Geçtiğimiz hafta sanatsal etkinliklerin peşinde, Londra’yı ziyaret ettim. Şehirde izlediğim, bahar gibi renkli bir sergiyi sizlerle paylaşmak istedim.Daha önceki yazılarımdan birinde, 2016 yılında retrospektif tadında sergilerini görebileceğimizi düşündüğüm sanatçılar listesinde Yayoi Kusama’ya da yer vermiştim. Londra’daki köklü galeri Victoria Miro beni yanıltmadı ve yaşayan en önemli avant garde isimlerden olan Kusama’nın geniş kapsamlı kişisel sergisiyle sanatseverlerin karşısında çıktı. Ben de ön gösterimi sonrası gerçekleşen yemeğin davetlilerinden olarak, bu müthiş sergiyi gezme fırsatı buldum.Shedding Tears to the SeasonGerçeküstü bir evren...Victoria Miro’nun tüm galeri mekanına yayılan sergide, Japon sanatçının balkabağından heykellerinin yanı sıra bu sunuma özel olarak yapılmış aynalı odaları görmek beni çok heyecanlandırdı. Galeri bahçesindeki havuzda konumlanan 100 adet küre heykelin olduğu, 1966 tarihli “Narcissus Garden” isimli yerleştirmesi de çok başarılı bir kürasyonun ürünüydü. İlk katta izleyiciyi karşılayan, “Chandelier of Grief” isimli aynalı odayı, gerçeküstü bir evrene benzettim. Ortada sallanan avize ve aynadaki hareketli görüntüler ile izleyicinin algısıyla oynanmak istenmiş. Siyah bir kutu gibi tasarlanmış diğer odada ise deliklerden sızan günışığı sayesinde kendimi başka bir evrende gibi hissettim. “When the Lights in My Heart Go“ isimli bu çalışma, teatral atmosferi başarıyla destekliyordu. Kendisi için çok önemli bir motif olan balkabağı formuna ise parlak heykeller olarak hayat veren Kusama’nın renkli dünyasına adım atmak büyüleyici bir deneyimdi. Sanatçı, kendi geçmişine ait çağrışımın sembolü olan balkabakları için, eserine “All the Eternal Love I Have for the Pumpkins” ismini vermiş ve kendi deyimiyle sanatında daima kullanarak taçlandıracağının altını çizmiş.All the Eternal Love I Have For the PumpkinsHer akımdan eser vardıSanatçının hayatına yayılan, kendisini ve evrenle ilişkisini keşfetme sürecini, enerjisi bitmek bilmeyen yenilikçi anlatım tarzıyla sanata kazandırmış olması beni her zaman çok etkilemiştir. Bu sergi vesilesiyle de Kusama’nın yetmiş yıllık sanatsal üretiminin doğaçlama yapıtlarına tanıklık ettiğim için çok mutlu oldum. Serginin ön gösterimi için verilen davette İngiltere sanat camiasının önde gelen isimleriyle tanışma fırsatı da buldum. Yaşı sebebiyle katılamayan Kusama’nın yerine stüdyo çalışanlarının bizimle olduğu fevkalade şıklıktaki yemekte, Polka Dots desenli makaronlara kadar her detay incelikle düşünülmüştü. Minimalizmden sürrealizme, pop-art’tan soyut ekspresyonizme uzanan bir yelpazede sıra dışı yapıtların sahibi bu önemli sanatçı için son derece özenli ve büyük bir prodüksiyona imza atılmış olmasını çok etkileyici buldum.
Mayıs ayı sanat alanında tüm hızıyla devam ediyor. Sergiler arasından dikkatimi çeken sanatçıları bu hafta sizlerle paylaşmak istedim.Daire Galeri, benim de koleksiyonumda bulunan ve çalışmalarını severek takip ettiğim sanatçı Ahmet Duru’nun kişisel sergisine yer veriyor. Eserlerinde doğaya dair görüntüleri, gerçekçi bir yaklaşımla ele alan sanatçının, aynı zamanda insan ve dünya arasındaki ilişkiye getirdiği eleştirel bakışı kayda değer buluyorum. Benim özellikle beğenimi kazanan işler, kaldırım taşları ve beton dolu sokakların içinde kendine yer bulmaya çalışan çiçek ve bitkilerin betimlendiği çizimler oldu. Sanatçının, resme dair ortaya koyduğu üst düzey hakimiyetin yanında, doğanın kentsel yaşamdaki bu üzücü varoluş mücadelesine değinmesini önemli buluyorum. 25 Haziran’a kadar devam eden “Bize Ait Bir Yer” isimli sergiyi mutlaka görmenizi öneriyorum.İstanbul’da Akdeniz esintisi...İstiklal Caddesi turunuza ise Mısır Apartmanı’ndaki Pi Artworks’te açılan Yeşim Akdeniz sergisini ekleyebilirsiniz.Uzun bir aradan sonra İstanbul’da Akdeniz’in çalışmalarını görmek bana çok iyi geldi. Sanatçı, “Kulüp Distopya” isimli kişisel sergisinde, erken dönem Cumhuriyet mimarisi ile hayatımıza giren estetiğe gerçeküstü bir bakış getirmiş.Mekana yapılan küçük müdahaleler ile sanatçının resimlerine eşlik eden sembolik yerleştirmeyi konseptin bütünlüğü açısından başarılı buldum. Orijinal bağlamlarından soyutlanmış bu mekan görüntüleri, bana toplum mühendisliğinin temsilcileri olan kamusal yapıları hatırlattı.Yeşim Akdeniz’in kurguladığı bu gerçeküstü kulübü ziyaret etmek için son gün 25 Haziran, bu deneyimi kaçırmayın derim.Kavramsal sanatseverler bu sergiyi kaçırmasınListeme giren diğer sanatçılar ise, Ariel Sanat’ta açılan son derece kavramsal serginin genç yetenekleri. Norgunk’un kurguladığı konsept altında, video, yerleştirme ve foto-kolaj işlerini bir araya getiren Cana Bilir-Meier, Deniz Gül ve Seçil Yersel benim bu haftaki keşiflerim oldu. Sanat tarihçisi Aby Warburg’un sıradışı montaj tekniği ile kurguladığı imgeler dünyası Mnemosyne Atlasları’ndan ilhamla yola çıkan sanatçılar, üretim pratiğine alışılmışın dışında yorumlar getirmiş. Özellikle Seçil Yersel’in montaj ve kolaj tekniğini kullanarak yarattığı çalışmalarıyla, Deniz Gül’ün kendi bulduğu anlam ve sözcüklerle oluşturduğu imla kılavuzu işinden çok etkilendim. Kavramsal sanatseverler “Boşluk Antilop Boşluk Hava” isimli sergiyi 25 Haziran’a kadar izleyebilir.Sisteme eleştirel bakışSon olarak Ekavart Gallery’de açılan, küratörlüğünü Yalçın Bilgin’in yaptığı “EKAV-ARTIST New Generation 2” isimli sergide, Güzel Sanatlar bölümlerinden resim, heykel, tasarım ve video gibi farklı disiplinler üzerine yoğunlaşan 20 sanatçı arasından aklımda kalan isimler, Tayfun Gülnar ve Sevda Alat oldu. Dünya haritası üzerine yaptığı karışık teknik yerleştirmesiyle Sevda Alat, sosyo-politik ve ekolojik dinamiklerin gerçek yüzünü açığa çıkararak çarpıcı ve eleştirel bir bakış sunmuş. Sadece gri tonları kullanarak yaptığı resimleriyle Tayfun Gülnar’ın ise dinamik sahnelere kattığı yalın anlatım tarzını oldukça beğendim. 3 Haziran’a kadar açık kalacak sergi, bence görülmeye değer.
İstanbul’da sanat sezonunun sakin günleri yaklaşırken bu haftaki yazımda sizler için Mayıs ayında öne çıkan sergi ve sanatçılara yer verdim.İlk rotam Tophane’deki PG Art Gallery’de açılan Devran Mursaloğlu sergisiydi. Sanatçıyı daha öncesinde kâğıt ve mukavvadan çalıştığı heykel ve tasarım objesi türünden çalışmaları ile tanıyoruz. Bu sergisinde ise malzeme ve tekniğini geliştirip yeni medya ile birleştirerek çok etkileyici bir enstalasyona imza atmış. Galerinin tümüne yayılmış durumdaki 10 bin adet kâğıttan yapılmış parçacıklardan oluşan yerleştirme ve ona eşlik eden video çalışması göz alıcı sunumuyla beğenimi kazandı. Sanatçının, gerçeği arayış ve sorgulayış la birlikte mutluluğa ulaşma çabası içindeki bireyin doyumsuzluğunun hikayesini izleyiciyle paylaştığı “All We Ever Wanted Was Everything…” isimli kişisel sergisini 2 Haziran’a kadar görebilirsiniz.Kadınlığı tekrar kurgulayan çalışmalarBir sonraki durağım, aynı zamanda yeni keşfim olan Cihangir’deki sanat galerisi A.R.K. Kültür. Bu gizli kalmış mekânda şu an devam eden “İflah Olmaz” sergisini mutlaka görmenizi öneririm. Arzu Yayıntaş ve Neriman Polat’ın kavramsal çerçeve ve sergi tasarımı konularında desteğiyle birlikte kendi işlerinin yanı sıra sergi, aralarında Yeşim Ağaoğlu, Sena Başöz, Fulya Çetin, C ANAN , Gülsün Karamustafa, Necla Rüzgâr, Nalan Yırtmaç gibi önemli isimlerin de yer aldığı 18 kadın sanatçının çalışmalarını içeriyor. Kadınlığı tanımlamayı ya da bir çerçeveye oturtmayı hedeflemektense kadınlık üzerine keskin tanımların sorgulandığı sergide öne çıkan işlerden biri Arzu Yayıntaş’ın “Eşitsizlik Mutfağı” isimli duvar yerleştirmesiydi. Yayıntaş’ın, toplumsal cinsiyet kodlarını sorguladığı ve erkek egemen sistemin dayattığı kadınlık kurgusunu eleştirdiği çalışmasından çok etkilendim. Sena Başöz’ün video çalışması da yine özgürlüğüne ve bedenine sahip çıkan, iflah olmayı reddeden kadın imajını başarıyla yansıtmış. Sergiyi izlemek için 28 Mayıs’a dek vaktiniz var.Görülmeye değer animasyon videolarıBeyoğlu civarındaki turuma Şişhane’de devam ederken Art On İstanbul’da açılan Erdal İnci sergisini de ziyaret ettim. Ağırlıklı olarak kamusal alanlardaki performanslarını içeren video işlerinden tanıdığımız Erdal İnci, “Kent Manzaraları” isimli kişisel sergisinde, hareket, mekân, zaman, tekrar gibi kavramları temel alan işlerini bu kez mimari yapılara ve özellikle de iç mekânlara taşıyor. Sergideki işler arasında özellikle Berlin Duvarı isimli veri-görsel animasyonu çalışmasından çok etkilendim. Sanatçının üç boyutlu görüntüleme teknolojisiyle ürettiği animasyon video çalışmaları ve fotoğraflarını içeren sergi, 5 Haziran’a kadar devam ediyor.Son olarak, Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nde devam eden Rotary Sanat Yarışması Sergisi’nde, Atakan Funk Özdemir’in siyah beyaz, tuval üzerine akrilik çalışmasının yalın ifadeciliği ile Celil Kırnapçı’nın siyah beyaz fotoğraf çalışmalarındaki gizemli atmosfer güzel bir etkileşim oluşturuyordu. Umut Reyhanlı’nın hareketli duvar yerleştirmesi beğenimi kazandı. Defne Tesal’ın kumaştan yapılmış enstalasyonları ise mekâna özgü olması açısından etkileyiciydi. Bu genç yetenekleri keşfetmek için yarına kadar sergiyi ziyaret etmelisiniz.
Roma MAXXI Müzesi’ndeki, Türkiye’den 50’ye yakın sanatçının işlerini bir araya getiren “İstanbul: Tutku, Neşe, Öfke” sergisi, doğu ve batı dünyaları arasında bir köprü olarak günümüz Türkiye’sinin dinamiklerini ele alıyor. Küratör Ceren Erdem’le sergi üzerine konuştuk...Kavramsal temaları ve sergi başlığını seçerken spesifik olarak nelerden etkilendiniz?“İstanbul. Tutku, Neşe, Öfke” derken özetle yaratıcılık için hissedilen tutkuya, hedefe ulaşmaktan duyulan neşeye ve kentin öfkesine referans veriyoruz. Aslında pek çoğumuzun yaşadığı yerle ilişkisi oraya dair tutku, neşe ve öfke barındırıyor. Sunduğumuz neşeli, turistik bir İstanbul resmi değil. Aksine sergiyi gezen pek çok kişinin sosyal medya yorumlarında da yazdıkları gibi distopik, biraz karamsar, tam da bugünlerde olduğu gibi.Serginin küratör ekibi arasında tanıdık bir isim göze çarpıyor; Hou Hanru. Türkiye’deki sanat ortamına aşina olan bu önemli isimle çalışmak nasıl bir deneyimdi?Hou Hanru’nun 2007 İstanbul Bienali’nin küratörü olarak davet edildiği sırada ben de bienal ekibindeydim. Bu sayede yaklaşık iki sene boyunca çok yakın çalıştım. Hou Hanru hem dinleyip, gözlemleyip öğrenmeye hem de tecrübelerini paylaşmaya çok açık bir küratör. Sürekli fikir alışverişi içinde olduğumuz bir sergi hazırlama süreciydi.Böylesine görkemli ve mimari açıdan zorlayıcı bir mekanda, ciddi sayıda sanatçı ve eserine yer verdiğiniz bu tür bir serginin küratörlüğünü yaparken zorlandığınız noktalar oldu mu?Serginin araştırma sürecinin başlaması ile açılış günü arasında dokuz ay var. Bu süre zarfında aynı zamanda hem sergideki her yapıt hakkında bilgi sunan hem de 16 yazarın yeni metinlerine yer veren çok kapsamlı bir kataloğu da hazırladık. Irak asıllı İngiliz vatandaşı olan, dünyanın en önemli mimarlarından biri olarak kabul edilen Zaha Hadid’in marifetlerini konuşturduğu, eğimi değişen duvarları ve zeminleriyle iddialı, zorlu mimari tasarımı içinde sergi hazırlamaya alışık olan teknik ekibin sergi tasarımı konusunda çok önemli katkıları oldu.Sanatçı ve mimarların eserlerine birlikte yer vermeyi seçmenizde etken nedir? Bu iki disiplinin birbiriyle diyaloğunun sergiye katacağı artı değer hakkında ne düşünüyorsunuz?İstanbul’un özellikle son yıllarda maruz kaldığı yoğun inşaat yapımı, bundan kaynaklanan kentin fiziksel, ekolojik, sosyal ve kültürel yapılarının değişimi bu serginin odağında. Bu değişimlere bakarken mimarların, kent araştırmacılarının ve sanatçıların çalışmalarının bir diyalog içinde olduğunu ve birbirlerini tamamladığını düşünüyorum.YERELDEN KÜRESELE DOĞRUSergi, Gezi Parkı protestolarıyla başlayan bir sürece ışık tutuyor. Bu noktada yabancı basın ve sanatseverlerin ilgisi nasıldı?Aslında biz İstanbul’un son 5-6 yılını, hatta kimi durumlarda daha öncesinden başlayan değişim sürecini mercek altına almaya çalıştık. Ancak sergi açılmadan önce gelen sorular ağırlıklı olarak Gezi Parkı’yla ilgili olsa da, açılışından itibaren serginin daha geniş bir perspektif sunduğu ve dünyanın pek çok kentinde karşımıza çıkan küresel problemlere İstanbul örneğinden değindiği anlaşıldı. Örneğin, hem kentsel dönüşüm, hem de jeopolitik değişim ve göç hakkındaki sanatçı konuşmaları çok ilgi gördü, ancak iki etkinliğe farklı izleyiciler, gazete ve dergiler ilgi gösterdi.
Kuruldukları günden bu yana önemli projelere imza atan Spot ekibinin vizyonunu ve İstanbul sanat ortamına getirdiği yenilikçi bakışı çok yerinde buluyorum.Küratörlüğünü Zeynep Öz’ün yaptığı, “Tipik Bir Orta Saha Mücadelesi Şeklinde Geçen Karşılaşma” isimli sergi dizisini açılır açılmaz ziyaret ettim. İlk durağım Şişhane’deki Bilsar Binası. Genç sanatçı Burak Ata’nın “Kahramanlar, Bedenler ve Harabeler” isimli sergisini, küratörü Özkan Cangüven ile gezme fırsatı yakaladım ve kendisinden bu genç yetenek hakkında çok değerli bilgiler aldım. Mimar Sinan Üniversitesi mezunu olan Ata, Mixer, Öktem Aykut, Pi Artworks gibi önemli galerilerde sergilere katılmış. Aldığı yoğun akademik eğitimin de etkisiyle Rönesans dönemini ve sanatçılarını kendisine referans alan sanatçı, bugüne dair tema ve olayları klasik dönem resimleri gibi betimliyor. Çalışmaların çerçeveleniş üslubu, figürlerin duruşu ve kompozisyon yapısı hemen Rönesans resimlerini aklıma getirdi. Umberto Eco’nun “Yeni bir Ortaçağ‘a Doğru” makalesinden aldığı ilhamla, Rönesans’ı hazırlayan Ortaçağ dinamiklerini farklı açılardan yorumlayan sanatçının işlerini çok beğendim.Elhamra Pasajı‘nda yeni keşiflerİkinci durağım Adahan Oteli. Tarihi yapının altındaki sarnıçta özellikle İnci Eviner’in video enstalasyonunu çok beğendim. Sanatçının, Türkiye’de ilk defa gösterilen “Parlamento” isimli çalışması, sergi temasına dair anlatılar içeren üst düzey bir iş. Videonun yerleşimi için bu mekanın seçilmiş olmasını, tarihi sarnıcın mimari atmosferiyle örtüşmesi bakımından başarılı buldum. Ayrıca sanatçının Haziran ayında İstanbul Modern’de açılacak olan retrospektif sergisini sabırsızlıkla bekliyorum.Son durağım ise Elhamra Pasajı. Her gittiğimde beni beklemediğim farklılıklarla buluşturan Beyoğlu, yine şaşırtmayı başardı. Pasajın girişinde yer alan mağazalarda, gelinlikten bijuteriye kadar pek çok ürün göz alıcı bir renk cümbüşü ve karmaşayla sunuluyor. İlgi çekici olduğu kadar nostaljik olan bu atmosfer, beni eski yıllara götürdü. Güncel bir sanat etkinliğinde, böylesine özgün bir mekan seçimiyle karşı karşıya olduğum için mutlu oldum. Burada da kat, oda ve dairelere yayılmış eserlerin yer aldığı “Yeni Üretimler” sergisinde benim açımdan en çok öne çıkan isimler, Eda Gecikmez, Ünal Bostancı ve Sena Başöz oldu. Güncel, politik konu ve figürleri odağına alan Eda Gecikmez’in “Süreli-Süresiz” isimli çizim ve desen çalışmaları tüm bir odayı kaplıyor. Günlük haberlerden, gazetelerden aşina olduğumuz olaylar sonucu toplumsal ve sosyal hareketlerin ortaya çıkışı ve etkileşimini konu edinen genç sanatçının yalın anlatımı beni çok etkiledi. Ünal Bostancı’nın kurguladığı “Zamansız Saray Müze” isimli kapsamlı yerleştirmesi ise ulusal tarihin sembolik öğelerini ironik bir yaklaşımla ele alarak eleştirel bir müze ortamı yaratmış. İki farklı odaya yayılmış halde, Sena Başöz’ün “Hemşire Serisi” ise favorilerimden oldu. Sargı bezinden yara bandına her tür tıbbi ekipmanı video, çizim, kolaj gibi güncel sanat teknikleri ile buluşturan sanatçının yerleştirmesindeki kavramsal yoğunluğu çok yerinde buldum.Siz de benim gibi alternatif sanat etkinliklerinde keşfedecek isimlerin peşindeyseniz Domates Biber Patlıcan 3 sergileri 28 Mayıs’a kadar devam ediyor.
Geçen hafta İstanbul’un daha önce görmediğim semtlerini keşfettim, umut vadeden küratör ve sanatçıları tanıma fırsatı buldum. İlk durağım ise Beyoğlu oldu.Küratörlüğünü Özlem Ünsal’ın gerçekleştirdiği, Versus Art Project’teki “Locus” isimli karma sergide, İstanbul’da kent kültürü, değişen kent silüeti ve dönüşen semt ruhu üzerine her yaştan sanatçının eserine yer verilmiş; beni en çok heyecanlandıran işler Sercan Apaydın ve Hüseyin Arıcı’ya aitti.Sercan Apaydın, çarpık kentleşme ve kentsel dönüşümün etkileri üzerine eğildiği tuval üzerine akrilik çalışmalarında, izleyiciyi birey olarak mimari yapılar ile ilişkisi hakkında düşünmeye itiyor. İrfan Önürmen’in öğrencisi olan sanatçı, doğadan kopuk şehir imgesini canlandırırken tıpkı insanlar gibi kentlerin de kaybettiği doğallığın yerine gelen yapaylığı bize hatırlatmak istiyor. Hüseyin Arıcı ise ilk gördüğümde ahşap zannettiğim başarılı tuval çalışmalara imza atan sanatçı. Yuvarlak, büyük boyutlu yüzey adeta gerçek ahşap dokusuyla insanı içine alıyor, sonradan bunun yağlıboya olduğunu anladığınızda yine doğallığın yerini alan bir kurgu ile karşılaşıyorsunuz. Doğaya dair detaylara duyduğumuz özlemi daha iyi anlıyorum. Sergide, birbirini şık biçimde tamamlayan eserlerden Alper Derinboğaz’ın mimari ve topografik detayları temsil eden rölyefleri ve Mert Acar’ın minimalist fotoğrafları beni etkileyen diğer çalışmalar oldu. Sergiyi görmek için 7 Mayıs’a dek vaktiniz var.Gündemdeki sorunlarla yüzleşme zamanıBir üst kata çıktığımda Karşı Sanat’ta devam eden “Kayıpta Saklı” isimli sergi, yine gündemimizi meşgul eden; kadın hakları, kadına ve çocuğa şiddet gibi sorunların yakın geçmişteki siyasi olaylarla desteklendiği temalara değinmişti. Güncel sanatın önemli temsilcilerinden Nalan Yırtmaç, Neriman Polat, CANAN gibi aşina olduğumuz isimlerin yanı sıra Fulya Çetin ve Arzu Yayıntaş benim bu sergideki değerli keşiflerim oldu. Aslen tuval üzerine çalıştığını öğrendiğim Fulya Çetin’in, 22 adet tülbente boyadığı çocuk portreleri, asılı durduğu koridorda sizi gerçeklerle yüz yüze gelmeye davet ediyor. Arzu Yayıntaş’ın Taksim meydanında yumruğunu kaldırarak, binaların üzerine kadar her yeri yeşile bürüyerek sonunda bir ormana dönüştürdüğü videosu ise oldukça düşündürücüydü.Unkapanı’ndaki 240 yıllık devasa binaBir sonraki durağımda, genç isimlerden Naz Cuguoğlu’nun küratörlüğünde açılan sergiyi görmek için Unkapanı’na gittim. Volkan Aslan ve Nancy Atakan’ın açtığı “Proto 5533” isimli mekanda, Jorge Mendez Blake’e ait yerleştirme serginin başarılı işlerindendi. Hem zemin hem de duvar yüzeyini kullanarak sonsuz bir kütüphane temsili yarattığı çalışmasını serginin konseptine çok uygun buldum. Buradan çıktığımda serginin devamını görmek için başka bir mekana gideceğimizi öğrendim. İçinde barındırdığı sürprizlerle beni sürekli şaşırtan İstanbul, hiç beklemediğim bir anda Recai Mehmet Efendi Kütüphanesi gibi harika bir yapıyı bana tanıttı. Hayatımda ilk kez ziyaret etme şansı bulduğum bu tarihi bina, Hazine Katipliği ve Defterdarlık gibi görevlerde bulunan Recai Mehmet Efendi tarafından 1774 yılında yaptırılmış. Halen aktif olarak kullanılan bu kütüphanede, Sultan Burcu Demir’in beni çok heyecanlandıran, kağıttan üretilmiş dünya kürelerinden yerleştirmesi, metin biçimler oluşturarak okunması fiziksel olarak imkansız bir içerik sunuyordu.İstanbul’un iki ayrı ucunda, üç farklı sergi vesilesiyle keşfettiğim, vizyonlarıyla ufkumuzu açan bu gibi genç isimleri tanımak beni her zaman heyecanlandırıyor.
Bu haftaki yazımda sizler için Nisan ayında gezdiğim birçok sergi arasından en öne çıkan isimleri derledim.Arter’in giriş katında yer alan, genç sanatçı Bahar Yürükoğlu’nun “Devridaim” isimli sergisi Duygu Demir küratörlüğünde gerçekleşiyor. Yürükoğlu, Kuzey Kutbu’na yaptığı seyahatlerdeki deneyimlerinden hareketle ürettiği işlerinde, renk, ışık ve ses ile çarpıcı kurgusal mekanlar yaratmış. Doğal ile yapayın uç noktalarını bir araya getirerek yarattığı bu alanlara sanatçı, “neo-scapes” adını veriyor. Sergide görmeden geçmemeniz gereken eser ise “Seyrüseferci” isimli video çalışması. Sovyet Dönemi’nden kalma, terkedilmiş bir kasabada sıra dışı kıyafetleriyle yürüyen kişinin, sanatçının ta kendisi olduğunu öğrenince siz de benim kadar etkileneceksiniz. Sergiyi 15 Mayıs’a kadar ziyaret edebilirsiniz.Neslihan Başer - Kalpten DuyulanSergi turuna Şişhane tarafından devam edince, Art On İstanbul’un yeni mekanında açtığı Kemal Seyhan sergisini izleme fırsatım oldu. Küratörlüğünü Necmi Sönmez’in yaptığı sergi, saf ve soyut resmin geleneği içinde kalmaya özen gösteren sanatçının son dönem işlerini bir araya getiriyor. Özellikle büyük boyutlu tuvallerin ihtişamlı görselliği beni çok etkiledi. Farklı doku, form ve monokrom renklerle geliştirdiği çok katmanlı çalışmaları, bana göre soyut resmin en başarılı örneklerinden. Çalışmalarına hem Viyana hem de İstanbul’da devam eden sanatçının “Beklerken” isimli sergisini 30 Nisan’a dek izleyebilirsiniz.Rotamızı Akaretler civarına çevirdiğimizde C.A.M. Galeri’de açılan Neslihan Başer sergisi dikkat çekiyor. “Kalpten Duyulan” adlı ikinci solo sergisinde Başer, doğa, kadın ve aidiyet kavramlarının birbiriyle olan ilişkilerine romantik ve melankolik bir bakış açısı kazandırmış. Sanatçının, kendi nakış ve dikiş makinaları ile ürettiği farklı dokulardaki işlerine, teknik açıdan önceki üretimlerine göre zenginlik kattığını fark ettim. Doğanın içerisinde yalnız konumlandırılmış insan figürünün yanı sıra manzara görünümlü tasvirler de üretmiş. Ancak kanımca çalışmaların esas etkileyiciliği, tüm bu figüratif resimlerin, farklı bir yaklaşımla izlendiğinde soyut imgelere dönüşmesinde yatıyor. Neslihan Başer’in yoğun bir biçimde işlenerek iç içe geçmiş nakışlar ve iplikleri, bana, hepimizin zihnindeki duygu ve düşüncelerin girift ilişkisini hatırlattı; bu açıdan sergiyi derinlikli buldum. 30 Nisan son gün, kaçırmayın derim.Dilara Akay - AhrazDijital çağı sorgulayan çalışmalarYine Akaretler’de Kuad Galeri’de devam eden Dilara Akay’ın sergisinin yanı sıra sergi dışı üretimlere yer verilen Edisyonlar bölümünde Beyza Boynudelik’in videosunu izleme fırsatı buldum. Daha önce de sergilenmiş olan video’yu tekrar izlediğimde, başarılı bir üretim olarak zihnimde yer edindi. Türkiye’deki güncel sanata, güncel sanatta kadının yerine dair fikir ve serzenişlerini ileten iç sesiyle Boynudelik, fasulye ayıklama eylemine mizahi ve düşündürücü bir anlam katmış.Nisan ayına dair son keşfim ise genç küratörlerden Naz Cuguoğlu’nun Proto5533’te devam eden “İskenderiye’den Sonra Tufan” isimli karma sergisi. Ekin Bernay, Eşref Yıldırım, Jorge Mendez Blake, Meriç Algün Ringborg ve Sultan Burcu Demir’in işlerini bir araya getiren sergi, bilginin günümüzde dijital ve dijital-olmayan yöntemlerle kontrol altında tutuluş ve tasnif ediliş prensibini araştırıyor. Serginin adı da evrensel bilginin kaynağı sayılanİskenderiye Kütüphanesi’nden geliyor. İnternet çağında bilginin üretimi ve korunması gibi sorunları farklı işleriyle ele alan sanatçıların yaratıcı yaklaşımlarını izlemek için 23 Nisan son gün.
Son dönemde güncelliğini koruyan mülteci krizi konusuna sanatçılar da tepkisiz kalmıyor. Benim de çok sevdiğim ve takip ettiğim genç sanatçı Fırat Engin’in, bu konuyu odağına aldığı sergisini açıldığı gün gezdim.“Bekle Beni Posedion”Orta Doğu’dan Avrupa içlerine kadar uzanan göçmenlik ve mülteci krizin beraberinde getirdiği sosyo-kültürel sorunlara ışık tutmayı hedefleyen Fırat Engin, sergi hazırlık aşamasında mültecilerin rotalarını bizzat takip ederek ve onlarla röportaj yaparak kapsamlı bir saha araştırması gerçekleştirdi. Saha çalışması boyunca gördüklerini, gözlemlediklerini ve dinlediklerini an an not alan sanatçı, video, fotoğraf ve neon yerleştirme gibi farklı medyumlarda ürettiği işlerini izleyiciyle paylaşıyor.Sanatçı, özellikle “deniz” imgesi üzerinden; kıyı boyunca uzanan sahillerin, koyların, teknelerin, dalgaların ve balıkçıların, anlatılan hikayelerin, konuk olunan evlerin kendisinde bıraktığı izlerden yola çıkarak bu trajik konuya dikkat çekiyor. Birbirini tamamlayan enstalasyonlarında Engin, mültecilerin denizden Yunan Adalarına geçiş mücadelelerini düşündürücü görüntüler aracılığıyla yansıtıyor. Serginin açılışını yapan “Ophelia” isimli çalışma, mekana doldurulmuş kumlara eşlik eden sahil videosu ile, bizi göçmenlerle empati kurmaya yönlendiriyor. Hemen videonun karşısına yerleştirilen neon yazı ise nehirde boğulan Ophelia’nın hikayesi ile denizde boğulan mültecilerin hikayelerini karşılaştırmamızı bekliyor. Mekanın bir diğer kısmında yer alan üç kanallı video yerleştirmesinde sanatçı, mültecilerin motivasyonlarını “hazırlık, çıkış ve geriye kalan” şeklinde üç aşamada ele alıyor. Çalıların arasında saklanarak bekleyişe, tüm hazırlıklar yapıldığında botlara çıkışa ve geride bırakılmış eşyalardan yapılan bir bayrağın dalgalanışına tanık olduğumuz bu çalışmada, sahildeki can yelekleri de çarpıcı bir imge olarak hafızalarda yerini alıyor.Fırat Engin, bir diğer çalışmasında ise karşılıklı iki deniz görüntüsü ile, balıkçıları ağırlayan dalgasız sularla, mültecileri ağırlayan hırçın, dalgalı suların zıtlığına vurgu yapıyor. “Denizin Ahlakı“ isimli ikili video, tıpkı mülteciler gibi bizim de zihnimizdeki deniz algısını değiştirerek bu ikilemi sorgulamamızı sağlıyor.Bekle Beni Posedion, karışık düzenlemeEdebi örneklere göndermeler varFırat Engin, düşünür Gaston Bachelard’ın “Su ve Düşler” kitabı ile çalışmaları arasında kurduğu ilişkiye de değiniyor. Sanatçının işlerinde, Bachelard’ın çözümlemeye giriştiği edebi örnekler üzerinden derinleşen göndermeler bulunuyor. Uzun zamandır devam eden ve ülkelerin politikaları sebebiyle daha da devam edecek gibi görünen bu evrensel sorunun altını çizen sanatçı, bugüne kadar farklı açılardan ve gözlerden de sıkça işlenmiş bu konuya, kendine has bir bakış açısı getiriyor. Bu yönüyle dikkat çeken “Ruh Dolu Kayıklar, Su ve Düşler!” başlıklı sergiyi, mutlaka görülecekler listenize eklemenizi öneririm. Fırat Engin’in tamamen alternatif ve bağımsız bir mekanda konumlandırdığı sergisi, 30 Nisan tarihine dek Meclis-i Mebusan 25 Numara’da ziyarete açık olacak.