Şampiy10
Magazin
Gündem

Erdal Matraş: Sanatçıyla birlikte yıllanmak isterim

Genç sanatçı Seçkin Pirim’in Disiplin Fabrikası sergisi Londra Saatchi Gallery’de açıldı. Bu serginin açılmasında maddi ve manevi desteği Seçkin Pirim’e sağlayan Erdal Matraş ve Seçkin Pirim’le konuştuk.

- Erdal Bey sizle daha önce yaptığımız söyleşide Ömer Uluç’la dostluğunuzu paylaşmıştınız. Ömer Bey’le yol arkadaşlığınız vardı. Şimdi aynı şeyi Seçkin Pirim için de söyleyebilir misiniz?

Sanatçıyla beraber yıllanmak isterim. İlk önemli deneyimimi Ömer Uluç’la yaşadım. 2001’den bugüne kopmamış bir ilişki. Onun ölümünden sonra bir boşluk olmadı dersem yalan olur. Genç sanatçılara öncelik tanımak benim için bir özveri meselesi. Seçkin de bu doğrultuda beni heyecanlandıran, serüvenci ruhunu hissedebildiğim bir sanatçı oldu. Genel olarak baktığınızda tüm işlerinde bir tutarlılık görseniz de, çok farklı deneyselliklere ve çok boyutlu gelişmelere açık olduğunu görmüş olmak, benim Seçkin’le uzun bir yola çıktığımın göstergesi.

‘Popüler olanı seçmem’

- Sizi en çok hangi özellikleri çekti?


Zekanın, özgür düşüncenin yaratımı eserler, bunları yaratan sanatçılar ilgimi çeker. Seçkin’le ilk aldığım eser üzerinden tanıştık. O iş de kağıt serilerinin ilklerinden, mavi yatay bir işti. Heykelsi bir çalışmaydı ama heykel değildi. Formunu, malzemesini ve yapış sürecini merak ettim. Aslında teknik olarak 2 boyut olarak algılansa da benim için kağıt işleri üç boyutlu bir anlatım içermekte. Kağıt işlerindeki formlar minimal gibi görünse de benim için hayali, özellikle renklerin de araya girmesiyle illüzyon yaratan bir forma da dönüşüyor. Seçkin Türk, çağdaş heykel dünyasında üstün bir konumda. Heykel çalışmalarını biliyordum, ama geçen yıl Contemporary Istanbul’da gördüğüm kağıt çalışmaları özellikle ilgimi çekti ve daha fazla tanımak istedim. Merkur’den, Seçkin’le bu bağı kurmamı sağlayan ilk işini aldıktan sonra sanatçıyı tanımak, atölye ortamını görmek istedim.

- Siz sanki yalnızca aldığınız eserle değil de sanatçıyla da bir yakınlık kuruyorsunuz...

Benim sanata bakışım, genel bir koleksiyoner bakışı ve algısının dışında. Bireysel ilişki çok önemli. Aynı anda birkaç sanatçıya birden ilgi duymuyorum. Bakış açımda da hiçbir zaman bir filantropi yok. Atölye ortamı, üretim süreci, sanatçının yaşam tarzı, felsefesi, eserlerine bakış açısı, bunlar benim bizzat içinde olmak istediğim durumlar. Her ne kadar genç sanatçıların üretimlerini takip ediyor ve alıyor olsam da, yine de seçimlerimde şu an gündemde olan, (finansal değer, batıyla eşzamanlı üretimler) popüler olan sanatçılar çoğunluk olarak yer almaz. Yine içselleştirebileceğim konular ararım... Resimde yazıyı, şiiri severim. Şiirler, çoğu zaman boyanmış çizgiler, çeşitli şekillerdeki harfler ilgimi çeker.

Saatchi sanatta çok etkili

- Kaç eseriniz oldu? Koleksiyonunuzun özelliklerini öğrenebilir miyiz?


Sanat yatırımını finansal ya da envanter boyutuyla değerlendirmem, ben sanatçıya yatırım yaparım. Dolayısıyla alımlarımda kişisel bakışım önemli olduğu için sayı konusunda size doğru bir bilgi veremeyebilirim. Son dönemde daha çok genç sanatçıları takip ediyorum. Sadece tablo değil farklı malzeme, farklı disiplinlerden sanatçıların çalışmaları ilgimi çekebiliyor.

- Saatchi Gallery macerası nasıl başladı?

Seçkin Pirim: Birçok sanatçının isteği, yapıtının evrensel olan sanat ortamında dolaşmasıdır. Sanat herhangi bir uyruğa, kimliğe, ülkeye sınırlı kalacak bir olgu değil. Bir gün bu konular üzerinde Merkur’de konuşurken, Sabiha Kurtulmuş ve koleksiyonerim Erdal Bey’le, işlerin uluslararası platformda nasıl yer alacağına dair düşünceler üretiyorduk. Sanat fuarları bunun için çok yeterli olmuyor. İyi bir galeride kişisel sergi açmak için de işleriniz iyi olsa dahi, öncelikli başka kriterleri var. Aklımıza yarı müze mantığında olan, sanat dünyasında oldukça etkili Saatchi Galeri geldi. Her yıl sınırlı sayıda kişisel sergilere yer veren Saatchi’ye dosya göndererek ilk adımı atmış olduk. Dosyanın değerlendirilmesi ve onaylanması ile heyecanlı ve koşuşturmalı süreç başladı...

Erdal Matraş: Ben Seçkin’in işlerini ilk gördüğüm anda “Genç Türk sanatçısı” kavramını reddettim. Seçkin benim için uluslararası bir sanatçıydı ve gerektiği yerde olabilmesi için nasıl bir çalışma yapılması gerekiyorsa içinde olmak istedim, görüşlerimi dile getirdim.

Ekibin parçası oldu

- Başından beri bu işe çok inanmışsınız...


Seçkin Pirim: Erdal Bey içimizde buna en çok inanandı. Zor bir başlangıç seçtiğimizin farkındaydım. Dosyanın kabul onayı geldikten sonra oldukça heyecanlandım ve de biraz ürktüm açıkçası. Dünyanın sanat adına en önemli merkezlerinden biri olan Londra’da sergi yapıyor olmak işlerime karşı ağır bir sorumluluk yarattı. Ve tabii uykusuz geceler başladı... Erdal Bey işlerimi yakından takip eden hatta birçok işim konusunda benden daha titiz yaklaşan biri. İşlere olan ilgisiyle başlayan süreç gerçekten güzel bir dostluğa dönüştü. Çalışmalarımın uluslararası platformda yer alması gerektiği konusunda çok kararlı. Bu ilk sergi ile başlayan süreç, hem arkadaşlık hem de sonraki adımlar için sanırım gerçekten yol arkadaşlığına dönüştü.

Erdal Matraş: Araştırmacı ve detaycıyım. Seçkin’le 24 saat online bir iletişim halinde olmak benim de kendimi bu işin bir parçası hissetmemi sağladı. Görüşlerim sanatsal kriterlere dayanmasa da ifade edebilmek, kabul gördüğünü görmek, birlikte en başından beri bir paylaşım içinde olabilmek koleksiyoner olarak beni fazlasıyla mutlu etti. Kendimi bu projede hiçbir zaman sponsor olarak adlandırmadım, ben bu projenin tüm aşamalarında ekibin bir parçasıydım.

Matraş’ın desteklediği Seçkin Pirim’in sergisi LONDRA’DA açıldı

Türkiye Deri Sanayicileri Derneği Başkanı ve Matraş Deri Yönetim Kurulu Üyesi Erdal Matraş, aynı zamanda sanata yatırım yapan bir koleksiyoner. ‘Sanatçıyla beraber yıllanmak isterim’ diyerek atölyeden üretim sürecine kadar genç sanatçıların yanında olan Matraş son olarak Seçkin Pirim’in Londra Saatchi Gallery’de açılan ‘Disiplin Fabrikası’ sergisine destek verdi.

‘Koleksiyonumu özel bir mekanda paylaşabilirim’

- İleride müze kurmayı hayal ediyor musunuz? Ya da böyle bir planınız var mı?


Müze kurmak belki biraz iddialı bir hayal olabilir. Aslında dünyanın her yerinde irili-ufaklı birçok koleksiyonerin açtığı özel müzeleri görüyoruz ve bunların sanatçılar için işlevi önemli. Doğru bir işletim sistemiyle müzeler o ülkenin sanat ortamının ve tarihinin belirleyici bir görevini üstleniyor. Müzelerin bilgi vermesi, sanat dallarının en iyi örneklerini sunması, yeni neslin kültürel belleğini oluşturması üzerinde ciddi bir görevi var. Müze değil ama kendi koleksiyonumu, bakış açımı ve vizyonumu paylaşabileceğim özel bir mekanı yakın gelecekte düşünebilirim.

Fuar dışındaki sergiler önemli

- Türkiye’den sanatçıların çalışmalarının yurtdışına açılması için neler yapılmalı?


Seçkin Pirim: Londra sanat adına önemli merkezlerden biri. Fuarlar dışında sanatınızı duyurmak için bu tarz sergilere ihtiyaç var. Birçok kişi bu konuda bize destek verdi. Umarım bu sergi, benden sonraki genç kuşak ve projeler için yol açıcı olur. Desteğe ihtiyaç var. Yaşadığımız yüzyılda tek atışlık hareketlerle bir yerlere gelmek çok zor. Mutlaka bunun devamlılığını sağlamak gerekir. Ancak bu devamlılık sayesinde yapacağımız işler sağlam bir zemine oturmaya başlar. Bu süreç kısa bir süreç değil, bunun farkındayız. O yüzden uzun soluklu bir yol olarak düşünmek lazım.

Yazının devamı...

Türkiye lojistik üs olmak için demiryolu ve deniz taşımacılığını geliştirmeli

Dünyada ticaretinin dengesinin değiştiğini ve bunun da Türkiye’nin lojistik üs olma ihtimalini arttırdığını söyleyen DHL Supply Chain’in Türkiye Genel Müdürü Hakan Kırımlı, “Lojistik köyler oluşturmak lazım. Stratejik planlama da gerekiyor. Karayoluna yüklenmek yetmez. Kolay liman ve demiryolu bağlantıları şart” dedi.

Lojistik alanında dünyanın en büyük şirketi DHL. DHL Supply Chain şirketin Tedarik ve Lojistik Çözüm Şirketi. Dünyanın neredeyse her ülkesinde olan DHL, DHL Supply Chain olarak da 75 ülkede faaliyet gösteriyor. DHL Supply Chain’in Türkiye Genel Müdürü Hakan Kırımlı ile buluştuk. Dünyadaki ekonomik dengelerdeki değişimin lojistik sektörüne etkilerini ve yaşanan değişimi Hakan Kırımlı’yla konuştuk.



- Öncelikle sizi tanıyalım. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun olmuşsunuz. Ben daha öncesini de soracağım. İlk iş deneyiminiz neydi? Nerede doğdunuz, hangi okullarda okudunuz?

İstanbul doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okudum. Onun öncesinde Kabataş Lisesi’ni bitirdim. 2 yıl bankacılık yaptım. Master yaparken de çalıştım. Dış Ticaret Bankası’nda çalıştıktan sonra sektör değiştirdim.

- Daha öncesinde okurken çalıştınız mı? Hayatınızda ilk parayı nasıl kazandınız?

Burslu okudum. Kabataş Lisesi’nde okurken özel ders verdim. İlk paramı o zaman kazandım diyebilirim. İş konusunda küçük deneyimlerim oldu. Ortaokulda kese kağıdı yapıp pazarcılara satardık. Bankada 2 yıl çalıştıktan sonra Vepa Grubu’na geçtim. O dönemde Vepa şirketler grubuydu, 7 şirketi vardı Vepa’nın. Benim bankada çalışma planım yoktu, para yerine ürünle uğraşmak istediğimi biliyordum. Vepa’nın mağazaları vardı o dönemde. Ana iş kozmetikti. Satış ve pazarlama alanında tecrübe kazandım orada. Oradan genel müdür seviyesinde ayrıldım. 9 yıl çalıştım. Spar Hollanda zinciri ona geçtim. Orada hızlı gelişmeler oldu. Fiba Holding aldı Spar’ı. Onların süpermarket markası GİMA’ydı. O şemsiye altında birleşildi. Doğuş Grubu da o sırada Macro’yu almıştı. Ben oraya genel müdür olarak geçtim. DHL’e kadar bu işlerde çalıştım.

- DHL dünya devi. Pazar lideri birçok ülkede. Türkiye’deki büyüklüğü ne kadar?

DHL içinde DHL Supply Chain çok önemli bir yapı. 75 ülkede var DHL Supply Chain. DHL 200’ün üzerinde ülkede var. DHL Express’in ulaşmadığı ülke yok diyebilirim. DHL dünyanın en büyük lojistik şirketi dediğiniz gibi. Supply Chain DHL’in tedarik zinciri. 52 milyar Euro’nun üzerinde büyüklüğü var DHL’in.

- Türkiye’de de lojistik sektörü hızla büyüdü. DHL’in Türkiye’deki büyüklüğü ne kadar?

Sektör Türkiye’de 80 milyar lira büyüklüğünde. Türkiye DHL’in 1 milyar liranın üzerinde büyüklüğü var. 75 ülke içinde önemli bir yerde Türkiye. Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi içinde. Küçük bölge olarak Doğu Avrupa ülkeleri içinde. Bu grupta 6 ülke var. Bunların içinde cirosu en yüksek ülke Türkiye. Rusya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya içinde önde Türkiye. DHL Grubu içinde Türkiye yatırım öncelikli ülkeler içinde. Agresif bir büyüme planı devrede. Ciddi beklentiler var.

- Ne kadarlık bir büyüme gösterdi geçen yıl?

2011’de yüzde 35’lik büyüdük. 2012’de yüzde 20 büyümeyi bekliyoruz. Türkiye büyüme hızıyla şaşırtmaya devam ediyor.

- Suriye ile yaşanan gerilimin etkisi olmadı mı?

Olmadı. Tüm yaşananlara rağmen lojistik işlerde bir etki yok.

- İhracatta atılım yapmak için çabalıyor Türkiye. Lojistik sektörü de bunun çok önemli bir parçası. 2023 hedeflerine ulaşması için Türkiye’nin lojistik sektöründe atılıma ihtiyacı var. Öncelikle neler yapılmalı?

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı koordinasyon yapıyor bunun için. Bir kurul kuruldu. Lojistik Master Planı hazırlanılıyor. Biz de bunun içindeyiz. Bu plan çok önemli. 2023 ihracat hedeflerine ulaşmak için Türkiye’nin lojistik merkezleri olmalı, bunlara lojistik köyler de diyebiliriz. Türkiye bölgenin de lojistik üssü olmalı.

- Türkiye’de lojistik kanunu yok...

Evet. Henüz lojistik kanunu yok Türkiye’nin. Büyük hedeflere ulaşmak için bunların hükümet değil devlet politikası olması gerekiyor. Kanuna ihtiyaç var. Bu kanun da dünyadaki değişimi gören, ona göre düzenlenmiş bir kanun olmalı. Türkiye bu alanda atılımda. Dünya Bankası’nın da lojistik üslerle ilgili çalışmaları var. Çok önemli değişimler var bölgede.

- Neler bunlar?

Türkiye’de alt yapı yatırımları da var. Bu çalışmalarda Türkiye 155 ülke arasında 53’üncü sırada görülüyor. Alt yapı yatırımları, ithalat-ihracat rakamları, gümrükteki kolaylıklara bakılıyor bunu söylemek için. Türkiye’de mevzuatta sorunlar var. Bunların değişmesi gerekiyor. Hıza ihtiyaç var. Lojistik merkezlere ihtiyaç var.

- Bu çok uzun zamandır söyleniyor. Bunun yanı sıra Türkiye’de alternatif ulaşım olanakları sınırlı. Yalnızca karayolu taşımacılığıyla lojistik üs olunur mu?

Lojistik köyler oluşturmak gerekiyor. Bunlar da planlanıyor. Ama dediğiniz gibi en önemli parçalarından biri de bunlar. Stratejik planlama da gerekiyor. Karayolu yetmez, şu anda da yetmiyor.

- Almanya örneği var. DHL’in de merkezi de orada. Dünyada ekonomik dengeler değişiyor. Türkiye’nin avantajları neler?

Dünyada ticaretinin dengesi değişiyor. İthalat-ihracat dengeleri değişiyor. Bu değişiklik Türkiye’nin lojistik üs olma ihtimalini artırıyor. Denizyolu, karayolu ve havayoluyla bağlantılı özellikler gerekiyor. Biraz önce de dediğimiz gibi karayoluna yüklenmek yetmez. Türkiye’den yönetim de uygun mal geçişi de uygun. Bunların olması için de alt yapı ve üst yapıda hızlı değişiklik şart. Kolay liman ve demiryolu bağlantıları şart.

Demiryolu kullanımı % 5

- Şu anda ne kadar kullanılıyor demiryolu taşımacılığı?
Demiryolu yüzde 5 civarında kullanılıyor Türkiye’de. Kombine taşımacılıkta bağlantılar önemli. Türkiye demiryollarını ve denizyolunu daha çok kullanmalı.

Lojistik üs olmak demek hareketin giriş çıkışın hızlı olması demek. Bunu sağlayacak kanuni düzenlemelere de ihtiyaç var. DHL Supply Chain’de ağırlık karayolunda. Yüzde 9’luk payı hava, deniz ve demiryolu alıyor.

- En çok hangi sektörlere hizmet veriyorsunuz?

Biz en çok sağlık, otomotiv ve tüketicilere hizmet veriyoruz. Son yıllarda perakende sektörü de büyüdü. Otomotiv sektörü de DHL için önemli. Teknoloji, sağlık, otomotiv, perakende sektörleri önemli bizim için. Türkiye’de pazar lideriyiz teknoloji sektöründe. Tüm teknoloji firmalarıyla çalışıyoruz Türkiye’de.

- Depolama alanınız ne kadar?

21 farklı lokasyonda 370 bin metrekaredeyiz. 400 bin metrekareye ulaşıyoruz yakında. Bu sektörde önemli bir büyüklük. DHL tesislerde açık ara önde sektöründe. Bizim gıda hizmetleri için soğuk hava depolarımız var, farklı ısı alanlarında ürünler tutuyoruz. Eksi 25 derecede donuk ürünler tutuyoruz, soğuk ortamda sevkiyatını yapıyoruz. Ayrıca 2-8 derecelik soğuk alanlarımız da var. Gıda, ilaç, tüketici ve otomotiv sektörleri için farklı araç filolarımız ve tedarikçilerimiz var. Bize ait 180 araç var. Stratejik ortaklarla bu sayı katlanıyor. Araç hareketine bakınca ayda 6500 üzerinde araç hareketimiz var. Bozulması muhtemel gıda ve ilaç ürünlerini her an takip ediyoruz.

Güney Kore atağa kalktı

- Lojistik sektöründe de hareketlilik var. Rekabet sizi nasıl etkiledi? Avrupalı ve Amerikalı şirketlerin sarsılmaz gücü vardı...

Doğru ama artık rekabette Uzakdoğu ve Kore firmaları da var. Ve bazı alanlarda öne geçmeye de başladılar. Güney Kore önemli bir atılım içinde. Lojistik sektörü Türkiye’de hızlı büyüyecek. Türkiye büyümesinin 3-4 katı büyüme rakamlarını yakalayacak uzun süre. Şu anda lojistik ihtiyacını kendi bünyesinde karşılayan şirketler var Türkiye’de. Bu şirketler farklı nedenlerle bundan vazgeçecekler.

Nitelikli eleman sıkıntısı var

- Son yıllarda lojistik sektörü büyüdükçe üniversitelerde de lojistik bölümleri açıldı. Sektörde nitelikli eleman sıkıntısı da var. Açılan üniversite bölümleri yeterli mi?

Lojistik sektörüne personel yetiştirecek okullara ihtiyaç var hâlâ. Yavaş yavaş açılmaya da başlandı. Nitelikli eleman sıkıntısı devam ediyor. Biz lojistik mezunlarını alıyoruz işe. Farklı sektörlere hizmet veren personele de ihtiyacımız oluyor. Kimya mühendisine de mobilya montajı yapan marangoza da ihtiyacımız oluyor. Bu yüzden de lojistik önemli bir sektör.

10 YILDIR YELKEN YAPIYORUM

- İş dışındaki zamanınızda neler yaparsınız? Hobileriniz var mı?

10 yıldır yelken yapıyorum. Favori koyum Hisarönü Körfezi. Oğlum lisanslı yelkenci. 15 yaşında. Ben hemen hemen tüm sporları yaptım. Lisanslı voleybolcuyum. Galatasaraylıyım, maçları kaçırmadan takip ederim. Seyahat etmeyi çok severiz ailece. En son Paris’e gittik.

Yazının devamı...

Doğuş Otomotiv’in merkezinde rüzgar enerjisi kullanılıyor

2009’dan beri her yıl Doğuş Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar’dan hazırladıkları Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporu’nu dinliyoruz. Uluslararası GRI standartlarında hazırlanan bu raporla kurumda her yıl yaşanan dönüşüm ve değişimi izleme şansımız oluyor. Çevre ve sürdürülebilirlik, verimlilik konuları malum uzun zamandan beri büyük şirketlerin gündeminde. Doğuş Grubu da bu anlamda ilkleri yapan bir şirket. Doğuş Otomotiv ise grup şirketleri arasında da bu konuda öncü adımlar atıyor bir süredir. Ve bu konu yalnızca şirketi ilgilendirmiyor, hepimizin hayatına dokunuyor.

Aclan Acar, geçen yıla göre bu yıl çevre dostu düşük emisyonlu araç satışlarında Türkiye’de alınan yolu özetlerken, “Araç başına karbon emisyonu bir önceki yıla göre yüzde 7.7 azaldı” diyor.

Doğuş Otomotiv bir zamanlar Maslak’taydı. Bir süredir şirketin merkezi Şekerpınar’a taşındı. O bina “akıllı bina” özelliklerine sahip. Yatay bir bina. Asansör yerine merdiven tercih edilmiş örneğin. Bu merkezde rüzgar enerjisi kullanımına da geçilmiş.

8 bin 300 ağaç kurtarıldı

Çalışanların yaptığı çalışmalar ve üretilen projelerle 8 bin 300 ağaç ‘geri dönüşüm’ sayesinde kurtarılmış.

Doğuş Otomotiv bu çalışmaları yalnızca genel merkezinde çalışanlar için yapmıyor. Aynı zamanda bayi, servis ağı ve servis sonrası hizmetler de tüm bu çalışmanın içine katılıyor.

Ayrıca Doğuş Grubu çalışanına yönelik güvenli sürüş ve ilk yardım eğitimleri verilmiş. 53 bin müşteriye de araç teslimlerinde trafikte güvenli araç kullanmakla ilgili bilgiler aktarılmış.

Aclan Acar, tüm bu eğitim çalışmalarının bir bütün olduğunu anlatıyor. “Şirkette sizi karşılayan güvenlik görevlisinden tutun da aracınızla ilgilenen personele kadar herkes bu konunun bir parçası” diyor.

Doğuş Otomotiv, GRI raporuna imza attığından beri ilk önce kendi içinde temizlik yaptı, daha verimli bir hale geldi. Kuşkusuz büyümenin ön koşullarından biri sürdürülebilir olmak.

Araç pazarlamakla işin bitmediğini bu sunumla daha net anlıyoruz. Tüm bu çalışmaların sonucunda geliyor başarı. Doğuş Otomotiv satışlarını 3 kat artırmış.

Aclan Acar, bu yıl yaptıkları bir ilki de sözlerine ekliyor: “Doğuş Otomotiv çalışanları için etik kod yayınladık. Bu sektörün ilk etik kodu bizim için önemli.”

Etik kod çalışanların kariyerleri için bundan sonra çok daha önemli olacak.

Yazının devamı...

‘Yabancı yatırımlarla sağlık üssü olabiliriz’

İstanbul Cerrahi Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Melih Us, yabancı yatırımcı ilgisinin Türkiye’de sağlık sektörünün çıtasını yükselttiğini söylüyor. “Türkiye’nin güvenilir bir sağlık üssü olacağına inanıyorum” diyen Melih Us, Türk hastaların artık Houston ve Cleveland gibi Amerika’nın önde gelen sağlık merkezlerine gitmelerine de gerek olmadığını vurguluyor.

Prof. Dr. Melih Us hem patron hem cerrah. Kalp ve Damar Cerrahisi alanında adını duyuran Prof. Dr. Melih Us, İstanbul Cerrahi Hastanesi’nde ‘hayalim’ dediği bir çalışma ortamını kurdu. 2011 yılında yüzde 80’i Mineks International tarafından alınan, yüzde 20’si ise Melih Us’un olan hastane, teknolojik altyapısını en üst seviyeye çıkaran yatırımlarıyla dikkat çekti. Melih Us, alanında iddialı olduğu kadar patronluğunda da iddialı. Sağlık sektörüne olan yabancı yatırımcı ilgisinin sektörün çıtasını yükselttiğini söylüyor, yurtdışından gelen hasta sayısının artacağına, Türkiye’nin güvenilir bir sağlık üssü olacağına inanıyor. Türkiye’den hastaların Houston ve Cleveland gibi Amerika’nın önde gelen sağlık merkezlerine gitmelerine de gerek olmadığını vurguluyor.

- Özgeçmişinizi okudum, ‘disiplinli ve çalışkan’ bir portreniz var. Yine de sizin anlatımınızı merak ediyorum. Doktor olmaya kendiniz mi karar verdiniz, yoksa aile yönlendirdi mi?

Ankara’da doğdum. Zonguldak’ta büyüdüm. Zonguldak’taydık. TED Koleji, Kuleli Askeri Lisesi, sonra Gülhane Tıp Fakültesi’nde okudum. 17 yaşında doktor olmaya karar verdim. Ailede hiç hekim yok. Tamamen kendi isteğimle girdim. O dönemde Hacettepe Üniversitesi İngilizce Bölümü açılmıştı. Sınavda dereceye girince önemli şirketlerden mühendisliği seç baskısına rağmen Gülhane’ye geçtim. Kuleli Askeri Lisesi’nden oraya direkt geçiş vardı. Disiplinli ve çalışkandım. Gülhane Tıp Fakültesi’nde eğitim süresi 6 yıl, 15 yıl da devam zorunluluğu vardı.

- Bu seçimi yapmaya sizi yönlendiren neydi?

Tıp, okumanın sonsuz olduğu bir meslek. Hiperkinetik bir insanım. Beni izlemek bile yorucudur. Durmayacağım ve sınırsız olan tek meslek var, o da hekimlik. Sürekli kendinizi geliştirmelisiniz. 1982 yılında çok fazla mesleki branş da yoktu Türkiye’de. Ben şimdi olsa yine hekim olmak ister, yine kalp cerrahisini seçerim. Hekimler özel insanlar, cerrahlar daha özel insanlar. Cerrahi yapan insanların kendi egosuyla çok baş etmesi lazım.

- Egosuz cerrahlık olmaz da derler...

Doğru cerrahlık egosuz da yapılamaz. Çok ince bir çizgi var. ‘Bu ameliyatta hiç problem olmayacak’ dediğiniz bir hastayı kaybedebiliyorsunuz, çok sorunlu bir hastayı kurtarabiliyorsunuz. Cerrahlıkta ego şişmemeli. Mütevazılık şart. Sıfır hataya yakın iş yapmalı ama bazen de sizden çıkar durum. Tüm bunlarla baş edenler başarılı oluyor.

Hiçbir hekim ölüme alışmaz

- Doktorlar ölüme alışır mı?


Hep alıştığımız söylenir. Buna inanmıyorum. Böyle olmadığını da biliyorum. Hiçbir hekim ölüme alışmaz. Çünkü hekim ‘Nerede hata yaptım’ diye düşünür. Tıp Fakültesi’nden mezun oluyorsunuz, sonra doktorlar doktorlar arasında yarışıyor. Doçent olmak için, profesör olmak için sürekli çalışıyorsunuz.

- Tüm bu elemelere rağmen iyi doktor var kötü doktor var. Doktor seçimi yapmak çok önemli. Sizce hastalar bu seçimi nasıl yapmalı?

Bir hekim iyi mi değil mi anlamak için pubnet diye bir site var. Biri iyi diyebilir o memnun kalmıştır, arkadaş ve akraba tavsiyesinin ötesinde bir şeyden söz ediyorum. Uluslararası kriterler var. Hekim nede ve nerede iyi? Kongrelerde ne sunmuş, nerelere çağrılmış. Hekimleri doçent ve profesörleri o sitede bilim yapanları bulursunuz. Kendini yenilemek bizim işin olmazsa olmazı. Sürekli yeni yöntemler çıkıyor. Bir yıl önce söylediğimiz bir tedavi modülü değişmiş oluyor. Siz hâlâ orada kaldıysanız problem.

- Doktor iyi ama hastane yetersiz olabiliyor ya da hastane çok yeni, şık ama doktor yetersiz olabiliyor. Çok rastlanıyor iki farklı doktora gidiyorsunuz bambaşka şeyler söyleniyor.

Hastanelerle ilgili şeffaflığa ihtiyaç var. Başarı ve başarısızlığı görmek için bu şart. Çünkü hastaneye de genelde tanıdıkların tavsiyeleriyle gidiliyor. Örneğin yurtdışında hastanelerin mortalite oranları açıklanıyor.

- Hastanelerin mortalite tablosu olmalı diyorsunuz?

Türkiye’de bu yok. Bir de şu bilinmeli. Hangi hastane ne de iyi? Her hastane her konuda çok iyi olabilir mi? Beni Kars’tan buluyorlar. ‘Oğlum internete girdi buldu’ diyor. Türkiye’de insanlar teknolojiyi kullanıyor. Bilgiye ulaşmak artık daha kolay.

- Siz nasıl aynı zamanda patron olmaya karar verdiniz?

Tam gün yasası çıkmadan önce Gülhane’de doçent olduktan sonra dışarıda çalışıyordum. Saat 16.00’dan sonra muayenehanem vardı orada olurdum. Kendi muayenehanem oldu 2001’den sonra. Şafak Grubu’nda, Medikal Park Grubu’nda, Alman Hastanesi’nde çalıştım. Amerikan Hastanesi ve Acıbadem Grubu’nda ameliyatlar yaptım. Biz buraya gelmeden önce karar vermiştik arkadaşlarımla. Türkiye hazır değildi o yüzden bekledik. Türkiye’de sağlık sektörü hızla değişti. Ayrıca Türkiye sağlık konusunda çekim merkezi oldu.

Kalpte Avrupa’dan ileriyiz

- Çok iyi bir tablo görüyorsunuz gibi... Türkiye gerçekten de bu kadar iyi mi sağlık alanında?


Kardiyoloji ve kalp damar alanında şunu rahatlıkla söylerim, Avrupa’dan ileriyiz. Bu işleri yurtdışına servis etmeliyiz. Yapıyoruz da ama daha çok yapmalıyız. İngiltere’den, Arnavutluktan, Azerbaycan’dan, Libya’dan, Irak’tan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden, Hollanda’dan, Almanya’dan, Katar’dan hastalarım var.

- Bu hastalar sizi nasıl buluyor? Hastanenizin sağlık turizmi için çabası var mı?

Birçok doktorun yurtdışı hastaları oldu. Bir kişi memnun kalırsa o başkasını yolluyor. Memnun kalan hasta size 7 kişi getiriyor. Bizzat size gelsinler diye uğraşıyor. Memnun kalmayan ise sizden 23 kişiyi uzaklaştırıyor. Bizim her hastamızı memnun etmemiz şart. Biri memnun kalmazsa olmaz.

- Bu mümkün mü?

Zor ama mümkün. Sağlık tüketimi gönülsüz tüketim. Hem hasta hem para verecek. Keyifsiz ve gönülsüz geliyor. Zaten bir sıfır yeniksiniz. Her hastayla ilgilenmelisiniz. ‘Ameliyattan çıktım yorgunum gerginim’ diyemezsiniz. Gelen her açıdan hasta. Psikolojisi de bozuk. Tanı koymada problem olabilir. Bazen hastayı dinlemediğimiz için anlayamıyoruz. Gönül ister ki yarım saat 45 dakika hastayı dinleyelim.

- Türkiye’de bu mümkün mü? Hasta çok, doktor az.

Ben ayırabildiğim kadar elimden geldiğinin maksimalini yapmaya çalışıyorum. Karşınızdaki insan. Hastayı anlamak lazım.

BİNE YAKIN OYUNCAK ARABAM VAR

- İş dışında ne yaparsınız?


Golf oynuyorum. Koleksiyon hobim var. Oyuncak arabalarım burada. 7 yaşından beri küçük arabalar topluyorum. Farklı boylardan bine yakın arabam var. Bir kısmını sergiliyorum, bir kısmı kutularda bekliyor. Kayak da yapıyorum.

- Aileniz? Çocuğunuz var mı?

23 yaşında kızım var. Amerika’da Uluslarararası İlişkiler ve Sanat Tarihi okuyor. Ondan çok şey öğreniyorum ve moralim düzeliyor. Bu çocuklar var diye seviniyorum. Çoğu da Türkiye’ye dönüyor çünkü Türkiye’de o branşlar var. Bizim meslek için de öyle. Çok branş oldu ve ederinde para kazanmaya başladılar. Bunlar iyi gelişmeler.

Damara girmeden sanal anjiyo yapıyoruz

- Sizce şu an sağlık sektörünün en önemli sorunu nedir?


Hâlâ hastane hekim ve hemşire sayısı az Türkiye’de. Nüfusa oranla eksiğimiz var. Uzun yıllar da tamamlanmayacak.

- Sağlık turizminde hangi alanlarda şanslıyız?

Göz branşı çok hasta çekiyor. Bir de estetik diş hasta çekiyor. Teknolojide çok iyi olduğumuz ve iyi adapte olduğumuz için ilerideyiz. Yeni bir şey bu alanlarda daha Amerika’dan Avrupa’ya gelmeden bize geliyor.

- Nasıl oluyor bu gelişme?

Biz kalp anjiyosunu sanal ortamda yapıyoruz. 640 HD makine aldık. Sanal Anjiyo Makinesi bu. Damara girmeden 0.3 saniyede anjiyo yapıyoruz. Bu yatırımı yaparken ‘Bu makine parasını çıkarır mı?’ tartışmaları oldu... O makine belki o parayı çıkarmaz ama kurumu yükseltir. Tanısı konulmayan hastalıklara tanı konulabilir, hız kazanılabilir. Bu makine dünyada son teknoloji, bizim hastanemizde var. İleri teknolojiyi getiriyoruz. Bu makine check up’larda çok önemli. Bu makineyi duyan yabancılar bize çok hasta gönderiyor. Futbolcu check-uplarında da bu çok önemli. Full check-up bir günde yapılıyor.

- Erbil’de de hastane yatırımınız var...

Biz Erbil’de de iş yapıyoruz. Oradaki iş gücünü görünce aramızda yıllar olduğunu görüyoruz. Türkiye her konuda oradan ileride. Ülke olarak biz yalnızca kalp değil, plastik ve endoskopik cerrahi de çok ilerideyiz. Tek veya iki delikten girerek ameliyatlarda çok iyiyiz, kalp cerrahisi dünya standartlarında, ortopedide de çok iyiyiz.

- Kanser hastaları neden gidiyor yurtdışına? Buna sık sık rastlıyoruz...

Bence boşuna gidiyorlar. Hekim olarak biz Amerika’daki cerrahlarla boy ölçüşürüz ama yardımcı sağlık personeli sayısında Türkiye’de problem var. Yine de kesinlikle söylüyorum, öyle eskisi gibi Houston’a, Cleveland’a gitmeye gerek yok. Göz ve dişte de fiyat avantajımız var. Bizim hastanemizde lazerle katarakt yapılıyor. Avrupa’da çoğu yerde bu teknoloji kullanılmıyor.

Ya beraber büyüyeceğiz ya yerimizde sayacağız

- Sağlık turizminde en önemli sorunlardan biri yabancı hastaların sağlık sigortaları konusu değil mi?


Sigorta konusu şimdilik çözülemez. Çünkü entegre değiliz. Bizim gibi hastanelerin bazı anlaşmaları var ama hepimiz daha global oynamalıyız.

- Bu nasıl olacak?

Yurtdışında da karşımıza Türkler çıkıyor. Rekabette hoş olmayan şeyler var. Sağlık turizminde Almanya, İngiltere ve Amerika global oyuncu. Onlar bir anlaşmaya girince zaten baştan galip. Biz daha kendimizi ispat edemedik. Kendi aramızda dayanışma yapmalıyız. İç çekişmeler olmamalı. Hep beraber ya büyüyeceğiz ya da yerimizde sayacağız. Sağlık sektörü bundan sonra ya fırlayacak ya da olduğu yerde kalacak. Mesela Acıbadem’in satışı iyi oldu. Bunlar bir çıta. Şimdi o çıtalar geçilmeli. Özel hastaneler de ellerinden gelenin en iyisini yapmalı. Yabancılarla ortaklık yapan gruplar başarılı olmalı ki daha büyük oyuncular gelsin. Türk gibi başlayıp İngiliz gibi bitirmemiz lazım.

Yazının devamı...

5 yılda 6 milyon lira aktardı, 60 bin kişiye umut oldu

Sabancı Vakfı 2008 yılından bu yana kadın, genç ve engellilere yönelik Toplumsal Gelişme Hibe programı uyguluyor. Türkiye’nin farklı illerinden sivil toplum kuruluşlarının projelerine vakıf destek oluyor. Dün Sabancı Center’da hibe alan programların temsilcileri vardı. Onların bir kısmını dinledik. Genç kadınlar, engelliler çok güzel, gerçekten de toplumsal bir dönüşüm yaratacak projelere imza atmış. Heyecanlarına ortak olmak güzeldi. Projelerden kısaca söz edebileceğim ama öncelikle Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’nın konuşmasından alıntılar yapmak istiyorum.

Güler Sabancı, vakfın 71 ilde 60 bin kişiye ulaştığını söyledi. 5 yılda 28 proje hayata geçmiş. Güler Sabancı, buna “Toplumsal Gelişme Bahçemiz” dediklerini anlattı. ‘Bu projelerle kadın, genç, engellilerin sosyal adalete kavuşması toplumsal ve ekonomik katılımların artmasına vesile olduk.Geçtiğimiz ay Clinton Küresel Girişimi tarafından dünyanın farklı ülkelerinden gelen liderlerin katıldığı toplantıda, Bill Clinton bize çocuk gelinler projesi için teşekkür etti. Onlarla ortak çalışma yürüteceğiz’ dedi. Vakfın bugüne kadar verdiği hibe desteği 6 milyon lirayı aşmış.

Toplantıda 9 projenin temsilcisini tanıma fırsatı bulduk. Aslında tek tek hepsi haber konusu diyebilirim.

Genç Hayat Vakfı, Kadın Dayanışma Vakfı, Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi Derneği, Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı Derneği, Serebral Palsili Çocuklar Derneği, Trabzon Yaşam Kadın Merkezi Derneği, Türkiye Gençlik Birliği Derneği... Projeleri gerçekleştirenleri sıraladım. Sabancı Vakfı’nın internet sitesinde projelerin ayrıntıları var. Cezaevindeki çocukların görme engelliler için kitap okuduğu projeyi, cezaevlerinde kalan kadınların çocuklarıyla ilgili. ‘Burada hayat çocuk oyuncağı değil’ adlı projeyi ve diğerlerini okumanızı tavsiye ederim.

Engelli engeliyle yaşamalı

Görme Özürlüler Derneği’nin ‘Ayrımcılığı Önle’ projesini Süleyman Akbulut’tan dinledik. Akbulut 20 yıl önce bir trafik kazası geçirmiş. Hayatının nasıl değiştiğini anlattığı kitabını okumuştum. Yaptıkları bir araştırmayı ve engellilerin toplumda nasıl algılandıklarını anlattı. Proje kapsamında 9 ilde 241 engelli 178 engelsiz kişiyle yüz yüze görüşme yapılmış. Örneğin, engelliler, engellilerin oturacağı siteler yapılmasını istiyor yüzde 54.6, yüzde 60’ı da evde çalışma ortamının desteklenmesini istiyor. Oysa tüm bunlar ayrımcılık. Engelli engeliyle yaşamalı bu toplumda. Her fırsattan yararlanmalı. İşte bu yüzden de bu projeler çok değerli.

Yazının devamı...

İlaç sektörünün geleceği şimdi devletin elinde

Türkiye’nin en köklü ilaç şirketlerinden Abdi İbrahim bu yıl 100’üncü yılını kutluyor. Şirket bu kutlamalar kapsamında İstanbul’da Van Gogh Alive sergisini düzenlemişti. Abdi İbrahim’in bu sergisi önceki gün Ankara’ya taşındı. Ve Ankara Cer Modern’de sergilenmeye başlandı.

Şirket 100’üncü yılını hareketli geçiriyor. Sergiden söz etmeden önce Abdi İbrahim’in alanında gerçekleştirdiği yeni girişimleri yazalım. Ankara’da bir araya geldiğimiz Nezih Barut, sohbetimiz sırasında şirketlerinin yeni atılımlarını anlatırken hükümetin hedefleriyle ilgili değerlendirmelerde de bulundu.

2011 yılındaki rakamlara bakarsak Türkiye ilaç sektörünün ihracatı 567 milyon dolar. İthalat 4.6 milyar dolar. Cari açık 4.1 milyar dolar. İhracatçılar Meclisi 2023 yılında ‘İlaç sektörü 3 milyar dolar ihracat yapacak’ diyor. Nezih Barut ise bu noktada iddialı konuşuyor:

‘’Biz sektör olarak 2023 yılına kadar sanayi-devlet işbirliği yaparsa 2023’de 16 milyar dolarlık ihracat yaparız’ diyoruz. Sanayi Bakanlığı’na hazırladığımız raporda bu var. Bizim beklentilerimizden biri teşvikti. Bizim lehimize olan gelişmeler oldu. 100 milyon dolarlık yatırıma verilen teşvik, 50 milyon dolara indi. Onkoloji, kan ürünleri ve biyoteknoloji gibi ürünlere yatırım yapılması önerildi. İlaç sektörünün 5’inci bölge stratejik teşviklerden yararlanabilecek. Ancak bu çok zor. İlaç sektörünün 5’inci ve 6’ıncı bölgeye yatırım yapması zor. Çünkü buralarda yatırım için alt yapı yok. Bizim sektörümüzde kalifiye elemanlar çalışıyor. Hangi elemanları oralarda çalıştırabiliriz? Çocukları için iyi okul talebi olacaktır. Türkiye’nin ilaç sektörünü güçlendirmesi ve ihracatını artırması için Ar-Ge’ye ihtiyacı var. Ar-Ge yatırımları yapabilmemiz için de güçlenmemiz lazım. İki molekülü birleştirip, yepyeni bir ilaç yaptık. SGK en ucuz noktasından tutup fiyatlandırdı. Böyle giderse Türkiye’de ilaç sanayi ithalata dayalı olur. Yalnızca çok uluslu firmalar kalır. Şu anda gidişat öyle. Biz böyle olmaması için çalışıyoruz’ diyor.

Türkiye’de ilaç sektörünün lideri olan Abdi İbrahim bir süredir yurtdışında da büyümeyi hedefliyordu. Bu yıl Abdi İbrahim global oyuncu olma yolunda attığı adımları büyütmeye başladı. 150 markası 250 ürünü olan Abdi İbrahim Kazakistan’ın önde gelen ilaç üreticilerinden Global Pharm’ın yüzde 60 hissesini satın aldı.Global Pharm LLP Kazakistan’ın 3’üncü büyük ilaç şirketi. Lancaster Group ve Dostar Holding’in sahip olduğu Alma Pharm Invest LLP’nin ise yüzde 40 hissesi var. 2011’de 12.5 milyon dolar cirosu olan Global Pharm, Kazakistan’ın sosyal güvenlik kurumuyla 7 yıllık tedarik anlaşmasına sahip. Böylece Abdi İbrahim bu sözleşmedeki 131 ilacı 2014-2021 arasında tedarik edecek. Bunun için de yaklaşık 60 milyon dolarlık bir üretim tesisini 2014 yılına kadar kuracak. Kazakistan’daki bu yatırımla Abdi İbrahim Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerine ilaç satışlarını da artırmayı amaçlıyor. Barut, 2019’a kadar bu yeni ortaklıkla kurulan şirketin 85 milyon dolarlık ciroya ulaşmasını beklediklerini söylüyor.

Barut, son dönemde yabancı firmaların Türkiye’ye olan ilgisinin artmasını ve yabancı şirketlere satılan yerel şirketlerle ilgili değerlendirme yaparken de, “İlaç sanayinin geleceği eskiden sanayicinin elindeydi, şimdi ise devletin elinde. Başarı ya da başarısızlık artık bizim elimizde değil. Bu yüzden de satın almalar çoğaldı. Yerel oyuncular zorlanıyor!” diyerek noktayı koyuyor.

Van Gogh sergisini 151 bin kişi gezdi

Van Gogh Alive Sergisi’ni İstanbul’da 10 Şubat-15 Mayıs tarihleri arasında 151 bin kişi ziyaret etti. Sergi 3 Ocak’a kadar Ankara Cer’de olacak. Nezih Barut, Kazak işadamlarının sergiyi Kazakistan’a taşımak istediklerini söyledi.

Yazının devamı...

Türkiye’yi dünyanın antibiyotik üssü yapacak

Zentiva Dünya Başkanı Jerome Silvestre, Türkiye’de ilaç fiyatlarının çok ucuz olduğunu belirterek, “İlaçlar Avrupa’daki en ucuz fiyatın yüzde 40 altında” dedi. Türkiye’nin çok önemli olduğunu söyleyen Silvestre, Lüleburgaz’ı antibiyotik üssü yapacaklarını söyledi.

Türkiye’de ilaç sektörü yaklaşık 15 milyar liralık bir büyüklüğe ulaştı. 2006’dan bu yana 13 yerli şirket yabancı yatırımcılarla iş yaptı. Dünya ilaç piyasası son 5 yılda yüzde 4.6 büyürken, bu rakam Türkiye’de yüzde 30’lara geldi. Sektör hareketli ve rekabetçi.



Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de 1953 yılında faaliyetlerine başlayan, daha sonra çatısı altına Zentiva’yı da alarak büyüyen Sanofi’nin yöneticileri Türkiye’deydi. Onlarla sohbet ettik.

Önce Sanofi Grubu ile bilgi verelim. Sanofi Grubu 110 bin çalışanı ile 5 kıtada 110 ülkede faaliyet gösteriyor. Sanofi Grubu çatısı altında Sanofi ürünlerinin yanı sıra eşdeğer ilaç üreticisi Zentiva, nadiren rastlanan hastalıklara çözüm bulmaya çalışan Genzyme ve aşı konusunda uzmanlaşan Sanofi Pasteur var. Şirketin 2011 cirosu 33.4 milyar euro. Sanofi 2011’de yüzde 3.4 oranında büyüdü.

7 milyon euroluk yatırım

Zentiva Dünya Başkanı Jerome Silvestre, Sanofi Grubu Türkiye Ülke Müdürü Olivier Guillaume, Zentiva Türkiye Genel Müdürü Şahin Arslan ve Zentiva, Sanofi Türkiye Operasyonel Müdürü İlker Durgun, Sanofi Türkiye Kurumsal İlişkiler ve İletişim Direktörü Aysun Hatipoğlu’yla gerçekleştirdiğimiz toplantıda Sanofi’nin Türkiye yatırımlarıyla ilgili bilgileri aldık.

Sanofi’nin Lüleburgaz’daki fabrikası Avrupa’nın en büyük ilaç üretim merkezlerinden biri. Tam kapasiteyle çalışmamasına rağmen hem Türkiye’de iç pazara hem de ihracata yönelik üretim yapıyor.

Sanofi Grubu’nun sattığı her 4 kutu ilaçtan biri Lüleburgaz’da üretiliyor. Türkiye’de üretilen toplam ilaç üretiminin yüzde 18’i Lüleburgaz fabrikasında üretiliyor.

Sanofi 2013 yılının ilk çeyreğinde ihracat kapasitesini artırmayı, 40 ülkeye ihracat yapmayı ve Lüleburgaz’daki üretim tesislerini dünyanın antibiyotik tedarik üssü yapmayı amaçlıyor. 2012’de 253 milyon kutu üretim yapılan tesiste 2016’da 304 milyon kutu ilaç üretimi hedefleniyor.

Jerome Silvestre, “Türkiye bizim için önemli. Nüfusu genç. Hastalara yüksek kalitede hesaplı ilaç sağlamak istiyoruz. Lüleburgaz fabrikamızın kapasitesinin tamamını kullanmak istiyoruz. Lüleburgaz’ı antibiyotik üssü yapacağız” diyor.

Silvestre, bunu gerçekleştirebilmek için 6-7 milyon euroluk yatırıma ihtiyaç duyulduğunu anlatırken de, “Türkiye’de ilaç sanayi için öngürülebilir ve sürdürülebilir bir ortam olmalı” vurgusunu da yapıyor.

Malum son dönemde sağlık reformu kapsamı içinde ilaç sektöründe de değişim yaşamıyor. İlaç fiyatlarındaki düşüş de sektörün gündeminde. Silvestre’ye Türkiye’de ilaç sektörünün gündeminde olan konuları soruyoruz. “Avrupa’daki en ucuz ilaçtan yüzde 40 daha ucuz Türkiye’deki ilaçlar. Biz Sanofi ve Zentiva olarak hem kaliteli hem de hesaplı ürünlerle çözüm olmak istiyoruz. Öngörülebilir ortamlarda, yüksek teknolojiyi kullanarak kalifiye insanlarla üretim yapmak istiyoruz” diye anlatıyor.

Yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada sağlık harcamaları konusunda düzenlemelerin yapıldığını anlatan Silvestre, son dönemde hükümetin attığı adımlarla ilgili olarak da şu yorumu yapıyor:

“Sağlık sistemindeki masrafları kısma yönünde bir gidişat var. Türkiye’nin nüfusu var. İhtiyaçları artıyor. Biz Türkiye’de dans etmek istiyoruz. Dans etmek için de iki kişi gerekir diye bir söz vardır. Bu yüzden de hükümetin kararlarını takip ediyoruz. Öngörülebilir bir ortam bizim için önemli.”

40 ülkeye ihracat

- Sanofi’nin Lüleburgaz’daki üssü 13 ülkeden kalite onayı aldı.

- Kapasitesi 450 milyon kutu. Üretilen ilaçların yüzde 49’u fason, yüzde 51’i Sanofi Grubu’nun ürünleri.

- Lüleburgaz Ar-Ge merkezinde diyabet, şizofreni, osteoporoz, migren, obezite, astım, hipertansiyon ve HIV gibi hastalıkların tedavilerinde kullanılan 14 molekül ile toplam 32 dozaj form çalışması tamamlandı.

- Sanofi 2013’ün ilk çeyreğinde Lüleburgaz’da üretilen antibiyotikleri 40 ülkeye ihraç edecek.

Yazının devamı...

Kahve zincirleri gibi kuaför salonları açılacak

20 milyar dolar cirosu olan L’oreal’in Türkiye Profesyonel Ürünler Genel Müdürü Sertaç Önen, 25 bin kuaförün olduğu Türkiye’de kadınların saçlarına geçen yıl 2 milyar dolar harcadığını söyledi. Türkiye’de hızlı servis veren salonların açılacağını anlatan Önen, “Kahve zinciri gibi küçük kuaförler ve manikür-pedikür salonları olacak. AVM’lerde, cadde ve metro bağlantı noktalarında açılacak bu salonlar” dedi.



Hep yazılır, “Kozmetik sektörü kriz mriz dinlemez, dinlemiyor” diye. Geçen haftalarda Hürriyet Gazetesi’nden arkadaşım Onur Baştürk kadınlar ve kuaför ilişkisiyle ilgili bir yazı yazdı, “Her gün fön çektiren arkadaşlarım var” diye. Malum Nişantaşı kadınlarına bakarsak başka bir Türkiye görüyoruz. Onun yazısını okuduktan sonra rakamlara baktım. Türkiye’de kozmetik sektörü hızla büyüyor. Kuaförler de bundan nasibini alıyor. Benim de çok dikkatimi çekiyor, her köşe başında kuaför salonu var... Yalnızca İstanbul’da değil her yerde buna rastlıyoruz. İşte rakamlara bakarken bu yolculuk beni Türkiye’de bu işin en yüksek cirolarını yapan ve sektördeki rakamlara hakim oyuncuya götürdü. L’oreal Türkiye Profesyonel Ürünler Genel Müdürü Sertaç Önen. Evet Türkiye’de bu alanda büyüme var ama büyükşehirde dahi kadınların yarısı kuaföre gitmiyor.

- İlk önce sizi biraz tanıyalım. İzmirlisiniz. Uzun zamandır L’oreal’de çalışıyorsunuz. Nerede ne okudunuz?

İzmir Saint Joseph Lisesi’nde daha sonra da Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okudum. 1996’da mezun oldum. Mezun olduğumdan beri L’oreal’de çalışıyorum. Yalnızca 13 aylık bir Akbank deneyimim oldu.

- Profesyonel iş yaşamına atılmadan önce çalıştınız mı?
Babam bir fabrikanın genel müdürüydü. O fabrikanın malzeme ambarında yaz aylarında çalışırdım.

- L’oreal’e nasıl girdiniz?

Üniversitedeki kariyer günleri sayesinde girdim L’oreal’e. Fransızca da bilen mezunlar arıyorlardı. Başvurudan 5 gün sonra işe alındım. O dönemde az markası vardı L’oreal’in, sonra hızla büyüdü.

- L’oreal dünyada alanında bir numara. En yaygın marka...

Çalışan sayısı şu an 70 bin. Ben L’oreal’e girdiğimde 30 bin çalışanı vardı. 20 milyar dolar cirosu var L’oreal’in. Ben Türkiye’de profesyonel ürünlerin başındayım. Hem dünyada hem de Türkiye’de pazar lideri L’oreal bu alanda. Bu yüzden de kuaförleri çok yakından takip ediyorum.

- Türkiye’de kuaför sayısı çok mu artıyor? Toplam ne kadarlık bir rakamsal büyüklükten söz ediliyor?

Türkiye’de kadın kuaförlerin toplam cirosu 2 milyar dolar. 25 bin kuaför var. Dünyada 200 milyar doların üzerinde bir büyüklükten söz ediliyor. L’oreal’in dünyada yüzde 13’lük pazar payı var ve bir numara.

- Türkiye bu genel büyüklük içinde hangi noktada?

Türkiye gelişen pazarlar kategorisinde. Meksika, Brezilya gibi ülkeler arasında. Çok hızlı büyüyen pazarlar bunlar. Çünkü ekonomileri büyüyor. 1990’lı yılların başında bu ülkelerin toplam kozmetikten aldığı pay yüzde 16’ydı. Şimdilerde yüzde 50-53. Kozmetik ister kriz olsun ister olmasın hep büyüyor.

- AB ülkelerinde ve Amerika’da durum nasıl? Aslında oralarda da etkilenmiyor diyebiliriz krize rağmen.

Dünyada kozmetiğin en az büyüdüğü yıl 2009. O da yüzde 1. Dünyada böyle. Türkiye’de her sene çift haneli büyüyor. Kozmetik kullanımı Türkiye’de çok düşük, bu yüzden de büyüyoruz.

25 euro harcıyorlar

- Türkiye’de bir kadın ne kadar harcıyor kuaföre?

25 Euro. Bir Fransız kadın 100 Euro harcıyor. Polonya’da 35-40 Euro. Türkiye’de büyük şehirler ve Anadolu arasında çok fark var. Türkiye’de büyükşehirlerde yaşayan her kadının 2 kuaförü var. Biri temel işler için. Boya vs. Ayrıca anneden kıza geçer kuaför müşteriliği. Uzun süreli bir ilişki kuaför müşteri ilişkisi. Ama bu örnekler yanıltmasın Türkiye’de büyükşehirlerde de hala kuaföre gitmeyen kadınlar var. Hatta yarısı gitmiyor.

- Çalışan kadın sayısıyla ilgili değil mi bu?

Evet. Çalışan kadınların olduğu yerlerde 07.00’de fön sırası oluyor.

- Kuaför standartları açısından durum nedir?

Kuaförlerde standartların yükselmesi gerekiyor. Ülkemizin sosyal gerçekleri var. Formel eğitim eksikliği var. Kuaförlük Türkiye’de 11-12 yaşında çıraklıkla başlayan, hatta ortalığı toplamakla başlayan sonra saçla ilgili işlemlere gelen çıraklıktan ustalığa geçilen bir süreç. Usta olunca da muhtemelen aynı muhitte bir salon açılıyor. Formel gelişim planı yok. Okullu değiller. Yurtdışında kuaför okulları var. Türkiye’de çok az. Kuaförlük göz önünde meslek değil. İngiltere’de her yıl yılın kuaförü seçiliyor, ödülü Kraliçe veriyor.

- Trend yaratıyor diye...

Evet. Trend yaratıyor kuaförler. Geçen sene Prenses Kate Middleton’un kuaförü çok reklam yaptı.

- Türkiye’de kuaförlerde kaç kişi çalışıyor?

Kuaförlerde 115 bin çalışan var.

- Bunun ne kadarı okullu?

Tam bir rakam bilinemiyor ama okullu oran çok ama çok düşüktür. Çünkü okullar yeni açılmaya başlandı. Sayısı da çok az. L’oreal yıllardır akademisinde kuaförleri eğitiyor. Şirketimizde 2 katlı bir akademi var. Ayrıca farklı markalarımızın eğitim çalışmaları, programları var. Hem saç bakımı hem de işletmecilik üzerine eğitim veriyoruz. Bir kuaförün işini yapması için teknik bilgisi de olmalı işletme bilgisi de. L’oreal’in Beyaz Kelebek projesi de var. Biz okullu kuaför olmadığı için bu eksikliği görüp bir proje yaptık. Pilot bölge olarak İzmir’i seçtik. İzmir büyük şehir ama kuaför standartları yüksek değil. Fiyatlar da İstanbul’a göre düşük. İzmir İstanbul ölçeğine göre ufak olduğu için orada 8 farklı bölgede çalıştık. Her konuda eğitimler veriliyor. Hijyen ve dekorasyon konusunda yenilikler anlatılıyor.

- Kuaförlük hizmetleri ülkeden ülkeye de çok değişiyor. Türkiye’nin farkı ne? Fiyat ve kalite açısından....

Evet. Ülkeden ülkeye çok değişiyor. Uzakdoğu’da çok geçici boya kullanılıyor örneğin. Avrupa’da durum çok net. Ucuz salon da var, şehirli kitleye hitap eden daha pahalı salon da var. Mönüsü önünde oluyor, fön boya ne kadar biliyorsunuz. Üst segmentte çok özel hizmet veren kuaför salonları da var. Türkiye’de çok üst seviyede hizmet evren yerler var. 50-60 kişinin çalıştığı, dizaynı çok güzel salonlar var Türkiye’de. Bizim Avrupalı yöneticilerimiz bunları görünce çok şaşırıyor. Ama bu lüks salonun 20 metre ilerisinde çok düşük seviyede hizmet veren salonlar da var. Avrupa’da tüketim eğilimlerini orta sınıf yönlendiriyor. Bu yüzden de kuaförlerin standartları ortalamada daha yüksek. Biz 6 bin salonla çalışıyoruz. Bu salonların seviyelerini yükseltmek için eğitimler veriyoruz.

- Yurtdışında hızlı servis veren kuaför salonları ve manikür-pedikür salonları görüyoruz. Bunlar Türkiye’de de olacak mı?

Metro çıkışlarında ve metrolarda hızlı servis veren, daha az insanın çalıştığı küçük salonlar olacak. Kahve zincirleri yoktu bundan yıllar önce. Kahve zinciri gibi küçük kuaförler ve manikür-pedikür salonları olacak. AVM’lerde, cadde ve metro bağlantı noktalarında açılacak böyle salonlar. Özellikle Uzakdoğu’da bu tip yerler var.


EN SEVDİĞİM YER KÜBA

- İş dışında ne yaparsınız?

En büyük hobim spor ve seyahat. Koşuyoruz, ağırlık çalışıyorum. Sahilde koşarım. Yaz aylarında yelken yaparım. Bisiklet kullanırım. Kış aylarında snow board yapıyorum. İş seyahatine sık sık çıkıyorum. İş dışında en son New York’a gittim. En sevdiğim yer Küba. 3 defa gittim. Uzak ara Küba önde gönlümde. 1.5 ay sonra baba olacağım. Efe geliyor.

En çok Richard Gere grisi tercih ediliyor

- Erkekler de boya kullanıyor. Nasıl satışlar? Ayrıca Richard Gere gibi saçlara sahip olmak isteyenler de var. Onlara yönelik de boya çıktı değil mi?

Erkeklerin tüketimi çok düşük. Erkekler saçlarını boyatınca doğal dışı görüntüler olabiliyor. Bizim bir ürünümüz var. Bu boya karışıyor uygulanıyor 5 dakika duruyor yıkanıyor. Beyazları grileştiriyor. Koyu siyah olmuyor. Richard Gere’in saçı gibi diyebiliriz. Erkek ürünlerinde en çok satılan bu. Çok doğal bir görüntü bu. Bu boya gibi değil, beyazları hafif maskeleyenler için.

- Beyaz saç isteyenler var. Bembeyaz olunca da güzel ama her saç da güzel beyazlamıyor. Bunun için geliştirilmiş ürün var mı?

Beyaz saçlar maalesef sararıyor. Kirlenmiş gibi görüntü oluyor. Bizim kadın erkek ürünlerimiz var bunun için. Bu ürünler saça pigment veriyor ve sararmanın önüne geçiliyor.

- Saç dökülmesine karşı geliştirilen ürünler ne kadar başarılı?

Saç dökülmesine karşı ürünler çok tercih ediliyor. Ciddi bir sorun bu. Bizim Ar-Ge’miz bu yönde çalıştı, kadınlara ve erkelere yönelik ürünlerimiz var. Saçın beyazlamasının önüne geçilip geçilmeyeceği üzerine de çalışıyor. Yıllık cironun yüzde 3’ünden fazlası Ar-Ge’ye ayrılıyor.

- Türkiye’de Ar-Ge merkezi var mı?

Fabrikada çok küçük bir yer var. Ama tam anlamıyla Ar-Ge diyemeyiz. Dünyada 18 Ar-Ge merkezi var L’oeral’in. Ben de kariyerimin bir döneminde Belçika’da çalıştım. Eskiden her şey Fransa’dan yapılırdı. Şu anda en çok iş Amerika, Çin ve Hindistan’da yapılıyor. Bu ülkeleri Brezilya izliyor. Ekonomik büyüklükte Türkiye dünyada 16’ıncı sırada. L’oreal’in sıralamasında 24’üncü sırada. Bizim hedefimiz hızla yükselmek.

- Türkiye’de kaç yaşında saç boyatmaya başlıyor kadınlar?

Ortalama veri 35 yaşlarında. Şehir merkezlerinde boyama yaşı çok düşük. Nişantaşı Etiler civarında 15-16 yaşında saç boyatanlar var. Türkiye nüfusumuzun yüzde 71’i şehirli. Bunların yarısından azı kuaföre gidiyor. 12 milyon kuaför müşterisi var Türkiye’de. Her 2 senede bir 2500 kadın üzerine araştırma yapıyoruz. 8 büyük ilde yapılıyor. Beklentileri ölçüyoruz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.