Bilgisayar ve internetle mücadele zorlu oldu ama kazandım. Murphy’nin ünlü kanununu hatırlayın: bir alet en gerekli olduğu zaman bozulur. Kesinlikle doğrudur. Geçen yıl tedbir yapıp yazlığa iki bilgisayar götürmüştüm. Bir gün ara ile ikisi de göçmüştü.“Kediyi öldüren merakıdır” derler. Perşembe günü Merkez Bankası gecelik faizleri yarım puan indirdi. Üç çeyrek de olabilir diye zaten yazmıştım. Yine de yayınladığı açıklamayı görmek istedim. Çok uğraşmam gerekti ama sonunda başardım. Merkez Bankası “enflasyonun uzun bir süre düşük seyrini koruyacağını” öngörüyor. İç tüketimdeki nisbi toparlanmaya rağmen yatırımlardaki yavaşlamaya ve işsizlikteki artışa dikkat çekiyor. “Para politikasının aşağı yönlü esnekliğinin uzun bir süre korunması” gerektiğini vurguluyor. Açıklama “iktisadi faaliyette belirgin bir toparlanma gerçekleşmemesi halinde kısa vadede ölçülü faiz indirimlerine devam edilmesinin gerekeceği” ifadesi ile bitiyor. Öncelik hangisinde?Küresel kriz ve onu izleyen derin resesyon iktisat politikalarına yönelik ciddi bölünme ve tartışmalara yol açtı. Para ve maliye politikalarının resesyonla mücadelede nasıl kullanılacağı bunların en önemlilerinden biridir.Tahmin edileceği gibi, böyle durumlarda nüanslar yavaş yavaş ortadan kayboluyor. Karışımıza kendi içinde çeşitlilik gösteren ama birbiri ile zıtlaşan iki kamp çıkıyor. Ünlü iktisatçılar bile ya birinde ya diğerinde yer almak zorunda kalıyor. Yaklaşım farkını İtalya’da gerçekleşen son G-8 toplantısında da izledik. ABD ve İngiltere’nin başını çektiği grup iktisat politikası önceliğinin kesinlikle büyüme ve işsizlik tarafına verilmesini istiyor. Gevşek para ve maliye politikaları ile fiilen bunu yapıyor.Almanya’nın başını çektiği diğer grubu yüksek dolar rezervi olan ülkeler açık yada örtük destekliyor. Resesyonla mücadele etmek üzere gevşetilen para ve maliye politikalarının uzun dönemde yarattığı enflasyon riskleri bunları rahatsız ediyor. Politikaları gevşetmiyorlar.Böylece iktisat politikasının ezeli ve ebedi çelişkisine geri dönüyoruz. Bir yanda üretim, büyüme ve dolayısı ile istihdam ve işsizlik var. Öte yanda enflasyon ve beraberinde gelen çeşitli sorunlar. Bugünkü konjonktürde önceliği hangisine vermeliyiz?Önce yakın tehditBenzer bir bölünmeyi Türkiye’de izliyoruz. Çok sayıda iktisatçı bütçe açığının büyümesine ve Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine sıcak bakmıyor. Ekonomideki küçülmeye rağmen genişletici politikalara karşı çıkıyor. Enflasyonun hortlamasından korkuyor. Benim diğer tarafta yer aldığım biliniyor. Hatta, yapılanları yetersiz buluyorum. Maliye ve para politikalarının zamanında ve yeterince gevşetilmemesinin resesyonu ağırlaştırdığını savunuyorum. Neden? Çünkü küçülme ve işsizlik bugünün gerçekleridir. Ekonominin yakın tehditleri onlardır. Öncelik onlara verilmelidir. Enflasyon ise geleceğe ait, uzak tehlikedir. Küçülme ve işsizlikle mücadeleye ayak bağı olmasına izin verilmemelidir.
Haftayı Ege’nin ıssız koylarından birinde geçiriyorum. “Fişi çekmek” tabiri tam uyuyor. Gazete görmüyorum, radyo dinlemiyorum, televizyon seyretmiyorum. En önemlisi internete günde sadece birkaç dakika giriyorum. Bir bakıp çıkıyorum. Ona rağmen yeni verilere kısaca göz atmadan edemiyorum. Fransızlar “profesyonel deformasyon” der. Üç gün geciksem ne olur? Koca bir hiç. Ama şeytan mutlaka dürtüyor. Merakımı yenemiyorum.Yazımı Para Politikası Kurulu’nun aylık olağan toplantısından önce yazıyorum. Gecelik faizlerde yarım hatta üç çeyrek puan indirim öngörüyorum. Enflasyonla ilgili gelişmelerden bunu çıkartıyorum. Bakalım; sizler sonucu biliyorsunuz.Tarihi bir rekorTürkiye enflasyonun rekor kırmasına alışıktır. Son aylarda üst üste öyle oluyor. Ama geçmişle önemli bir fark var. Eski krizlerde “zirve” zorlanırdı. Bu kez tersi oldu. Sürekli “son şu kadar yılın en düşüğü” diyoruz.Haziran’da tüketici fiyatları yüzde 0,1 (binde 1) arttı. Tüketici fiyatlarında yılın ilk yarı artışı yüzde 1,7’de kaldı. Bu gerçekten bir rekordur. 2003 bazlı serinin en düşük ilk yarı enflasyonudur.Yıllık tüketici enflasyonu Mayı’sa kıyasla yarım puan artarak yüzde 5,7 çıktı. Çünkü geçen yıl Haziran’da artış yüzde -0,4 olmuştu. Buna baz etkisi deniyor. Yıllıktan çıkan ayın enflasyonu giren ayınkinden düşük olunca yıllık yükseliyor.Türkiye’de döviz kurunun enflasyon üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğuna inanılır. “0,5 dolar+0,5 euro” döviz sepeti için TL’nin yıllık değer kaybı yüzde 18, yani enflasyonun üç katı çıkıyor. Kur-enflasyon ilişkisinde bir kopuş söz konusudur.Bir neden, yaşanan resesyonun derinliğidir. Talep yetersizliği ve kapasite fazlası üreticilerin fiyat artırmasına izin vermiyor. Diğeri ham madde ve enerji fiyatlarındaki ciddi gerilemedir. Ana girdi maliyetlerinde düşüşler de enflasyonu aşağı çekiyor.Düşüşe devamİşin bu noktaya geleceği sonbaharda belirginlik kazanmıştı. Ekim’den itibaren uyarmaya başladık. Enflasyonun hızla düşeceğini söyledik. Yılbaşında 2009 için yıl sonu enflasyonunu yüzde 6’nın altında tahmin ettik. Daha da inebileceğine dikkat çektik.Merkez Bankası kasım sonrasında gerçekleştirdiği faiz indirimleri ile enflasyondaki düşüşü kontrol altına aldığını düşünüyor. Türkiye açısından ilginç bir deneyimdir. İlk kez para politikası enflasyondaki düşüşü yavaşlatmayı amaçlıyor.Örneğin yılbaşında yaptığı tahminde 2009 için alt sınırı yüzde 5,4 üst sınırı yüzde 8,6 ve orta noktayı yüzde 6,8 öngörmüştü. İki hafta sonra yılın üçüncü Enflasyon Raporu yayınlanıyor. Merkez Bankası’nın yeni tahminlerini merakla bekliyorum.
İlk çeyrekte açıklanan rekor küçülmenin farklı cephelerini ele almaya devam ediyoruz. Lütfen “bıktık senin milli gelir hesaplarından” demeyin. Veriler çok sayıda kritik bilgi içeriyor. Ayrıca olağandışı haller olağanın kavranmasını kolaylaştırır.Metotla başlayalım. Milli gelir muhasebesinin tarihi çok kısadır. Ekonomik faaliyetlerin genel gidişatını yansıtacak bir ölçü ihtiyacı 1930’larda ABD’de belirmişti. Bugünkü biçimini İkinci Dünya Savaşı sonrasında aldı.Daha açık söyleyelim. Konjonktür adı verilen ekonomik dalgalanma ve krizler piyasa ekonomisinin ortaya çıktığı 18’inci yüzyıldan bu yana vardır. Ama 20’inci yüzyılın ikinci yarısına kadar milli gelir hesapları yoktu.Şunu vurgulamak istiyorum. Milli gelir sentetik bir ölçüdür. İktisatçılar ve istatistikçiler tarafından heterojen ekonomik faaliyetleri tek bir büyüklük aracılığı ile göstermek için üretilmiştir. Bunun ötesinde bir anlam atfedilmesi yanlış olur.Gelir deflasyonu üstüneİkinci yöntem sorunu enflasyonun etkilerini temizlemektir. Bir dönemde üretilen mal ve hizmetler ancak cari fiyatlarla hesaplanabilir. Bizi esas ilgilendiren ise reel değişimdir. Onu fiyat deflatörü denen bir başka sentetik ölçü ile yaparız.Yüksek enflasyon ortamında cari fiyatlarla milli geliri analizde kullanma olanağı kalmaz. Çünkü bütün büyüklükler enflasyonla birlikte artıyordur. Buna karşılık düşük enflasyon cari fiyatlarla milli gelir verilerini kullanılır hale getirir.İlk çeyrekte cari fiyatlarla milli gelirin yüzde 2.2 küçüldüğünü daha önce yazdık. Uzun süredir ilk kez gerçekleşen bu olaya gelir deflasyonu dedik. Toplam fiili gelirlerin bir önceki yılın aynı dönemine göre düşmesi anlamına geldiğini söyledik.Nasıl tefsir edeceğiz? Ekonomideki tüm kesimlerin geliri azaldı mı? Yoksa toplam gelir düşerken bazı kesimler gelirlerini yükseltebildi mi? Bunların ilginç sorular olduğunu kabul edersiniz.Kaybedenler ve kazananlarCari fiyatlarla azalan özel tüketim kalemleri ile başlayalım. Büyükten küçüğe doğru, ulaşım yüzde 16.3; mobilya ve ev eşyası yüzde 14.5; giyim yüzde 11, eğlence ve kültür yüzde 9.7 küçülmüş. Bu kesimlerdeki üreticilerin ağır bir kriz yaşadıkları açıktır.Öte yanda cari fiyatlarla yükselen özel tüketim kalemleri var. Küçükten büyüğe doğru, eğitim yüzde 1.6; sağlık yüzde 1.7; gıda-içki-tütün yüzde 2, lokanta ve oteller yüzde 10.1 artmış. Bu kesimlerdeki üreticilerin krizi çok daha hafif atlattıkları açıktır.Bu arada dikkatimi çeken iki kesim var. Biri mal-hizmet ihracatı: Cari fiyatlarla yüzde 5.2 artıyor. Dolar olarak ihracat düşüyor ama TL’nin değer kaybı ihracatçı kesimleri gelir deflasyonundan koruyor. Yani kurdaki kıpırdama onlar için krizi hafifletiyor.Diğeri, mali aracı kuruluşlar: Cari fiyatlarla gelirleri yüzde 35.1 artıyor. Bankaların yüksek ilk çeyrek kârları zaten biliniyordu. Ağır resesyona rağmen sektörün yaşadığı gelir patlaması milli gelir verilerine de yansıyor.Manzara çok nettir: Türkiye küçülüyor ama bazı kesimler büyüyor. Böylece ayrıntılarda gizlenen şeytanlardan birini görmüş oluyoruz.
Yaz sıcakları fena bastırdı. Meteoroloji söyleminde “mevsim ortalamaları” referans verilir. Ortalamadan yüksek ya da düşük denir. Bir türlü tutmayan ortalamanın ne işe yaradığını düşünürüm. Sonra iktisatçıların hep bunu yaptıklarını hatırlarım.Heterojen kümeleri tek bir ölçüye indirgemek pratik bir zorunluluktur. Aynı anda çeşitliliği yokeder. Sık sık güncel yaşamda gözlenenle sayılar arasında bir tutarsızlık görüntüsü oluşur.Örneğin ilk çeyrekte nominal milli gelirin azaldığını biliyoruz. Türkiye’deki herkesin gelirinin azaldığı anlamına gelir mi? Hayır gelmez. Geliri artan kesimler ya da sabit kalan kesimler var. Başta işsiz kalanlar, geliri çok düşenler de var.Bu sorunu enflasyon bağlamında ele almıştık. TÜİK ortalama tüketim sepetine göre hesaplıyor. Halbuki her ailenin tüketimi farklı. Dolayısı ile kendi enflasyonu resmi sayıdan farklı çıkabiliyor. Son verilerCuma günü üç veri açıklandı. Haziran’da kapasite kullanımı 2.3 puan artışla Aralık’tan bu yana en yüksek değerine çıktı. Ama geçen yıldan yüzde 9.6 daha düşük kaldı. Temmuz’u bilmem ama Ağustos’ta geçen yılın üstüne çıkacağını sanıyorum. Mayıs dış ticaret miktar ve değer endekslerine baktım. Mevsimlik etkiden arındırınca miktar endekslerindeki düşüş sürüyor. Diğer göstergelere uyuyor. Bu arada petrol fiyatlarındaki düşüş sayesinde dış ticaret hadleri son beş yılın en iyi düzeyine geldi.Mayıs ödemeler dengesi de yayınlandı. Cari işlemler hesabında yeni bir bilgi yok. Mayıs’da açık benim tahminimin çok az altında, 1.5 milyar dolar çıktı. 2004’den bu yana en küçük Mayıs açığıdır. Geçen yıl 4.8 milyar dolara ulaştığını hatırlatalım.İlk beş ayın toplam dış açığı 4.5 milyar dolar oldu. 2002’den bu yana en düşüğüdür. Yıllık dış açık ise 23.8 milyar dolarla 2006 yılbaşındaki değerine geri döndü. Yılı 10 milyar doların altında bitirmesini bekliyorum.Net hata noksan kalemi şaşırtmaya devam ediyor. 2008’de büyük eksiler gelmişti. Yılbaşından bu yana daha da büyük artılar görüyoruz. Yaz tatilinden yararlanıp bir ara ayrıntılarına gireceğim. Eksi faiz görüldüGeçen hafta İsveç Merkez Bankası fonlama faizini çeyrek puan indirerek yüzde 0.25’e çekti (bizde yüzde 11.25). Fazla ilgilendiğimi söyleyemem. ABD, Japonya, İsrail, vs. başka ülkeler de faizi fiilen sıfırlamıştı. Devamını The Economist’in son sayısından öğrendim. Borçlanma faizi ise yüzde - 0.25 olmuş (bizde yüzde 8.75). Doğru okudunuz; eksi işareti var. İsveç Merkez Bankası kendisine borç veren bankalardan faiz istiyor. Düşük ama olsun...Neden eksi boçlanma faizi? Amacı bankaları özel kesime daha fazla kredi vermeye teşvik etmek. O nedenle kaynaklarını Merkez Bankası’na getirenlere ceza kesiyor. Yani parayı bana değil kredi isteyenlere ver diyor. Tefsirini sizlere bırakıyorum.
Krizle beraber iktisatçı fıkralarında gözle görülür bir artış var. Sevgili dostum Tavit Köletavitoğlu’ndan aldığım SMS’i sizinle paylaşmak istiyorum. “Dün öngördüklerinin bugün neden gerçekleşmediğini yarın açıklayabilen kişiye ‘iktisatçı’ denir.” Bir okuyucum pazar yazısındaki hataya dikkatimi çekti. Özel tüketim harcamaları ilk çeyrekte milli gelirin üçte birini oluşturuyor demişim. Doğrusu dörtte üçtür. Niyetim yıllık bazda üçte bir civarında seyreder demekti. Maalesef gözümden kaçmış. Özür dilerim.Dün Mayıs sanayi üretimi verileri yayınlandı. Yıllık bazda toplam sanayide yüzde 17.9, imalat sanayinde yüzde 19 gerileme var. Son altı ayın en iyi (!) verileri. Ancak mevsimlik etkiden arındırınca toparlanma başladı diyemiyoruz. Umut Haziran’a kaldı.İnşaatın önemiİlk çeyrek milli gelirini değerlendirmeyi sürdürüyorum. Ana talep kalemlerinin büyümeye katkısına ve konjonktür açısından kritik önem taşıyan özel makine-teçhizat yatırım harcamalarına baktık. Konjonktür analizinde kural talep ve harcama tarafına yoğunlaşmaktır. Biz de öyle yaptık. Ancak bugün farklı bir yöntem kullanıyoruz. Bir dizi özelliği nedeni ile önemli bilgiler taşıyan bir kesimi, inşaat sanayiini mercek altına alıyoruz.İnşaat sanayiinin milli gelirde payı düşüktür. Ortalama yüzde 5 civarında seyreder (sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş, iki kez kontrol ettim). Ama nitel önemi bunun çok ötesindedir.Birincisi, inşaatta kullanılan ithal girdi oranı sanayiye kıyasla düşüktür. Dolayısı ile içeride çok sayıda kesimi destekler. İkincisi emek yoğundur. Genelde istihdama, özelde düşük vasıflı istihdama katkısı büyüktür. Üçüncüsü, kendine özgü bir konjonktürü vardır.İnşaatın konjonktürüİlk çeyrekte inşaat sanayii yüzde 18.9 küçülme ile imalat sanayiinden kötü (yüzde 18.5), ticaretten iyi (yüzde 25.4) durumda çıkıyor. Yıllık bazda ise yüzde 11.2 küçülme ile tüm sektörler arasında rekoru elinde tutuyor. Bilgi için: Sanayi yüzde 6.1, ticaret yüzde 9.5 küçülmüş.Olayın daha iyi görülmesi çeyrek verilerini mevsimlik etkiden arındırıp 1998-2001 arasını baz kullanan bir endekse dönüştürdüm. 1998’den günümüze inşaat sanayiinin serüvenini aşağıdaki grafikte izleyebiliyoruz.Sektörün 1998-2000 döneminde yaşadığı durgunluk ve 2001 krizindeki sert ama kısa süreli daralma derhal görülüyor. 2003 sonundan itibaren sektör hızla büyüyor. 2007 yazında zirveye tırmanıyor. 2007’nin ikinci yarısında gerilemeye başlıyor. 2008’den itibaren üretimde düşüş hızlanıyor.İki sonuç çıkartıyoruz. Bir: Konjonktür 2007 sonunda yani küresel krizden epey önce kırılıyor. İki: Şimdilik bir toparlanma işareti görülmüyor.
Mali piyasalar haftaya moralsiz başladı. Dün dünya borsalarında kayıplar hâkimdi. Bir süredir yerçekimi kurallarına direnen İMKB de bu gelişmeden payını alıyor. O arada döviz kuru biraz kıpırdadı. Ne dersiniz, acaba “yeşil filizler” sararıyor mu?İlk çeyrek milli gelir verilerini değerlendirmeye devam ediyoruz.Pazar günü ana harcama kalemlerinin küçülmeye katkılarına baktık. Küçülmenin yarıdan fazlasının stoklardaki rekor düşüşten kaynaklandığına özellikle dikkat çektik.Kendi tahminlerimde en büyük sapma bu kalemde oluştu. Stok değişiminin büyümeden 3.3 puan götüreceğini varsaymıştım. Yüzde 7.1 olabileceğini hiç düşünmedim. Doğrusu hâlâ nedenlerini anlamış değilim.Özel yatırım verileriAna harcama kalemleri içinde ilk çeyrekte rekor küçülmeye en büyük katkı özel kesim yatırımlarından geldi. Toplamda yüzde 8.3, makine-teçhizat harcamalarında yüzde 6.1 ve inşaat harcamalarında yüzde 2.3 çıktı.Özel yatırımların milli gelirdeki payı genellikle tüketimin üçte biri düzeyindedir. Ancak, tüketimden farklı olarak, konjonktüre karşı duyarlılığı çok daha yüksektir. Dolayısı ile dalgaları daha sert olur.İlk çeyrek sayılarını kısaca bir önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştıralım. Özel tüketim yüzde 9.2 gerilemiş. Halbuki özel yatırımlar toplamda yüzde 35.8, makine-teçhizatta yüzde 39.4, inşaatta yüzde 28.8 düşmüş.Önemli kalem makine-teçhizat yatırımlarıdır. Cari fiyatlarla özel yatırımın takriben üçte ikisini oluşturur. Özel kesimin ilk çeyrekte gerçekleştirdiği 32.5 milyar TL yatırımın 20.2 milyar TL’si makine-teçhizat, 12.3 milyar TL’si inşaat harcamasıdır.Konjonktürün seyri Özel makina-teçhizat yatırımları konjonktürle ilgili kritik bilgiler taşır. Biri konjonktürün dönüş tarihidir. Diğeri resesyonun derinliğidir. Bu amaçla mevsimlik etkiden arındırılmış sabit fiyatlı veriler kullanılır. Ben de öyle yaptım.Sonuçlar aşağıdaki grafikte yer alıyor. 2004’te önce yatay seyrediyor. Yıl sonunda hızlı artış başlıyor. 2007’nin sonunda zirveye çıkıyor. 2008’in ilk çeyreğinde duraklıyor. İkinci çeyrekten itibaren düz çizgi üzerinde düşüşe geçiyor. 2009’un ilk çeyreğinde 5 yıl öncesinin altına iniyor.Özel makine-teçhizat yatırımları konjonktürün dönüş tarihi olarak 2008 başını işaret ediyor. Bunlar tekrar artmaya başlamadan ekonomide kalıcı toparlanmadan söz edilemeyeceği çok açıktır.
Haziran’da tüketici fiyatları yüzde 0.1 (binde 1) arttı. Böylece yılın ilk yarısında TÜFE artışı yüzde 1.8 olarak gerçekleşti. Bu da tarihi bir rekordur. Aynı temponun yılın ikinci yarısında sürmesi halinde 2009’da enflasyon yüzde 4’ün altına iner. Konumuz milli gelir ama bilerek enflasyonla başladım. Milli gelirin küçülmesi ve enflasyonun düşmesi neticede aynı ekonomik sürecin iki farklı ölçüsüdür. İkisinin de nedeni üretim kapasitesine kıyasla talebin yetersiz kalmasıdır. Milli gelirin arz boyutu üretim sektörleri bazında izleniyor. İlk çeyrekte orada da ilginç şeyler oldu. Ancak rekor küçülme üretim darboğazlarından kaynaklanmadı. Dolayısı ile önce taleple ilgili gelişmelere bakıyoruz.İç talep ve bileşenleriFarklı talep kalemlerinin milli gelirdeki değişimi nasıl etkilediğini saptamak için kullanılan yönteme “büyümeye katkı” deniyor. Şu soruyu soruyoruz: herşey aynı iken sadece bu kalemdeki değişim milli gelire ne etki yapıyor? Özel kesimle başlayalım. Özel tüketim harcamaları milli gelirin en önemli kalemidir. İlk çeyrekte üçte ikisini oluşturuyor. Küçülmeye yüzde 6.6 katkı yapmış. 2001 krizinin dibi son çeyrekte özel tüketimin küçülmeye katkısı yüzde 5.8 olmuştu.Özel yatırımların konjonktürdeki önemini bir süredir özellikle vurguluyoruz. Milli gelirde payı küçüktür (yüzde 20) ama çok oynaktır. Küçülmeye yüzde 8.3 katkı yapmış (2001 son çeyrek: yüzde 7.4). Özel kesim talebinin küçülmeye katkısı yüzde 14.9 ediyor. Gelelim kamu talebine. Kamu tüketimi ve yatırımları büyümeye yüzde 1.2 pozitif katkı yapmış (2001 son çeyrek: yüzde - 1.5). Yani kamu 2001’de resesyonu ağırlaştırırken bu kez kısmen hafifletmiş. Özel ve kamu toplamı nihai iç talebi oluşturuyor. Küçülmeye katkısı yüzde 13.7 çıkıyor. Milli gelirde küçüme de yüzde 13.8 oldu. İlginç bir raslantı; ille öyle olması gerekmiyor. Ama bu kez geri kalan iki kalem, dış talep ve stok değişimi birbirini götürmüş. Dış talep ve stoklarİhracattaki düşüş küçülmeye yüzde 2.9 katkı yapmış (2001 son çeyrek: sıfır). Buna karşılık ithalatın daralmasının ekonomiye yüzde 9.9 pozitif katkısı var (2001’de yüzde 6.6). Neti yüzde 7 ediyor. Nihai iç taleple toplayınca nihai talebin küçülmeye katkısı yüzde 6.7 hesaplanıyor. Ne demek? İç talepteki büyük çöküşün yarıdan fazlası azalan ithalatla karşılanıyor. Neticede içeride toplam talep yüzde 6.7 düşüyor. Stoklar sabit kalsa milli gelirde küçülme de o düzeyde gerçekleşecek.Ama stoklar sabit kalmıyor. Bir tarihi rekor daha kırılıyor. Stok değişimi küçülmeye yüzde 7.1 katkı yapıyor (2001 son çeyrek: yüzde 1.7). Doğru okudunuz; yedi nokta bir. Böylece ilk çeyrek küçülmesi yüzde 13.8’e çıkıyor.Şimdilik sayıları vermekle yetiniyorum. Analizi sonraya bırakıyorum.
İlk çeyrekte milli gelirde küçülme tarihi rekor kırar demiştim ama doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Analistlerin tahminleri gazetelerde çıkmıştı. En kötümseri yüzde 13 diyordu. Çoğunluk yüzde 11-12 arasından yer alıyordu. Ben yüzde 10’un az üstünde küçülme hesaplıyordum. Bir hafta önce Ekodiyalog’da tahminleri konuştuk. Deniz Gökçe yüzde 12 demişti. En yakın o çıktı. Kırk yılda bir tutturdu ya, artık yıllar boyu anlatır. Milli gelir ekonomide genel gidişatın (yani konjonktürün) en kritik göstergesidir. Üretilen bütün mal ve hizmetleri kapsar. Kaçınılmaz toplama ve ölçme sorunlarına rağmen elimizdeki en önemli bilgidir. Çok bilmece varAslına bakarsanız, son derece ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Çok sayıda gözlemci dikkat çekti. Türkiye’de bankacılık kesimi küresel mali krizde darbe yemedi. TL’ye ciddi bir saldırı olmadı. Ayrıca enflasyon ve faizler düştü. Dış açık daraldı. Normal olarak bu koşullarda nisbi mali istikrarın reel ekonomiye yansıması gerekir. Yani mali çalkantı yaşayan ülkelere kıyasla Türkiye daha az küçülmelidir. Halbuki tam tersi oldu. İlk çeyrekte Türkiye küçülme liginin en tepesine tırmandı.Bir başka açıdan bakalım. Mali krizi Türkiye’nin çıkarmadığı, bu kez resesyonun dışarıdan ithal edildiği konularında az çok fikir birliği var. Gene aynı bilmece ile karşılaşıyoruz. Neden en kötü küçülme sayısı Türkiye’de?Devam edelim. Çevrenizde küçük bir anket yapın. Geçen ayları 2001’in yaz ve sonbaharı ile karşılaştırmalarını isteyin. Ben yaptım. Ezici bir çoğunluktan “2001’de ekonomi çok daha kötü idi” cevabını aldım. Halbuki sayılar öyle söylemiyor. 2001’in en kötü çeyreğinde küçülme yüzde 9,8 olmuştu (son çeyrek). Bu kez ekonomi yüzde 13,8 küçüldü. Arada 4 puan gibi devasa bir fark var. Nasıl oluyor da güncel yaşamda hissedilmedi?Gelir deflasyonuProfesyonel iktisatçının bir görevi bu tür bilmeceleri çözmektir. Çıplak gözle görünenin gerisine gitmesi, karmaşıklığa anlam kazandırması gerekir. Önümüzdeki günlerde milli gelir verilerinin ayrıntılarına gireceğiz.2009’un ilk çeyreğinde kamuoyunun gözünden kaçan bir başka “ilk” gerçekleşti. Önceden uyarmıştım. Milli gelir cari fiyatlarla düştü. 2008’in ilk çeyreğinde 216 milyar TL idi. Bu yıl 211 milyar TL’ye geriledi. Yüzde 2.2 düşüş anlamına geliyor.Milli gelir, toplumun elde ettiği ücret, kâr, faiz ve rant gelirlerinin toplamıdır. Demek ki ilk çeyrekte toplam gelir TL olarak (enflasyon hariç) geçen yılın yüzde 2.2 altına inmiş. Şimdilik iktisatçıların gelir deflasyonundan çok korktuğunu söylemekle yetinelim.