Doğayı seven iki sanatçı

29 Ocak 2016

Birçoğunuz başarılı genç sanatçılarımızdan Elmas Deniz ve Alper Aydın’ın eserlerini görmüş veya isimlerini duymuşsunuzdur. Bu değerli sanatçılarımızın eserlerini mercek altına almak istedim.Öncelikle İstanbul Modern’in Çelenk Bafra küratörlüğünde gerçekleşen sergisi ‘Yok Olmadan: Doğa ve Sürdürülebilirlik Üzerine Bir Sergi’ doğa ve ekolojiyi konu alırken sürdürülebilirlik kavramına da değinen sanatçıları bir araya getiriyordu. Son yıllarda kaçınılmaz olarak ilgimi geçen, doğaya duyarlı bu üretimlere özellikle de yer vermek istedim. Serginin tümünü de ayrıca mutlaka görmenizi tavsiye ederim.Alper Aydın - Taş Kütüphanesi 1981 Bergama doğumlu Elmas Deniz’i 2014’te Pilot Galeri’de gerçekleştirdiği ‘Siyah Panteri Görebilmek’ isimli sergisinden de hatırlayacaksınızdır. Video, yerleştirme, fotoğraf, desen gibi geniş yelpazede yaptığı üretimlerinde, sanatçı çoğunlukla küresel güç yapıları, devlet kontrolü, şehircilik, ekonomi ve küreselleşme üzerine odaklanıyor. Onun gözünden, doğayı korumanın gerekliliğine ilişkin her şey, bir paradoksa hapsolmuş durumdayken, eserlerinin en çarpıcı noktası devamlı büyümeye odaklı kapitalist sistemin doğal kaynaklara getirdiği tahribata işaret ediyor olması. Doğal olana dikkat çekmek için kendince geliştirdiği yöntemleri gayet akıllıca genç sanatçının.Geçtiğimiz 14’üncü İstanbul Bienali’nde de yer alan Deniz’in Modern’de gösterilen çalışması Güney Kafkasya’nın olağanüstü doğasındaki insansız bir hava aracına ait buluntu görüntülerini içeriyordu. ‘Güzel’ ve ‘el değmemiş‘ bu doğa görüntüleri ve ona eşlik eden drone-kuş melezi heykeli ile sanatçı teknolojileri durmaksızın ilerleyen tüketim odaklı insanlığın görsellik politikaları ve doğa temsilleri üzerine alternatif bir bakış açısı sunuyordu.Elmas Deniz - Siyah Panteri Görebilmek1989 Ordu doğumlu Alper Aydın’ın ismini ise genç yaşına rağmen son yıllarda sıklıkla duymaya başladım. Sanatçının kavramsal çerçevede ürettiği eserleri son derece yalın ve net. Onun için, geometrik formlar, yalnız bir çizgi, rakamlar veya renkler, dikkatleri doğaya çekmek adına gayet yeterli. Örneğin, denizin ortasında ki bir taşın kaç kilo olduğunu merak etmemeyi bırakın belki de o taşı orada görmüyoruz bile çoğumuz. Aydın ise birbirinden ince düşünülmüş land art projeleriyle dikkatleri ‘o şeyin’ varlığına yöneltmeyi başarıyor. İşte bunu yaparken de kimi zaman sadece bir renk bile sanatçıya yeterli olabiliyor. Kendi deyimi ile de bu üretim sürecini ve üretimlerini, insani bir diyalog olarak görüyor. “Hayatımız; sınırlar koymak, ölçüp biçmek, sınıflara ayırmak üzerine kurulu. Doğa ile aramızda kuracağımız her tür diyalog bize yaşadığımız yerin yaşayan bir varlık olduğunu gösterir.” diyerek ifade ediyor sanatçı kendisini.2012 yılında İlk kez düzenlenen Full Art Prize’da 300e yakın katılımcı arasında ilk 13 sanatçıdan biri olmaya hak kazanan Aydın o günden bu güne şu aralar, ‘Yok Olmadan” sergisinin en genç sanatçısı. Üstelik oldukça kuvvetli isimler arasında... Aydın’ın sergide yer alan ‘Taş Kütüphanesi’ isimli eserini ise, özellikle memleketi Ordu, Konya, Ankara ve İstanbul’dan topladığı fosilleşmiş ağaç ve taşlar oluşturuyordu.

Devamını Oku

Ocak sergileri 2016

22 Ocak 2016

İstanbul şu sıralar iki güçlü sergiye daha ev sahipliği yapıyor. Karlı ve oldukça soğuk geçen bugünlerde her ikisini de izlemekten büyük zevk duyduğum sergileri, süreleri bitmeden siz de görün çok isterim.Banksy’nin dünyaca ünlü eserlerini bir araya getiren ‘The Art of Banksy’ isimli etkinlik 14 Ocak’taki açılışından beri gündemden düşmüyor. Kısa süren seyahatimin ardından döner dönmez sergiyi geçtiğimiz hafta görme fırsatını yakaladım ve açıkçası, medyada hızla yayılan sansasyonel haberlerine rağmen iyi ki de görmüşüm bu sergiyi dedim.Küratörlüğünü Steve Lazarides’in üstlendiği serginin bu denli gündem yaratmasının sebebi ise aslında sanatçının “kendi” sergisinden haberi bile olmaması. Eserleri görmek için ödenmesi gereken ücret ise eleştirilen konulardan bir diğeri.Sergide; Banksy ile yıllarca işbirliği yapmış Lazarides’in özel koleksiyonundan parçalar ve yanı sıra dünyanın farklı noktalarındaki koleksiyonerlerden toplanan eserlere yer verilmişti. Bugüne kadarki en büyük Banksy koleksiyonu olma özelliği taşıyan sergide, toplam 85 eser 29 Şubat’a dek izleyenlerini bekliyor. Sergide dikkat çeken ve kendimi Londra sokaklarında dolaşıyormuşum gibi hissettiren eserler arasında; ‘Kırmızı Balonlu Kız’, ‘Gül Şimdi’ ve ‘Hizmetçi’ gibi daha pek çok ünlü esere de yer verilmişti.Dünyanın birçok şehrinde anarşist duruşuyla sisteme meydan okuyan, esaret ve özgürlük üstüne söyleyecek çok şeyi olan sanatçının sergisinden haberi olmasa da bu fırsat ayağımıza kadar gelmişken etkinliği Global - Karaköy’de mutlaka görün derim. Ayrıca ‘The Art of Banksy’, isimli sergi interaktif sergileme yapısı ile izleyiciye, serginin ötesinde farklı bir deneyim de sunuyor.Bu hafta dikkat çeken bir diğer sergi için ise ikinci durağım İstanbul Modern oldu. Her geçen gün yeniden tanımlanan mekân kavramının izini süren ‘Habitat’ isimli sergi İstanbul Modern’in Fotoğraf Danışma Kurulu tarafından seçilmiş 13 sanatçının üretimlerine yer veriyor. Eserlerini merakla ve büyük beğeni ile takip ettiğim Merih Akoğul, Orhan Cem Çetin, Murat Germen ve Sıtkı Kösemen’den oluşan danışma kurulunun seçkisinden geçmiş eserleri görmemek olmazdı.Fotoğraflanan karelerin her birinde, günlük yaşam alanları, güncel koşulların baskısı altında fiziksel olarak yeniden kurgulanmıştı. Mekânların sadece fiziksel müdahalelerle değil, toplumsal ve kişisel hafızayla da şekilleniyor olduğunu görmek adına oldukça ilginç ve düşündürücü eserlerdi bunlar.Birçoğu genç olan sanatçılardan: (Kürşat Bayhan, Kerem Ozan Bayraktar, Zeynep Beler, Görkem Ergün, Beril Gür, Çağlar Kanzık, Oğuz Karakütük, Barbaros Kayan, Gündüz Kayra, Neslihan Koyuncu, Desislava Şenay Martinova, Ali Taptık, Serkan Taycan) Kerem Ozan Bayraktar’ın ‘Klimalar’ isimli çalışması gerçeklik içinde yaratılmış soyut görüntüsü ile dikkat çekiyordu. Bayraktar’ın diğer çalışmalarında olduğu gibi bu karede de ‘tekrar’ ve ‘kopyalama’ tekniği, izleyici üzerinde bir ‘yabancılaşma’ etkisi uyandırıyordu. Aslında ben bu eserde oldukça mizah dolu bir taraf gördüğümü de belirtmeliyim. Habitat, 22 Mayıs 2016 tarihine dek İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde izlenebilir.

Devamını Oku

Bu bir aşk şarkısı değil - Pera

15 Ocak 2016

Özellikle son yıllarda güncel ve çağdaş sanatları sergilemeye yönelik başarılı çalışmaları ile Pera Müzesi sanatseverlere yine ilginç bir sergi daha sunuyor. Aslında 'Bu Bir Aşk Şarkısı Değil' isimli sergi, geçtiğimiz 25 Kasım tarihinde açılmıştı fakat ben ancak geçtiğimiz hafta görme fırsatını yakalayabildim.Video sanatı ve Pop Müzik ilişkisini ele alan sergi, 60’lardan günümüze bu iki farklı alanın kesişim noktalarına değiniyor. Sergi, müzik endüstrisi ve sanat sisteminin tüketim kültürü içerisindeki adeta sessiz çığlığını gözler önüne seriyor. Rock & Roll, pop, saykodelik, glam, punk, soul, disko müziği, hip-hop, indie ve son yıllarda türemiş daha pek çok yeni müzik türünün sanat dünyası ile olan ilişkisini, bu işin felsefesini ve gelinen son noktadaki anlam kaybını sunan sergide izleyicileri karşılayan ilk video serisi tabii ki Andy Warhol’a ait. Sanatçının eserlerinden de bilindiği gibi 60’lı yılların en ünlü under ground rock grubu olan The Velvet Underground hayranlığını bu videoda bir kez daha görmek mümkün.Dört kanallı video yerleştirmede grup üyelerinin dört dakikalık süre içerisinde hiçbir yönlendirme olmaksızın, düz bir fonda ve sabit kamera eşliğinde doğal hareketlerini izliyoruz. Warhol, poz vermekten yorulmuş olan bu kişilerin gerçek egolarını göstermeyi hedefleyen videosu ile aslında bir sanatçı duruşunun hiçbir şey yapmasa da izleyicide oluşturacağı etkisinin bir dakika dahi gözünü ondan ayıramaması olacağını iddia ediyor. Nitekim özellikle de Nico’nun doğal göz hareketleri bile, beni 1966 yılında The Factory’de çekilmiş olan bu zamanlara geri götürmeyi başardı.Andy Warhol, John Cage ve Yaoi Kusama gibi isimleri görmek mümkün.Sergide yer alan beş ayrı alt başlık ise şöyle; 'Pop İçinde Sanat / Sanat İçinde Pop', 'Histeri ve Din' Rock ve Kavramsal Sanat', 'Rock ve İkizi Bir (Alet Çantası) Olarak Pop Müzik' ve son olarak 'Dans Müziği Politikaları'. Her biri birbirinden daha derin konulara değinen bu başlıklar altında toplanmış işleri izlerken kafamda oluşan temel düşünce ise insanlık olarak yarattığımız çelişkiler üzerineydi. Ruhani bir iç ses yardımı ile çıkan üretimler özellikle de 60’lar ve 70’lerde popüler olan rock yıldızlarının anlaşılamaz, toplumdan kopuk, uzak imajları popüler kültür tarafından kullanılmaya oldukça müsait bir ortamı da beraberinde getirmiş ve bugünün yeni müzik-sanat anlayışını oluşturmuştu.Sergide ilgi çekici olan bir başka eser ise sansasyonel kişiliği ile hala gündem yaratmayı başaran sanatçı Yayoi Kusama’nın 1967-69 yılları arasında konser salonları ve festival alanlarında yaptığı 'happening'lerinin kaydını gösteren video çalışmasıydı. Vietnam Savaşı, Soğuk Savaş ve sivil haklar ile cinsel özgürlük lehine gelişen hareketlere karşı duruşu ile 60’lı yıllarda pop ile 'saykodeli'yi en iyi temsil eden sanatçı zaten Kusama’dan başkası olamazdı.Son olarak Jonh Cage’e atıfta bulunan ses enstalasyonu ve Cage’in beni düşüncelere sürükleyen cümleleri ile kapanışı yapmak istiyorum. “Her zaman görülecek, duyulacak bir şeyler var. Hatta sessizlik yaratmaya çalışsak da yapamayız.” Sizleri de içsel bir yolculuğa çıkaracağına inandığım bu kapsamlı sergiyi 7 Şubat’a dek Pera Müzesi’nde görebilirsiniz.

Devamını Oku

İstanbul’da iki güçlü kadın iki güçlü sergi...

9 Ocak 2016

Türkiye’nin ilk kadın illüstratörlerinden olan ressam Sabiha Rüştü Bozcalı’nın sergisi 22 Aralık’ta izleyici ile buluştu. 1998 yılında hayatını kaybetmiş olan başarılı sanatçımızın, renkli ve samimi hayatına ışık tutan bu sergi, Salt Galata’nın tarihi ve dört bir yanı tasarım kokan mekanında daha da etkileyici bir görünüm kazanmıştı.28 Şubat’a dek devam edecek olan sergide Bozcalı’nın yalnızca resimlerine değil, kişisel mektuplarına, günlüklerine, illüstrasyon çalışmalarına ve belge niteliğindeki fotoğraflarına da yer veriliyordu. Dünya Savaşı ardından bir dönemini yurt dışında geçirmiş, zamanının en büyük ressamlarından eğitim almış, en prestijli sanatçılarla dostluklar kurmuş Bozcalı‘nın az bilinen hikayesini, belgeler eşliğinde sunan bu sergiyi mutlaka görmelisiniz.Mekanın alt katında konumlanan sergide ilk dikkatimi çeken detay eserlerin sunumu oldu. Geneli cam ve ahşap malzeme içeren çerçeveleme sistemi, eserlerin tarihi dokusunu korumakla kalmamış çok sade bir sunum şeklini de beraberinde getirmişti. Yanı sıra Bozcalı’nın güçlü bileğinin özellikle portrelerindeki karakteristik ifadeler ile birleşimi, bakmaya doyulamayacak lezzette eserler doğurmuştu adeta. Kanımca, sanatçının okul yıllarında ürettiği desen çalışmalarından ziyade çeşitli kitaplar, dergiler veya reklam çalışmaları için yaptığı illüstrasyonları daha da ilgi çekiciydi. İstanbul Ansiklopedisi, Milliyet, Yeni Sabah, Cumhuriyet, Ulus ve Tercüman gazeteleri için yaptığı ilüstürasyonlar en dikkat çekici olanlardan sadece birkaçıydı. Arter’de sıra dışı bir sergiOsmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçiş dönemine tanıklık eden sanatçı 15 yaşından itibaren farklı dönemlerde Berlin, Münih, Paris ve Roma’da önemli ressamların atölyelerinde çalışmış ve 1928-29 yılları arasında, Sanayi-i Nefîse Mektebi’nde eğitimine devam etmiş. Mektuplarından da anlaşılacağı gibi tam anlamıyla Modern bir Türk kadınını yansıtan Bozcalı, aydın, entelektüel, hayat dolu bakış açısı ve güçlü duruşu ile beni oldukça etkilemeyi başardı. Bozcalı’nın bugüne dek kıyıda köşede kalmış eserleri ve gizemli hayatıyla geç de olsa tanışmış olduğum için son derece mutluyum.Galata’dan Taksim’e, Beyoğlu’ndaki keyifli yürüyüşümün ardından sergi turumun ikinci durağı ise Arter oldu. 2016’nın kadın sanatçıların yılı olacağını size daha önce de söylemiştim. Arter’deki, Bosnalı sanatçı Sejla Kameric’in meşhur ‘Bosnalı Kız’ posterinin de bir edisyonunun yer aldığı ‘Bim Bam Bom Çarpınca Kalp’ isimli sergisi, savaşın izlerini ve insanlar üzerinde bıraktığı psikolojik hasarı başarılı bir biçimde yansıtıyordu.Kameric’in Türkiye’deki ilk kişisel sergisinde yer alan eserlerinin birçoğu, kendisinin 1992-95 yılları arasında tecrübe ettiği Bosna Savaşı‘na dair deneyimlerine ve anılarına dayanıyor. Mekanın dört katına yayılmış olan sergide gezinirken savaşın yarattığı tahribatın telafisinin ne denli zor olduğuna kanalize olmamak mümkün değildi. Arter’in vitrininde gerçek kürklerden yapılmış ‘BFF’ isimli devasa oyuncak ayı yerleştirmesi sergideki en güçlü işlerden biriydi sanırım. Kameric’in neredeyse her disiplinde ürettiği çalışmalarını görmek için bu aralar mutlaka Arter’in kapısını aralamalısınız.

Devamını Oku

Dünya sanatında Türk rüzgarı...

1 Ocak 2016

Bu yılın ilk yazısını, daha dün geride bıraktığımız 2015 senesine, başarılı projeleri ile imzalarını atmış ve biz sanatseverleri gururlandırmış olan değerli Türk sanatçılarımıza ayırmak istiyorum.Öncelikle 2007 yılının sonunda kaybettiğimiz, sanatçı, düşünür, öğretim üyesi, yazar ve küratör Hüseyin Bahri Alptekin’in 21 Kasım’da sona eren retrospektif sergisi “Demokratik Lüks” şüphesiz seneye damgasını vuran bir etkinlikti. ARTFORUM’da ‘Sanatçıların Sanatçıları: 2015’in en iyileri’ listesinde yer almayı başaran Alptekin’in sergisinde, sanatçının 90’ların başından itibaren, farklı disiplinlerde ürettiği eserlerine ver verilmişti. Bu kapsamlı etkinlik onun geniş ölçekli sanatsal vizyonunun adeta bir kanıtı niteliğindeydi. Alptekin’in neredeyse tüm hayatını yansıtan çalışmaları İstanbul Rampa Galeri’de ve eş zamanlı olarak Belçika, Antwerp Güncel Sanat Müzesi’nde yer almış ve dünya basınında da oldukça ses getirmişti.Yıldız sanatçı SarkisRotterdam, Cenova, Paris, Düsseldorf gibi farklı şehirlerdeki uluslararası solo sergileri ile Sarkis, günümüzün önemli kavramsal sanatçılarından bir diğeri hiç şüphesiz. Sanatçı 56’ncı Uluslararası Venedik Bienali, Türkiye Pavyonu’nda yer alan ‘Respiro’ başlıklı yerleştirmesi ve devamlı bir diyalog yaratmak amacıyla, Fransa, Hollanda, İsviçre ve İstanbul’daki çeşitli mekanlarda Respiro’ya ‘sinyal’ gönderen eş zamanlı sergileri ile geçtiğimiz yıla yine imzasını attı. Ayrıca 31 Ocak 2016 tarihine dek Brüksel, Villa Empain’de yer alacak olan ‘Sarkis with Paradjanov’ isimli solo sergi de sanatçıyı 2015’in yıldız isimleri arasına göstermeye yeterli.Venedik Bienali’nin ‘All the World’s Futures’ başlıklı ana sergisinde yer alan sanatçılardan belki de en ilginci ise 1983 doğumlu sanatçımız Meriç Algün’dü. Stokholm’de çalışmalarına devam eden sanatçı, genç yaşına rağmen enteresan yerleştirmeleri ile şimdiden, sanat dünyasının en prestijli etkinliğinde yer almayı başarmıştı bile.Son dönemlerde, benim de eserlerini büyük ilgiyle takip ettiğim bir sanatçı olan Hera Büyüktaşçıyan, Venedik Bienali’nin Ermeni Pavyonu’nda iki yeni eseri ile yer alıyordu. Tarihe olan yoğun ilgisinin yanı sıra çok başarılı bir hikaye anlatıcısı olan genç sanatçı, tarih kokan bu duyarlı eserleri ile daha çok konuşulacak.Uluslararası isimlerAhmet Güneştekin ise Venedik Bienali’ne paralel olarak gerçekleştirdiği ‘Million Stone’ adlı sergisi ile yine gündemden düşmeyen isimlerden bir diğeri. Malbrough Gallery tarafından temsil edilen sanatçı hem Türkiye hem de yurt dışındaki başarıları ile 2015’in en çok konuşulan sanatçılarından.Geçen yıl, başarılı projeleri ile dünyaca ünlü ‘Prince Claus Ödülü’ne değer görülen Türkiye’nin en önemli kadın sanatçıları arasında Gülsün Karamustafa’dan da bu yazıda bahsetmemek olmaz. Günümüzdeki toplumsal değişimi eleştirel bir üslupla eserlerine taşıyan Karamustafa’nın 29 Ekim 2015 - 28 Şubat 2016 tarihleri arasında Belçika, Güncel Sanatlar Merkezinde, Belçikalı sanatçı Koen Theys ile ortaklaşa gerçekleştirdiği projesi yine çok ses getiren bir etkinlik olmayı başardı.Geçtiğimiz 23 Mart - 25 Mayıs tarihleri arasında Moma Ps1’ da gösterilen projesi ile Halil Altındere de uluslararası arenada ses getiren sanatçılarımızdan. Altındere’nin İstanbul’daki kentsel dönüşümü konu alan ‘Wonderland’ isimli video yerleştirmesi New York’lu sanatseverleri oldukça şaşırtmıştı. Daha öncesinde İstanbul Bienal’de de gösterilen eser New York’taki gösteriminin ardından Moma’nın kalıcı koleksiyonuna girmeyi de başardı.Hüseyin Bahri Alptekin Capacity / Capacities

Devamını Oku

Hiperrealist oto-portreler

25 Aralık 2015

Genç sanatçı Alican Leblebici, 'Parmak İzi' başlıklı ilk kişisel sergisiyle Pilot Galeri'ye konuk oluyor.Böylesi başarılı genç sanatçılarla karşılaştıkça hem bir kolesiyoner olarak kendi adıma hem de Türk Çağdaş Sanatı adına oldukça gururlanmakta haklı olduğumu düşünüyorum. 1987 doğumlu Alican Leblebici’yi sanatçıyı birçoğumuz 2014 Akbank Günümüz Sanatçıları yarışmasından tanıyoruz...Öncelikle Pilot'ta ki ilk kişisel sergin hakkında biraz bilgi alabilir miyiz?“Parmak İzi” isimli ilk solo sergim üç temel konu üzerine şekillendi. Dövmeler, (oto)portreler ve beden kimlik - suç politikaları serginin üç-parçalı omurgasını oluşturdu. İlk odağım dövmeler ve dövmelerin alt kültürdeki yeri, under-ground ruhu ve özüydü. Evet, dövmenin özüne dönmek istedim ve sahaya indim. Hapishane dövmelerinin, punk grup elemanlarının dövmelerinin izini sürdüm. Bu insanları buldum, onlarla zaman geçirdim, dövmelerinin hikayelerini dinledim ve son olarak da resmettim. Aslında tüm bu “hakiki” dövmeler birer hayat hikayesi, kişisel anlatılar. Bu açıdan bakıldığında hepsi birer portre. Ve sonrasında oto-portrelerim geliyor. Memento Mori (Sabıka Fotoğrafı) ve Zırh ile bedenin içini, görünmeyeni, Otoportre ve Selfie-Portre ile yüzeyi, görüneni paylaşarak bütüncül bir görüntü yakalamaya çalıştım.Çalışmalarında özellikle portreye odaklandığını görüyoruz. Neden portre?Eserlerime baktığınız zaman böyle bir eğilim hissediliyor olabilir, solo sergi için odaklandığım konular için de en uygun anlatım biçimiydi. Ama bu, sadece portre ile devam edeceğim anlamına gelmiyor. Gelecek işlerde farklı görüntüler yer alacak. Farklı görüntüler de farklı anlatım biçimleri kullanmamı gerektirecek. Portre bunlardan sadece biriydi. Hiper-realistik tarzda çalıştığım oto-portre olmadan bu işin fotoğrafının vesikalık fotoğraflara dönüşmesi ve kimlik kartlarıma basılması mümkün değildi.Leblebici’nin yağlıboya otoportresinin vesikalık fotoğrafıyla çıkarttığı 'gerçek nüfus cüzdanı' serginin en dikkat çeken işlerinden!Eğitim hayatında veya kariyerinin bu ilk adımlarında seni en çok etkileyen, noktalardan bahsedebilir misin?Karşıma çıkan, rastladığım her görsele açığım... Alıcılarımı açık tutmaya gayret ediyor, hepsini kaydetmeye çalışıyorum. Çevremdeki hikayeler ve insanlar da sürekli beslendiğim kaynakların başında geliyor.Günümüzde veya sanat tarihinden en çok etkilendiğin sanatçılar kimlerdir?Takip ettiğim isimler arasında Avusturya’nın önde gelen sanatçılarından Gottfried Helnwein’ı, yanı sıra Chuck Close’u ve Jeff Wall’u sayabilirim.Gelecek hedeflerinde neler var? Yeni projelerinden biraz bahsedebilir misin?Yakın gelecek için kendime koyduğum hedeflerin başında konuk sanatçı programları geliyor. Bir süre yurt dışında zaman geçirip farklı dillerde yaşanan hayatları tecrübe etmek istiyorum.

Devamını Oku

İstanbul'da yılın son sergileri...

19 Aralık 2015

Costa Mea / Günnur Özsoy5 Aralık - 3 Ocak 2016 Pg Art GalleryHaftalardır seyahatlerim nedeniyle İstanbul’dan uzak kalmıştım. Döner dönmez ise gerçekleştirdiğim sergi turumun ilk durağında bu hafta Pg Art Gallery vardı. Günnur Özsoy’un 'Costa Mea' başlıklı sergisinde yer alan heykelleri; soyut, kırılgan, parçalanmış ancak dağılmamış bir bütünün ayakta kalma mücadelesini çağrıştırıyordu adeta. Eserlerin kadın bedeni özelinde izler taşıyan dinamik yapısı, sanatçının öznel referanslarla pekiştirdiği ifade biçimine eşlik ediyordu. Latince kaburgam manasına gelen 'costa mea' isimli yapıt, hem bütünlüğü kasten bozulmuş bir kütlenin imgesel gücünü yansıtıyor hem de bilinçaltımızda güncelliğini koruyarak edebiyattan sanata çeşitli disiplinlere ilham olmuş bir ‘yaradılış’ mitini yeniden yorumluyordu. Özsoy’un sergisi 3 Ocak tarihine dek mutlaka görülmeli.Heavy Burden / Karma Sergi15 Aralık - 30 Ocak 2016 Art On GalleryGeçen hafta izleyici ile buluşan, dinamik sergilerden bir diğeri ise Art On Gallery’deydi. 'Heavy Burden' (Ağır Yük) isimli sergi, aynı kuşaktan bir araya getirdiği altı sanatçı ile izleyenlere, fotoğraf, desen, resim, video, yerleştirme gibi farklı disiplinlerden işler sunuyordu. Ahmet Çerkez, Alper İnce, Erman Özbaşaran, Evren Sungur, Olgu Ülkenciler ve Burcu Yağcıoğlu’nun yakın dönem çalışmalarının yer aldığı sergi, yeniçağın getirdikleri karşısında üstlenilen yeni yükleri konu alırken, karşılaşılan tüm sorunsallara rağmen ısrarla üretmeyi ve düşünmeyi sürdüren sanatçıların içinde bulunduğu bu kaotik ortamı ve onun ağır sorumluluklarını irdeliyordu. Salon Rouge / Gülin Hayat Topdemir4 Kasım - 26 Aralık - Galeri ZilbermanÖncelikle 26 Aralık tarihinde sona erecek olan sergiyi bu hafta sonunda mutlaka görmenizi tavsiye ederim.Sanatçı, 'Salon Rouge' adlı yeni sergisinde, öznel bakış açısını bu sefer, çevresine yöneltmiş ve etrafındaki kadınların hikayelerini gerçekçi bir üslupla, gerçeküstü ortamlarda resmetmişti. Kullandığı keskin ışık ile vurgulanan resimsel drama, kompozisyonlarda yer alan kadınların ifadeleriyle dozunu biraz daha artırmış, onların yaşadıkları ve yaşayabilecekleri tekinsizlikler, düş ve gerçek arasında bir yerde kendisini izleyicinin bakışıyla sabitliyordu.Parmak İzi / Alican Leblebici15 Aralık - 23 Ocak Pilot Gallery'Akbank Günümüz Sanatçıları Sergisi' ile ilk önemli çıkışını yapan genç sanatçı Alican Leblebici’nin ilk solo şovu 'Parmak İzi' ise 2015 yılına damgasını vuracak türden. Geçtiğimiz günlerde Pilot Galeri’de izleyici ile buluşan sergi genç sanatçının üç ana eksen üzerinde kurguladığı bir dize eserden oluşuyor. Dövmeler, oto - portreler ve beden - kimlik - suç politikaları serginin üç ana başlığı diyebiliriz. Estetikle şiddetin kesiştiği bir alanın sınır çizgilerini teğellemeye çalışan sanatçının bu ilk solo sergisi, uzun soluklu bir sanat yaşamının temel konu/yaklaşımının bir özeti-ilk filizi olacak. Sergi 23 Ocak 2016'ya dek Pilot 'ta görülebilir.

Devamını Oku

Miami’de sınırsız sanat

11 Aralık 2015

Bu haftaki yazımı Art Miami Fuarı ziyaretim sırasında aldığım bazı önemli notlardan derlemek istedim.Öncelikle 1-6 Aralık tarihlerini kapsayan etkinlik tam bir festival havasında gerçekleşti. Neredeyse her kapının ardından sanat fışkırıyordu. Kanımca bu yıl Art Miami Sanat Fuarı, Art Basel Miami’ ye göre çok daha başarılıydı. Amerikalı galeriler en önemli sanatçılarının eserlerini sergilemek üzere yerlerini almış, fuar alanı adeta bir süper markete dönüşmüştü. Attığım her adımda Botero, Andy Warhol, Eric Fischel, David Salle, Tom Wesselman, Valdez, Tony Craigg, Gormley gibi usta sanatçıların müzelik eserleri karşıma çıkıyor ve hatta milyon dolarlık olan bu işler cafe köşelerinde bile sergileniyorlardı. Öncelikle, Adrien Brody, George Clooney, Leonardo DiCaprio, Lenny Kravitz ve daha pek çoğu gibi dünya starlarının fuara olan ilgileri oldukça gündem yarattı. Her türlü sanat izleyicisini aynı çatı altında toplamayı başaran Art Miami Fuar’ı sanatın evrensel dilini tüm dünyaya bir kez daha göstermiş oldu. Sanat dünyasının en güçlü isimlerinden Jeffrey Deitch ve Larry Gagosian’nın ortaklığı ile The Moore Building binasında gösterilen ‘Unrealism’ sergisi gerçekten izlemeye değerdi. 80’lerden günümüze birbirinden yenilikçi tarzları ve figüratif çalışmaları ile tanınan altmış sanatçıyı bir araya getiren sergi, tarihin en eski sanat formu olan figüratif yaklaşımı, çağdaş bir dille ileriki seviyelere taşımış olan sanatçıların eserleri ile mercek altına alıyordu. Sergide dikkat çeken sanatçılardan Urs Fischer, John Currin, Julian Schnabel, Joe Coleman, Neo Rauch ve Marlene Dumas gibi yıldız isimler ise bunlardan sadece birkaçıydı…Pérez Art Museum’da yer alan Nari Ward sergisi de şüphesiz ki görülmesi gereken en önemli noktalardan bir diğeriydi. 2016 Aralık tarihine dek izlenebilecek olan ‘Sun Splashed’ isimli sergi, Andy Warhol Foundation’dan alınan 100 bin dolarlık hibe ile desteklenmişti.Margulies Koleksiyonu’na ait yedi adet Kiefer heykeli de Miami’de kendilerini göstermek üzere en güzel yerlerini almışlardı. Anselm Kiefer’in eserleri, nerede görsem beni her zaman derinden etkilemiştir. Sanatçı, devasa kitap enstalasyonu ve çimento, demir, bakır, plastik gibi endüstriyel malzemeler kullanarak yarattığı anıtsal eserleriyle yine beni büyülemeyi başardı.Tüm bunların dışında şehrin her köşesinde birbirlerinden bu denli farklı çalışan zeka parıltılarını görmek de ilginç bir tecrübeydi. Burada kalemler sadece çizmiyor, zarlarla sadece oyun oynanmıyor, gazeteler ise sadece okunmak üzere kullanılmıyordu. Farklı düşünce biçimleriyle geliştirilmiş bu sıradan nesneler birer sanat eseri olarak karşımıza çıkıyordu. Fakat tüm bu yaratıcılığın yanında cüretkar bir şekilde taklit edilmiş Jan Fabre ve Anish Kapoor eserlerinin bire bir kopyalarını görmek de beni oldukça şaşırtan bir detay oldu.

Devamını Oku