Leylâ Gediz uzun sayılabilecek bir zamandır sessiz sedasız üretimlerini sürdüren özlediğimiz bir yetenekti. The Pill’de açtığı "Serpilen" isimli kişisel sergisiyle muhteşem bir dönüş yaptı diyebilirim. Sanatçının yepyeni işlerini görücüye çıkartan galeri, entegre edilebilir mimari tasarımı sayesinde, eserlerin hem ayrı ayrı hem de bütünlüklü olarak en güçlü şekilde okunabileceği bir mekân kurgusuna imza atmış. Sergiye ismini veren kelimenin anlamındaki gibi büyüyüp gelişen ve nazikçe etrafına yayılan bir sanat pratiğine tanık oluyoruz. Leylâ Gediz, çeşitlendirmeden uzak olmasını tercih ettiği renk kullanımıyla, dingin ve yalın bir resimsel dil yaratıyor. İmajların taşıdığı anlamla, biçimsel niteliklerinden daha fazla ilgilenen sanatçı, yerleştirme ve resmi birbiriyle bütünleyerek özgün bir ifade şekli ortaya koyuyor.
Rastlantısal imgeler üzerine geliştirilmiş
Sergide yer alan çalışmaların ana teması, Gediz’in bir sanatçı olarak kendi "habitat"ında üretirken karşısına çıkan sembolik ya da rastlantısal imgeler üzerine geliştirilmiş. Sanatçının dünyasına açılan minik kapılar olarak niteleyebileceğim işler, izleyicinin bu mahremiyetle bağ kurmasını bekliyor. Resim dilinin temsilcisi tuvallerine, hazır nesnelerle yaratılmış heykelsi çalışmalar eşlik ediyor. Tüm bunlar bir araya geldiğinde, Gediz’in ipuçlarını verdiği durum ve olayların öznelden kopup nesnel algıya geçişine tanıklık ediyoruz. Sergide beni en çok heyecanlandıran çalışmalardan biri, "Bugün de Yaşıyorum" oldu. Cengiz Çekil’in sayfalarına bu mührü bastığı güncesine atıfta bulunan Gediz, ustasından aldığı anahtarla yeni bir odanın kilidini açmış. Leylâ Gediz’in iç dünyasına adım atmak için bu sergiden daha etkileyici bir deneyim olamaz, 2 Nisan’a kadar mutlaka ziyaret edin.
Zenginlerin fotoğrafları portre olursa
Hemen yakınlardaki Plato Sanat’ta ise Türkiye’deki kavramsal sanat üretiminin en güncel ve kayda değer örneklerini izleyebileceğiniz karma sergi, "Kavramın Güzelliği" devam ediyor. Sanat eserinde zihinsel alt yapıyı, formal özelliklerin ötesine konumlandıran konseptüalizme dair bakış açılarını bir arada bulabileceğiniz sergide, Burak Arıkan, Elçin Ekinci, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, Yasemin Özcan, Sümer S ayın, Tayfun Serttaş, Eda Soylu ve Cemre Yeşil gibi farklı kuşaktan benim de severek izlediğim sanatçıların işleri yer alıyor. Fikrin sunumu üzerine kafa yormuş bu sanatçılar, özellikle araştırmaya dayalı üretimin önemini vurguluyor. Akademik ve bilimsel analiz yöntemlerine benzeyen yaklaşımların sanat pratiğinde kendine yer bulduğu sergide, küratöryal çalışmanın Marcus Graf imzası taşıdığı elbette belli oluyor. Serginin bana göre öne çıkan çalışmalarından biri, Özlem Günyol & Mustafa Kunt ’un, Forbes dergisinde her yıl yayınlanan en zengin 100 kişi listesindeki kişilerin fotoğraflarını küçülterek ortaya çıkardıkları portre işi. Hem tanıdık bir görsel estetiğin yeniden yorumunu yapan hem de söz konusu kişileri kimliksizleştiren ikili, serginin temasına derinlik kazandırmış. Burak Arıkan’ın türevlerini yaptığı Network serisinden "Sanatçı Koleksiyoncu Ağı" işi de benim sergideki favorilerimden. Listenize bu harika sergiyi de almanızı öneririm, 16 Nisan’a kadar vaktiniz var.