Şampiy10
Magazin
Gündem

Avrupa ve Kafkasya’nın en yüksek binalarını yapıyor Türkiye’de stadyuma talip

Teknik müteahhitlik şirketi AE Arma Elektropanç’ı kısa bir süre önce 5 milyar euro cirosu olan Hollandalı Imtech aldı. Avrupa ve Kafkasya’da en yüksek binaları yapan şirket, petrokimya ve stadyum işine girmeyi planlıyor. Körfez Bölgesi’ndeki en etkili 100 kişiden biri seçilen şirketin 28 yaşındaki genç iş geliştirme sorumlusu Burak Kızılhan, “Türkiye’de 700 günde 22 stadyum yapılacak. Gireceğiz bu ihalelere” dedi.



Burak Kızılhan, 1984 doğumlu, çok genç bir yönetici. AE ARMA Elektropanç ‘teknik müteahhitlik’ firmasının iş geliştirme sorumlusu. Genç yönetici Burak Kızılhan’la İstanbul’da Sofa Otel’de buluştuk. Kendisini Türkiye’de yakalamak zor. Çünkü bir ayağı Dubai’de bir ayağı Hollanda’da. AE Arma Elektropanç’ın temelini Burak Kızılhan’ın babası 35 yıl önce atmış. Kızılhan’ın şirkete gelip sorumluluk almasıyla birlikte şirket hızla büyümüş. Afrika, Asya ve Avrupa’da halen devam eden 24 projeleri var. Geçen yılki ciroları 90 milyon euroydu.

Burak Kızılhan, AE Elektroğanç’ın Lübnanlı Hariri Ailesi’yle birlikte ortak bir şirket kurmasını sağladı. Rusya’da çok iyi bilinen AE, Körfez ülkelerinde de tanınır oldu. Son olarak da bu yıl AE Arma Elektropanç’ın yüzde 80’ini Hollandalı Imtech aldı. Bu satış Türkiye’de taahhüt alanındaki en büyük satış olarak biliniyor. Ve Burak Kızılhan, Ortadoğu ile Körfez ülkelerinin en etkili yayın organlarından olan Construction Week tarafından Körfez’in en etkili 100 ismi arasında gösterildi. Bu arada bu listede iki isim var Türkiye’den. Diğer İsim TAV’ın CEO’su Sani Şener. Kızılhan, bu listedeki en genç isim. Ayrıca Fortune Türkiye de Kızılhan’ı gelecek vaat eden ilk 20 isim arasında gösterdi.

- AE Arma Elektropanç başta Rusya olmak üzere yurtdışında iş yapan bir şirket. Siz de İş Geliştirme’den sorumlusunuz. Şu an kaç projeniz var? Nedir bu işlerin büyüklüğü?

26 devam eden, işleyen şantiyemiz var. 35 yıllık bir şirketiz. Asya, Avrupa ve Afrika’da işlerimiz var.

- Türkiye’de var mı?

Türkiye’deki işlerimizin toplam işlerdeki oranı maalesef yüzde 8. Biz işe Türkiye’de başladık. 5 yıldızlı oteller ve AVM’lerin çoğunda bizim imzamız var. Son yıllarda rekabet arttı, çok şirket oldu. Yurtdışındaki işlerimizle aynı ayarda işler alamadık son dönemde Türkiye’de.

- İlk ne zaman açıldınız yurtdışına?

1991 yılından beri Rusya’dayız. Orada 16 değişik şehirde projelerimiz var. Babam döneminde açıldık. Moskova’da şu an Avrupa’nın en yüksek binasından daha yüksek bina yapıyoruz. Mercury City Tower yapılıyor. Daha önceki Avrupa’nın en yüksek binasını da biz yapmıştık. Yaptığımız yüksek binalar Moskova’da yan yana. Moskova’da Finans Merkezi’nde binalarımızın çoğu. Capital City yanında Saint Petersburg Tower var, onu da biz yaptık. Orada bir projemiz daha var, o da bitince Avrupa’nın en yüksek ikinci binası olacak. Teknik müteahhitlik olarak dünyadaki sayılı şirketlerden biriyiz.

- Türkiye’de bitirdiğiniz birkaç proje söyler misiniz?

İlk aklıma gelenler Anthill Residence, Paladium, Şişli Plaza, Akaysa Acıbadem var devam eden. Otellerde çok tecrübeliyiz. Mardan Palace’yi biz yaptık. Cevahir Alışveriş Merkezi’ni biz yaptık.

- Yeni açıldığınız ülkeler var mı?

Azerbaycan pazarına açıldık. Türklerin orada avantajı var. Rusya’daki referanslarımız da orada iş almamızı kolaylaştırdı. Socar Tower işini aldık. O da Kafkasya’nın en yüksek binası. Bu aralar yüksek bina konusunda yarış var.

- Çin’de dünyanın en yüksek binası yapılıyor değil mi?

Suudi Arabistan’da yüksekliği 1.000 metre olacak bina yapılıyor. Arabayla gittiğinizi düşünün 1 kilometre.

Hariri Ailesi ile ortak

- Hariri Ailesi’yle ortaklığınız var. Bu nasıl oldu?

2003 yılından beri Ortadoğu’dayız. Lübnan, Abu Dabi, Dubai, Katar. Lübnan’da Hariri Ailesi’yle bir ortaklığımız oldu. Londra’da okurken Faslı bir arkadaşım vardı. Bizim aile işimizi biliyordu. O tanıyordu Hariri Ailesi’ni. Onlarla yüzde 50 ortaklık kurduk. AE Lübnan şirketin adı. Beyrut lüks ve yüksek binalar konusunda ileride. Ama Ortadoğu’daki kriz nedeniyle biraz durdu işler. Biz orayı hab yaratmak amacıyla kurduk. Orada merkez ofis kurmayı düşündük. Şimdilik beklemekteyiz.

- Libya’da işiniz var mı?

Biz ilk günden beri yoktuk. Oraya 98 Türk firması girdi. Yüzde 70-75’i çok büyük para kaybetti. Orada kar marjları yüksekti ama çok sorunlar oldu. Bizim yönetim kurulu iyi bir değerlendirme yapmış. Çok büyük firmalar çok büyük paralar kaybetti. Bu firmalar nasıl batar diye sorduğumuz firmalar silindi. İnşaat sektörü ilginç. Bir proje 400-500 milyon dolar. Bir projeyi finanse edemeyince elden gidiyor her şey. 2013 yılında da Libya’ya girmeyeceğiz.

- Irak?

Yokuz, önümüzdeki yıllarda olmayacağız. Suudi Arabistan, Belarus ve Ukrayna’ya giriyoruz önümüzdeki yıl. 2014’te de Kuveyt olabilir.

- Hollandalı Imtech şirketinizin yüzde 80’ini aldı. Bu satış nasıl gerçekleşti? Artık Avrupa’da daha çok proje alma olanağınız olmuş olmalı...

Imtech, teknik müteahhitlik alanında dünyanın en önde gelen şirketlerinden. Hatta en büyüğü. Alanında dünyanın büyük firmasına yüzde 80 hissemizi sattık. Onların 5 milyar euro ciroları var. Dünyada inşaat firmalarında bile zordur bu ciro. Biz binalardaydık hep. Bu konuda uzmanız. AVM, hastane, okul, üniversite, rezidanslar yaptık. Bir de alt yapı var. Barajlar, köprüler, yollar, havaalanları, petrokimya tesisleri var. Hollandalı ortağımız tüm bu işlerde var. Biz bu açıdan güzel bir evlilik yaptık. Biz birçok ülkede varız. Bir Avrupalı firmanın bizim gibi ülkelerde olması ve yayılması da kolay değil. Ayrıca taahhüt alanındaki ilk satıştır bizimki. Bu da Türkiye için çok önemlidir.

- Şirketinizin yüzde 80’ini ne kadara aldılar?

Şu an açıklanmıyor. Çıkan bilgiler de yanlış. Çünkü Hollanda ve NY Borsası’ndalar, bekliyoruz onların açıklamalarını.

- Hollandalı ortağınızla daha büyük projelere imza atacaksınız. Hedefte hangi projeler var?

Türkiye’de 700 günde 22 stadyum yapılacak. Buna ihtiyacı var Türkiye’nin olimpiyatları almak için. Bu stadyumları kim yapacak? Bizim ortağımız altyapı, petro kimya işlerinde tecrübeli. Yaptıkları 15 stadyum var. Çok tecrübeliler... Gireceğiz ihalelere...

İlk yeşil dondurma fabrikası Konya’ya


t 2012 nasıl geçiyor?

Son 4 ayda 12.5 milyar dolarlık iş teklifinde bulunduk. İyi gidiyor. Ama biraz önce anlattığım gibi bazı yerlerde beklemedeyiz. 3 bin 500 çalışanımız var. Imtech’le birlikte 33 bin kişiye ulaşılıyoruz.

t Teknik bina deyince aklıma takıldı. Yeşil bina yapıyor musunuz?

Yapıyoruz. Bu çok önemli. Sayısı da artıyor. İlk yeşil dondurma fabrikasını yapacağız Algida için Konya’da. Entresan bir proje. Yeşil bina konseptini çok önemsiyoruz. Schneider’ın fabrikasını da biz yaptık. O da yeşil bina. Yeşil bina sayısı artmalı Türkiye’de. Yeşil Bina işini de çok basit anlatmak lazım. Mesela duş alıyorsunuz, belli sürede kesilecek su. Sensörlü duş, siz duş alırken biraz çekildiğinizde su kesilecek. Siz yemek hazırlarken salonda TV açık kalmamalı. Aydınlatma önemli. Koridor ışığı siz girince yanacak. Oturduğunuz yer ısınmalı. Kullanmadığınız odalar, salonlar ısıtılmamalı. Bunlar gibi... Yüzde 35 tasarruf sağlanıyor bu sistemlerle.

HARVARD BUSINESS SCHOOL’A GİTMEK İSTİYORUM

- İş dışında ne yaparsınız?

Ben lisanlı basketbol oynuyordum. Fenerbahçe taraftarıyım. Seyahat etmek en büyük hobim. En son Finlandiya’ya gittim. 50 ülke 100 şehir gördüm. Nepal ve Küba’dan çok etkilendim. Çok uçtuğum için çok okuyorum. Hırslı olduğum için aslında bunlar. ‘Bu kitabı bitirdim bunu da bitireyim, o ülkeyi görmedim orayı da göreyim’ gibi hırslarım var. Amerika’da Harvard Business School’a gitmek istiyorum. 7-8 yıl tecrübe istiyorlar şimdilik zaman dolduruyorum orası için.


‘Seni değil, yetkili birini bekliyoruz’

- Gençlik avantaj... Dezavantajı var mı? Şirketlerle masaya oturduğunuzda size güveniyorlar mı? ‘Patron gelsin’ diyen olmuyor mu size?

Oluyor. Kesinlikle bu çok oldu.Bir keresinde bir firmayla tam imza aşamasındayız. Son teklifi alıp gelmişim. Asistanı beni toplantıya sokmadı. ‘Sizden yetkili birini bekliyoruz’ dedi. Bu coğrafyada benden yetkilisi yok, diyorum anlamıyor. Benim elimde son teklif var, İstanbul benden telefon bekliyor. O sırada görüşeceğim kişi beni hiç görmemişti tuvalete çıktı. Beni dergide görmüş, ‘Aaa geldiniz mi?’ dedi. Ortadoğu’da kart önemli. Ben yönetim kurulunda değilim. İş geliştirmeden sorumluyum. Ortadoğu yönetim kurulu üyesi olmayı önemsiyor. Biz tam kurumsallaşmış bir şirket değiliz ama tam bir aile şirketi de değiliz. Benim yönetim kurulu üyesi olmam için daha çok şeyi başarmış olmam gerekiyor. Benimle tanışırken Ortadoğu’da sen ne yapıyorsun? sorusunu çok yaşıyorum. Bunlar yavaş yavaş geçecek.

Yazının devamı...

Bilmeden illegal sitelere reklam verenler var

Örnekleri yaşandı. Sözde bitkisel ilaçlarla hayatlarını kaybedenler oldu. Reklamından etkilenip alınan zayıflama ürünleriyle çok ciddi sağlık sorunları yaşayanlar, hayatını kaybedenler oldu. Gıda takviyeleri, ilaçlar, kozmetik ürünlerle ilgili reklamlar... Yalnızca ekranlarda değil, herhangi bir internet sitesini açtığımızda karşımıza çıkan yüzlerce reklam var. Saç dökülmesinden zayıflamaya, gençleşmeden basura kadar farklı sorunlara yönelik ürünler var.

Hafta içinde Reklam Sempozyumu vardı. Bu yıl 3’üncüsü gerçekleştiriliyor. Bu yıl sempozyum ‘Tüketici ile Sağlıklı İletişim’ başlığıyla toplandı. Haliç Kongre Merkezi’ndeki sempozyum Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın himayesinde sektördeki tüm oyuncuları bir araya getirdi.



Reklam Kurulu’na yapılan şikayetlerin başında ilaç, gıda takviyeleri ve kozmetik ürünler geliyor.

Sempozyum sırasında Reklam Kurulu Başkanı Ramazan Ersoy, Reklameverenler Derneği Başkanı Ahmet Pura, Reklamcılar Derneği Başkanı Aytül Özkan’la sohbet etme fırsatı bulduk.

Organik diyor, organik değil

Reklam Kurulu Başkanı Ramazan Ersoy, yakında Reklam Konseyi’nin kurulacağını sık sık söylüyor. Bu konseyin kurulmasıyla gelecek değişiklikler çok önemli.

Biz mevcut durumu sorduk... Ramazan Ersoy “En çok sıkıntı gıda takviyeleri ve fonksiyonel gıdalarla ilgili” diyor. Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın mevzuatları kafa karıştırıyor. Ve tüketicilerin yanılmasına neden oluyor. Ersoy gıda takviyelerinin reklam aracılığıyla ilaç gibi sunulduğunu anlatırken, “Saç dökülmesi, zayıflama, performans artırıcı ürünler... Bunlarla ilgili çok ceza kesiyoruz. Yerel yayın yapılıyorsa 8100 lira, ulusal ise 81000 lira. 1 yıl içinde aynı reklamı tekrarlarsa 2 katı ceza kesiliyor” diyor.

Ramazan Ersoy da örnek çok: “Organik bal diyor organik değil. 1 kg diyor ürün için 800 gr. çıkıyor. 5 yıldızlı otel deniliyor, 3 yıldızlı bile değil, meyveli gazoz diyor meyveli değil, yataklar da sağlık vaadiyle satılıyor. 24 saat her branşta hizmet veren hastane diyor, doğru değil. Bu yüzden sektöre kamu eliyle denetim şart.”

Gıda takviyeleri ve fonksiyonel gıdaların reklamlarının yüzde 90’ı internette yapılıyor. Reklamverenler Derneği Başkanı Ahmet Pura, reklam pastasından konuşurken, “Dergi ve radyo sayısı artmalı. Dergilerin kapanması iyi gelişme değil. Böyle giderse 2016’ya kadar reklam mecrası olarak tv’ler ve internet çok ağırlıkta olacak” diyor. Pura’nın altını çizdiği hassas bir konu var:

Şu anda dijital ortamın payı reklamcılıkta yüzde 40. Ama örneğin gıda takviyelerinin yüzde 90’ı internet ortamında satılıyor.

Pura, “Internette illegal siteler var. Araştırılıyor, ne adres belli, ne de siteyi kuran. Bulunsa bile ‘Benim adıma açılmış’ diyebiliyor. Dergi ve radyolar büyümeli. Bunu çok önemsiyoruz. Bilmeden illegal sitelere reklam veriliyor, bunun bir bedeli olacak. Böyle giderse reklamcılık dejenere olacak” diyor.

Pura, 2013’e kadar reklam sektörünün cirosunun 5 milyar lirayı aşacağını da söylüyor.

Sağlık vaadi içeren reklamlar konusunda hepimizin bilinçlenmeye ihtiyacı var.

Yazının devamı...

Hedefimiz dünya sanat piyasasına yön veren 5 bin kişiyi İstanbul’a çekmek

Bu hafta İstanbul çağdaş sanatla dolacak. Art İstanbul yarın başlıyor, 25 Kasım’a kadar devam edecek. 22 Kasım-25 Kasım tarihleri arasında Contemporary İstanbul olacak. Art İstanbul’un fikir babası ve Contemporary İstanbul Başkanı Ali Güreli, “Dünya sanat piyasasındaki birinci halkada 5 bin kişi ikinci halkada 20 bin kişi var. Biz onları İstanbul’a çekmeliyiz. Emekleme dönemindeki Türkiye’ye bunları getirmeliyiz. Onlar da bizi izliyor” dedi.

Dünyada çağdaş sanat piyasası çok hareketli. Çağdaş sanatın yeni merkezleri ortaya çıkıyor. Çağdaş sanatın en büyük yatırımcısı olarak bilinen Amerikalıları Çin, Hindistan ve Körfez ülkelerinin yeni koleksiyonerleri zorluyor. 12 milyar dolara ulaştığı söylenen çağdaş sanat piyasası pastası artık çok katlı ve bol malzemeli bir pasta. Türkiye ve İstanbul bu pastadan pay alabiliyor mu? Sanat ve finans ilişkisi ne durumda? Bu hafta İstanbul çağdaş sanatla dolacak. Art İstanbul yarın başlıyor, 25 Kasım’a kadar devam edecek. 22 Kasım-25 Kasım tarihleri arasında ise İstanbul Kongre Merkezi’nde Contemporary İstanbul olacak. Bu yıl Contemporary İstanbul’a yabancı ilgisi geçen yıla oranla çok arttı. Tüm bunları konuşmak üzere Art İstanbul’un fikir babası ve Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’yle Sofa Otel’de buluştuk. Ali Güreli, İstanbul’un sanat yaşamına gelen hareketliliğin aktörlerinden biri. Uzun zamandır bu işe odaklanmış durumda.



- Art İstanbul başlıyor. Daha sonra da Contemporary İstanbul başlayacak. Sanat etkinliklerinin çakışması özellikle tercih ediliyor değil mi?

Evet. Art İstanbul fikri bizden çıktı. Bu yıl ilkini düzenliyoruz. Daha sonra kurumsal yapısını dönüştüreceğiz. Platform da olabilir vakıf da olabilir. Herkesin yararına bu çalışma. Çünkü çok ihtiyaç var. Planlamayı Contemporary İstanbul biter bitmez sunacağız. Art İstanbul şunu biliyor, dünyada sanat için gezenlerin zamanı değerli. Sanat için dünyadaki etkinlikleri gezenlerin içinde kendi işi mesleği olanlar var, sanata yatırım yapanlar yani koleksiyonerler ve akademisyenler var. Bütün dünya bu insanlara ‘Bana gel benim şehrime gel’ diyor. Eskiden gidilecek adresler azdı, şimdi fazla...

- Yalnızca bir etkinlik için insanları getirmek zor diyorsunuz... Başka cazibe noktalarına da ihtiyaç var değil mi?

İstanbul’un cazibesi artıyor. Bunun parçalarından biri kültür sanat. Sanat takipçileri farklı bir kimlik. Bu insanlar bir taşla 5 kuş vurmak istiyor. Galerileri, gezecek, müze gezecek, fuara gelecek, güzel zaman geçirecek. Sanat çevreleriyle buluşacak. Seneye Contemporary’nin zamanı değişiyor. 4 Kasım’da Art İstanbul , 6 Kasım’da Contemporary İstanbul başlayacak. 2013’ü tanıtım planını hazırladık. Ama bizim 5 yılı planlamamız lazım. 2014’te de yine Tasarım Bienali var. Biz de önümüzdeki sene yeni etkinlik ekliyoruz. Genç sanatçılar için çağdaş sanat etkinliği Step’i ekliyoruz. Bir de fotograf bölümü olacak.

- Çağdaş sanata ilgi hızla büyüdü büyümesine ama hâlâ Türkiye için emekleme dönemindeyiz diyebiliriz. Türkiye’de çağdaş sanat doğru değerlendiriliyor mu?

Dünyanın çağdaş sanata girişinin arkasında yatan önemli nedenler var. Günümüzün sanatı değerli ve bunu doğru değerlendirmek hassas bir konu. Dünyada çağdaş sanat öncesi sanatın ticareti yapan galeriler de tavır değiştirdi. Modern sanat ve klasik sanat çok yüksek değerlere geldi. O değerlerin ticaretini yapmak kolay değil.

- Milyon dolarlık işler...

Kaç kişi ve galeri milyon dolarlık işler yapabilir? İşletme sermayesi gerektiren önemli bir iş oldu bu galerilerin işi. Oysa baktığımızda eskiden hobisi bu iş olan insanların yaptığı işti galericilik. Bu işin mutlaka hobi yanı olmalı ama sermayesi, planlamasıyla çok ciddi bir iş haline geldi artık. Yeni galeriler küçük sermayelerle başladıkları için direkt olarak çağdaş sanatla ilgilendiler. Yatırım boyutu diğer sanatlara göre daha uygun. Ve aynı zamanda da yatırım boyutu kuvvetli. Daha fiyatlar oturmadı, her an başka boyutlara gidebilir. Fırsat tanıyor çağdaş sanat insanlara.

- Teknolojideki gelişmeler de bunu çok etkiledi. İnternetten sanatçıyı takip edip motive eden koleksiyonerler var. Müzayedelere dünyanın öbür ucundan katılanlar var.

Dün Yaşam Şaşmazer (heykeltraş) buradaydı. Sofa Otel’deki en son müzayedede Yaşam’ın bir işi vardı. 85 bin liraya satıldı. O satışın kime gittiğini bilmiyorum ama o müzayedeye Amerikalı bir müze telefonla katıldı. Son anda bütçede tıkandı ve biri onların üzerine çıkıp aldı. İnternet ve iletişim sanatı çok etkiledi. Eskiden akımlardan konuşuyorduk. Artık yok bunlar. Her sanatı yakından izleyebiliyorsunuz. Tokyo’dakine de Londra’dakine de anında ulaşabiliyorsunuz.

- Bu yaratıcılığı nasıl etkiledi?

Sanatçı dünyanın her yerindeki teknikleri, özgünlükleri görüyor. İzliyor. Kopyacılık da bitti. Bunu yaparsanız yani kopyalarsanız yakalanırsınız. İletişimin kuvveti kopyacılığın önüne geçti. Bir şeyi kopya eden sanatçı anında ortaya çıkar, mutlaka biri yakalar bunu. Özgün sanatçı özgün sanatçıdır.

- 12 milyar dolar deniliyor çağdaş sanat piyasası için.
Doğrudur.


- En büyük pay Amerikalılar’da...

Evet ama Amerikalılar’ın payı yüzde 50’den yüzde 38’e düştü. Hindistan ve Çin büyüdükçe Amerika düştü. Amerika’da ekonomik sorunlar malum. Artık sanat merkezleri yayılmaya başladı. Merkeziyetçi yapıdan çıktı sanat. Sanat fuarları çok etkilendi bunlardan. Dünyanın birçok yerinde artık sanat fuarları var.

- Yarattığı ticari hacim ne kadar?

Art Basel İsviçre 1.5 milyon euro gibi bir büyüklüğe ulaştı ticari hacim olarak. Miami’de Art Basel lokomotifliği sayesinde 12-13 sanat fuarı eş zamanlı gerçekleşiyor. Amerika’da sanat pazarı gerileyecek, çünkü diğerleri büyüyor. Yani Amerika küçülmüyor ama Uzakdoğu sermeyesi hızla geliyor. Bizim bunları iyi görmemiz lazım.

- Burada ne kadar yabancı ilgisi var? Türkiye’deki koleksiyonerlerle geleceği nokta belli... Yabancıları buraya çekemezsek gelişim zor değil mi?

Dünyadaki sanat piyasasındaki insanlar kimdir? Buna bakalım. Benim deneyimim suya taşı attınız ilk halka, birinci halkada 5 bin kişi kadar vardır. En yukaradakiler 5 bini geçmez. İkinci halka 20 bin kişi, üçüncü halka 50 bin kişidir. Bizim hedefimiz birinci ve ikinci halka. Biz onları İstanbul’a çekmeliyiz. Sizin dediğiniz emekleme dönemindeki Türkiye’ye bunları getirmeliyiz. Onlar da bizi izliyor. Daha bebekken yanına geliyorlar. Bu yıl önemli galeriler geliyor. 40-50 yaşındaki galeriler olacak burada.

- Toplamda kaç eser, kaç sanatçı var fuarda?

100 galeri 600 sanatçı 3 bin eser geliyor. Yüzde 55’i yabancı galeri. Geçen sene biz 78 galeriyle bitirdik. Şimdi 100. Yeni gelen 22 galerinin tamamı yabancı. Türkiye katılımı 45 galeride kaldı. 22 galeri içinde 10’u çok önemli. İlk kez geliyorlar. Biraz önce söz ettiğim halkalar içindeki iletişim çok kuvvetli. Birbirlerini etkiliyorlar. Koleksiyoner sayısı da çok arttı.

- Ne kadar?

400-500 kadar önemli koleksiyoner geleceğini tahmin ediyoruz. Bu kişiler dünyadaki tüm sanat etkinliklerini en yakından takip eden kişiler. 150 koleksiyoneri ismen biliyoruz. Kartlarını gönderdik... Frankfurt’tan Deutsche Bank,w 20 koleksiyoneriyle geliyor. VIP kartlarını hazırladık. Onlara da özel hizmet sunuyoruz.

Avrupa’dan, Amerika’dan gelenler ayrı Körfez ülkelerinden gelenler de ayrı. Amerika’da tatile denk geldi. Koleksiyoner sayısı artışı dışında bize başvurup yalnızca izlemek için gelen galeriler de var. Onların içinden de seneye katılmak isteyenler olacaktır.

- Koleksiyonerler, galeriler ve bu işin sıkı takipçileri dışında hiç para harcayamayacak olsa da gezenler için çok güzel bir etkinlik olduğunu düşünüyorum fuarın. Bu yılki beklentiniz nedir?

Geçen sene 63 bin kişi gezdi. Bu sene 70 binin üzerine çıkarız. Geçen sene yüzde 70’i satıldı eserlerin. Eserleri insanların izlemesi ve insanların görgüsüne katkısı da çok mühim.

Türkiye’de piyasa 500 milyon dolara yaklaştı


- Siz daha önce Türkiye’deki çağdaş sanat piyasasının büyüklüğü için 300 milyon doları bulur demiştiniz. Müzayede evi sahibi Rüştü Sungur rakamı yüksek bulmuştu...

300 milyon dolar dedim o zaman. Ben rakamlara bakıyorum. Her yıl kolay izlenen bir şey var. Müzayede evleri satışları 100 milyon doları buluyor. Bence sanatın 3’te biri müzayede evlerinde el değiştiriyor. Yüzde 40-45’i galerilerden, diğer kalan kısmı da atölyelerden satıştır. Ben 300’ün üzerinde 400-500 milyon dolara gittiğini sanıyorum. Bu rakam büyük de değil. Küçük bir rakam. Sanata bu kadar yatırım olmalı. Türkiye’deki koleksiyonerin yurtdışından aldığı eser miktarını kim biliyor? Bunlar büyük yatırımlar, cesaret işi. Türkiye’de kimin yurtdışında ne aldığını biliyoruz? Akbank Özel Bankacılık müşterilerine sanata para yatırın diyor. Bunlar başlangıç. 300 milyar dolar altın yastık altında var mı ben de onu zannetmiyorum. Bu kadar altın varsa bu kadar da sanata yatırım olsun, çok az hatta.Koleksiyonerlerin içinde çok bilgili ve iyiler var. Sanatçılar motive ama hala Türkiye’de nitelikli sanat az.

- En büyük eksiklik nerede?

Eğitim boyutunda eksiğiz. Nitelikli sanat üretimi çok az. Hobi gibi bakılıyor. Bir sanatçı dünyayı çok iyi izlemeli, kendini farklı alanlarda sosyalleştirmeli. Koleksiyonerlerle her konuda sohbet etmeli. Dünyayı tanımalı. Günde 3-5 saat sanat üretmekle iş bitmez.

- Devletten bir beklentiniz var mı? Vergi konusu sık sık gündeme geliyor? Yabancı eserlerin gelişinde de zorluklar var...

Devlet deyince evet hemen vergi diyoruz ama yalnızca vergi değil. Ben Türkiye’nin gerçekten geliştiğini bir gün Başbakan’ın ‘Sanatta şuradan şuraya geldik’ diyerek ortaya koymasıyla anlayacağım. İhracatta 2002’de şu rakamdaydık, şimdi ihracatımız şu kadar arttı’ diyorlar ya. Sanat ve kültürde neredeyiz bir bakalım. 2002 yılında kişi başı gelir 2000 dolardı, şimdi arttı. Peki sanata ne kadar ayırıyoruz? Bakış açılarımızın değişmesi gerekiyor sanatla ilgili. Ben o günü umutla bekliyorum.

600 sanatçı, 3 bin eser var

Art İstanbul ilk kez düzenleniyor. 19-25 Kasım arasında Fransız Kültür Merkezi, Firamid Sanat, İstanbul Modern, Galata Rum Okulu, Masumiyet Müzesi, Pera Müzesi, Galeri Nev, Galeri Apel, Galeri Artist gibi yerlerde etkinlikler düzenlenecek. Contemporary İstanbul 22-25 Kasım tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi’nde. Dünyanın en önde gelen galerilerinden Marlborough
Gallery, Haunch of Venison, MaM-Mario Mauroner de fuara katılıyor. 600 sanatçı, 3 bin eser var. Contemporary İstanbul’da da çocuklar da unutulmadı... Fuarın sponsorlarından Yıldız Holding Ülker Çocuk Atölyesi kuruyor. Ebeveynler fuar alanını gezerken çocuklarını atölyeye bırakabilecek. Ayrıca çocuklar için özel atölye çalışmaları da yapılacak. 6-12 yaş arası çocuklarla özel fuar turları da düzenlenecek.

Yazının devamı...

Sağlık sektörüne Turquality desteği yolda

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan İstanbul’da Turquality Programı’ndaki gelişmeleri değerlendirmek amacıyla önceki akşam bir grup gazeteciyle Ceylan InterContinental Oteli’nde buluştu. Bu toplantıda 2006’dan beri Türkiye’den dünya markası çıkarma amacıyla uygulanan destek programındaki gelişmeleri ve değişiklikleri konuştuk. Pazar günlerini yayınlanan ‘Pazarın Patronu’ adlı röportajlarımda üst düzey yöneticilere, şirket kurucularına yer veriyorum. Ve bu yüzden de şimdiye kadar Turquality desteği alan şirketlerin çoğuyla bir araya geldim. Hemen hemen hepsinin söylediği bir nokta var: “Turquality bizlerin rekabet gücünü artırdı.”

Önceki gün Bakan Zafer Çağlayan’la gerçekleştirdiğimiz toplantıya Desa Genel Müdürü Burak Celet, Koton’un kurucusu Yılmaz Yılmaz, Şölen Çikolata’nın CEO’su Elif Çoban, Zen Pırlanta’nın patronu Emil Güzeliş, Çilek Mobilya Genel Müdürü Muzaffer Çilek, Öztiryakiler Yönetim Kurulu Murahhas üyesi Tahsin Öztiryaki de katıldı. Onları da dinledik.

420.4 milyon TL destek

Bakan’ın verdiği bilgiye göre 2006 yılından bu yana 2012’nin ilk 10 ayı da dahil olmak üzere Turquality kapsamında markalara toplam 420.4 milyon lira kaynak aktarıldı. Hatırlarsınız, yaz aylarında Koton markasının yüzde 50’sini Turkven 500 milyon liraya yakın bir rakamla aldı. Bugüne kadar tüm markalara Turquality kapsamında verilen destekten daha fazla.Toplantıda Koton’un kurucusu ve Birleşmiş Markalar Birliği Başkanı Yılmaz Yılmaz bunu söylerken, aslında katma değer yaratmanın, marka gücünün öneminin altını çiziyordu.

Türkiye’den dünya markaları çıkar mı? Bu bir hayal mi? Bakan Çağlayan, Turquality desteği alan firmaları Türkiye’nin Şampiyonlar Ligi olarak görüyor. Bu markaların Türkiye sınırları dışında koştukları maratonda devlet olarak onlara el uzattıklarını anlatıyor. Ve maddi destekten çok ‘kurumsallaşma’ ve vizyon sahibi olma, global rekabet gibi konularda ‘eğitim’ desteği aldıklarını anlatıyor.

Bakan Çağlayan, yaşanan deneyimlerin Turquality’nin kapsamında değişikliklere gidilmesine neden olduğunu da söylüyor. Şöyle ki, 2011 yılında Turquality’de değişiklikler yapılmaya başlandı. Markalara 5 yıl olarak verilen destek süresi markalaşma performansı yükselen markalar için bir 5 yıl daha uzatıldı. 5+5 yıl’a çıktı destekler. Geçen yıl Turquality kapsamına Gastronomi de alındı. Bakan Çağlayan, sağlık sektörünün de bu yıl kapsam içine alınacağını toplantıda açıkladı.

2023 hedeflerine ulaşabilmesi için Türkiye’nin ihracatta atak yapması şart. Bakan Çağlayan, katma değer yaratan ürün ihracatının altını çizdi konuşmasında. Farklı ülkelerden örnekler verdi. Almanya ihraç ürünlerinin kilosunu 4.1 dolardan, Japonya 3.5 dolardan, Güney Kore 3 dolardan satarken, Türkiye’nin ihraç ürünlerinin kilosu 1.47 dolara geliyor. Turquality kapsamındaki markaların ulaştıkları rakam ise 2.14 dolar. Marka olmanın yarattığı fark bu.

Dünya markamız yok

Bakan, marka değeri konusunda veriler aktardı. Bir kısmını yazarsak Türkiye’nin önünde uzun ve zor bir yol olduğunu, ‘ha’ deyince dünya markası olunamayacağını anlayabiliriz. Dünyanın ilk 100 hatta ilk 500 markası arasında Türkiye’den bir marka yok. Türkiye’deki ilk 100 değerli markanın değeri 30 milyar dolar. En değerli markamızın değeri 2 milyar dolar. Coca Cola’nın marka değeri 70 milyar dolar, Apple’ınki de 70 milyar dolar, Zara’nınki ise 5 milyar dolar.

Turqulity kapsamında yapılan değişikliklerden biri de denetleyici şirket sayısının artırılması. Turquality başladığından beri markaların denetimleri Deloitte tarafından yapılıyordu. Artık bu denetimleri 5 farklı şirket yapacak. Bakan Çağlayan, “Dünya markamız henüz yok ama çok başarılı markalarımız olmaya başladı” diyerek örnekleri sıraladı.

- Colins, Rusya’da kot pantolonun diğer adı noktasında

- Pınar ve Ülker, Körfez ülkelerinde güçlü

- Vitra, İngiltere’de

- Beko, İngiltere’de pazar lideri ya da ikincisi durumunda

- Vesbo, Vietnam’da bilinen bir marka oldu

Turquality kapsamında halen 83 şirket 95 markasıyla yer alıyor. Turquality kapsamında ayrıca Marka Destek programı uygulanıyor. Burada da 36 marka destek alıyor. Turquality kapsamında 46 markanın destek süresi 5 yıl uzatıldı

ELİF ÇOBAN (Şölen Çikolata CEO’su): “Turquality işini abimle ilk konuşmamızda, ‘Abi ne işimiz var, biz kendi işimize bakalım’ demiştim. Şimdi buradayım. Bakan, kilo başına yapılan ihracat rakamlarını verdi. Biz Turquality kapsamına girdiğimizden beri satışlarımızı artırdık. Ayrıca katma değer de yarattık. Kilosu 6.5 dolara gelen ihracat rakamlarına ulaştık.”

YILMAZ YILMAZ (Koton’un Kurucusu): “Koton’un Turquality öncesinde 25 mağazası vardı. Şimdi 90 mağazamız var. 27 mağaza açmayı planlıyoruz yurtdışında. 25 metrekarelerdeydi mağaza büyüklüklerimiz, şimdi 1000 metrekarelerde. BMD’nin 2 yıl öncesine kadar 1300 mağazası vardı, şimdi 3500 mağazası var. Hedef 2023’te 20 bin mağazaya ulaşmak.”

EMİL GÜZELİŞ (Zen Pırlanta’nın sahibi): “Türkiye’nin ilk pırlanta ihracatını yapan şirketiyiz. Bizim sektörümüz perakende işinde yeni. 7-8 yıldır yapıyoruz ve çok şey öğrendik. Türkiye’nin 50 milyon dolarlık pırlanta ihracatının yarısını biz yapıyoruz. Cartier, Chopard gibi dünya çapında bir marka olmayı hedefliyoruz.”

MUZAFFER ÇİLEK (Çilek Genel Müdürü): “Çilek yurtdışında en yaygın Türk markası. 68 ülkede 138 mağazamız var. Turquality’nin bize en büyük katkısı vizyonerlik oldu. Aile şirketimizi kurumsal bir yapıya kavuşturduk.”

TAHSİN ÖZTİRYAKİ (Öztiryakiler Yönetim Kurulu Üyesi): “Türkiye’de turizm, otelcilik hızla gelişti. Biz de büyüdük. Şimdi dünyanın her yerinde endüstriyel mutfak yapıyoruz. 108 ülkede mutfağımız var.”

BURAK CELET (Desa Genel Müdürü): “Turquality maddi destekten çok daha önemli bir şey yapıyor bize. Turquality sayesinde insan kaynağımızı geliştirdik. Benim Çin’deki mağazama gönderdiğim personelimin global yöneticilik vasıfları olmalı. Eğitimlerden çok yararlandık. Turquality tüm markalara ara gazı veriyor diyebilirim. Rekabet gücümüz arttı.”

Yazının devamı...

Avrupa’ya elektrikli araç yapıyoruz, Türkiye’de belediyeleri ikna edemedik

Osman Boyner, 3 yıldır dizel yakıtlı araçları yüzde 100 elektrikli araca dönüştürüyor. Firmasının adı BD Otomotiv. Türkiye’deki en büyük elektrikli araç filosu da TNT Türkiye’nin. TNT Yönetim Kurulu Başkanı Turgut Yıldız ve Osman Boyner TÜSİAD’ta tanışmış. Osman Boyner, “TNT Türkiye ve TNT Hollanda bizim için önemli. Çünkü bu işe çok inanıyor” diyor. TNT CEO’su Turgut Yıldız ‘çevreci’ biri. Kendisini tanıdığımda hibrit araç filosu kurmayı planlıyordu, hibrit araçlardan istedikleri verimi alamayınca elektrikli araçları denediler. Boyner ve Yıldız’la Kanyon’da buluştuk.

- Osman Bey sizin şirketiniz ticari araçları elektrikli araca dönüştürüyor. TNT sizin müşteriniz. İlk önce Turgut Bey’e sormak isterim. TNT’nin araçlarını elektrikli araca dönüştürme fikri nasıl oluştu?

TY: Araçlarımız her gün trafikte. Daha verimli çalışmak ve çevreci olmak ise çok önemsediğimiz konular. Türkiye’de elektrikli araç filosunu ilk biz yaptık. 2007 yılında BM Çevre Örgütü’yle birlikte başlattık. 2 hibrit araç aldık önce. Sonra elektrikli araç almak istedik. İngiltere’de de araç bulduk ama o araçların Türkiye’de üretimi yapılmadığı için o araçları bakımını yapamayacağımız için bize satmadılar. Osman Boyner’le tanıştım ve başladık.

O.B: Turgut Yıldız bu işe çok inanıyor. Kendisi çevreci biri. TNT dünyada bu işe çok sıcak duruyor. TNT için yurtdışında da araç yaptık.

- Siz bu işe girmeye nasıl karar verdiniz?

O.B: Dünya enerji tüketiyor. Önümüzdeki 50 senede de artacak. Enerji gerekiyor hepimize. Bu enerjiyi nasıl karşılayacağız? Bu soru işareti. Yanıtlardan biri yenilenebilir enerji ve diğeri de yaptığınız işi daha az enerji tüketerek yapmak. İnsanlar geri gitmek istemiyor. Daha temiz enerji kaynakları kullanılacak, rüzgar, güneş gibi. Ya da aynı işi yaparken daha az enerji kullanacaksınız. Enerji en çok nerede tüketiliyor? Yüzde 40 binaların aydınlatması, ısıtması ve soğutmasında, yüzde 40’ı da kara taşımacılığına gidiyor. Biz yüzde 40 olan kara taşımacılığına yöneldik. Burada başlanması gereken nokta da ticari araç var. 15-16 milyon araç var Türkiye’de. Bunun 300 bini ticari araç.(otobüs ve taksi) TÜİK istatistiği bu. 2011 verilerine göre ticari araç olarak yüzde 2’lik oran yüzde 28 karbon salınımını sağlıyor. Yüzde 2 bu kadarlık bir kirlilik yaratıyor.

- Mevcut araçları elektrikliye çeviren başka bir şirket bulamadım Türkiye’de...

O.B: Yok çünkü. Hatta şu anda Avrupa’da yok. Türkiye’de bunu ilk biz yapıyoruz. Talep çok yok.

TY: Osman Bey’ler her aracı dönüştürebiliyorlar. Farklı markalardan araçları elektrikli hale getiriyor.

- Bu işin en zor olan kısmı nedir?

O.B: En pahalı olan kısmı pil. Benzin yerine pil teknolojisini getiriyoruz. En büyük problem elektrikte depolama sorunu. Teknolojik olarak koyduğumuz en ileri ürün pil. Dizel araba maliyeti kadar oluyor bu pilin maliyeti. O yüzden de devletler bu işlere teşvik veriyor. Bu işin şirketlere ekstra bir maliyet yaratmaması daha ucuz olması lazım. Amacımız bu yüzden yeşil olmak değil ekonomik olmak, ekonomik olurken de yeşil olmak.

- Turgut Bey sizin filonuzda elektrikli araçlar var. Ne kadar tasarruf sağlıyorsunuz?

T.Y: Biz 12 ay deneme yaptık 2 araçla. Ayda 4000 lira tasarruf yaptı bu araçlar. Bir filonuz olduğunu düşünün, çok ciddi bir rakam bu. Karbondioksit salınımının azalması araç başına ortalamada 2.5 ton. Sıfır emisyon bunlar. Sonuçta bize mali açıdan artılar katıyor. Kesinlikle elektrikli araçlar faydalı. Peki elektrik nereden geliyor? Şimdi yenilenebilir enerjiler çıktı. Biz kullanıyoruz.

- Bunu biraz anlatalım istersiniz.

T.Y: Geçen seneye kadar yıllık tüketim 100 bin kilowatt olmalıydı yasal düzenlemede. Şimdi 30 bine kilowatt’a indirdiler. Bu kadar tüketimi olan her şirket yenilenebilir enerji alabilir. Biz Trakya’da AKSA’dan alıyoruz. Araçlarımızı yenilenebilir enerjiyle şarj ediyoruz. Yakıtta çok ciddi tasarrufumuz var. Bu rakama ulaşması için aracın ayda 1.000 km kullanılması lazım. Filo genişledikçe hem şirket açısından hem de çevre açısından çok iyi olacak.

- Elektrikli araç kullanırken sürücülerin dikkat etmesi gereken bir şey var mı?

O.B: Kırmızı ışığı görünce ayağınızı çekeceksiniz. Bu arada durduğunuzda jeneratör olarak çalışıyor bu araçlar. Bu araçlarda en önemli problem ısıtma problemi. Kışın arabayı ısıtmak sorun. Bir de elektrikli araçlar gece şarj oluyor. Normal fişe takılırsa 8 saatte şarj oluyor. Biz ayrıca hızlı şarjlar getirdik.

- Atatürk Havaalanı’nın otoparkında gördüm. Sizin mi?

O.B: Bizim. Yarım saatte şarj oluyor bu sistemle. Ana şarj genelde gece. Gündüz geziyor araçlar. Gece şarj oluyor. Gece de enerji fazlası var. Ben pil teknolojisindeki ilerlemeyi görünce bir pil şirketine ortak oldum. Piller küçüldü.

T.Y: Sürücülerimiz insanlara çarpmaktan çok korkuyor, araçlar çok sessiz. 10 elektrikli aracımız var, yeni araçlara yatırım yapacağız.

- Osman Bey kaç aracı elektrikli hale getirdiniz şimdiye kadar?

O.B: Avrupa’da 400 aracı dönüştürdük. Roma Belediyesi en büyük müşterimiz. Belediyeler Avrupa’da bu işlere açık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bu konuyu ne yazık ki anlatamadık. İsparklara elektrikli araç şarjı koyalım istedik bunu da istemediler. TAV hemen kabul etti. Anadolu Yakası’nda 300 dolmuş var. Sabahtan akşama kadar gidip geliyorlar. Tasarrufu düşünün. Günde 300 km yapıyorlar.

TY:Yurtdışında bu işin öncüleri belediyeler.

O.B: ‘Boğaziçi Köprüsü’nden elektrikli araçlara izin verin’ dedik. Yapmadılar. Zaten çok az var. Ticari araçlara normalde izin yok, elektriklilere verseler çok güzel bir jest olur. Danimarka, İskoçya, İtalya’da en büyük filolarımız var. Nemli, sıcak ve soğuk yerlerde çalışıyor araçlarımız.

Yazının devamı...

İşsizliğin anahtarı yeme-içme sektörü

Mutfak Sanatları Akademisi MSA’ya gittim. Maslak’taki MSA her gittiğimde beni şaşırtıyor. Orayı hiç sakin görmedim. Herkes harıl harıl çalışıyor. Aşçılar, öğrenciler, hocalar, MSA ile iş yapmak isteyen işletmeler, sponsor firmaların temsilcileri, tedarikçiler, bankacılar...

Kurucusu Mehmet Aksel’i uzun zamandır takip ediyorum. Daha önce de röportaj yapmıştım. Ortak dostlar sayesinde MSA’nın zaman içinde nasıl güzel yol aldığını izledim.

İşini ciddiye alıp iyi yapmanın, teknolojiyi, dünyayı iyi takip etmenin çok güzel bir örneği MSA.



Ve aslında Maslak’taki yerinin çoktan sınırlarını aştı. Biliyorsunuzdur belki ama hatırlatmakta yarar var. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) onayıyla, City&Guilds akreditasyonu ile uluslararası mesleki yeterlilik diploması veren Türkiye’nin ilk ve özel profesyonel aşçılık okulu MSA. Ezcümle MSA diplomasını dünyadaki her otel, restoran kabul ediyor. Bunun da ötesinde kısa zamanda aldığı yol sayesinde MSA 2011 yılında Dünya Aşçılar Birliği tarafından En İyi Aşçılık Eğitimi Veren Okul da seçildi. Dünyanın önde gelen şefleri MSA’ya gelip ders veriyor, MSA’nın her geçen gün yabancı öğrenci sayısı artıyor. Ve yakında MSA çok daha büyük bir kampüse sahip olacak. Kurucusu Mehmet Aksel’le MSA’daki gelişimi ve yeme-içme sektöründeki hareketi, hedefleri konuştuk.

- Yeme içme sektöründe hareketlilik var. Siz bunu yıllar önce öngördünüz. Restoranınızı kapatıp, ‘Ben bu sektöre personel yetiştireceğim’ dediniz. Şimdilerde Türkiye hedefleri büyüttü. İstanbul daha çok turist çekiyor, restoran kalitesi yükseliyor... Gruplar güçleniyor. Zincir restoran sahipleri de ‘akademi şart’ demeye başladı. MSA’da durum nedir?

Sektör hareketli. İstanbul cazibe merkezi. Türkiye’nin her yerinde var hareketlilik. Hükümet 2023 hedeflerini açıkladı. Her sektörün üzerine düşen görevler var. Herkes kapısının önünü temizlemeli. Türkiye o hedeflere de ulaşmalı, bunları başarmalı. Fakat nasıl başaracak? Sizin de hatırlattığınız gibi 1995-2000 arası dönemde restoran sahibiydim. Ben o dönemde insanların mesleksizliğinden çok çekmiştim.

- ‘Her şeyi yaparım abi’cilerle dönüyor sektör değil mi?

Servis elemanı algısı kaderin bir cilvesi, aşçılık ise usta-çırak ilişkisiyle oluyor. Bunlar Türkiye’nin gerçekleri ama değişmez değil. Ben eksikliği gördüm. Şimdi 2023 hedeflerine bakıyorum. Çok beğeniyorum. Turizm hedeflerine bakınca hükümet 63 milyon turist, 86 milyar dolar turizm geliri hedefliyor. Eskiden olsaydı 63 milyon turist, 66 milyar dolar denilirdi. Kişi başına 1000 dolar olurdu hedef. Her şey içinde yani ‘her şey dahil sistem’ özendiriliyordu. Şimdi bu anlayış değişti. Adam başı 300-400 dolarlık geliri değil, 3-4 bin doları hedefliyoruz. Benim için bu hedef, yani bu işin Mehmetçesi şu: İnce zevkleri olanı, ne istediğini bileni, geldiğinde kaldığı ünitenin dışına çıkan turisti hedefliyoruz. Otelden dışarı adım atmayanı değil. Bu önemli.

- Ne değişmeli öncelikle?

Yiyecek içecek sektörü istihdam yaratmakta çok önemli bir sektör. Bunu görmeli ve seviyeyi yükseltmeliyiz.

- İşsizlik için çözüm bu sektör mü diyorsunuz?

Türkiye nüfusunun yüzde 60’ı 29 yaş altında. Açıklanan işsizlik oranı 8.4, 2023 hedefi yüzde 5 işsizlik. AB ülkeleri oranı yüzde 10.3. Genç nüfusun işsizlik oranı 16.3. AB ülkelerinde genç nüfus işsizlik oranı 22.7. Sınava giren 100 öğrenciden 77’si üniversiteye giremiyor.

- Üniversiteli işsizler ordusu var Türkiye’de...

Avrupa ve Amerika’da iki çatal var. Ya üniversite eğitimini ya da mesleki eğitimi seçiyor insanlar. Bizde ısrarla üniversite diyorlar ama üniversite mezunu işsizler ordusuna katılıyorlar. Buraya gastronomide okuyup da gelenler var.

- Üniversitelerde açılan gastronomi bölümleri yetersiz mi?

4 yıl okuyor ama olamıyorlar. Anlatabildim mi? Burada 4 ayda eğitim veriyoruz ilk etapta, aslında 8 ay. İki ayağı var. Dünyanın en iyi okullarında verilen eğitimi getirdik. Üniversitede okuyup da bize gelenler çok.

Her yıl 400 bin kişiye iş

- Yoğunlaştırılmış bir eğitim sizinki...

Konsantre çamaşır deterjanı gibi de değil! Bu sektör gençler için müthiş bir şans. Aşçılık da öyle restoran işletmeciliği de öyle. Gençken öğrenilir ve yapılır bu işler... 31 ilde açılan yeni iş olanağının yüzde 7.5’u otel ve restoranlarda. Lokal yiyecek içecek pazarı 12 milyar doları aşmış. Her yıl bu sektör 400 bin kişiye iş olanağı sağlıyor. Sektör işvereninin karşılaştığı en büyük sorun, sbaşvuranların temel eğitim görmemiş olması veya eksik olması. Biz tarih dersi filan vermiyoruz, direkt konumuzla ilgili eğitim. MSA bu sektöre girmek isteyenleri doğru donanımla donatıyor ve yönlendiriyor. Hızlı sonuç alınıyor burada. Buradan çıkanlar gittikleri yeri de geliştiriyor. Dünyadaki profesyonel okulların eğitimlerinin aynısı. Üstelik geçen yıl da Dünya Aşçılar Birliği verdiğimiz eğitimi ‘en iyi’ diyerek taçlandırdı. Dünya Aşçılar Birliği’nden bu işin Oscarı’nı aldım.

- Farklı Aşçılık Okulları’yla da işbirlikleriniz vardı...

Evet. Örneğin Amerika’nın en iyisi olarak gösterilen Johnson&Wales ile işbirliğimiz var. Bu arada orada bile bazı dersler demo, bizde bu yok. Her öğrencinin kendi istasyonu var, her şeyi deneyimliyor. Uygulama ağırlıklı eğitim veriyoruz. Üniversitelerde yüzde 13 mutfakta geçiyor eğitimler, bizde yüzde 94 uygulama var.

- Web sitenize baktım, mezunların gittiği adresler çok çarpıcı geldi. Herkes iş buluyor mu?

Biz sektörle iç içeyiz. Bizden çıkan adam hap gibi kapılıyor. Ayrıca zaten buradayken staj yapıyorlar, kendileri de önlerini açıyor.

Bu işe ciddi yaklaşanları MSA’ya kabul ediyoruz


- Kimleri kabul ediyorsunuz buraya?

İnternet sitemizde aşçılıkla ilgili eğitiminin ayrıntıları ve ders programı yazıyor. Ödeme koşulları, konaklama imkanları hepsi yazıyor. Ne istediğini bilen, bu işe ciddi yaklaşanları anlıyoruz. Yüzde 95’i geliyor bu formu doldurduktan sonra görüşmeye. Ön görüşmeye saatinde gelmesinden başlayan bir değerlendirme yapıyoruz. Okulun kurallarını anlatıyoruz. Onun beklentilerini öğrenip kafalarındaki soru işaretlerini gideriyoruz. Bu öğrencilerin yüzde 20’si kabul edilmiyor. MSA’nın vizyonu

ve onların beklentileri örtüşmeyebiliyor. Yüzde 80’de de müthiş bir başarı hikayesi oluşturuyoruz.

- Yabancı öğrencileriniz var mı?

Her geçen gün sayısı artıyor. Kültür Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özaslan’ın katkısıyla yabancı öğrencilerimizin burada öğrenci statüsünde daha uzun kalmasını sağladık. Turist vizesi 3 ay. Bizim eğitimimiz bundan uzun. Türki Cumhuriyetlerden gelenler çok oldu. İran’dan gelenler oldu. İngiltere’den gelenler oldu. Artık biz de dünya okuluyuz.

Türk mutfağı, dünya aşçılık okullarında


- Barmenlik, Miksoloji, Aşçılık, İşletmecilik... Farklı yeni eğitimler var mı?

Uzman restoran yöneticiliği programı başlattık. İşletmecilik programımız da bugüne kadar çok ilgi gördü. Pastacılık-Ekmekçilik de var. Türk Mutfağı konusunda çok çalıştık. 2.5 senedir bunu masaya yatırdık. Anadolu’yu gezdik. Reçeteler, Türk mutfağında kullanılan malzemeleri çıkardık. City&Guides patentli bir hale getirdik. Johnson&Wales’in müfredatına da Türk mutfağını sorduk. THY ile Türk mutfağı eğitimine gelenlere kolaylık istedik. 3 farklı dilde kitap hazırladık. Amacımız bu eğitimi dünyanın tüm aşçılık okullarına koymak.

- Burası özel bir okul. Sektörde yol almak isteyenler için pahalı mı? Ve nasıl zaman ayırıyorlar?

Zaman ayırmaları gerekiyor. İşinde kariyer yapmak isteyenler bunu yapıyor. Burada eğitim alıp, işe yerleştikten sonra ödemeleri yapma olanağı da tanıyoruz. Ayrıca Akbank da öğrencilerimize kredi veriyor. 8 ay okuyor, işe giriyor, sonra ödemeye başlıyor.

Gezgin Şefler belgeseli hazırlıyor


- MSA’da lise ve üniversite mezunu oranı yüzde 99... Mezunlar Derneğimiz var. Her türlü ihtiyaçlarına koşuyoruz mezunlarımızın.

- Belgesel hazırlıyoruz. Gezgin Şefler adı.

- 2013’te Dünya Genç Aşçılar yarışması MSA’da yapılacak.

Özel Üniversiteler Kanunu’nu bekliyoruz


- Doors Grubu Akademi kurdu, Ferit Şahenk kuracağını açıkladı... Siz ne yapacaksınız?

Özel üniversiteler kanunu çıkınca örnek olacak bir özel üniversite yapacağıma söz veriyoruz. Ne yapılması gerektiğini artık çok iyi biliyoruz. 2014’te yeni binamız olacak. MSA, 3 bin 100 mezun verdi. 180’den fazla şirket ağırladı. Pasaport niteliğinde verdiğimiz diploma. 310 mesleki aşçılık okulu arasında dünyada öğrenci sayımızla ikinci, alt yapı ve eğitimimizle birinci sıradayız. En az 2-3 lisan konuşan, dünyanın önemli yerlerinde görev yapmış kişiler eğitimcilerimiz.

- Burada yapılan yemekler ne oluyor?

Hayvan barınaklarına gidiyor.

Aile hayatını seviyorum


- At binmeye devam ediyor musunuz?

Etmiyorum. Kızlarım biniyor. Biri 4.5, biri 8.5 yaşında.

- Koleksiyon tutkunuz vardı...

Çok var. Atatürk’le ilgili olanlar ayrı, saatler, matchbox arabalar...

- İş dışında ne yaparsınız?

Ailemle zaman geçirmeyi seviyorum. Birlikte tatil yaparız. Aile hayatını seviyoruz. Yazın Büyükada’dayız. Hiç yalnız tatile gitmem. Dışarı da çıkmam. Ailece oluruz hep.

Yazının devamı...

Dubai’de sarayda Kanada’da denizaltında mutfak yapıyor

Vehbi Varlık, 6 yaşında geldi Türkiye’ye, hem okudu hem çalıştı. Endüstriyel mutfakta İnoksan ile dünya markası oldu. Kanada’dan Afrika’ya dünyanın her yerinde mutfak kuruyor. Varlık, bir süredir cezaevindeki tutuklulara yönelik de E tipi mutfak projesiyle mahkumlara aşçılık eğitimi veriyor. Varlık “Dünya markalarıyla yarışıyoruz. 60’a yakın markanın da temsilciliğini yapıyoruz. Turquality desteği ile önümüzdeki 5 yılda yurtdışında daha güçleneceğiz. 2016 ciro hedefimiz 250 milyon lira” dedi.

İnoksan endüstriyel mutfak markası. Yalnızca Türkiye’de değil dünyada da biliniyor. Dünyanın en büyük, lüks otellerinde İnoksan’ın imzası var. Çin mutfağı, Türk mutfağı fark etmiyor. Araplar da Çinliler de Amerikalılar da İnoksan’ın müşterisi. Bu başarının arkasındaki isim her şeyi sıfırdan hayata geçiren Vehbi Varlık. Bursalı göçmen bir ailenin oğlu Vehbi Varlık. Kendini bildiğinden beri hep çalışmış ve okumuş. Bursa’nın önde gelen işadamlarından Vehbi Varlık, bir süredir cezaevindeki tutuklulara yönelik de ‘E Tipi Mutfak’ projesini yürütüyor. Vehbi Varlık’la Nişantaşı’nda buluştuk.



- Vehbi Bey İnoksan’ın kurucususunuz. İnoksan’ın hikayesinden önce sizinkini merak ediyorum. Bursa’da kurdunuz şirketinizi. Siz Yugoslavya’dan gelmişsiniz Bursa’ya...

Evet. Ben 1951’de Kosova’da doğmuşum. 1957 ‘de 6 yaşında iken Türkiye’ye geldik. O günler hafızamdan hiç silinmedi.

- Zor günler olmalı...

Orada alınan zor bir karar vardı. O dönemde Sırplar’ın baskısını hissediyor ailem ve her şeyini bırakıp geliyor Bursa’ya. Varlıklı sayılabilecek bir aileydik orada. Annem ve babam bizim geleceğimiz için Türkiye’ye gelmiş. Umutlarla gelindi Bursa’ya. Akrabalardan bizden önce gelenler vardı. İlk zamanlarda onlarla kaldık. Babamın yaşı büyüktü. 5 kardeşiz. 3 erkek, 2 kız. Çok çalıştık...

- Okudunuz mu?

Evet okudum. Hem çalıştım hem okudum. Annem babam ben ağabeyim hepimiz çalıştık. Dil anlamında da başlarda zorlandık. İlk, orta, lise, üniversite yıllarında hep çalıştım. Göçmenler başlarda yadırgandı. Mesafe konulmuştu bize. Kendimizi kabul ettirmek kolay değildi. Bu yüzden de hırslandık. Annem ‘Kimseyle kavga etmeyeceksiniz, çok çalışacaksınız’ derdi. Onu dinledik. Ben derslerde de sporda da hep iyi oldum. Beklenmeyen şekilde hızla kabul gördük. Genç yaşlarda eve para getirdim.

- Ne iş yapıyordunuz?

Meyve sandıkları üretiyorduk. Lise çağlarında çevremde insanlar örgütlenmişti. Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünde de gece okudum. Yine çalıştım. Üniversite yıllarında bir mutfak firmasının ilanı ilgimi çekti, müracaat ettim. Kabul edildim. İnter Gaz’a girdim. O dönemde babam yaşında insanların çalıştığı önemli bir firmaydı. Patron bir süre sonra bana şirketi emanet etti. Teknik ressamlıktan fabrika müdürlüğüne kadar çeşitli kadrolarda çalışmıştım.

Her şeyi erken yaptım

- Kendi şirketinizi nasıl kurdunuz?

İstanbul’dan Bursa’ya döneceğime aileme söz vermiştim. Patronum yaşlı bir Rum’du. Bana çok güveniyordu. Ama Bursa’da beklenen çocuktum. Döndüm sermaye yoktu. Ama bizzat üretime soyundum. Öğrenmiştim İstanbul’da üretimi. 1977’de kendi şirketimi EMDE GAZ MUTFAKSAN’ı kurdum.

- Çok genç yaşınızda kurmuşsunuz şirketinizi...

Öyle oldu. Ben her şeyi erken yaptım. Erken evlenmem derken 23 yaşında oğlumu kucağıma aldım. İnoksan markasını hızla büyüttük. Yurtdışına 1990 yılında açıldık. Boyumuzu posumuzu orada gördük. Endüstriyel mutfak sektörünün Türkiye’deki en büyük oyuncusu olduk.

- Ne kadarlık bir büyüklük bu?

Büyük şehirde bölge müdürlüklerimiz var. 300 çeşit ürün üretiyoruz. 20 bin metrekare kapalı üretim tesisimiz var.

- Kaç ülkeye ihracat yapıyorsunuz?

100’ün üzerinde ülkeye ihracat yapıyoruz. 66 ülkeye direkt sürekli işimiz var. Rusya, Afrika ülkeleri, Türki cumhuriyetleri, Avrupa ülkeleri en çok iş yaptığımız yerler. Vietnam’da da işimiz var. Kanada’da işimiz var.

- Farklı talepler geliyordur size. Var mı farklı projeleriniz?

Dubai’de saray mutfağı yaptık. Deve pişirecekleri özel ocak, kazanlar hazırlandı. Bakü Hilton Oteli’nin mutfağı çok büyüktü. Kanada’da petrol istasyonunda denizaltında mutfak yaptık. Google’ın Brezilya ofisinin mutfağını yaptık. Savanora’nın mutfağını biz yaptık.

- Üretiminizin ne kadarını ihraç ediyorsunuz?

Yüzde 35’ini ihraç ediyoruz. Dünya markalarıyla yarışıyoruz. Eskilerde büyük otelleri yapacağımıza inanmazlardı ama artık bunları geride bıraktık. Bizi dünyada sektördeki herkes bilir. 60’a yakın markanın da temsilciliğini yapıyoruz. Turquality projesi kapsamındaki marka desteği ile önümüzdeki 5 yılda yurtdışında daha güçleneceğiz. 2016 ciro hedefimiz 250 milyon lira.

E tipi mutfakla mahkumlara aşçılık öğretiyor


- İnoksan’ın sosyal sorumluluk projesi çok dikkatimi çekti. Cezaevlerinde yaptığınız projeyi anlatır mısınız?

Biz yıllardır aşçılık eğitimleri veriyorduk. Profesyonel anlamda da veriyorduk, ev hanımlarına ilgi duyanlara da eğitimler veriyoruz yıllardık. Bir akademimiz var. Cezaevi ve yetiştirme yurdu projelerimiz farklı oldu. Sanırım o sizin dikkatinizi çekti. Cezaevinden çıktıktan sonra kimse o kişileri işe almak istemiyor. O kişilerin çoğu da mesleksiz. Biz Bursa E Tipi Cezaevi’nde önce cezaevi mutfağını değiştirdik. Oradaki aşçıları eğittik. Daha sonra da gönüllü aşçı olmak isteyen mahkumları eğitmeye başladık. Bu kişiler cezaevinden çıktıktan sonra garsonluk yapabilirler, aşçılık yapabilirler. Aynı sorun yetiştirme yurtlarında da var. Orada da 18 yaşından sonra yurttan çıkıyorlar, ne yapacaklarını bilmiyorlar.

- Bursa dışında da yapacak mısınız cezaevi projenizi?

Biz başvurduk. Silivri’de vermek istedik bu hizmeti. Kartal ve Maltepe Cezaevleri için de başvuruda bulunduk. Yanıt bekliyoruz. Biz Silivri’de de Kartal ve Maltepe Cezaevleri’nde bu hizmeti vermek istiyoruz. Yemek yapmak insanlara iyi gelir. Rehabilitasyon aracıdır aynı zamanda.

EŞİM EV MUTFAKLARI YAPIYOR


- İş dışında ne yaparsınız?

Yüzerim, yürürüm, futbolu severim. 40’ın üzerinde dernekte de üyeyim. Sosyal hayatımız hareketli. Bursaspor’u destekliyoruz.

- Çocuklarınız işle ilgileniyor mu?

Oğlum Emre Varlık, 37 yaşında. İşte benle birlikte. Oğlum da benim gibi erken evlendi. 10 yaşında torunum. Kızım Amerika’da okuyor.

- Eşinizin işle ilgisi var mı?

Bizim işle değil ama o da mutfakçı. O ev mutfakları yapıyor. O da teknik ressam.

Yazının devamı...

Koç’ta tanıştılar girişimci oldular

Chado adını Uzakdoğu felsefesinden alıyor. ‘Çaya giden yol’ anlamına geliyor. Chado’nun yolculuğu genç girişimci Barış Çekin’in 2007 yılında ‘beyaz çay’ deneyimiyle başlamış. “Niye Türkiye’de çok az çeşit çay var?” sorusuna yanıt arayan Barış Çekin, ilk etapta Türkiye’ye 7 çeşit çay getirmiş. Daha sonraları eski işinden çalışma arkadaşı Tunç Berkman da Chado’nun yolculuğuna ortak olmuş. Barış Çekin ve Tunç Berkman, Koç Grubu’nda birlikte çalıştıkları dönemden iki yakın arkadaş. Chado’daki ortaklıklarının yanı sıra Barış Çekin ‘Bir Varmış Bir Yokmuş’un Pazarlama Direktörü, Tunç Berkman ise Veritas Medya’nın Genel Müdürü.

Şimdilerde Barış Çekin ve Tunç Berkman ikilisinin Chado markalı çayları ünlü kahve zincirlerinde, Macrocenter, Papermoon, PiPa, Cakes&Bakes, Godiva, BTA, Housecafe, Raika gibi adreslerde satılıyor. 8 farklı ülke, 20 farklı bölgeden 40 çeşit çay getiriyorlar.

Çay şarap gibi

Barış Çekin, şarap tadımı yapar gibi çay tadımı yapar hale gelmiş. Almanya’ya çay tadımı yapmaya gidiyor. İlk başlarda Amerika’dan tedarik ettiği çayları son dönemde Almanya’dan getiriyor. Almanya’daki tedarikçilerinin bu işi 3 kuşaktır yapan çaya aşık bir aile olduğunu anlatıyorlar.

Malum, Türkiye’de çok çay içiliyor. Ama çay çeşitleri Türkiye’de bilinmiyor ve farklı çay çeşitlerinin tüketimi çok düşük. Bitki çayları ve meyve çayları yeni yeni hayatımıza girdi. Geleneklerimizde olan ve damak tadımıza hitap eden ıhlamur, adaçayı gibi çayların bile tüketimi çok düşük Türkiye’de.

Barış Çekin ve Tunç Berkman da bu noktadan hareket etmişler. Son dönemde de gördükleri ilgiden memnunlar. Tunç Berkman, “İlk zamanlarda biz çaylarımızı tanıtmaya çalışıyorduk, farklı pazarlama kanalları arayışındaydık. Şimdilerde markalar bizi buluyor” diyor.

Barış Çekin, Chado’nun çay seremonisi sevenlere hitap ettiğini anlatıyor. Bu yüzden de çay çeşitlerine göre özel tasarım demlikler hazırlamışlar. Bazı satış noktalarında çaylar bu demliklerle servis ediliyor.

Barış Çekin ve Tunç Berkman, ikilisiyle sohbet ederken farklı çay çeşitlerini öğreniyorum.

Chado’da 40 çeşit çay var. Chado markası çay sevenleri Zen felsefesiyle de tanıştırıyor. Saflık, sukunet, huzur Chado çaylarının sunum tekniklerinin bir parçası.

Chado çayın farklı sınıfları da var. Beyaz çay, Oolong çayı, Yeşil Çay, Pu-er çayı ve Siyah çay... Kore, Hindistan, Güney Afrika, Vietnam, Brezilya, Çin ve Japonya gibi ülkeler bu çayların anavatanları.

Dikkatimi çeken birkaç farklı çay çeşidini yazmak isterim.

Chado markası altında ‘Genmaichia’ diye bir çay var. Tütsülü çay bu. İçinde pirinç patlağı var. Japonya’da çok tüketiliyor. Vietnam’dan gelen içinde lotus çiçeği olan çay da var.

Rooibos çayı, yüksek oranda c vitamini ve antioksidan içeriyor. Rooibos’un içinde hiç kafein yok. Bu yüzden de günün her saati içilebiliyor.

Beyaz çay çeşitlerinden White Earl Grey, Imperial White, Pai Mu Tan Rose Petals çeşitleri de yağ yakmaya yardımcı çay çeşitleri arasında sayılıyor.

Çekin ve Berkman ikilisi Chado markasıyla çay butikleri de açmayı planlıyor. Çayların paket fiyatları 15-20 lira arasında.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.