Küresel borsalarda toparlanma süreci devam ediyor. Bardağın boş yarısını görenler bir yıl öncesine kıyasla yüzde 20’lere ulaşan kayıplara dikkat çekebilir. Ama dolu yarısını görenler son beş ayda yüzde 40’a ulaşan getiriyi öne çıkartacaktır. Yılbaşından bu yana en fazla kazandıran borsalar arasında İMKB de yer alıyor. İMKB endeksi yükselen piyasalar ortalamasının üstünde seyrediyor. Bu hafta 45 bin düzeyini gördü. Bütün karamsarları utandırdı.Borsanın bu yükselişinin öngörenler arasında kesinlikle değilim. Tam tersine, borsa için 2009’un da kötü geçeğini düşünmüştüm. Endeksin 20 binin altını görmesini bekliyordum. Dolayısı ile üçbeş kuruşumu borsada değerlendirme fırsatını da kaçırdım.Her fırsatta hatırlatıyorum. İktisatçılar mali piyasa dalgalanmalarını öngörmekte başarısızdır. Eğitimleri uzun dönemli düşünmeyi ve yapısal unsurlara öncelik vermeyi öğretir. Yatırım danışmanlığı yapamazlar. Kendilerine de pek hayırları olmaz. İktisatçının sınavıBir an için sonbahar aylarının kabuslu günlerine geri dönelim. Lehman Biraderler batmış. Gelişmiş ülkelerde para piyasaları kurumuş. “Tüm krizlerin ağababası” tüm şiddeti ile küresel ekonomiyi vurmuş. Tüketici güveni çökmüş. Dünya ticareti rekor düzeyde daralıyor. O dönemde herkesi güçlü bir korku sarmıştı. Böylesine büyük bir mali kriz dünya ekonomisini 1930’lara geri götürür mü? 80 yıl aradan sonra yeni bir “Büyük Buhran” yaşanır mı? Bu koşullarda insanlar haklı olarak iktisatçılara başvurdular. Bu soruları onlara sordular. Bence bizim meslek o kritik konjonktürde gerçekten işe yaradı ve iyi sınav verdi. İktisatçıların söyledikleri genelde doğru çıktı. Kısaca mantığını özetleyelim.1930’larda yaşanan büyük ekonomik felaketin gerisinde iktisat politikası hataları yatıyordu. Daha açık söyleyelim. Mali krizle ve resesyonla mücadele için para ve maliye politikaları gerektiği gibi kullanılmadı. Bugün durum farklıdır. “Büyük Buhran’a” yol açan hatalar şimdi biliniyor. Makroiktisatta ciddi gelişmeler oldu. Keynes devrimi yaşandı. Bu kez para ve maliye politikaları hızla gevşetilir. Krizin derinleşmesine izin verilmez. Mali piyasalara etkisi2008 sonbaharından itibaren iktisat politikaları öngörülen tepkiyi verdi. Faizler sıfırlandı. Merkez Bankası bilançoları patladı. Bütçe açığının milli gelire oranı çift hanelere tırmandı. Böylece bir küçülme kısır döngüsünün ortaya çıkması engellendi.Mali krizin birinci yıldönümüne yaklaşırken, küresel ekonomide bozulmanın durduğunu, hatta ufak ufak toparlanma işaretlerinin belirdiğini görüyoruz. “Büyük Buhran” benzetmeleri de giderek azalıyor.Yazının başına geri dönelim. Gevşek para politikalarının mali piyasalardaki son yükselişi beslediği yönünde ciddi işaretler var. Kısa dönemde bu durum krizle mücadele hedefi ile tutarlıdır. Talep ve üretim artışına katkı yapar. Ya uzun dönem? İktisatçılar şimdiden yarınki sorunlara dikkat çekmeye başladı. Dereyi geçmek elbettte çok önemlidir. Ancak sonra denizde boğulmamaya da özen göstermek gerekiyor.
Günlük dilde “kriz” denen ekonomik çalkantıların bizim meslekteki adı düzeltmedir. Nitekim, bir krizin çıkması için daha önce bir takım dengesizliklerin oluşması zorunludur. Düzeltilmesi gereken dengesizlikler yoksa, kriz olmaz.Dengesizlik sözcüğü önce reel olayları çağrıştırır. Türkiye’de ilk akla gelen bütçe ve cari işlemler açıklarıdır. Bunlar büyüyünce kriz beklentileri yoğunlaşır. Onları döviz kuru ve enflasyon izler.Halbuki reel dengesizliklerin gerisinde zihniyet sorunları yatar. Deneyim ve teoriler ekonominin gerçeklerinden kopuk davranış biçimlerini besler. Bir dizi kritik ezber oluşur. Krizin birinci işlevlerinden biri de ezber bozmaktır.ABD’den örnek verelim. Son otuz yılda mali piyasaların etkinliği kayıtsız şartsız kabul edilen bir postulata (ön doğru) dönüşmüştü. Varlık fiyatları balonu ihtimali reddediliyordu. Bu ezberin bedelini ABD (ve dolayısı ile dünya ekonomisi) “tüm krizlerin ağababası” ile ödedi.Resesyon enflasyonu ezerTürkiye ezberi bol bir ülkedir. Dolayısı ile yaşanan büyük krizin ekonomik ezberleri de perişan etmesi kaçınılmazdı. Doğal olarak, tarih yavaş işliyor. Hepsi bir günde bozulmuyor. Ama zamanla ezber kaleleri birer birer düşüyor.Kritik ezberlerden bir bölümü enflasyonla ilgilidir. Hangisinden başlasam diye düşünüyorum. En yaygını enflasyonla bütçe açığı arasında kurulan bire bir nedensellik ilişkisidir. Bütçede bozulmanın enflasyonu yükselteceğine inanılır.Benzer bir ilişki enflasyonla döviz kuru arasında kurulur. Kur artışı enflasyonu tırmandırır. Aynı şekilde enflasyonun belirli bir düzeyde katılaştıran yapısal etkenlerin varlığına inanılır.Ama 2008 sonunda başlayan ağır resesyon tüm ezberleri bozdu. Bütçe açığının patlamasına ve döviz kurunun artışına rağmen enflasyon çöktü. Kimsenin mümkün olabileceğini inanmadığı düzeylere, yüzde 5’lere geriledi.Üstelik yakın gelecekte enflasyonun tekrar yükselmeye başlayacağına dair bir işaret görülmüyor. Hatta tersine eğilimler ağır basıyor. Ufukta son yarım yüzyılın en düşük enflasyonunu beliriyor.Para politikasında normalleşmeKrizin vurduğu bir başka ezber yüksek faizin gerekliliğine olan inançtır. Çok ilginçtir. Normal ekonomilerde yüksek faizin kendisi bir dengesizliktir. Türkiye’de ise faizin düşürülmesi bir dengesizlik nedeni kabul edilir.Geçmiş para politikalarının ayrıntılarına girmek istemiyorum. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarını uzun süredir eleştiriyorum. Sevindirici olan, krizle birlikte Merkez Bankası’nın para politikasını normalleştirilme yolunu seçmesidir. Gecelik faiz tek haneye inerse kur ve enflasyon patlar dendi. Faiz indi ama sorun çıkmadı. Sonra devlet tahvili faizleri düşmez dendi. Dün onlar da tek haneyi gördü. Yetmedi. Merkez Bankası yeniden döviz alım ihaleleri başlattı.Ezber yanlıştı. Merkez Bankası’nın yaklaşımı doğrudur. Yaşanan ağır resesyon para politikasının normalleşmesi için bir fırsat oluşturdu. Merkez Bankası bu fırsatı kullanıyor. Yüksek faiz döneminin son erdiği gerçeğini bir an önce kabullenmek gerekiyor.
Türkiye ekonomisinin son altmış yılına damgasını vuran dalgalanmalar birbirine benzer. Geri planda aşırı değerli TL yatar. İç talebin çektiği yüksek büyüme dönemi sürdürülemez dış açıkla sona erer. Sancılı bir düzeltme sonrasında süreç yeniden başlar. Tek istisnası 1994 devalüasyonunu izleyen yıllardır. Çeşitli nedenlerle TL’nin yeniden değer kazanmasına izin verilmişti. Büyümenin motoru ihracat oldu. İhmal edilebilir dış açıklarla yüksek büyüme hızları tutturuldu.Yakın tarihin en uzun sürmüş iç talep kökenli büyüme dönemi 2002-2008 arasıdır. Dış açıklar da tarihi rekorlar kırmıştır.Sorumlusunun 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları olduğu iyi biliniyor.2008 sonbaharından itibaren ikisi olumlu biri olumsuz üç gelişme dış açık sorununu gündemden düşürdü. Enerji ve hammadde fiyatlarında oluşan balon patladı. TL değer kaybetti. Özel kesim tüketim ve yatırım harcamaları çöktü. Sonuçta dış açık hızla daraldı.En düşük dış ticaret açığıOcak-haziran döneminde bir önceki yıla göre ihracat yüzde 31 azalarak 48 milyar dolara, ithalat yüzde 41 azalarak 62 milyar dolara, dış ticaret açığı ise yüzde 61 azalarak 15 milyar dolara geriledi.Mutlak değer olarak 2003’ten bu yana en düşük ilk yarı dış ticaret açığıdır. Dış ticaret hacmi ve milli gelir artışını hesaba katarsak, dış ticaret açığında daralmanın 2001’den bile sert olduğunu söyleyebiliriz.Bu düzeltmenin ayırt edici özelliği ise ihracattaki gerilemedir. Geçmişte dış ticaret açığının kapanmasına ihracat artışının da katkısı olurdu. Bu kez küresel resesyon ihracatı vurdu. Yani düzeltmenin bütün yükü ithalat üstüne yüklendi. İlk çeyrekte milli gelirde görülen rekor küçülmenin bir nedeni de odur.Dip görüldüDış ticaret verileri konjonktürün seyri hakkında önemli bilgi taşır. Ekonomi canlandıkça ithalat da toparlanmaya başlar. Bunu görmek için mevsimlik etkiden arındırılmış serileri kullanırız. Ayrıca, parite etkilerini de temizlemek için dış ticareti dolar yerine döviz sepeti bazında (0.5 $ + 0.5 Euro) izliyoruz.2008 sonrası için aylık ihracat ve ithalatın seyri grafikte yer alıyor. Resmin daha kolay görülmesi için mutlak sayılar yerine 2007 ortalamasını 100 kabul eden endeks değerleri kullanıldı.Grafikte konjonktürdeki kırılmanın tarihi çok nettir. Ekim 2008’de ihracatta çok sert bir düşüş yaşanıyor. Ondan sonra o düşük düzeyde sabitleniyor. Bir artış ya da azalış eğilimi görülmüyor.İthalatta düşüş Eylül 2008’de başlıyor. Ekim ve kasımda devam ediyor. Aralık-mayıs döneminde ithalat daha da düşük düzeyde sabitleniyor. Buna karşılık haziranda tekrar artmaya başlıyor. Özel tüketimde canlanma işaretleri ile tutarlıdır.
Sanırım sağır sultan bile 3G’yi duydu. Sektörde rekabetin yoğunlaşması reklamlara yansıdı. Günlerdir hangi gazeteyi elimize alsak, hangi TV kanalını açsak, karşımıza mutlaka rengarenk 3G tanıtımları çıkıyor. Yeni teknolojiyi ben de merakla bekliyordum. Cep telefonundan konuşurken karşımdakini görmek hiç ilgimi çekmiyor. Buna karşılık bir mekana bağlı olmayan hızlı internetin hayatımı kolaylaştıracağını biliyorum. 30 Temmuz sabahı erkenden bilgisayarın başına geçtim. İnternete girişte gözle görülür bir hızlanma olduğu kesin. Kablolu hatla (ADSL) rekabet için yeterli mi? Şu hali ile o kadar emin değilim. Herhalde deneme sürecindeyiz diye düşündüm. Bakalım, göreceğiz. TÜİK’ten önemli yenilikTeknolojik gelişme deyince insanların aklına önce makineler ve aletler geliyor. 3G tipik bir örnek. Halbuki teknoloji sözcüğü çok daha karmaşık bir süreci kapsıyor. Örneğin iktisatta da önemli teknolojik yenilikler olabiliyor.Makro göstergelerin mevsimlerden etkilenmesine sık sık değiniyoruz. Yaz aylarında taze sebze-meyve fiyatlarında düşüş aylık enflasyonu aşağı çeker. Kış aylarında inşaat, sanayi ve ulaştırma kesimleri yavaşlar. Aydan aya, hatta çeyrekten çeyreğe çalışılan gün sayısı değişir. İşler iyi giderken, ekonomi büyürken, bu tür ayrıntılar ikincil durur. Sadece eğilimleri önceden yakalamaya çalışan profesyonellerin ilgisini çeker. Ama kriz dönemlerinde, dibe vurma noktasının saptanmasında çok önem kazanır.O nedenle gelişmiş ülkelerde temel makro göstergeler bu tür düzeltmeler yapılmış hali ile açıklanır. Milli gelir, sanayi üretimi, vs. bir önceki dönemle karşılaştırılır. Böylece konjonktürün izlenmesi kolaylaşır.Nihayet TÜİK de bu teknolojiye geçti. Mayıs sanayi üretim endeksi çalışılan gün sayısı ve mevsimlik etkiler düzeltilerek yayınlandı. TÜİK’i kutluyorum. Bu yöntemin en kısa sürede, başta milli gelir, diğer göstergelere yaygınlaştırılacağını umut ediyorum. Sanayi dipten dönmüşÇalışılan gün sayısına TÜİK “takvim etkisi” diyor. Örneğin Şubat diğerlerine kıyasla daha kısa bir aydır. Ayrıca bayram ve tatillerin etkisi yıldan yıla değişir. Önce endeksi çalışılan gün sayısına bölerek yeniden tanımlıyor. İkinci aşamada Tramo-Seats yöntemi ile mevsimlik etkileri arındırıyor.Sanayi üretimi 2008 başından itibaren gerilemeye başlıyor. Bir önceki aya göre en büyük düşüş Kasım’da (yüzde 8) gerçekleşiyor. Düşüş Nisan’a kadar devam ediyor. Ekim-Nisan döneminde sanayi üretimi yüzde 12.6 azalıyor. Düzeltilmiş seride sanayi üretiminin Mart-Nisan aylarında dibe vurduğu net şekilde görülüyor. Nisan’dan Mayıs’a ise küçük de olsa bir artış beliriyor ve sanayi üretimi yüzde 0.8 yükseliyor. Önümüzdeki aylarda bu eğilimin belirginleşmesini bekliyoruz.
Yılın üçüncü Enflasyon Raporu dün yayınlandı. İlgilenenlere Başkan Yılmaz’ın raporu tanıtmak için yaptığı konuşmayı internetten indirip okumalarını tavsiye ederim. Can alıcı noktaların tümünü kapsıyor.Bir özür borcum var. Son yazımda “Rapor Salı günü açıklanıyor” dedim. Tarihleri karıştırmışım. Ezberden yazacak yerde bakmak gerekirdi. Yazlık insanı gevşetiyor ama böyle hatalar da yaptırıyor. Enflasyon Raporu Merkez Bankası tarafından yılda dört kez yayınlanıyor. En önemli iktisat politikası metnidir. İçinde kapsamlı bir konjonktür analizi yer alıyor. Para politikasının kısa ve orta vadede nasıl seyredeceği, gerekçeleri ile anlatılıyor. Tahminler veriliyor.Şeffaflık ve hesap verme“Şeffaflık” ve “hesap verilebilirlik” ilkeleri enflasyon hedeflemesi rejiminin belirgin özellikleridir. Bu bağlamda özellikle Merkez Bankası’nın kendi enflasyon ve büyüme tahminleri önem kazanıyor. İlk enflasyon raporu 2006 başında yayınlandı. Böylece son üç buçuk yılda Merkez Bankası’nın kendi enflasyon tahminlerini ve bunları ne ölçüde tutturduğunu yakından izleme olanağına kavuştuk. Maalesef aynı şeyi büyüme için söyleyemiyoruz. Çünkü Merkez Bankası büyüme tahminleri yerine kendi hesapladığı “çıktı açığını” kullanıyor. O da reel ekonominin canlılığını ölçüyor. Ancak büyüme hızına doğrudan geçiş yapılamıyor. Bu soruna uzun süredir işaret ediyoruz. Yukarıdaki iki ilke açısından para otoritesinin tahminlerini kamuoyunun kolayca izleyebilmesi fevkalade önemlidir. O açıdan Merkez Bankası’nın da bir an önce büyüme tahminlerini vermesinde yarar görüyoruz. Düşük enflasyon dönemiMerkez Bankası yılın ilk raporunda (Ocak), 2009 yıl sonu enflasyonunu yüzde 5.4-8.2 aralığında (ortası yüzde 6.8) tahmin etmişti. İkinci raporda (Nisan) bunu yüzde 4.8-7.2 aralığına (ortası yüzde 6) indirdi. Bu kez yüzde 4.9-6.9 aralığını (ortası yüzde 5.9) öngörüyor.Dikkatinizi çekerim. Yılbaşından bu yana Merkez Bankası gecelik faizleri 7 puan indirdi. Raporda faizin en hızlı düştüğü ülkenin Türkiye olduğu vurgulanıyor. Ona rağmen enflasyon tahmininde üst sınır 1 puan geriliyor.Merkez Bankası’nın 2010 ve sonrası için tahminleri daha tedbirli duruyor. 2010’da enflasyon sadece 0.6 puan düşüşle yüzde 5.3’e geriliyor. 2011’de düşüş biraz daha yavaşlayarak (0.4 puan) yüzde 4.9 oluyor. 2012’de ise enflasyonda düşüş duruyor: yüzde 4.8. Raporun enflasyon açısından sonucu çok açıktır. Merkez Bankası net şekilde enflasyondaki düşüşün devam edeceğini ve bunun kalıcı olduğunu söylüyor. Bütün ekonomik aktörlere kendilerini düşük enflasyon dönemine hazırlamaları gereğini hatırlatıyor.Merkez Bankası’nın para politikası hakkındaki görüşlerini bir başka yazıda ele alacağım.
Mali piyasalarda olumlu hava sürüyor. İMKB dün bir ara 40 binin üstüne çıktı. Avrupa borsaları yükseldi. Ben yazıya oturduğumda New York’un yukarıda açılması bekleniyordu. TL az da olsa değer kazandı.Mali piyasaların bu iyimserliği beni epey şaşırtıyor. Nedenlerini kavramakta açıkça zorlanıyorum. İşlerin bu noktaya geleceğini öngörebildim mi? Kesinlikle hayır. Dolayısı ile karamsarlar arasında yer alıyorum. Bu dalganın beni tedirgin ettiğini söyleyebilirim.Hoş, iktisatçıların bu konularda şöhreti zaten iyi değildir. Genelde mali piyasalar, özelde borsalara dair yanlış öngörüleri üstüne çok hikâye vardır. Ne diyelim? Ateş olmayan yerden duman çıkmazmış!Başkan Yılmaz bugün yılın üçüncü Enflasyon Raporu’nu açıklıyor. Son rapordan (Nisan) bu yana çok şey değişti. Dolayısı ile Merkez Bankası’nın konjonktür analizi ve tahminleri çok önem kazanıyor. Heyecanla bekliyorum.Yine net hata-noksanGeçen haftaki net hata-noksan yazıma çok mesaj geldi. Kamuoyunun yakından ilgilendiğini anladım. Bir bölümü eleştirildi. Vatandaşın kendi görüşlerine ters çıkan verilerden hoşlanmadığını geçmiş deneyimlerimden biliyorum.Türkiye komplo teorileri cennetidir. Bırakın siyaset ve ekonomiyi, futbol maçlarından kadın-erkek ilişkilerine, yaşamın her köşesinde birilerinin bizlere karşı bir takım dümenler çevirdiğine inanç tamdır.Ödemeler dengesinin net hata-noksan kaleminde büyük fazlalar oluşması bu açıdan tam bir altın madenidir. Düşünsenize; ülkeye oluk oluk döviz akıyor ama Merkez Bankası nereden kaynaklandığını saptayamıyor! Komploya daha müsait ne olabilir?En muhteşemini kısa süre önce duydum. Irak’ta birileri Saddam’ın milyarlarca dolarlık gizli hazinesini bulmuş. Kamyonların mazot depolarında Türkiye’ye sokmuşlar. Ondan piyasada döviz bollanmış ve kur aşağı gitmiş.Sayıları tekrarlayalım. Net hata-noksan kaleminde Ekim 2008’de 7.6 milyar dolar fazla var. Vergi affı ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Onu hariç tutarsak, Aralık 2006’dan bu yana toplam fazla sadece 1.6 milyar dolardır. Kayda değer bir büyüklük değildir.Yine sigara yasağıPazar günü çıkan “Sigara içme hakkı” başlıklı yazıma da çok tepki geldi. Hepsi sigaranın zararlarını vurguluyor. İnsan sağlığına bu kadar olumsuz etki yapan bir alışkanlığın yasaklanmasına karşı çıktığım için beni eleştiriyor.Kendimi iyi anlatamadığım duygusuna kapıldım. Sigara içmenin kısıtlanmasına karşı değilim. Örneğin lokanta ve kahvelerin “sigara içilen” ve “sigara içilmeyen” şeklinde ayrışması bana çok makul geliyor.Ancak yasakçı anlayışa ilke olarak karşıyım. Çoğunluğa yaşam tarzlarına yasaklar getirme hakkını tanımaktan korkarım. Bugün sigara olur; yarın alkol, öbür gün sakal, daha sonraki gün mini etek, öyle gider.İşin özünde bireysel özgürlükle kamu yararı arasındaki hassas dengeler yatıyor. Çözüm bir yasaklar toplumuna geri dönmek değildir. Özgür tercihler toplumunu tesis edebilmektir.
Bugün bütçeye bakmak istiyordum. Sonra sıcak bir Pazar günü kim ne yapsın bütçeyi diye düşündüm. Aklıma sigara yasağı geldi. Sigara içme hakkını daha önce savunmuştum. 22 Mayıs 2008’de çıkan yazımın güncelliğini kaybetmediğini gördüm. İki paragraf eksiği ile yeniden yayınlıyorum. “Sigara çağına 1950’lerin ortalarında girdim. Bu hesaba göre elli küsur yıldır keyifle sigara içiyorum. Lise tuvaletlerinde filtresiz yerlilerle başladım. Param olunca Fransız ve İngilizler’e döndüm. Kırmızı teneke Benson&Hedges kutularına bayılırdım. Hiçbir zaman bir paketin üstüne çıkmadım. Bir ara sigarillo ile sayıyı azaltmayı denedim. Doğrusu sigaranın yerini tutmadı. Son yıllarda kendimi günde üç-beş sigara ile sınırlamaya çabalıyorum. İyi kötü idare ediyorum.Birey-toplum çelişkisiYasak bizi siyaset felsefesinin evrensel ve ebedi bir çelişkisine, bireysel özgürlükle toplumsal yaşam arasındaki gergin ilişkiye götürüyor. Türkiye’de bu biçimde pek vazedilmemesi önemini azaltmıyor. Bence tam tersine arttırıyor. Birey-toplum çelişkisi toplumsal yaşamın özünde yer alır. Toplumu vareden onu oluşturan birey ve birey gruplarının eylemlerini kısıtlayan kurallardır. Toplum ancak bireysel özgürlüğün sınırlanması üzerine inşa edilebilir. İki soru öne çıkıyor. Bir: Bireyin özgürlüğünü kısıtlayan kuralları kim koyacak? Demokrasi nihai yetkiyi vatandaş çoğunluğunu temsil eden yasama organına veriyor. İki: Kısıtlanamayacak özgürlükler olabilir mi? Temel haklar kavramı bu noktada devreye giriyor. Buraya kadar tamam. Ancak, her zaman olduğu gibi şeytan ayrıntılarda gizleniyor. Konu ile doğrudan ilgili bir soru soralım. Çoğunluk vatandaşı sadece kendisine zarar veren davranışlardan korumak yetkisine sahip midir? Olmalı mıdır?Zor bir soru olduğunu biliyorum. Ayrıca bugünkü siyasi konjonktürde tehlikeli çıkarsamaları da vardır. Örneğin aynı mantıkla kapalı alanlarda alkollü içkilerin yasaklanması pekala mümkündür. Farklı çözümlerFransa yasağı bizden önce getirdi. Bu kış Paris’te bir restoranın önünde üşüyerek sigara içenler konuşmaya başladık. Orta yaşlı, iyi eğitimli bir Fransız şöyle dedi: ” Yasak belki akçiğer kanserini azaltacak ama kesinlikle zatürrede bir patlamaya yol açacak... Bireysel özgürlükleri önemseyen bir iktisatçı olarak piyasanın kullanılmasını tercih ederdim. Örneğin lokanta, bar, kafeterya, vs. her mekan “sigaralı” yada “sigarasız” statüsünü alır. Vatandaş istediğine gider. Aynı şekilde uçak, tren, otobüs, minibüs, vs. taşıt araçları “sigaralı” ve “sigarasız” seferler yapar. Tercih vatandaşa kalır.Öte yandan yasakçı anlayışı ben de benimseyebilirim. Toplum içinde cep telefonu ile konuşulması beni çok rahatsız ediyor. Sinirlerimi bozuyor. Madem yaşam tarzına müdahele yolu açıldı, ben de kapalı mekanlarda cep telefonuna yasak kampanyası teklif ediyorum.
İlk yarı bütçe sonuçları açıklandı. 2008’in ilk altı ayında bütçe 2 milyar TL fazla vermişti. Bu yılın aynı döneminde 23 milyar TL açık oluştu. Bütçe dengesinde 25 milyar TL (milli gelirin yüzde 2.5’i) bozulma anlamına geliyor.Bütçe açığı büyüyor. Merkez Bankası faizleri düşürüyor. IMF’le anlaşma bir türlü gerçekleşmiyor. Herkes hükümeti yanlış ve tehlikeli işler yaptığı gerekçesi ile eleştiriyor. Ama mali piyasalarda olumlu hava sürüyor. Dün ekonomiyi yakından izleyen bir dostla konuşuyorduk. Olayı anlamakta zorlandığını söyledi. “Bu işte bir yanlışlık var; madem politikalar bu kadar kötü, neden borsa 38 binde, dolar 1.50’nin altında?” diye sordu. Siz ne dersiniz?Döviz piyasası bilmecesiHızla büyüyen dış açık bir yıl önce Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu kabul ediliyordu. Sonra küresel mali kriz patladı. Mali piyasalar kilitlendi. Bu kez ortalığı TL’deki yabancıların kaçacağı korkusu sardı.O günlerde hükümete IMF’le anlaşması için yapılan baskı da zirveye çıkmıştı. Dış kaynak bulunamadığı takdirde döviz kurunun patlaması ve resesyonun bir mali krize dönüşerek daha ağırlaşması kaçınılmaz görülüyordu.Derken içeride ve dışarıda son 80 yılın en ağır resesyonu başladı. İç taleple birlikte ithalat çöktü. İhracatın da azalmasına rağmen dış açık hızla küçüldü ve fiilen gündemden düştü.Ancak, normal olarak döviz piyasasında dengesizliğin sürmesi gerekiyordu. Küçük de olsa cari işlemler dengesinde açık vardı. Üstüne sermaye çıkışı devam ediyordu. Buna rağmen döviz piyasasında kayda değer bir arz yetersizliği yoktu.İlginç dalgalarVeriler yayınlandıkça olay belirginlik kazandı. Döviz bolluğunun gerisinde Merkez Bankası’nın başka bir yere yazamadığı için “net hata noksan” kaleminde gösterdiği döviz hareketleri yatıyordu.Sayılara bakalım. Ekim 2008’de “net hata noksan” kalemi 7.6 milyar dolar fazla verdi. Fazlalar sonraki aylarda sürdü. 6 aylık (ekim-mart) birikimli fazla 17.2 milyar dolara yükseldi. Aynı dönemde dış açığın 7.5 milyar dolar olduğunu hatırlatalım.Devam edelim. Ekim 2008 öncesindeki altı ayda (Nisan-Ekim 2008) “net hata noksan” kaleminde 9.5 milyar dolar açık oluşmuştu. Net hata noksan kaleminde böylesine büyük bir dalgalanmaya ilk kez raslıyoruz.Bir neden, Ekim 2008’deki vergi affıdır. Aynı durum Eylül 1998’de yaşanmıştı. Onu hariç tutunca Nisan 2008-Mart 2009 döneminde birikimli fazla sadece 200 milyon dolar tutuyor. Yani vergi affı döviz girişini açıklıyor. Geriye büyük dalgalanmayı açıklamak kalıyor. O da bir başka yazıda...