Tütün Deposu olarak da tanıdığımız Depo İstanbul, yer verdiği alternatif sergilerle her zaman dikkatimi çeken bir mekan olmuştur. Tophane’ye ne zaman yolum düşse uğramaya çalışır, yeni isimler keşfetmenin yanı sıra derin konseptler ışığında hazırladıkları etkinlikleri takip ederim. Bugünlerde yine harika bir seçkiyi izleyiciyle buluşturuyorlar. Berlinli sanatçı Patrizia Bach'ın girişimiyle bir araya gelen grup, Alman düşünür Walter Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine tezlerini okuyup irdeleyerek, gelişen fikirsel sürecin meyvelerini bizlerle paylaşıyor. Türkiye'den altı, Almanya'dan beş sanatçının katılımıyla oluşan sergi, yerleştirme, çizim, illüstrasyon, fotoğraf, tasarım, mühendislik gibi farklı disiplinden çalışmalarla göz dolduruyor. Mekanın iki katına yayılan eserleri, özellikle İstanbul üzerinden, sürekli devinim halindeki şehirlerin insan eylemleri sonucu taşıdığı derin izleri yansıtması bakımından düşündürücü buldum. Hiçbir olayın tarih içinde kaybolmayacağı görüşünden hareketle üretime geçen sanatçılar, kentin geçmişi ve şu anı arasındaki köprülerin gerilimli yanlarına ışık tutmuş.
Bilal Yılmaz - Dirtybox
İş kazalarını anlatan afişler
Sergide en çok ilgimi çeken iş Neriman Polat’ın "Galaxycity" isimli eseri oldu. Mekandan bağımsız bir oda olarak kurgulanan bölümde tüm duvarlar boydan boya iş kazalarına da dikkat çeken siyah beyaz AVM fotoğraflarıyla bezenmiş. Süslü bir maskenin arkasındaki gerçekleri cesurca ortaya koyan Polat duyarlılığını sanatına yine yansıtmış. Oldukça dokunaklı ve derin anlamlar içeren bu çalışma en beğendiklerim arasına girdi. İstanbul’u zanaat ve gündelik yaşam kültürü üzerinden ele alan Bilal Yılmaz’ın “Dirtybox” isimli yerleştirmesi de dikkatimi çeken bir diğer iş oldu. Bavul şeklinde tasarlanan ahşap masanın içindeki mekanizma, duvara yansıyan İstanbul haritasını hareketli şekilde ışıklandırırken arkadan gelen sesler de kentin nabzını tutuyor. Duvarda dönen fotoğraflarla İstanbul’un bir portresi oluşturulmuş.
Neriman Polat -?Galaxycity
Çürümeye yüz tutan kent
Kağıt üzerine küçük ölçekli desenleriyle şehrin içinden geçtiği tüm çatışma, şiddet ve kaos günlerinin dökümünü yapan Andreas Töpfer, bana Benjamin’in "Şehirler savaş alanlarıdır" sözünü hatırlattı. Bu çalışmalar ile Çağrı Saray’ın kent kütüphanelerini resmettiği büyük boyutlu, grafik tadında, büyüleyici çizimlerinin olduğu pleksiglas panolar arasındaki gizli diyaloğa bayıldım. Sezgi Abalı ise geçmiş kavramını arşivcilik yaklaşımıyla ele aldığı enstalasyon çalışmasında beni, kişisel bir tarihin derinliklerinde hoş bir seyahate çıkardı. Postmodern kent profili altında gizlenmiş çürümeyi masaya yatıran sanatçıların çalışmalarına, Walter Benjamin'in el yazması metinlerinin eşlik ettiği küratoryel düzeni de çok başarılı buldum. İstanbul’u bir de, toplumsal, mimari, sanatsal, estetik, siyasi yönüyle inceleyen yerli yabancı sanatçıların gözünden izlemek için bu sergiyi mutlaka ziyaret edin derim, 17 Temmuz’a kadar kapıları açık.