2017’nin ilk günlerinde farklı alanlarda trendlere dair öngörüler okumaya başladık. Ben de sanat alanında karşımıza çıkacak olan trendlerle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Geçtiğimiz yıl değindiğim ancak 2017’de daha da yoğunlaşacak olan sanat-teknoloji ilişkisi başı çekiyor bana göre. Özellikle yılın son çeyreğinde izlediğim yurtdışı fuar ve bienaller gibi etkinliklerde bu konu dikkatimi çekmişti. Dijital temelli çalışmaların artacağı, sanatçıların yalnızca görme, işitme değil dokunma duyumuzu da harekete geçirecek üç boyutlu ve interaktif işlere ağırlık vereceği çokça konuşuluyor. Bu doğrultuda yeni medya adına umut vadeden örnekleri gördüğümüz ülkemiz sanat ortamında, dijitale yönelim nasıl üretimler sunacak merakla bekliyorum.
Sosyal medyanın durdurulamaz yükselişi
Yine benzer bir trendin “sanallık” adı altında yaygınlaşmasına tanık olacağız gibi duruyor. Bu trendin kökeni, her geçen gün kapsamını genişleten sosyal medyaya dayanıyor. Neredeyse herkesin bilgi alma, bilgi verme, anlık içerik paylaşma dürtüsünü karşılayan bir sosyal medya hesabı var. Snapchat’ten sonra Instastory özelliği de doğaçlama paylaşım trendini yükseltti. Kuşkusuz sanat kurumları, müze ve galerilerin de bu durumu es geçeceğini düşünemezdik. Dijital pazarlama stratejilerinde, sosyal medya kanallarında efektif varlık göstermenin önemini zamanında fark etmiş sanat kurumları, şimdiden bu gibi uygulamalar üzerinden yarışmalar düzenlemeye, sergi ve etkinlik deneyimlerinin sanallaşarak yaygınlaştırılmasına olanak sağlamaya başladılar.
Dijital eserlerin çarpıcı görselliği
Tüm dünyanın tartışma konusu haline gelmiş terörizm, göçmenlik ve yükselen milliyetçilik gibi temaların çalışmalarda daha çok karşımıza çıkacağını öngörebiliriz. Bununla birlikte her türden kimlik çeşitliliği ve temsilinde artış bekleyebileceğimiz söyleniyor. Giderek daha fazla ilişki kurulabilen ve sınırların daha rahat aşıldığı bu ortamda, kolektif kültürel kimlikler sanatsal üretim üzerinden şekillenebilir. Söz edilen coğrafi, fikirsel ya da duygusal komşuluk ilişkisine İstanbul Bienali küratörleri Elmgreen & Dragset de duyarsız kalmadı. Bu anlamda bienal, yurt içi düzeyde merakla beklenen etkinliklerden biri haline geldi bile. Yine toplumsal çerçevede, tartışmaların cinsel kimlik politikası ve kadın imgesi etrafında yoğunluğunu sürdüreceğini söyleyebiliriz.
Sanat üretimini popüler kültürden bağımsız düşünmek mümkün değil. Dijital dünyada çarpıcı görsellikte filtrelerin yaygınlaşması sanat eserlerinde de karşılığını bulacak. Kural tanımayan görsel bir dil ile doğallık sınırlarını aşacak pek çok sanatçı keşfedeceğiz. Bu trend, belgesel estetiğiyle de bir noktada kesişerek doğaçlama görünümü yücelten aykırı bir duruş haline gelebilir.