilk solo sergin ‘Neşeli Bir Umutsuzluk’ tan biraz bahseder misin?Meltem Sırtıkara: 2014’te Mixer’de ‘Zamanlama Meselesi’ isimli bir sergi açmıştım. Bu sergiyle başlattığım projeyi yeni sergim ‘Neşeli Bir Umutsuzluk’la devam ettirdim. Mixer’deki ilk bölümde ikili ilişkilerden yola çıkarak varoluş meselesinden bahsetmiştim. Neşeli Bir Umutsuzluk’ta ise insan yaşamının sosyolojisine bakarak çeşitli karakterler çizdim. Bu hikayede seçtiğim figürleri; hem bulundukları yerlerle hem de kendileriyle uzlaşamayan “mantıksız insanlar” olarak adlandırıyorum.Özetle sergi; aileye, yaşama, yaşamın boşluklarına, imkansızlıklara, kimlik arayışlarına ve kişinin mutluluk arayışına yoğunlaşıyor. Sınırlara bağlı yaşadığımız bu düzen içinde denge arayışında olan ve olmayan insanlara bir bakış açısı sunuyor aslında sergim. Ulay ve Marina Abromaviç‘in ‘Atıl Enerji’ isimli, ikili ilişkilere ve iletişimsizliğe göndermeler yapan eserinden yola çıkarak oluşturduğum kompozisyonum ise bir anlamda sergiyi en iyi özetleyen işim.BÇ: Eserlerinin temelinde yatan, sanana ilham veren konular nelerdir?MS: Varoluşumu sorguladığım bir dönemde karşıma çıkan bir Milan Kundera röportajı ve ardından okuduğum kitabı ‘Yaşam Başka Yerde’de beni ve hayatımı derinden etkileyen görüşler oldu. Yaşamın içindeki boşluklar, kimlik arayışımız ve hep bir yere varma çabası içinde bulunan karakterler yarattım resimlerimde. İkinci Dünya Savaşı sonrası politik baskılar sebebiyle Prag’dan ayrılıp Paris’e yerleşen Kundera bana bu sözleriyle ilham vermişti: “Sakın ülkenize ve vatanınıza aitsiniz safsatalarına inanmayın! Yaşamı başka yerlerde arayın. Sizin kimliğinizi oluşturan isminiz, milletiniz, ırkınız ya da dininiz olamaz. Bunlar sadece özgür seçimlerinizin birer parçası olabilir.”Nerede Ne Arıyoruz?BÇ: İlginç bir kolaj tekniği kullandığını görüyorum. Kağıtları tuvale dikerek yapıştırıyorsun, bu tür malzemeleri seçmenin özel bir sebebi var mı?MS: Tuval veya fotoğraf üzerine; yağlı boya, akrilik, ip ve kağıt malzeme kullanıyorum. Özellikle seçtiğim bazı malzemeleri birbiriyle uyuşmayan insanlara benzetiyorum. Kağıttan kestiğim insan figürlerini dikiyorum tuvalime, kağıtlar delindiklerinde hasar alıyorlar tıpkı insanlar gibi. Dikişle iliştirilmiş farklı karakterlerden bazıları istiflerini bozmadan yollarına devam ederken bazıları anlamsız bir şekilde yeryüzünde geziniyorlar.BÇ: Meltem Sırtıkara’ yı başka hangi sanat dalları veya sanatçılar etkiler?MS: Milan Kundera, Fernando Pessoa, Leonard Cohen, Woody Allen, Michalengelo Antononi ve Alex Katz gibi isimler bana hep ilham vermiştir.
Uzun yıllardır uygulanan ambargonun kaldırılması ile İran kapılarını modern dünyaya açmaya hazırlanıyor. Üstelik bu açılımı da sanat yolu ile yapacak.Sanatın, ülkelerin gelişmişlik ve medeniyet seviyesinin göstergesi olduğunun bilincine varmış bu ülke 70’li yıllarda yani Şah Döneminde satın alınan ancak yıllarca depolarda saklanan birbirinden değerli pek çok sanat eserini gün yüzüne çıkarmaya hazırlanıyor. Aralarında; Pollock, Bacon, Picasso, Warhol, De Kooning, Rothko, Kandinsky, Motherwell, Frank Stella, Hockney, Henry Moore, Giacometti ve Calder gibi önemli isimleri barındıran bu modern koleksiyonun tahmini değerinin iki buçuk milyar dolar olduğu söyleniyor. Bunun yanı sıra klasik koleksiyonlarında yer alan Renoir’ın ‘Gabriella With Open Blouse’ 1907 tarihli eseri 8 milyon dolar, Paul Gauguin’in ‘In Still Life With Japanese Woodcut’ 1889 tarihli eseri ise 45 milyon dolar değerinde.Paul Gauguin - In Still Life With Japanese Woodcutİran sanatı her yerdeDünya ile İran arasında bir köprü görevi görecek olan koleksiyon, ilk olarak Berlin’de daha sonra Mayıs ayında Prado Foundation, Milano’da ve son olarak 2017’de Washington DC’de izleyici karşısına çıkacak. Değişim sürecinde dünyaya modern yüzünü göstermeye hazırlanan İran için artık çıplak heykellerin gizlenmesine gerek yok. Öyle görünüyor ki çağdaş sanat, bu yeni açılımlar sayesinde İran’ın günlük yaşamının bir parçası olacak.Sanatsal faaliyetler anlamında özellikle geçtiğimiz sene kendisini iyice göstermeye başlamış olan İran, 2015 Contemporary İstanbul Fuar’ının ‘focus’ bölümünde misafir ülke olarak yer almış ve oldukça dikkat çekmişti. 2015 Venedik Bienali’nde de İran Pavyonu en çok konuşulan bölümlerden bir tanesiydi. Örneğin, benim de çok sevdiğim, Monir Farmanfarmaian’nın geometrik şekilli mozaik ayna ve dönen kaligrafik heykeli bienale damgasını vuran bir eserdi. Bu arada Farmanfarmaian, Guggenheim New York’ta sergisi olan ilk İranlı kadın sanatçı olma ünvanını da taşıyor. Bu günlerde ise Dubai’de Leila Heller Galeri’de sergisi olan ünlü isimlerden İranlı YZ Kami de, 1997’de MOMA’daki sergisiyle oldukça gündem yaratmıştı.Gençlerin entelektüel, sanatçıların bakış açılarının çok geniş olduğu bir ülke olan İran’da sanatsal faaliyetler alanında gerçekleşecek önemli etkinliklerden bir diğeri ise Belçikalı sanatçı Wim Delvoye’un Mart ayında açılacak olan sergisi. Geçen sene Belçika’daki atölyesinde ziyaret ettiğim sanatçı 2016’da gerçekleşecek sergisinin planından bahsederken “İran gibi sanat alanında yüksek potansiyelli bir ülkede sergi yapacak olmak bana heyecan veriyor.” sözleriyle sevincini belirtmişti.Önümüzdeki sonbaharda dünya sanat takvimindeki yerini alacak olan Tehran Sanat Fuar’ı ise şüphesiz tüm sanat dünyası merakla bekliyor.Monir Farmanfar-maian - SquareSergiler, fuarlar bir yana, İran ayrıca edebiyatıyla da dünyada öne çıkmış bir ülke. Abbas Kiyarustemi, Hidayet, Ömer Hayyam, Hafız, Sadi, Firdevsi gibi isimler zaten aşina olduklarımızdan sadece bir kaçı. Buradan çıkarılacak tek sonuç ise sanatın evrenselliğine bir kez daha saygı duruşunda bulunmamız gerektiğidir.