Pera Müzesi sezonu iki farklı sergiyle karşılıyor. New York’ta yaşayan, heykel, performans ve video alanlarında çalışan sanatçı Katherine Behar’ın “Veri Girişi” isimli kişisel sergisi, teknoloji ve sanatı buluşturuyor. Küratörlüğünü Fatma Çolakoğlu ve Ulya Soley’in yaptığı sergi, verinin bir ölçüm biçimi ve güçlü bir teknolojik meta olarak önemine odaklanıyor. İnsan ve teknolojinin karmaşık ilişkisine değinen Behar’ın video animasyonlarını, yeni medya sanatının başarılı örnekleri arasında sayabiliriz. Böylesine güncel bir konunun, sıra dışı malzeme ve unsurların dikkat çektiği çarpıcı çalışmalarla inceleniyor olmasını heyecan verici buldum. Sergi kapsamında, belirlenen gün ve saatlerde gerçekleşecek olan Data’s Entry (Veri Girişi) performansı ise şimdiden merak uyandırıyor. Pera Müzesi’nde devam eden diğer sergi ise Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden yapıtların izleyiciyle buluştuğu “Karşılaşmalar” isimli karma sergi. Müzenin, kuruluşundan bu yana gelenek haline getirdiği, genç sanatçıların üretimine destek verdiği bu seri kapsamında, bu kez Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezun ve öğrencilerinin işlerini görmek mümkün. Sergide, resim, heykel, grafik, seramik, fotoğraf, geleneksel sanatlar ve sinema gibi alanlarda çalışan öğrencilerin eserleri, kent dokusu ve kentin kültürel temellerini ele alan bir tema etrafında şekilleniyor. Her iki sergiyi de 16 Ekim tarihine dek ziyaret edebilirsiniz.Katherine Behar’ın “Veri Girişi” sergisindenyerleştirmeAli Alışır’ın “Kozmos” sergisindenresimCarl Sagan’ın “Kozmos”u ilham oldu...Bozlu Art Project Nişantaşı ise dikkat çekici çalışmalara imza atan sanatçı Ali Alışır’ın “Kozmos” isimli solosuyla sezonu açıyor. Küratörlüğünü Oğuz Erten’in üstlendiği sergide, insan-evren ilişkisi bireysel ve bütünsel bazda ele alınarak Kozmos’u anlamlandırma adına yeni yolların keşfine çıkılıyor. Alışır, kendi çektiği fotoğraflardaki kent görünümleri ve insan imgelerini, evreni ve boşluğu temsil eden siyah zeminli resimlerine yerleştiriyor.Bu sayede kozmosun devinimini yansıtmak isteyen sanatçı, Carl Sagan’ın “Kosmos” kitabında bahsettiği, hepimizin yıldız tozundan yapıldığı düşüncesini akıllara getirmek istemiş. Bana göre oldukça ilgi çekici bir kavramsal temayı işlemeyi seçen Alışır’ın sergisini 20 Ekim’e kadar izleyebilirsiniz.Rampa’nın merakla beklediğim karma sergisi 28 Eylül’de açılıyor. Güncel sanatın öncü isimlerini bir araya getiren “İkame” isimli seçki, Murat Akagündüz, Vahap Avşar, Hera Büyüktaşçıyan, Aslı Çavuşoğlu, Erinç Seymen, Yaşam Şaşmazer, Servet Koçyiğit gibi benim de severek takip ettiğim sanatçıların işlerine yer veriyor. Küratörlüğünü Nicole Dee O’Rourke ve Esra Sarıgedik Öktem’in üstlendiği sergi, yoksunlaşma kavramı üzerinden insan bedeninin toplumsal, kültürel ve siyasal temelde içinde bulunduğu halleri konu ediniyor. Mutlaka ajandanıza almanız gereken sergi, 12 Kasım’a kadar açık olacak.Eylül ayının öne çıkan sergilerinden biri de ARMAGGAN Art & Design Gallery’deki “Doğanın Renkleri” isimli karma sergi. ARMAGGAN Kültürel Miras ve Doğal Boya Laboratuvarı’nın (DATU) doğal organik yağlı boya desteği ile boya bitkileri, boya böcekleri, deniz kabukluları ve doğal organik lake pigmentlerinden üretilen boyalarla çalışan sanatçılar kimyasaldan uzak, doğanın ışığında bir seçkiye imza atıyor. Sergi 19 Kasım’a kadar izlenebilir.
Çağdaş sanat sahnemizin iki öncü galerisi, Galerist ve Dirimart ay sonunda kapılarını açacakları sergileriyle, bizi heyecan verici isimlerle buluşturmaya hazırlanıyor. Galerist, uzun bir aradan sonra yer verdiği Elif Uras sergisiyle yeni döneme merhaba diyor. Elif Uras Columbia Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar yüksek lisansını tamamlamadan önce ekonomi ve hukuk öğrenimi görmüş. Üretimine çoğunlukla New York’ta devam eden sanatçının, “Hayal Meyal” isimli bu kişisel sergisinde son döneme ait hem resim hem de seramik çalışmalarını göreceğiz. Böylece Uras’ın çok yönlü sanatsal kimliğini de yeniden keşfetmiş olacağız.Kadına dair varoluş sorunlarıEserlerinde çoğunlukla, kadının toplumsal açıdan tartışmalı konulara dayanan temsili ve algısına değinen sanatçı, ironik ve eleştirel diliyle öne çıkıyor. Sosyal ve özel çevresince kadının üzerine yüklenen kültürel kodlamaları sorgulayan Uras, gelenekçi bakış ile modernist yaklaşımın zıtlıklarını yeniden yorumluyor. Figüratif eğilimlerle birlikte soyutlamaları da içeren eserlerinde, iç dünyasını ve fikirlerini hem biçimsel hem de estetik anlamda başarıyla yansıtıyor bana göre. Özellikle seramik işlerinde kullandığı motifler, renkler ve desenler geleneksel çağrışımlarla tarihi kaynakların göz alıcı sembolleri niteliğinde. Çini işçiliğinin titiz ve özenli boyama tekniği ile kendine has resim dilini birleştiren Uras, kadına dair kimlik ve varoluş sorunlarına ışık tutuyor. Sergiye ilişkin verilen ipuçları arasında, galeri mekanının sanatçının özgün stiline eşlik edecek şekilde düzenlendiği bilgisi de var. Mekana özgü mimari ve dekoratif öğelerin yanı sıra seramik vazolar, tabaklar ve heykellerle dolu odaların konseptiyle yakalanan uyumu görmek için sabırsızlanıyorum. Elif Uras’ın Galerist’teki sergisi, 23 Eylül tarihinde açılacak ve 6 Kasım’a dek devam edecek.Elif Uras - Pottery MakersHaluk Akakçe - “The Dharma of All Things” sergisinden...Haluk Akakçe’nin çalışmaları bilinçaltı gibi tinsel konuları işliyor.Ünü Türkiye sınırlarını aştı...Bir diğer sergi haberi Dirimart’tan. Sıra dışı sanatçı Haluk Akakçe’nin dört yıl aradan sonra Türkiye’deki ilk kişisel sergisini Dolapdere’deki mekanında açacak olan Dirimart, aynı zamanda sanatçının temsiliyetini de aldı.“The Dharma of All Things” isimli sergisinde, son dönem resim ve desenlerinin yanı sıra yeni ürettiği video işini de görebileceğimiz Akakçe, ünü ülke dışına ilk yayılan sanatçılarımızdan.Bu sergisinde yer alacak çalışmalarında, kozmik düzeni temil eden “dharma” kavramını hem fiziksel hem metafizik dünya bağlamında irdeliyor. Bilinçaltı, düşler, varoluşun özü gibi tinsel konuları odağına alan Akakçe, işlerinde kullandığı formlar ile de değindiği temaları zenginleştiriyor. Yeni tekniğiyle resim yüzeyine farklı bir derinlik ve hareket kazandırmayı hedefleyen sanatçı, video işlerinde de sarmal ve döngüsel motiflerle ruhani referanslara ağırlık veriyor. 23 Eylül ’de Dirimart Dolapdere’de gerçekleşecek olan sergi açılışında, Dirimart tarafından yayımlanan yeni Haluk Akakçe kitabının tanıtımının da yapılacağını duyduğuma sevindim.Sergi, 23 Ekim’e dek devam edecek. Siz de yeni sanat sezonuna doyurucu bir başlangıç yapmak istiyorsanız, bu iki önemli etkinliği ajandanıza şimdiden not edin. İyi seyirler.
Kasa Galeri, 7 Eylül’de Hera Büyüktaşçıyan ve TUNCA’nın ‘Çünkü Biz Olmadığımız Yerdeyiz’ sergisi ile sanatseverleri buluşturuyor...Eylül ayına girdiğimize göre sanat sezonunu başlamış kabul edebiliriz. Kulağıma gelen haberler de bizi yine çok heyecan verici bir sezonun beklediğini söylüyor. Açılışı ise iki önemli genç sanatçı Hera Büyüktaşçıyan ve TUNCA ile yapıyoruz. Sabancı Üniversitesi’nin her daim başarılı etkinliklere ev sahipliği yapan sanat mekanı, Karaköy’deki Kasa Galeri’de 7 Eylül tarihinde izleyiciyle buluşacak olan “Çünkü Biz Olmadığımız Yerdeyiz” isimli sergiyi görmek için sabırsızlanıyorum. Kavramsal sanatın en önemli isimlerindenTUNCA’yı kariyerinin başından beri beğeniyle takip ediyorum. Aldığı akademik eğitimin izlerini yansıtan üst düzey yetkinlikteki desenleri ile düşünsel birikim ve araştırmacı yönünü birleştirdiği eserleri, her daim derin alt metinlere sahip oluyor. Hera Büyüktaşçıyan ise malzeme ve fikir ilişkisinde çoktan ileri seviyelere ulaşmış bir yetenek. Rampa Galeri tarafından temsil edilen Hera, her zaman alternatif mekanlarda enstalasyonlarını görebildiğimiz aktif ve üretken bir sanatçı. Bana göre son dönemde Türkiye’deki kavramsal sanatın en önemli isimlerinden. Bu iki başarılı gencin çalışmalarını bir arada görebileceğimiz, Derya Yücel küratörlüğündeki ortak sergi fikri çok hoşuma gitti.Tarihsel trajedilerin izlerini süren çalışmalarMimari, kent, sosyo-kültürel hafıza ve bireyin mekanlarla ilişkisi etrafında genel bir çerçeveye odaklanan Hera ve Tunca, hazırlık aşamasında İstanbul’un surlarından kapılarına uzanan gezintilerle kentin tarihi dokusunu yeniden keşfe çıkmışlar. Sonunda bu görsel ve zihinsel deneyimin ürünlerini özenle birbirine bağladıkları sergi ortaya çıkmış. Hera Büyüktaşçıyan’ın işi de tam bu noktada kentin mimari tarihindeki iki farklı yapı üzerinden politik ve simgesel bir yorumlama sunuyor. Hakimiyetini çoktan kanıtladığı mekana özgü yerleştirmelerine bir yenisini ekleyen Hera, “Eğri Kapı I, II ve Eşik” isimli çalışmasında galerinin bulunduğu Minerva Han’ın etkileyici dış cephesindeki mavi mozaikleri referans alıyor. Mimar Vasilios Kouremenos tarafından yapılan binanın kuruluş amacı ve sermaye konusundaki işlevini düşündüğümüzde, sanatçının, isim konusunda II. Theodosius surlarının en son kapısı “Eğri Kapı“dan ilham almasının arkasında yatan ironi ve metaforu görebiliriz. İncelikli bir düşünceyi yansıttığı işi ile Hera, serginin toplum-mekan ilişkisine uzanan temasını taçlandırıyor. TUNCA ise görselliğiyle bile izleyiciyi büyülemeye yeten “Rotunda I, II, III” isimli desenlerinde, tarihsel bir trajedinin imgelerine hayat veriyor. Sanatçı, Auschwitz/Birkenau bölgesindeki kampın su depolarından yola çıkarak ürettiği üçleme eserinde, küresel mimari formu ile kutsal mekanlara da bir gönderme taşıyan Rotunda’ları resmediyor. TUNCA, toplumsal ve bireysel hafızanın mekanlarla bağının kopamayacağı gerçeğine ışık tutuyor.İsmini Pierre-Jean Jouvre’un bir şiirinden alan “Çünkü Biz Olmadığımız Yerdeyiz” başlıklı sergi, bizi, HERA ve TUNCA’nın yarattığı kurgusal “yer”e davet ediyor. Beni heyecanlandırmayı başaran bu sergi, verimli bir sezonun da habercisi gibi. 22 Ekim’e dek ziyaret edebilirsiniz.
Bodrum’da bulunan “Dibeklihan Kültür ve Sanat Köyü“, sanata sahip çıkan idealist insanların önayak olduğu bir girişim...Yazın bitişine çok az bir zaman kala, henüz tatilden dönmemiş ya da bu son demlerde gidecek olanlar için yeni keşfimden bahsetmek istiyorum. Instagram’daki bir takipçim vasıtasıyla haberdar olduğum Dibeklihan Kültür ve Sanat Köyü’nü bilen ve ziyaret etmiş olanlar vardır mutlaka. Bodrum’a çok sık seyahat edemesem de hem yerel hem turistik anlamda hatırı sayılır bir sanatsever kitlesi olduğunu biliyorum. Bu güzel girişimi de kente bir katma değer olarak görebiliriz. Sanatçılar, akvitelerin yapıldığı ana meydanı boş bırakmıyor.El işi dükkanından restoranlara...Geniş bir avlu ve taş sokaklar etrafında konumlanmış tarihi mimarisiyle göz dolduran Dibeklihan, içerisinde sanat galerilerinden tasarım atölyelerine, el işi dükkanlarından restoranına kadar türlü işletmelerin olduğu bir kompleks mekan niteliğinde. Çeşitli sergilerin yanı sıra büyük çaplı etkinliklerin yapıldığı ana meydan her daim verimli bir şekilde değerlendiriliyor. Film gösterimleri, müzik dinletileri, dans gösterileri gibi birbirinden güzel aktiviteler sırasında yerli ve yabancı sanatseverler bu meydanı hiç boş bırakmıyor diyebiliriz. Dibeklihan, sahip olduğu iki sanat galerisiyle de bölgesel anlamda sanatın nabzını tutuyor. Resimden heykele, fotoğraftan minyatüre, suluboyadan seramiğe kadar pek çok alanda eser üreten değerli sanatçıların çalışmalarını sezon boyunca burada izleyebilirsiniz. Böylesine niş bir yerde daha önce hiç tanımadığım isimleri keşfetme fikri beni çok heyecanlandırdı.Şu günlerde devam eden, Kumkuat Fotoğraf Grubu’nun açtığı sergi “Kaya Kadınlar” ise 2 Eylül’e dek ziyaretçilerini bekliyor olacak.Heyecan verici çini atölyeleriDibeklihan Kültür ve Sanat Köyü’nün çok yönlü içeriği bunlarla da sınırlı kalmıyor. Sandık Odası ismini verdikleri bir bölümü, daimi etnografik sergi alanı olarak ayırmışlar. Yerel halkın günlük yaşamında kullanmış olduğu objelerin sergilendiği bu mekan, muhteşem bir fikrin ürünü. Bunun yanı sıra, uzmanların katılımıyla arkeolojik sohbetlerin yapıldığı, tarihi, sanatsal konularda seminer ve söyleşilerin gerçekleştiği Dibeklihan, tam anlamıyla bir kültür köyü. Ev sahipliği yaptığı etkinliklerin içeriği doyurucu olduğu kadar titizlikle derlenmiş bir program da sunuyor izleyicilere. Öyle ki aynı gün içerisinde kültürel bir aktiviteye katılıp, ardından heyecan verici zanaat ve el işi ürünlerinin sunulduğu butik işletmelerde alışveriş yaparak buranın keyfine varmak mümkün. Birbirinden güzel tasarımların yer aldığı özgün dükkanlar, çini ve seramik atölyeleri de daha gitmeden insana heyecan veriyor. Üstelik etkileyici mimari dokusu da cabası…Kültür ve sanata sahip çıkan idealist insanların ön ayak olduğu bu girişimi desteklemek çok önemli. Bu tür özgün konseptli oluşumların yaratılması ve sürdürülmesi sanat dünyamızı zenginleştirecek. Yaşatılmasını sağlamak için de biz sanatseverlere ihtiyaçları var. Yaz bitmeden yapacağım Bodrum seyahatimde ilk iş Dibeklihan’ı ziyaret edeceğim, mutlaka siz de uğramalısınız...
Contemporary İstanbul’un yapılacağı açıklaması yüreğimize bir nebze su serpti. Dilerim bir an önce ülkemiz güzel günlere kavuşur...Toplumsal ve gündelik hayatımızın pek çok alanına etki eden zor bir dönemden geçiyoruz. Bu hafta olumsuzlukların sanat ortamına etkilerine dair izlenimlerimi paylaşmak istedim. Henüz genç sayılabilecek çağdaş sanat piyasamızın kırılganlığı zaten her zaman biliniyordu. Son dönemde şiddeti giderek artan olaylar maalesef bu hassas dengeyi bozmaya başladı.Kısaca geriye dönük bir değerlendirme yapacak olursak; kavramsal üretimlerin parlamaya başladığı 1990’larda nispeten durgun seyreden Türkiye sanat piyasasının, 1990’ların sonundaki toplumsal ve ekonomik gelişmelerin ışığında kayda değer bir ivme gösterdiğini söyleyebiliriz. Hepimizi heyecanlandıran bu hareketlenmeyi, yeni galerilerin açılması, genç sanatçıların görünürlük kazanması, koleksiyonerlerin yeni üretimlere fırsat tanıması ve fiyatların yurt içi ve yurt dışı düzeyde artışa geçmesi takip etti.Yükselişte Contemporary İstanbul’un payı büyükCanlanan Türkiye sanat piyasası 2000’lerin başında artık hatırı sayılır bir büyüme göstermişti. Politik ve ekonomik reformlar sanat ortamının güç kazanmasına olanak tanıyordu, nitekim 2005 yılında ilk edisyonu düzenlenen Contemporary İstanbul, bu alandaki yükselişe bir tuğla daha koymuş oldu. Uluslararası arenada sesimizi duyurmaya başladığımız bu verimli dönemde, Fahrelnisa Zeid, Mübin Orhon ve İbrahim Çallı gibi ustalar müzayedelerde rekor fiyatlara ulaşırken, çağdaş sanatçılar da kendilerine yeni görünürlük alanları açabildiler.Bu noktada, yurt dışı müzayedelerde yabancı koleksiyonere ulaşan Şükran Moral, Taner Ceylan, Ramazan Bayrakoğlu gibi isimleri sayabiliriz. Yurt içinde yeni jenerasyon sanat girişimcileri ve koleksiyonerler ortaya çıkarken, yurt dışında sanatçılarımızın temsiliyetleri devam etti.1990’ları andıran bir gerilemeKüresel bir krizin kendini göstermeye başladığı zamanlarda, 2011 yılındaki Arap Baharı ve Orta Doğu’daki savaş, siyasi ve toplumsal gündemimizi belirledi. Politik ve ekonomik istikrarsızlık sonucu piyasalardan gelen negatif sinyaller sanat tüketimini de yavaşlattı. Türkiye’deki siyasi ve toplumsal ortamın giderek artan hararetli gündemi, yurt dışı yatırımcı ve tüketiciyi de temkinli yaklaşmaya itti. Henüz yeni yeni kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan sanat piyasamız ne yazık ki zirveye ulaşamadan zarar görmeye başladı. Bu noktada idealist yaklaşımlarını sürdüren galeri, müze, kültür kurumu profesyonellerinin ve sanatçıların çabası kuşkusuz çok önemli. Onlara destek olmaya çalışan koleksiyonerler de bu düşüşün bir miktar yavaşlamasını sağladı. Ancak özellikle 2015’ten sonra şiddetlenen olayların açtığı yaraları sarmaya çalışırken bazı tavizler vermek gerekti. Yaşanan olumsuzluklar Türkiye sanat piyasasının aktörlerini, fiyatlandırma politikalarını yeniden düzenlemeye zorladı. Yapılan araştırmalar, yayınlanan yurt dışı kaynaklı raporlar 1990’ları andıran bir gerilemeye işaret ediyor. Politik ve toplumsal stabilitenin sağlanması sanat piyasamızın onarımı için en önemli gereksinim bana göre.Malum sebeplerden iptal edilen kültür sanat etkinliklerine her gün yenisi eklenirken, Contemporary İstanbul’un yapılacağı açıklaması yüreğimize bir nebze su serpti. Dilerim bir an önce ülkece huzur ve refahın hakim olduğu günlere kavuşur, birbirinden değerli sanatsal üretimleri layık olduğu şekilde taçlandırabiliriz.
İstanbul Modern'den Mısır Apartmanı'na kadar görmenizi istediğim ilgi çekici sergiler, Ağustos boyunca devam ediyor...Yeni sezonda bizleri bekleyen sürprizlere dair haberler yavaş yavaş kulağımıza geliyor. Ben de, yaz mevsiminin sonuna yaklaştığımız şu günlerde, Ağustos ayının öne çıkan sergilerini sizlerle paylaşmak istedim.İstanbul Modern’in fotoğraf sergilerini her zaman ilgiyle takip ediyorum. Bu alanda yeni isimleri keşfetmenin yanı sıra fotoğrafın hem belgesel hem de sanatsal niteliği aracılığıyla toplumsal, tarihi ve sosyo-politik olayların izini sürme fırsatı ediniyorum. "İnsan İnsanı Çekermiş" isimli sergi ise, Türkiyeli 80 fotoğrafçının, 80 yıllık bir süreçte çekmiş olduğu Türkiye fotoğraflarını bir araya getiriyor. Küratörlüğünü Merih Akoğul’un yaptığı seçkide, Ara Güler, Yıldız Moran, Cemal Emden, Ahmet Elhan, İzzet Keribar gibi öncü isimlerin etkileyici çalışmalarını da görmek mümkün. İnsan yaşamına dair gündelik ya da özel anları konu edinen bu görsel arşivin yaratıcıları özgün bakışlarını yansıtırken, aynı zamanda sosyolojik anlamda üstlendikleri sorumluluğun ağırlığını izleyiciyle paylaşıyorlar. 18 Aralık’a ziyaret edebilirsiniz.Sergi, 80 yıllık Türkiye fotoğraflarını bir araya getiriyor.Othmar Pferschy -The Call of the YouthGörsel oyunlarla sağlanan estetikYolunuz İstiklal Caddesi’nden geçerse, Mısır Apartmanı’na uğramayı ihmal etmeyin. Pi Artworks, geçtiğimiz yıl Contemporary İstanbul’da dikkatimi çeken sanatçılardan Emre Namyeter’in kişisel sergisine yer veriyor. Sanatçının resim, heykel, lightbox gibi mecralarda ürettiği çalışmaları, çok renkli soyut kompozisyonlar içermekle birlikte optik algımızın sınırlarını zorluyor diyebilirim. Ahşap paneller üzerine yaptığı yağlı boya resimleri, her an renk ve biçim değiştirebilen görsel oyunlar sunarken, tavandan sarkan heykel yerleştirmesi işlerin dinamik yapısına başarıyla eşlik ediyor. Estetik açıdan resimlerini destekler nitelikteki lightbox işleri ise soyut bir imgenin yeni medyadaki görselliğini araştıran güzel bir deneysel yaklaşımın ürünü olmuş. Bu çok yönlü sergi 10 Eylül’e kadar ziyarete açık.Defne Tesal - Aralıkİpler arasından geçiyorsunuzMısır Apartmanı’ndan çıkmadan Zilberman Gallery’nin proje alanını da mutlaka görmelisiniz. Defne Tesal’ın naylon külotlu çorap parçalarını birbirine bağlayarak oluşturduğu ipler ile mekanı sarmaladığı tek bir yerleştirmesini içeren "Aralık" isimli proje sergisini çok ilginç buldum. Bana göre enstalasyonun en heyecan verici yanı, izleyicinin bu iplerin arasından geçerek işlerle diyaloğa girmesi, gerginlik ve esneklik arasındaki değişkenliği bizzat deneyimlemesi. Yaratılan bu yeni alana, hem fiziksel hem de zihinsel olarak dahil olmak eminim sizin de hoşunuza gidecek. Tesal’ın mekan, malzeme ve izleyici ilişkisi üzerine kurguladığı yerleştirmesini görmek için 15 Ağustos son gün.Son olarak Nişantaşı’ndaki x-ist’e uğrayarak turunuzu tamamlayabilirsiniz. Malezyalı sanatçı Kent Keong Tan'ın "Floating Dreams" isimli kişisel sergisi, sanatçının çocukluk anıları ve gençlik yıllarının sürrealist kompozisyonlarda hayat bulduğu resimleri içeriyor. Asya kültürüne dair sembolik imgelerin de karşımıza çıktığı bu işlerdeki derin duygusallık ve gergin ifade biçimi beni çok etkiledi. Kent Keong Tan‘ın iç dünyasını yansıtan soyut sahneleri resmettiği dışavurumcu çalışmalarını görmek için 26 Ağustos’a kadar vaktiniz var.
Ahmet Öğüt'ün Bomontiada'da devam eden "Tam Gün Devam" adlı kişisel sergisi, sosyo-politik meselelere dokundurmalarda bulunuyor.Yaz günlerinde İstanbul’un farklı rotalarını keşfetmenin tadı başka oluyor. Eğlence ve kültür-sanat sahnesine geçtiğimiz aylarda iddialı bir giriş yapan Bomontiada, Osmanlı İmparatorluğu'nda modern bira üretim tekniği ile imalata başlamış olan ilk bira üretim tesisi Bomonti Bira Fabrikası’nın arazisinde yer alıyor. Bu tarihi atmosfere dahil olan yeni sanat galerisi Alt’ı mutlaka ziyaret etmenizi öneriyorum. Özgün mimarisiyle dikkat çeken bu alternatif sergi mekanında, çalışmalarını ilgiyle izlediğim çağdaş sanatçı Ahmet Öğüt’ün "Tam Gün Devam" isimli kişisel sergisi devam ediyor. Öğüt’ün sergileri Amsterdam’dan Londra’ya bütün dünyayı geziyor.Bronz heykellerden direniş sahnesiSanatçının özellikle son dönem çalışmaları arasından seçilen heykel, yerleştirme ve videosunun yer aldığı sergi, hem yerel hem de yurtdışı kaynaklı sosyo-politik temalar etrafında şekilleniyor. Daha önce MAXXI Roma’daki sergide izlediğim "Her Türlü Sayfiye Yeri" isimli maket/heykel, İstanbul’u kuşatan kentsel dönüşüm hareketinin giderek hızlandığı bu günlerde daha da anlamlı göründü bana. Kurumsal yaptırımlar karşısında bireyin direnişini hicivli bir bakışla yansıtan Öğüt’ün bu çalışmasına "Diğerleri Saldırırken" isimli yerleştirmesi eşlik ediyor. Bronz heykellerden oluşan bu işin ilham kaynağı, Cape Town’dan Birmingham’a uzanan, sivil haklar adına gerçekleşen protestolar sırasında polis köpekleri tarafından saldırıya uğrayanların arşiv fotoğraflarıymış. Heykelde bir statü sembolü olarak bronz malzemeyi kullanan sanatçı, bu kez siyasi lider ya da aristokratik kişilerin yerine sisteme karşı mücadele eden figürleri anıtlaştırmış oluyor. Beni en çok etkileyen ise "Altı Aylık" isimli işti. Kapanmış ya da dönüşüm geçirmiş kültür-sanat mekanlarının tabelalarının bir arada görüldüğü yerleştirme karşısında hüzünlenmemek elde değil. İstanbul’un kültürel geçmişinde bir şekilde var olmuş bu yerlerden geriye kalan isimler, bize, sanat ortamımızın ekonomik, politik ve sosyal dinamiklerini de buruk bir şekilde hatırlatıyor.Bakunin’i yerelleştirip yorumluyorSergideki büyük boyutlu enstalasyon "Bakunin’in Barikatı", özel bir aile koleksiyonunun yağlı boya resim içeriği üzerinden bir sivil direnişi konu ediniyor. Mihail Bakunin’in 1848 yılında, Prusyalı kuvvetlere karşı Dresden’deki sosyalist hareketin ön saflarına sanat eserlerini sürme fikrinden esinlenen Öğüt, temayı yerelleştirerek yeniden yorumluyor. Dikkate değer bir diğer çalışma ise, eski tarihli olmasına rağmen içinde bulunduğumuz gündem dolayısıyla güncelliğini koruyan "Hafif Zırhlı" isimli video yerleştirmesi. Zırhlı bir araca, görünmeyen bir yerden fırlatılan küçük taşların izlendiği kısa animasyon, aklıma yine direniş, adalet, savunma, mücadele kavramlarını getirdi. Sanatçının, küresel açıdan bakıldığında dünya barışını savunan bu işiyle, savaş karşıtı tutumu vurgulayarak yaptığı naif militarizm eleştirisini çok önemli buluyorum. Siz de bu zorlu günlerde, sanatın düşündürücü ve iyileştirici gücünü hissetmek istiyorsanız 9 Ekim’e kadar vaktiniz var. Amsterdam’dan Londra’ya uzanan kişisel sergi geçmişine, pek çok uluslararası bienal katılımını da eklemiş olan Ahmet Öğüt’ün işleri kesinlikle görülmeyi hak ediyor. Mekanın avlusunda kahvemi yudumlarken, her geçen gün başka bir sürprizle beni kendisine hayran bırakan bu güzel şehrin layık olduğu güzel günlere bir an önce ulaşmasını diledim.
Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğim Londra’da, sanat piyasasını meşgul eden iki önemli konu vardı. İlki, İngiliz şarkıcı, söz yazarı, aktör ve prodüktör David Bowie’nin, Kasım ayında Sotheby’s tarafından müzayedeye çıkacak olan sanat koleksiyonu… Ocak ayında hayata veda eden bu efsane ismin aynı zamanda bir koleksiyoner kimliğinin olması gerçekten takdire şayan. Hepimizin bildiği gibi David Bowie, aykırı duruşu, kendine has stili ve altına imzasını attığı farklılıklarıyla her zaman öncü olmuştur. Bu çok yönlü sanatçının sahip olduğu 400’e yakın sanat eseri arasında Frank Auerbach, Damien Hirst, Henry Moore, Gilbert & George ve Graham Sutherland gibi yıldız isimler de var. Ağırlıklı olarak 20'nci yüzyıl İngiliz Sanatı ve savaş sonrası döneme ilgi duyduğunu öğrendiğimiz Bowie’nin bir koleksiyoner olarak yönelimine tanıklık etmek heyecan verici olacak. Söz konusu koleksiyonda, Bowie’nin derin ve renkli iç dünyasını yansıtan eserler de yer alıyor. Sürrealizmden Çağdaş Afrika sanatına uzanan işlerin yanı sıra İtalyan tasarımcı Ettore Sottsass ve kurucusu olduğu Memphis Group’un mobilya tasarımları da koleksiyonun sıra dışı içeriği hakkında ipucu veriyor.Jean Michel Basquiat - Air Power120 bin dolarlık eser açık artırmadaMüzik ve sahne sanatları dünyasının avangart ismi David Bowie’nin gençleri göz ardı edeceği düşünülemezdi elbette. Kendisi, çağdaş sanat dünyasının daha az tanınan gençleriyle birlikte çeşitli ülkelerin lokal inisiyatif ve gruplarının sanat üretimlerine de destek vermiş. Bu tercihlerle zenginleşen koleksiyonun eklektik içeriği hepimizin kalbini kazanacak gibi duruyor. Bowie’nin sıkı bir Jean-Michel Basquiat hayranı olduğunu zaten hayattayken biliyorduk. Müzayedenin en önemli parçası da elbette bu sanatçıya ait. Bowie'nin, 1995 yılında açık artırmadan 120 bin dolara aldığı "Air Power" isimli eserin 3-4 milyon dolar civarı fiyatlardan alıcı bulacağı konuşuluyor. Kasım ayındaki müzayedede, üç bölüm halinde satışa sunulacak olan bu değerli koleksiyonun parçaları ise 9 Ağustos’a kadar Sotheby’s Londra şubesinde izleyiciyle buluşuyor. Sonrasında küçük bir dünya turu yapacak olan sergi, Eylül’de Los Angeles ve New York’a, Ekim’de ise Hong Kong’a taşınacak. Ben de tüm sanatseverler gibi bu önemli müzayedeyi dört gözle bekliyorum.İstanbul Bienali'nin iki küratörüTürkiye sanat gündemini meşgul eden Elmgreen& Dragset ikilisinin atölyesini, Berlin Bienali esnasında ziyaret ettim. Şehrin eskiden yasaklı bölge olan bir alanında, adeta bir fabrikayı andıran stüdyolarını görmek müthiş bir deneyimdi. Michael Elmgreen ve Ingar Dragset ile İstanbul sanat ortamı, Türkiyeli çağdaş sanatçılar gibi derin konuları irdelediğimiz sohbetimiz çok keyifli geçti. İstanbul Bienali’ndeki kavramsal çerçeveyle de ilgili küçük ipuçları paylaşan Elmgreen & Dragset, hem ülkemizde hem dünyada yaşanan trajik olayları göz ardı etmiyor. Dolayısıyla 16 Eylül - 12 Kasım 2017 tarihleri arasında gerçekleşecek 15'inci İstanbul Bienali temasının politik bir içeriğe sahip olacağını düşünüyorum.Elmgreen & Dragset -?Eternity