Şampiy10
Magazin
Gündem

Abdi İbrahim’den ilk reçetesiz ürün

Abdi İbrahim, Türkiye’nin yüzde 100 yerel sermayeli en büyük ilaç firması. Geçen sene 100’üncü yılını kutlayan şirket kendisine ‘global hedefler’ koyarken aynı zamanda da Türkiye’yi ilaç üssü yapmayı amaçladığını açıklamıştı.

Abdi İbrahim, bu hafta itibarıyla adını özellikle çocuklu ailelerin sıkça duyacağı bir ürün çıkardı. ‘Burun o’ yani ‘Bruno’. Serum fizyolojik burun damlası.

Reçetesiz ürünler, OTC pazarına bu ürünüyle adım atan Abdi İbrahim, Bruno şemsiyesi altında burunla ilgili farklı ürünler de çıkaracak. Bununla da yetinmeyip reçetesiz ürün yelpazesini kısa zamanda genişletecek.

Biraz rakamlara bakarsak, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de reçetesiz ilaç pazarı büyüyor. 2013 yılında bu pazarın ülkemizde 2 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşması bekleniyor.

Abdi İbrahim firmasının Uluslararası Pazarlar Sağlık Ürünleri Genel Müdürü Cüneyt Gedikli ve Pazarlama ve Satış Direktörü Hayal Tepe’yle bir araya geldik. Birlikte bu haftadan itibaren TV ve radyolarda takip edebileceğimiz Bruno reklamını izledik.

‘O burun tıkanacak arkadaş’ reklamı ‘Tıkalı buruna Bruno’ sloganıyla kısa sürede hafızalarda yer eder.

Malum bebekli ailelerin en büyük sıkıntısıdır. Bebekler burunlarından nefes alırlar, burunları tıkandığında da sümkürerek açmayı bilemezler, bebekler ve aileler için uykusuz geceler başlar. Bebekler ve çocukların da kullanabileceği tek ürün serum fizyolojiklerdir. Bugüne kadar Türkiye’de kullanılan tüm serum fizyolojikler yabancı firmaların ürünleriydi. Bu anlamda Abdi İbrahim bir ilki yapmış oldu.

Mobil TIR, Van’a gidecek

Abdi İbrahim bu alandaki ilk markası Bruno’yu tanıtım amacıyla Acıbadem Mobil TIR’la da bir işbirliği yaptı.

Cüneyt Gedikli’nin verdiği bilgiye göre 1 Ekim’den itibaren Abdi İbrahim’in TIR’ı İstanbul’dan başlayıp Balıkesir, Adapazarı, Çanakkale, Ankara ve Van’i ilk etapta ziyaret edecek. TIR’daki doktorlar çocukların sağlık kontrollerini yapacak. Her ilde 5 gün kalacak.

Hayal Tepe, Bruno’nun bir ana ürün olduğunu, bu damlanın aynı zamanda göz temizliği için de kullanılabileceğini, burunla ilgili yeni ürünlerinin de olacağını anlatırken kısa süre içinde OTC alanında yeni ürünlerinin de çıkacağını söyledi.

30 ülkeye ihracat yapıyor

Abdi İbrahim aynı zamanda onkoloji ve bioteknoloji alanında yatırımlara hazırlanıyor. Avrupa’nın en iyi ArGE tesisilerinden birini kuran Abdi İbrahim, Bruno’nun yurtdışındaki isim haklarını da aldı. Bruno Abdi İbrahim’in yurtdışında da pazarlayacağı bir ürünü olacak. Abdi İbrahim’in 30 ülkeye ihracatı var.

Yazının devamı...

Bulgaristan’da santral işletecek, Konya ve Niğde’yi güneş enerjisi üssü yapacak

Bulgaristan’da santral işletecek, Konya ve Niğde’yi güneş enerjisi üssü yapacak.

Arcan Uran henüz 30’lu yaşlarının başında. Uran Holding’in turizm yatırımlarından sorumlu. Kendisiyle İstanbul’daki otelleri Altunizade’deki Ramada Otel’de buluştuk. Uran Holding inşaat ve turizm yatırımlarıyla bilinen bir şirket. Kurucusu İsmet Uran, eski öğrenci liderlerinden. İsmet Uran’ın hayatını kaybetmesinden sonra Uran Holding’i ayakta tutan ve büyüten kişi ise eşi Nermin Uran. Uran Holding halen İsmet Uran’ın eşi Nermin Uran ve oğulları Aysan ve Arcan Uran tarafından yönetiliyor. İnşaat, taahhüt, turizm ve enerji alanlarında büyüyen şirketin yeni yatırımlarını ailenin en genç üyesiyle konuştuk. Arcan Uran, yakında Bulgaristan’da 10 milyon euroluk yatırımla güneş enerjisi santrali işleteceklerini söylerken, Konya ve Niğde’deki güneş enerjisi yatırımların hızlanmasını dilediklerini anlattı.

- Önce turizm yatırımlarından başlayalım. Burası İstanbul’daki ilk oteliniz. Bir de Antalya’da Grand Prestige Oteli’niz var. Yeni otel yatırımlarınız da olacak mı?

Anadolu Yakası’nda otel ihtiyacı var. Bunu duymayan bilmeyen de yok. Biz burayı, bu binayı şirket genel merkezi olarak kullanıyorduk. Yoğun baskı gördük aslında bu binayı farklı şekilde değerlendirmek için. Sonuçta turizmcilik de yaptığımız için otele karar verdik. Ramada Grubu da güçlü uluslararası bir grup. Ayrıca bu bulunduğumuz bölgede çok sayıda da şirket genel merkezi var. İyi bir iş oteli oldu burası. 80 odamız var ama ileride büyütme şansımız da var. Turizm bizim için önemli.



- Babanız İsmet Uran kurdu şirketinizi. Çok büyük projelere imza atmış bir şirket kurulduğu dönemde...

Babam her şeyi sıfırdan yaptı. Ona çok şey borçluyuz. Ne yazık ki kaybetti hayatını. Babam asker bir ailenin oğlu. İTÜ Makine Mühendisliği’ni birincilikle bitiriyor. Öğrenci lideri. 1974 yılında Uran Mühendisliği kuruyor. Sonra inşaat işlerine giriyor. Fırsatları da iyi değerlendiriyor. Kalamış marina, Caddebostan’dan Suadiye’ye kadar yollar... Bunlar ilk aklıma gelen büyük projeleri babamın. Kısa sürede şirketi büyüyor. Bizim en çok övündüğümüz takdir ettiğimiz özelliği sıfırdan bunları yapması.

- Babanızın vefatından sonra ve halen anneniz şirketin başında. Annenizin bunca zamanda şirketi büyüterek ayakta tutması da büyük başarı...

Babamın vefatından sonra annem Nermin Uran bayrağı devraldı. Turizm grubunun başındaydı annem, tüm işlere sarıldı. 1995’li yıllarda yaşadık bunları. Kadın olarak da zorlukları başarmış bir kadın annem Nermin Uran. Dediğiniz çok doğru. Kendisiyle çok gurur duyuyoruz. Abimle ve ben de elimizden geldiğince işlere hızla sarıldık.

- Siz kaç yaşlarındaydınız bunlar yaşandığında...

Ben 10 yaşlarından itibaren hep işe gittim. Aysan Uran abim inşaat mühendisi. Ben çok küçükken otelle daha ilgiliydim. 11 yaşında otelde barda çalışıyordum. Biz iki kardeş de aslında yönlendirildik. Abim inşaata ben de turizme yönlendirildik. Rahmetli genel müdürümüz Akın Acar’ın yanına vermişti babam beni çok küçük yaşta. ‘İş hayatını görsün’ demiş. Onlar da beni çalıştırırlardı. Ben İşletme Fakültesi’nde okudum. İki yıllık bir turizm eğitimi almak istemedim o dönemde. 4 yıl işletme okuduktan sonra master da yaptım. Antalya’da 2004 yılında 1000 yataklı otelimizde çalışmaya başladım. İlk başlarda tüm sorumluluk verilmedi. En son turizm grubunun başına getirildim. Yönetim Kurulu başkanımız Nermin Uran, inşaat firmamız Uransan’ın Başkanı da abim Aysan Uran.

Lüks bir zincir gelecek

- Tarabya Yokuşu’nda bekleyen bir inşaat var. Orası sizin mi?

Evet.

- Neden bekliyor bunca yıldır? Yıkılacağı da söylenmişti... Kat izni sorunu mu var?

Bir sorun yok. O otel bizim önceliğimiz olamadı. Başka işler vardı. Planlar da değişti. Yıkılması söz konusu değil. Orası bizim tapulu arazimiz. 24 katlı inşaat iznimiz var. Biz oraya lüks bir uluslararası otel zinciri getirmek istiyoruz. Biz arka plana attık o işi.

- Enerji yatırımlarınız olacak. Konya’da güneş enerjisi yatırımı yapmaya başlıyorsunuz. 2013’te başlanacak değil mi?
Aslında biz 1995 yılında enerji sektörüne girdik. Yatırıma dönüştüremedik ne yazık ki. O dönemde koalisyon hükümeti 390 megawatt’lık rüzgar enerjisi sloganıyla yola çıktı. Biz de bir Alman firmayla anlaştık. Ölçümler aldık. Ekonomi çatırdayınca devlet alım garantisini kaldırdı. ‘Kime satarsanız satın’ dedi. Biz de dahil olmak üzere herkes beklemeye girdi. 2007 yılından sonra tekrar lisanslar alındı. Biz o dönemde rüzgar enerjisiyle diğer öncelikli işler nedeniyle ilerleyemedik.

- Yenilenebilir enerjiye odaklısınız değil mi?

Evet. Son olarak güneş enerjisine odaklandık. HES projelerinden de uzak durma kararı aldık. Güneş enerjisi açısından ülkemizin çok potansiyeli var. Ama bunu yıllardır değerlendiremiyoruz. Dünyada kullanılan güneş panellerinin yüzde 50’si Almanya’da. Almanya’nın güneş ışıma gücü 7 kat az bizden. Buna rağmen Almanya bu işi çok iyi yapıyor biz hiç yapamıyoruz. Bizce hızla yapmalıyız. Biliyorsunuz Türkiye’de lisans yoktu, yeni çıktı lisanslar, 2013’te verilecek. Fit değeri dediğimiz devletin satın alma garantisi var. Kilowatt başına 13 dolar verecek devlet. Biz şu anda Bulgaristan’da bir projeyi almak üzereyiz. Orada 37 dolar veriliyor kilowatt başına.

- Boteva’da da yatırım yapıyorsunuz...

Evet. Biz farklı yerleri araştırdık. Orasına karar kıldık. Türkiye ne yazık ki bu işlere teşvik konularında geri kaldı. Şu da var Almanya’da her yıl 4 milyar dolar fazla fatura ödeniyor. Almanya gibi büyük bir ekonomi bile zorlanıyor. Yenilenebilir enerjinin yükü var Almanya’ya da. Almanya bu yüzden fit değerlerini kaldırdı. Bu yüzden de yatırımcılar başka ülkelere gidiyor. Bize Yunanistan’dan da teklifler geldi ancak oradaki kriz bizi korkuttu. Devlet de ödemeleri yapamayacağı için herkes uzak durdu. Türkiye’de ilk bu işlerle ilgilenirken biz yatırım maliyeti çok daha yüksekti. Düşüyor şu anda. Bulgaristan bize en uygun gelen yer oldu.

- Konya’da ne kadarlık bir yatırım yapacaksınız?

500 dönümlük arazi üzerinde 2’şer megawattan iki adet yatırım yapacağız. 25 megawatt’a kadar artırmayı planlıyoruz. Biz şu an trafo büyüklüğü bekliyoruz. Yatırımı yapmak tamam ama bağlamak lazım. Bir trafo gücüne ulaşmak gerekiyor. Rüzgar enerjisinde aynı sorunlar yaşandı. Bağlanamayan yatırımlar gördük her yerde. İnsanın içi acıyor. 150 megawattlık bir kapasite boşluğuna bağlanabileceğini açıkladı devlet. 94 megawatt’ı Konya’da. Limitimiz var, ancak bu kadar yapılabilir. Biz 25 megawatt’a kadar çıkabiliyoruz. Bir sene içinde kapasite artırabiliyorsunuz istediğiniz kadar. Panelleri getirip takacağız.

- Yurtdışında yatırımlarınız var mı?

2007 yılında Cezayir’de oranın TOKİ’si denilebilecek bir kuruluşa konut yaptık. 2007’den beri işler yapıyoruz, orada ofisimiz var. Yurtdışında Cezayir ve Umman’da yeni projelerle ilgileniyoruz. Umman’da da ofis açacağız.

4 tonluk akvaryumum var


- İş dışında ne yaparsınız?

Akvaryum merakım var. 4 tonluk bir akvaryumum var. Sakinleştiriyor beni. Çok huzur veriyor bana balıkları izlemek. İçinde köpek balığı da var. Evcil, diğer balıklarla yaşayabilen bir köpek balığı türü.

- Nasıl tatil yaparsınız?

En son tatilimi İtalya’da yaptım. Sık sık Antalya’daki oteldeyiz ama orada aynı zamanda işin içinde oluyorsunuz.

Türkiye’nin en büyük üniversite hastanesini yapıyoruz

- Konut projelerine çok ağırlık verildi. Ankara devam ediyor mu?

Ankara’da 2800 konutluk Urankent var. Bir otel ve AVM’nin yer aldığı bir şehir diyebiliriz. Yıllara yaydık, yap sat yapıyoruz. Yaklaşık 1 milyar dolarlık hacmi var o projemizin. Ankara’da olduğu yere de adını verdi. Konutların ortalama fiyatları 300 milyar. Ankara’nın da en büyük projelerinden biri. Yeni projeler de devreye sokuyoruz. O projenin son bölümleri bitecek yakında. Otel ve AVM de olacak. Ankara da İstanbul gibi hızla büyüyor.

- Konut projeleriniz devam edecek mi?

Edecek. İstanbul’da yer bakıyoruz. En az 250-300 konutluk bir proje yapmak istiyoruz. Bu arada inşaatı devam eden Mersin’de bir hastanemiz var. Mersin Üniversitesi’ne 100 milyonluk üniversite hastanesi yapıyoruz. Türkiye’nin en büyük üniversite hastanelerinden biri olacak. Baltalimanı- TEM bağlantı yolunu yaptık. İstanbul’da en son o projeyi bitirdik. Konya’da yol yapıyoruz 30 kilometrelik. Ankara’da HSYK ek binasını yapıyoruz.

Yazının devamı...

İlk sanal AVM’yi kurdu, 200 markayı hedefine koydu

Cüneyt Ortan, bundan aylar önce arayıp heyecanla ‘Türkiye’nin ilk sanal AVM’sini kuruyoruz’ dedi. ‘Birbirine benzeyen çok alışveriş sitesi var’ dedim. Ortan, anlatmaya devam etti, ‘Biz bambaşka bir iş yapıyoruz, göreceksin çok heyecan verici bir proje’

Sanal alışveriş ortamı, sosyal ortamdaki arkadaş sohbetleri ve yemek katı konseptini de bir arada gerçekleştirdiklerini öğrendim. Sanal AVM’nin çok şık olduğunu da bana attıkları tanıtıcı mailde gördüm. Bu arada AVM’nin tasarımını da Türkiye’nin en önemli mimari projelerine imza atan ünlü mimar Murat Tabanlıoğlu yaptı.

www.avmmall.com projesinin fikir babası Cüneyt Ortan. Ortakları ise kendi işlerinde ünlü ve başarılı kişiler.

Eren Holding Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Eren, Les Ottomans Otel Kurucusu Ahu Aysal, Viko Yönetim Kurulu Üyelerinden Selim Dağbaşı, Yaşar Holding yöneticilerinden Mehmet Kahya, işkadını Gönül Yıldırım ve otel proje uygulama konusunda uluslar arası isme sahip AHK Yönetim Kurulu Başkanı Mimar Haldun Kilit.

Bu alışveriş sitesinde bir AVM’de gezer gibi gezip, vitrinlere bakıp, sezon ürünlerini alabiliyorsunuz. Bu gezinti sırasında kahve molası verip, chat de yapabilirsiniz! Acıktığınızda yemek de sipariş edebilir, seyahat planlarınızı da hayata geçirebilirsiniz. Avmmall projesini işin fikir babası Cüneyt Ortan anlattı.

Avmmall tam olarak nedir? Diğer alışveriş sitelerinden farkı ne?

Sanal AVM. İlk olacak Türkiye’de. Mesela biz Kanyon’dayız, burada markalar var. Hepsi güvenilir, tüketicinin bildiği markalar. Biz de aynı bu şekildeyiz. Markaları bir araya getirdik.

Diğer sitelerde de çok sayıda marka var?

Ama bizde durum farklı. Bizde sadece AVM’lerde olan markalar var. Örnek vereyim. Lacoste’un Türkiye’de diyelim ki 29 mağazası var. Her mağazada aynı vitrini ve sezon ürünleri var. Bizde de 30’uncu mağazası olacak. Aynı vitrin ve ürünler olacak. Güncel olacak vitrin ve ürünler. Stok ürünler değil. Sezon ürünleri. Üstelik bizim AVM’de mağaza açmak için kimse kira vermeyecek..

AVM’ye girmek yerine oturdukları yerden alışveriş yapacak tüketiciler. Peki markalar sizin çatınız altına neden geliyor? Çoğunun web sitesi var.

Neden herkes İstinye Park’a gelmek istiyor. Orası tutmuş, iyi bir AVM de ondan değil mi? Biz aslında 7 gün 24 saat açık bir alışveriş merkeziyiz. Yemek katımız, banka şubemiz var, kredi kartı başvurusu bile yapabilirsiniz, sosyal platform da var, Kahve Dünyası’nda oturup chat yapabiliyorsunuz. Dünya değişiyor. Geçenlerde dünyaca ünlü bir zincirin yöneticilerinden birini dinledim. ‘Mağaza sayım 2020’de düşecek, çünkü e-ticaretim çok artıyor’ dedi.

Kaç marka oldu sizin AVM’de?

Şu anda 60 marka. Yıl sonuna kadar hedefimiz 200 markayı çatımız altında toplamak.

Yabancı markalar da var...

Olmaz mı? Hatta Türkiye’ye ilk kez girecek bir İspanyol markamız var. Türkiye’ye girmeyi planlarken önce bize girip deneme yapacaklar. Ayrıca Agatha gibi bir marka da, tek e-ticaretini bizle yapacak.

Fırsat sitelerinin işi bitti

Rekabet var e-ticaret siteleri arasında. Beklenti de daha ucuz ürün almak. Öyle değil mi?

Hem haklısın hem de değil. Herkesin zamanı yok. Her şeyden önce indirimli ürün almasan bile o indirimli yansıyor, yola çıkmıyorsun, zamanını harcamıyorsun, yorulmuyorsun. Bu markaların her şehirde mağazası yok. Sezon ürün satıyoruz. Diyarbakır ve Elazığ’da yaşayanlar belli bir markanın stokta kalmış eski sezon ürününü alabilirler. Ama biz onlara tam aksine sezon ürünleriyle hizmet veriyoruz. Fırsat ve ucuzluk siteleri sektöre iyilik yaptı. Herkes onların sayesinde e-ticarete alıştı. Ama bitti bu iş. Çoğu marka 2008’den sonra stokları eritmek için başvurdu bu işe. Şu anda o kadar ürün yok.

Kendi web siteleri için özel ürün yapanlar var...

Yeni ürün yaptırmak zorundalar. O zamanda o markanın o dönemdeki koleksiyonu olmuyor. Temmuz’dan beri lansman yapmadan faaliyetteyiz. Müşterilerimzin yüzde 60’ı kadın, yüzde 40’ı. Biz gitar da satıyoruz, turizm de, otel rezervasyonu da yapıyoruz, ayakkabı da satıyoruz. Her şey var. En çok konfeksiyon ve ayakkabı satılıyor şu an. 18 Temmuz’da başladık. Ramazan ayında deneme yapmak istedik. Hatalarımızı da görmek istedik.

Yurtdışına açılma hedefiniz var mı?

Biz planlamadan oldu. Çok tüketici maili aldık. Deneme sırasında bunu da gördük. Yurtdışından da alışveriş yapıp ödeme sistemlerini kullanabiliyorlar.

Ekip kaç kişi?

23 genç arkadaş var.

Ne kadar sürdü hazırlanmanız?

1 yıl sürdü. Yazılımı için zamana ihtiyaç oldu. Ortaklarım bu projeye çok inandı. Ben 3 yıl önce bu işi hayal ettim. İnan bir yıl sustum, neler yapıldığını takip ettim. Çok araştırdım. 2002 yılı itibarıyla yurtdışında sanal alışveriş merkezleri denemeleri yapılmış. Mağaza içlerini gezebildiğin konseptler oluşturulmuş. Oyun siteleri gibi siteler gördüm, bunlar tutmamış. Başarısızlık vardı hepsinin hikayesinde. Teknolojik olarak bir farklılık yakalamak gerekiyordu. Biz e-ticaret formundaki alışkanlıklar üzerine görsellik kattık, ek hizmetler sunduk.

Yazının devamı...

200 çiftçiyle çalışıyor defneden elmaya her şeyin organiğini ihraç ediyor

Mustafa Bükey, Türkiye’de organik ürün ihracatını başlatan ilk isimlerden... Bükey’in çiftliğinde 500 yıllık zeytin ağacı var. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden 200’e yakın çiftçiyle çalışıyor. Bükaş markalı ürünleri İzmir’de 11 bin metrekare büyüklükteki 7 tesiste işlenerek ambalajlı hale geliyor. Almanya, Amerika ve Japonya’ya organik ürün gönderen Bükey, “Yaklaşık 12 bin dönüm alandan ürün alıyoruz. Yılda 5-7 milyon euro arası ihracatımız var” dedi.


Türkiye’de organik ürün ihracatını ilk başlatanlardan biri Mustafa Bükey. Almanya’nın en önde gelen organik ürün markalarının tedarikçisi. Yalnızca Almanya’ya değil Amerika ve Japonya’ya da organik ürün gönderiyor Necdet Bükey Tarım Ürünleri A.Ş’nin sahibi Mustafa Bükey. Kendisi Batıçim Batı Anadolu Çimento’nun Yönetim Kurulu Üyesi aynı zamanda. Bundan yıllar önce aslına bakarsanız yaşam biçimiyle ilgili bir karar almış. Ve babası Necdet Bükey’in kurduğu Bükey çiftliğini farklı bir bakışla yenilemiş, “Her şey organik olsun çiftliğimizde” demiş. Eşi, çocukları, yeğenleri çiftlikte yaşıyorlar. Kiraz, zeytin ağaçlarının ortasında, onlarca hayvanla birlikte ‘organik’ bir hayatın içindeler...

Biz Mustaf Bükey’le İzmir’de buluşup Kemalpaşa-Ulucak’a doğru yola çıktık. Kemalpaşa çok değişmiş. 18 yaşına kadar İzmir’de yaşadığım için İzmir ve çevresini biliyorum. Kemalpaşa İzmir’in en verimli topraklarının olduğu en sulak yeriydi. Meşhur Kiraz Festivali’ni belki duymuşsunuzdur. Şimdilerde yolda en çok dikkatimi çeken sanayi tesisleri oldu. Neyse ki hala verimli toprakların kıymetini bilenler var. Necdet Bükey Caddesi üzerinde Bükey Ailesi’nin çiftliğine adım atıyoruz. ‘Doğadan geleni doğallığını koruyarak işlemek’ sloganları. Bu bakış açısıyla yapılanlar ise örnek olacak nitelikte. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bükey. Markalarının adı Bükaş. Almanya’da okumuş bir mühendis kendisi. Ve organik ürünlerle de ilk kez Almanya’da tanışmış. Şimdilerde Almanya’nın en büyük organik ürün markalarının tedarikçisi. Hikayesini birazdan röportajda okuyacaksınız. Röportaja geçmeden önce biraz çiftliği anlatmak isterim. Altını çizmekte de yarar var, Bükey Ailesi’nin yaptıkları bu çiftlikle sınırlı değil. Anadolu’nun farklı köşelerinde organik tarım yapanlarla çalışıyorlar. Benim gezdiğim çiftlik ise ailenin yaşadığı ve üretim yaptığı bir yer.

500 yıllık zeytin ağaçları

Çiftliğin merkezinde 500 yıllık zeytin ağaçları var. 8 adet ağacı Mustafa Bükey korumuş. Hatta birinin altından zeytinlerin korunduğu bir küp çıkmış. Bu zeytin ağaçlarının dışında Bükey ailesi araziye yüzlerce zeytin ağacı dikmiş. Nar, şeftali, elma, kiraz ağaçları arasında geziyoruz. Bahçede biberiyeler var. Bahçe peyzajı için olduğu izlenimi veren biberiyelerin de ihraç ürünü olduğunu öğrenip şaşırıyorum. Biz gezerken Mustafa Bey yabani kaparileri gösteriyor. Onlar da toplanıyor bahçeden. Kümes hayvanları organik ortama uygun yani serbest dolaşıyor çiftlikte. Keçiler, inekler, bıldırcınlar, keklikler, tavus kuşları, deve kuşları, eşek ve at da var çiftlikte... Mustafa Bükey Türkiye’nin ilk fonksiyonel (nütrasötik) gıdalar üreticisi ve ihracatçısı. Kurutulmuş meyve, aromatik bitkiler, bitki tohumları ve kökleri, bitkisel çaylar, karışık bitki ve meyve çayları, doğal bitkisel yağlar ile bitkisel kaynaklı proteinler üretiyorlar. Asla boya maddesi kullanmıyorlar. Bükaş’ın hiçbir ürününde katkı maddesi yok.

- Organik tarım işine nasıl girdiniz. Siz Batıçim Batı Anadolu Çimento’nun yönetimindesiniz aynı zamanda...

Almanya’da makine mühendisliği okudum. Kağıt makineleri üzerine master yaptım. Türkiye’ye döndüm Yaşar Holding’te çalıştım. Almanya’da tanıdığım biri sayesinde bu işi öğrendim. Bilirsiniz Almanlar 1910 yılında başlamış organik tarıma. Alman arkadaşım susam işi yapmak istiyordu. Farklı koşullarda üretimden bahsediyordu. Bu arada bizim aile işimizdi Bükey. Çiftliği babam kurmuştu. Bu Alman arkadaşım sayesinde dedelerimizin atalarımızın yaptığı tarıma döndük. Organik tarım demek, kimyasal bir girdi olmadan yapılan tarım demek. Biz bu arkadaşımla Almanya’ya büyük ihracat yapmaya başladık.

- İlk ne ihraç ediyordunuz?

Kuru meyve, pamuk, baklagillerle başladık. Bizim aile işimizin ana konusu baharatlar, şifalı bitkiler ve meyve çaylarıydı. Ben “Bunu da birlikte yapalım” dedim. O arkadaşımın ana konusu incir, kuru kayısı filandı. O istemedi. Biz de şirketi kendimiz değişime soktuk.

- Bükey çiftliği kaç yılında kuruldu?

Bükey babam tarafından 1965 yılında kurulmuştu. 1980’lerde aktif oldu. Biz de o yıllarda organik tarımı öğrendik. 330 dönümlük çiftliğimiz var. Bu çiftlikte çiftçilerimize fide yetiştiriyoruz. Yaşam biçimimizi değiştirdik. Organik yaşam tarzımız var. Tükettiğimiz meyve ve sebzenin hepsi organik. Çiftliğimizde sizin de gördüğünüz gibi çok hayvanımız da var. Organik tarım için hayvan gübresi şart.



- Bu çiftlik dışında da kontrol altında tuttuğunuz arazileriniz var değil mi?

Bizim değil araziler. Anlaşmalı çiftçilerimiz var. 200’e yakın anlaşmalı çiftçimiz var. Anadolu’nun farklı yerlerinde bunlar.

- Hepsi organik tarım mı yapıyor?

Evet. Bizim ana işimiz bu. Sağlıkla ilgili işlerimiz var.

- Ne gibi?

Şifalı bölüm diyorum. Bitki ve meyve çayları, bitkisel proteinler yapıyoruz. Bitkisel proteinler ve soğuk sıkma yağlar insanın dışarıdan alamadığı şeyler. Bunların hepsini bir dönem yurtdışına gönderiyorduk. Şimdilerde eczanelerde de satılıyor Türkiye’de. Ama ihracat olmasa bu işi yapamayız. Kozmetik kullanılan ürünlerimiz de var. Soğuk pres yağlarımız var. Bunlar kullanılıyor. Soğuk pres dediğimiz şey tohum yağını çıkarmaktır.

- Bu çalışmaları tamamen kendi ekibinizle mi yapıyorsunuz?

Ekibimiz de var, Ege Üniversitesi’yle de çalışıyoruz.

- Siz neredeyse her şeyin yağını çıkarmışsınız...

Çok var evet. Mesela kayısı çekirdeği yağı makyaj temizleyici ve kırışıklıklara iyi geliyor. Isırgan otu hücre yeniliyor. Gençleştirici. Bu yağların hiçbiri ısıtılmaz. Altın susam kullanıyoruz.

- Çok sayıda çiftçiyle çalışıyorsunuz. Ürünleri organik ürün koşullarına uygun üretip üretmediklerini nasıl kontrol ediyorsunuz?

Türkiye’de çok kuruluş var. Biz İsviçre kuruluşuyla çalışıyoruz. Kendi bünyemizde de ziraat mühendislerimiz var. Hepsi çiftçilere eğitim verdi, veriyor. Denetimlerimizi İsviçreli kuruluş yapıyor.

Altın susamdan şİfalı yağ çıkardık

BÜKAŞ markalı ürünler İzmir’de 11 bin metrekare büyüklükteki 7 ayrı tesiste işlenerek ambalajlı hale geliyor. Çiftlikte farklı sebze ve meyveler var. Çilek ıspanağı gibi. Hem yaprakları hem meyvesi yeniliyor. Mehmet Bükey, “İlaçlarda kullanılan bitkisel yağlara çok talep alıyoruz. Anasonu Türkiye’de ilaç hammaddesi olarak ilk üreten bizdik. Altın susamdan şifalı yağı ilk çıkaran da biz olduk. Bildiğimiz susamdan farklı. Aslında bize özgü ama değer bilmiyoruz. Türkiye’de maalesef ölmekte altın susam, ekmiyorlar. Oysa bu susam yağında lesitin oranı çok yüksek. Bunun tek alıcısı Japonlar. Türkiye’ye Afrika susamları kilosu 500 liraya gelirken bizim susamın ihraç fiyatı 2 bin 500 doların altına inmez.Bükaş’ın soğuk pres yağları; soya, keten, susam, ısırganotu tohumu, kabak çekirdeği, kayısı çekirdeği, üzüm çekirdeği, defne tohumu gibi yağlar. Ayrıca granül ve toz formda protein ve lif açısından zengin, yağ içeriği düşük soya fasulyesi, keten tohumu, üzüm çekirdeği ve ısırganotu tohumlarımız da var” diyor.

Doğu Anadolu’dan yabani elma Antalya’dan kekik, defne alıyoruz

- Hangi bölgelerden ne alıyorsunuz?

Ege Bölgesi’nde şifalı otlar çok. Menemen’den Karaburun, Tire’ye... Doğu Anadolu’dan daha çok yabani elma alıyoruz. Van’da çok projemiz var. Yabani elma çok oluyor. Ekimle organik elma yapmak çok zor. Elma organizasyonumuz çok büyük. 650 ton yarı kurutulmuş elma topluyoruz. Avrupa’da parça kesim tercih ediliyor. Avrupa sallama istemiyor. Antalya’dan defne ve kekik, Maraş’tan defne alıyoruz. Tarsus’tan biberiye geliyor.

- Ne kadar alandan söz konusu?

Tahmini 12 bin dönüm alandan ürün alıyoruz. Ürünlerin bir kısmı direkt ihraç, bir kısmı da organikçilerden. Üretimimizin yüzde 90’ı organik, yüzde 10’u konvansiyonel. İç piyasada kendi üretimimiz yüzde 1 kadardır.

- Zeytinyağınız da var değil mi?

Zeytinyağ işine soğuk presle birlikte girdik. Çiftlikte ana ürün kiraz ve zeytin. t Ne kadarlık ihracatınız var?

Yılda 5-7 milyon euro arası...

Yazının devamı...

‘Şaraplarımızı Michelin yıldızlı restoranlara sokmayı hedefliyoruz’

Mey İçki’nin CEO’su Galip Yorgancıoğlu, “Şarapçılıkta hedefimiz hacim değil, biz Türkiye’nin şaraplarının tanıtımını yapmak istiyoruz” dedi. Öncelikle hedeflerinin Michelin yıldızlı restoranların şarap mönülerinde yer almak olduğunu kaydeden Yorgancıoğlu, çok önemsedikleri Amerika’ya da 7 eyalete gireceklerini vurguladı.

Şarköy’de Kayra’nın bağlarına gittik önceki gün. Mey İçki’nin CEO’su Galip Yorgancıoğlu, Kayra Şarap Kategori Bölüm Müdürü Gözdem Gürbüzatik ve Kayra şaraplarının önoloğu Daniel O’Donell’le birlikte bağları gezdik. Şarap tadımı yaptık.

Kayra şaraplarının henüz 6 yıllık bir geçmişi var ama iddiaları büyük. Kayra yola çıktıktan hemen sonra işini ‘anlaşmalı bağçılıkla’ sınırlamayıp kendi bağlarını da devreye soktu. Şarköy’deki bağlar Kayra’nın özenle geleceğe hazırladığı bağlar.

Ve önceki gün ilk kez bu bağlardan elde edilen üzümlerle yapılmış şarapları gördük.

Galip Yorgancıoğlu, “Kayra Imperial’i Londra’da ve başta Fat Duck olmak üzere birkaç ünlü restoranın listesine soktuk. Paris’te de Joel Robuchon’un şarap mönüsüne girdik. Hedefimiz Amerika’da da Michelin yıldızlı restoranlara girmek. Kayra şarapları dünyalı olacak” diye anlatmaya başladı. Gözdem Gürbüzatik Amerika’da FDA onayıyla yol alındığı hatırlatarak, 7 eyaletten izin aldıklarını söyledi.

Galip Yorgancıoğlu, “Şarapçılıkta hedefimiz hacim değil, biz Türkiye’nin şaraplarının tanıtımını yapmak istiyoruz. Bizim için Amerika çok önemli. Çünkü Amerikalılar değişime açık, yenilikleri değerlendirmek, tatmak istiyorlar” diyor.

Malum ‘Türk şarabı’ denildiğinde ne yazık ki kötü bir algı oluşuyor yabancıların zihninde. Türkiye’de tatil köylerinde, otellerde ‘ucuz şarap’ deneyimi yaşayanlar Türkiye’den çıkmış bir şarap markasını denemek istemiyor. Galip Yorgancıoğlu işte bu algıyı değiştirmeyi hedeflediklerini anlatıyor.

Şarapçılığa destek oluyor

Bunun için de öncelikle hedefleri Michelin yıldızlı restoranların şarap mönülerinde yer almak.

Fransa’da ünlü Sommelier Philippe Faubrac’ın yaptırdığı kör tadımlarda çok iyi sonuçlar aldıklarını anlatan Galip Yorgancıoğlu, “Şişeyi görmeyince daha özgür karar veriyorlar, şişeyi görünce psikolojik olarak bir etkilenme de olabiliyor. Biz bu işi Türk şarapçılığına destek için yapıyoruz” diye konuşuyor.

Mey İçki’nin şarapçılıktaki serüveni Mey İçki’nin Diageo’ya satıştan da olumlu etkilenmiş görünüyor. Diageo’nun lüks segment içkiler için ayrı bir satış kanalı var. Mey İçki Kayra’nın özel üretim şarapları için bu kanalı kullanmaya başlayacak.

Ezcümle Yorgancıoğlu yurtdışında şarap satmak dediklerinde Almanya’da yaşayan gurbetçilere şarap satmayı söylemediklerini dikkatle vurguluyor. Bizim Şarköy’de denediğimiz Kayra Versus’lar da kısa süre sonra görücüye çıkacaklar. Hedef Kayra Versus’ları da Diageo’nun lüks içkiler için kullandığı farklı satış kanalında ünlü lüks restoranların şarap mönülerine sokmak. Gelelim Şarköy Dedeçeşme Bağı’nda Kayra Versus’lara...

Öncelikle yazmak isterim; Daniel O’Donell Kayra’nın şarap bağlarının başındaki isim. İşin sırrını anlatırken çok mütevazı davranıyor: “Bizim işin yüzde 95’i bağdaki üzümdür” diyor. Bağ çok muntazam. Her sıra numaralandırılmış. Farklı üzümleri ve farklı zamanlarda toplanmış üzümleri tadıyoruz önce. Sonra da farklı sıralardan toplanmış üzümlerle yapılmış örnekleri deniyoruz. İşte o noktada Daniel O’Donell’in yaptığı işin önemini anlıyoruz. Şarap uzmanı değilim, bu konuyu uzmanlarına bırakayım ama şunu söylemeliyim Daniel O’Donell ve ekip arkadaşlarının işlerine olan aşklarına hayran kaldım.

Karbon ayak izimiz için ağaç dikildi

ÖNCEKİ hafta Unilever’in Knorr markasının Almanya’daki merkezine gitmiştik. Sürdürülebilir Yaşam programı kapsamında Knorr’un aldığı yolu ve Türkiye’deki çiftçilerle bundan sonra nasıl yol alınacağını dinlemiştik. Knorr bu yolculukta oluşan ‘karbon ayak izimizi’ silmek için İzmir Urla Hatıra Ormanı’na katılan kişiler adına 5’er ağaç dikti. TEMA Ormanı’nda kızılçam, yalancı akasya, selvi ağaçlarımız oldu.

Paris ve Londra’ya girdi

KAYRA’NIN Şarköy’de beyaz ve kırmızı olmak üzere iki bağı var. Sauvignon Blanc, Chardonnay, Viogner, Misket beyaz bağda, kırmızı bağda ise Syrah, Merlot, Cabernet Franc üzümleri var. Bu bağlarda yetişen Cabernet Franc üzümleriyle apılan Cabernet Franc monosepaj şarabı oldu.

Kayra Imperial, Kayra Vintage ve Buzbağ Rezerv şaraplarıyla Londra’da Fat Duck, L’etranger ve Hakkasan’da, Paris’te ise La Table de Joel Rebouchon, Bistrot du Sommelier ce La Ceva de Joel Rebouchon’un mönülerine girmişti.

Yazının devamı...

Parfümlü ve ince gösteren kumaşlar üretiyoruz, dünya devlerine tasarım yapıyoruz

Ege Bölgesi’nde faaliyet gösteren tekstil ve konfeksiyon şirketi Sun Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Sabri Ünlütürk, teknik tekstilde iddialı konuşuyor. Sun Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sabri Ünlütürk, “Otomobil ve uçak koltukları için 3 boyutlu kumaş ürettik, sünger yerine kullanılacak. Bu malzemeyle koltukları inceltmeleri mümkün olacak. Bu da arabada iç hacmi büyütecek, araba hafifleyecek. Uçak koltuklarında kullanmaya başlandı” diyor. Sun Tekstil, Zara, Marks&Spencer, TopShop gibi dünyanın önde gelen markaları için hem üretim, hem de tasarım yapıyor.

Sun Holding Ege Bölgesi’nin tekstil ve konfeksiyon alanında önde gelen şirketlerinden biri. Sun Holding çatısı altında Ekoten A.Ş, Sun Tekstil ve Jimmy Key markası var. Başta Avrupa olmak üzere üretiminin büyük bölümünü ihraç eden Sun Tekstil dünya devi markalara yalnızca üretim yapmakla kalmıyor, tasarım da yapıyor. Ayrıca şirketin Pure Nature adlı markası teknik tekstilde hızla büyüyor. Zayıflatan, ince gösteren, parfümlü kumaşlar üretiyorlar.

Türkiye’nin ilk 500 sanayi şirketinden biri olan Sun Holding son olarak da otomobil ve uçak koltukları için 3 boyutlu kumaş üretti. Sun Holding’in Torbalı’daki üretim tesislerini gezdim. Nakış atölyelerinden boyahaneye kadar tekstil üzerine her şey var tesislerde. Ar-Ge ve tasarım bölümleri de aynı tesisin içinde.

- Kardeşinizle birlikte işi kurdunuz. Tekstil mi okudunuz?

3 kardeşiz. Bir kız kardeşimiz de var. Kendisi eğitimci. Abim Şükrü Ünlütürk’le birlikte kurduk şirketi. Ben Jeoloji mühendisiyim. Jeoloji mühendisliği yapmak o dönemde zordu. Ege Üniversitesi mezunuyum. Tekstili de bilmiyorduk. Abim de ODTÜ Maden Mühendisliği’nden mezundur. 1987 yılında Sun Tekstil’i kurduk.

- Tekstille ilgili deneyiminiz hiç yoktu...

Bir süre profesyonel çalışmıştık. Şirketi tamamen ihracat yapmayı düşünerek kurduk. Adını da bu yüzden Sun koymuştuk. İlk akla gelen ihracat yeri de o dönemde Almanya’ydı. Biz de orayı hedefledik. Küçüçük bir atölye kurduk. 10 çalışanımız , 6-7 dikiş makinemiz vardı. Çok çalıştık. Çok koşturduk. İş de hızlı büyüdü. 1990’lı yıllarda 1 milyon dolar ciroya ulaşmıştık. Çalışan sayımız 100’ün üzerine çıkmıştı. Almanya’nın en büyük mağaza zincirlerine üretim yapıyorduk.

- Sun Tekstil’in çalışmalarına baktım. Çok sayıda markayla çalışır hale geldiniz. Başarı öykünüzde bu markalara üretim yapan olmak önemli bir yer tutuyor...

Evet. 1990’lı yıllarda oldu bu. Adidas ve Tommy Hilfiger gibi markalara üretim yapar olduk. Şu an onlara yapmıyoruz. Isıyı muhafaza eden, ısıyı koruyan kumaşlar üretmeye başladık. Koruyucu giysiler dediğimiz itfayicilere, askerlere, polislere yönelik kumaş üretimleri vardı yurtdışında. Biz de onları takip ettik. Teknik tekstile de odaklandık. Şu an üretimimizin yüzde 5’i tekstil. Biz 1990’ların başında potansiyelleri iyi değerlendirdik. Amerika’nın iyi markalarına üretim yapar olduk. O dönemde iyi müşterilerimiz olmuştu. Onların getirdiği modelleri yapardık.

Değişimi gördük

- Tasarım yapmaya nasıl başladınız?

Biz değişimi gördük. Yalnızca müşterinin taleplerini yapar olmanın geleceğinin olmadığını gördük. Tasarımı buradan kavramak da kolay değildi başlarda. Biz de bilmiyorduk. Çok destek aldık yurtdışından. Kendi koleksiyonlarımızı yapar olduk. Müşterilerimize ürün göstermeye başladık. 1995-2000 arası Adidas, Tommy Hilfiger çok iyi müşterilerimizdi. Biz o dönemde şunu gördük. Bir Çinli’yle benim aramda fark yok. Çok sayıda üretim yapıyoruz. 8 ay önceden sipariş alıyorduk. Rekabetçi üstünlük sağlayamıyorduk. Biz nasıl rekabetçi üstünlük yaratırız diye baktık.

-Diesel ve Zara’yla çalıştınız sanırım.

Doğru. Diesel bize çok şey öğretti. Onlara çok şey yaptık. Hala da Diesel’le işimiz devam ediyor. Ama bizim işimiz çok büyüdüğü için genel büyüklük içindeki oranı düştü. Biz 2000 krizinden sonra şunu gördük. İyi koleksiyon, müşteriye yakınlık ve düzenli hizmet vermek avantaj. Hemen tasarım ekibini büyüttük.

-Torbalı’da mıydı tesisleriniz hep?

Hayır. Çiğli’deydik. Orası yetmedi. Burada boyahaneyi aldık. Torbalı’da büyüdük. Çalışanlarımız için başta zor oldu ama İstanbulla kıyasladığımızda İstanbul’da şehir içi işe gitmek gibi. Personelimiz bir saatte işe geliyor. Ben ve eşim de her gün Karşıyaka’dan işe geliyoruz. Burada kumaş fabrikamız, boyahanemiz var. Tasarım ekibimiz, Ar-Ge’miz hepsi burada. Biz bu tesisi kurduktan sonra hızlı üretim yapan büyüklere yöneldik. Bunlardan biri Zara.

- Dünyanın her yerinde o zaman ürünleriniz...

Evet öyle. Uzun zamandır Zara’nın önemli üreticilerinden biriyiz. 2005’e kadar tasarımlardan çok şey satamadık ama tasarım kültürünü öğrendik. Müşterilerimiz de bize bu firma tasarım yapar gözüyle bakmaya başladı. Son 5-6 yıldır Zara’nın pantolon tasarımlarını ve üretimlerinin büyük bölümünü biz yapıyoruz.

- Tasarımlarınızı müşterilere göre hazırlıyorsunuz sanırım...

Evet. Gezerken gördünüz. Tasarım grupları da farklı. TopShop için üretenle Zara farklı. Marks&Spencer da farklı. Tüm müşterilere ayda 500 farklı model yapıyoruz.

- İş dışında ne yaparsınız?

Ailece yelken yapıyoruz. Son olarak Urla yarışlarına katıldık. Tutkumuz deniz. Tatil fırsatlarını değerlendiriyoruz. Kayak tatili de yapıyoruz.

Zara’ya tasarım yapıyoruz H&M’e kumaş satıyoruz

- Kaç müşteriniz var?

Müşterilerimiz çok fazla değil artık, biz müşterilerimize büyük ölçekte iş yapıyoruz. Diesel, Next, Topshop, Marks&Spencer, Zara müşterimiz. İngiltere’de ofisimiz açılacak yakında. İspanya’da da tasarımcılarımız var. H&M’e kumaş satıyoruz, tasarım yapmıyoruz. Hem Zara, hem H&M’e tasarım yapmak kolay değil.

- İşin sırrı ne? Nasıl bu kadar çok markayı bağladınız?

Çok çalışmak başta geliyor. Yenilikleri takip etmek. Ve artık sezon diye bir şey yok, çok sayıda koleksiyon oluşturmak gerekiyor. Son 20 yılda giysi fiyatları geriledi. 1990’lı yıllarda giysi harcamaları daha yüksekti. Rekabet çok arttı. Erişilebilirlik arttı.

- Jimmy Key markası da sizin çatınız altında doğdu. Hedefiniz?

Abim ve eşi o işle daha çok ilgili. 40 mağazamız var. Ukrayna’da 9 mağazamız oldu.

3 boyutlu kumaşlarımız uçak koltuklarında kullanılıyor

-Pre Nature diye de bir markanız var...

Sağlığa yönelik bir marka bu. Mikrokapsül teknolojisini kullanıyoruz. İncelten, selülit giderici kumaşlar üretiyoruz. Parfümlü, ütüye ihtiyaç duymayan Ekoter tarafımızda teknik tekstil hep vardı. Önce ütü tutmayan leke tutmayan kumaşlarla başladık. Bazı kumaşlar var mürekkep dökseniz bile leke tutmuyor. Şarap döküyorsunuz üzerinde damla duruyor. Peçeteyle siliyorsunuz hiç bir şey olmuyor. Giysi dışına çıkmaya da karar verdik. Konfor vermek istedik. Tayt giydiğinde farklı bir şey hissetsin istedik. Kozmetik özellikli kumaşlar ve giysi tasarımları hazırladık. Ar-Ge’yle uğraşmaya başladık. Üniversitelerle yoğun işbirliğimiz var. Ege Bölgesi’nde işbirliği yapmadığımız üniversite kalmadı. Başta Ege ve 9 Eylül Üniversiteleri olmak üzere tekstille ilgili eğitim veren 18 üniversiteyle de işbirliği yaptık.

-Ar-Ge merkezinizde kaç kişi çalışıyor?

57 kişi çalışıyor. 10 civarında devlet destekli projemiz var. TÜBİTAK ve AB destekli projelerimiz var. Antibakteriyel kumaş projelerimiz var. Arıtma verimliliği projemiz var.

-3 boyutlu kumaş üretmişsiniz. Nerede kullanılacak?

3 boyutlu kumaş ürettik. Üst segment otomobillerde kullanılacak. Hava kanallı kumaş. Farklı kalınlıkları var. Bu kumaşlar kaplama amaçlı. Yavaş yavaş süngerin yerini alacak. Kalınlığı daha uygun. Bu yapı ısıtma ve soğutma için daha uygun ve hafif. Bu malzemeyle koltukları inceltmeleri mümkün olacak. Bu da arabada iç hacmi büyütecek, araba hafifleyecek. Uçak koltuklarında kullanmaya başlandı. Lufthansa kullanıyor buna benzer bir malzemeyi. Biz Hollandalı bir şirketle birlikte yapıyoruz bu kumaşları. Onlarla işbirliğimiz var.

İşleri eşlerimizle birlikte yürütüyoruz

-Aile Anayasanız var mı?

Aile Anayasamız var. Abimin iki çocuğu benim de bir kızım var. Çocuklar eğitim aldıktan sonra buranın dışında 3 yıl başka bir şirkette çalışmak zorundalar. Elvan Hanım, eşim Sun Tekstil genel müdürü. Ben Holding ve Ekoten A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürütüyorum. Şükrü Bey Sun Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı. Eşi Günseli Hanım Jimmy Key’in Genel Müdürü. Şükrü Bey de o işle de çok ilgili. İyi bir ekibiz. Yıllardır eşlerimizle birlikte işlerimizi yürütüyoruz. Çok değerli profesyonel kadrolarımız da var.

-Kadın çalışanınız çok sanırım. Tesisi gezerken çok dikkatimi çekti.

Sun Tekstil, Amazonlar gibi. Çok sayıda kadın çalışıyor. Burada 100’den fazla mühendis çalışıyor. Genç mühendis arkadaşlarımızın yanı sıra 25 yıllık bir şirkette 15-20 yıldır çalışanlarımız var.

-Yıllık cironuz ne kadardı geçen yıl?

Konfeksiyon geçen sene 72 milyon euro, Ekoten’in 68 milyon euro oldu. Sun Tekstil ilk 500 sanayi şirketi sıralamasında 460 gibi bir yerde. Konsolide olsak 250 gibi bir yerlerde olacağız. Ama şirketler ayrı değerlendiriliyor.

Yazının devamı...

Çorba devi Knorr sürdürülebilir tarım yapan çiftçilerle çalışacak

Unilever Gıda Pazarlamadan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Seçkin, Knorr’un 2015 yılına kadar tüm ürünlerini sürdürülebilir tarım yapan çiftçilerden alacağını açıkladı. Seçkin, “Türkiye’den yılda 20 bin ton sebze alıyoruz. Kimyasal madde kullanmayan, biyoçeşitliliği koruyan, doğru sulama ve gübreleme yapan çiftçilerle çalışacağız” dedi.

DÜNYADA 1 milyar insan açlık çekiyor. Dünya nüfusu artıyor ve doğal kaynakları yerine koyamayacağımız şekilde tüketmeye de devam ediyoruz. Global şirketler bir süredir ‘büyümek’ için sürdürülebilir bir yaşamın gerekli olduğu gerçeğinden hareketle değişim için düğmeye bastılar. Ve bizler de sık sık ‘sürdürülebilir bir yaşam’ sözünü duymaya başladık.

Geçen hafta dünya devi Unilever’in Knorr markasının doğduğu Almanya’nın Heilbronn şehrindeki merkezindeydik.

Unilever’in 190 ülkede 400’den fazla markası var. Her gün 2 milyar insanın evine Unilever ürünleri giriyor. 158 yıllık Knorr markasını Unilever 2000 yılında 23 milyar dolara almıştı. Knorr Unilever’in bulyonları, çeşnileri, sosları ve çorbalarıyla en bilinen markalarından biri.

Unilever yönetiminin başına gelen Ceo Paul Polman’ın öncülüğünde 2 yıl önce Sürdürülebilir Yaşam Planı’nı açıklandı. Doğal kaynakların kullanımı ve tüketicilerin bilinçlendirilmesi konusunda Unilever seferberlik ilan etti, bir iş planı ortaya çıktı. Bu planı 2011 yılında Türkiye’de de dinledik. Bu hafta da Unilever Gıda Pazarlamadan sorumlu Yönetim Kurulu üyesi Mustafa Seçkin ve ekibiyle Unilever’in Knorr markasıyla başlattığı Sürdürülebilir Tarım Seferberliğinin aldığı yolu değerlendik.

Sürdürülebilirlik çok geniş bir kavram. Elimizdeki paketli ürüne baktığımız anda ürünün tüm gelişim süreçlerini tek tek masaya yatırmak gerekiyor.

Bu süreci Mustafa Seçkin anlattı. Knorr markasıyla bir yılda geldikleri noktayı açıkladı. Yapılanlar Türkiye tarımıyla direkt ilgili. Knorr markası Türkiye’de 25 tedarikçi, 4 bin çiftçiyle çalışıyor. Sürdürülebilir Tarım Seferberliği kapsamında yayınladıkları Sürdürülebilir Tarım Tüzüğüyle birlikte toprak analizlerinden gübre ve su kullanımına, atıkların yönetiminden biyoçeşitliliği destekleyen faaliyetlere kadar bir dizi önlem getiriyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’yla (WWF) işbirliği yapan Unilever aynı zamanda çiftçilere eğitim de veriyor. Çiftçilerin ‘sürdürülebilir tarım’ yapıp yapmadıklarını bağımsız denetleme kuruluşları kontrol ediyor. Mustafa Seçkin, Unilever’in 2020 yılına kadar koyduğu sürdürülebilirlik hedeflerine Knorr markasıyla Türkiye’de 2015’e kadar ulaşacaklarını söylüyor.

Heilbronn’daki merkezde Mustafa Seçkin’i dinlerken Knorr’un ürünlerindeki değişimi de yerinde gördük. Knorr ürünleriyle oluşturulan mönüleri hazırlamak için de mutfağa girdik. Sürdürülebilir Tarım Politikaları’nın yanı sıra, ‘ürünlerin içinde neler var?, ‘hazır gıdalardaki tuz, şeker oranları ne kadar?’ gidi sorulara da yanıt aradık.

Unilever ‘sürdürülebilirlik’ yolunda yalnızca Knorr markasıyla yürümüyor. Her markasının böyle bir yolculuğu var. Biz Almanya’da Knorr’u dinledik. Bu konularda gerçek başarı nasıl yakalanır? diye bakarsak, Unilever kendi alanları konusunda iddialı ve emin adımlarla ilerliyor görünüyor. Umarız bunu diğer şirketler de izler. En önemlisi ise tüketicinin bilinçlenmesi. Mustafa Seçkin, ‘Bizi en iyi çocuklar anlayacak. Onlar başka bir dünyaya doğdu’ diyor.

80 milyar euro ciro hedefliyor

-Unilever’in 46.5 milyar euro cirosu var. Unilever’in hedefi bunu 80 milyar euro yapmak. Bunu yaparken de yani işi iki misline büyütürken ayak izini yarı yarıya düşürmek.

-Unilever’in 14 kategoride 400 farklı ürünü var. Domestos, Dove, Knorr, Elidor, Lipton, Algida, Omo, Becel markalarından bazıları

-Sürdürülebilir Yaşam Planı kapsamında Unilever önce tüm fabrikalarını, atıklarını, karbon emisyonlarını hesapladı. Hatırlatmakta yarar var Unilever’in Türkiye’deki merkezi ‘yeşil bina’

40 ülkede pazar lideri

-Knorr 87 ülkede var, 40 ülkede pazar lideri.

-Knorr çorbalar 2 yıl nasıl dayanıyor? sorusunu çok alıyoruz. Bunu en güzel tarhanayla anlatıyoruz. İçine koyduğumuz her şeyi kurutuyoruz ve hava, nem, ışıktan koruyoruz. Bakteri üremiyor. Ambalajlarımız 3 katlı. Koruyucu madde yok.

-Knorr bir süre önce ürünlerinden mono sodyum glutamat’i (MSG) çıkardı.

-Knorr dünyadaki domatesin yüzde 6’sını alıyor. Çorbalarında 72 farklı ürün kullanıyor.

-2020 yılına kadar Knorr, kullandığı 1.2 milyon ton sebzenin yüzde 100’ünü sürdürülebilir kaynaklardan alacak.

-Türkiye’de granül teknolojisi olmadığı için sarımsağı ithal ediyoruz.

-Türkiye’de de yurtdışında da GDO’lu ürün kullanmıyoruz.

Yılda 20 bin ton sebze ve baharat alıyor

-Türkiye’de 20 bin ton sebze ve baharat alıyor her yıl Knorr. 25 tedarikçi 4 bin çiftçiyle çalışıyor.

-Knorr bir yıldır yaptığı çalışmalarla kullandığı ürünlerin yüzde 50’sini sürdürülebilir kaynaklardan aldı. En çok domates, soğan, kekik, defne kullanılıyor çorbalarda.

-Çiftçilere eğitimi WWF veriyor. Çiftçiler bağımsız denetleme kuruluşları tarafından denetleniyor.

-Doğru gübreleme yapmak Türkiye’de büyük sorun. Toprak analiziyle işe başlanılıyor. Örneğin 1300 dekar soğan tarlasında toprak analizi yaparak yüzde 10 gübre kullanımı azaldı... Bir örnek daha, ilaçlamaları azaltıyoruz. İlaçlamadan önce çapalama yapmak gerekiyor.

-Unilever sürdürülebilirlik çalışmaları kapsamında bir fon oluşturdu. Her yıl bu fona 2 milyon Euro ilave ediliyor. Bunun 1 milyon eurosunu Unilever, diğer yarısını da tedarikçiler ekliyor. Türkiye’de bu yıl bu fondan ayrılan kaynakla Denizli’de kekik tarlaları desteklendi.

-Türkiye’de 2015’e kadar tarımsal ürünlerin hepsi yüzde 100’ü sürdürülebilir kaynaklardan elde edilecek.

Trans yağı kaldırdık, tuzu ve şekeri düşürdük

Knorr’un toplantısında Beslenme ve Sağlık Müdürü Dr. Diyetisyen Berat Nursal Tosun da ürünlede yapılan değişikliklere neden gerek duyduklarını şöyle özetledi: “Dünyada 10 kişiden biri obez. 1 milyar insan da aç. Türkiye’de her 3 kişiden biri obez. Doymuş yağ içeriklerini, sodyum, şeker, tuz oranını, trans yağ kullanımını ve kalori miktarını masaya yatırdık. Çorbalardaki tuz miktarı yüzde 21 düşürüldü. Mayonezlerde doymuş yağ içeriği yüzde 40 azaltıldı. Margarinden trans yağı çıkarıldı. Algida’nın çocuklara yönelik dondurmalarına 110 kalori sınırı getirildi.

Yazının devamı...

10 liralık çiftlik balığını deniz levreği diye 70 liraya satıyorlar

Uzun süredir balıkçılık işine yoğunlaşan duayen sanayici Selçuk Yaşar, bugüne kadar hiçbir sektörde bu kadar zorlanmadığını anlattı. Tüketicilere uyarılarda bulunan Yaşar, “Deniz çipurası ve levreği diye gördüklerinize inanmayın. Restoran sahipleri maalesef bizim bin bir emekle yetiştirdiğimiz ve 3 kuruşa sattığımız balıkları fiyatını katlayarak satıyor. Restoranlarda gördüklerinizin hepsi çiftlik levreği ve çipurası. 10 liraya satacaklarken 70 liraya satıyorlar” dedi.

Selçuk Yaşar, Türkiye’nin önde gelen sanayicilerinden biri. İlklere imza atmış bir işadamı. 1925 doğumlu. Yani 87 yaşında. Kendisiyle Çeşme Ildırı’daki Çamlı Deniz Ürünleri İşletmesi’nde buluştuk. Çamlı, Türkiye’nin ilk balık çiftliği. Bizim de röportaj konumuz balıkçılıktı. Selçuk Yaşar, çok uzun zamandan beri diğer şirketlerindeki işleri kızı İdil Yiğitbaşı’na ve profesyonellere emanet etti. Balıkçılığa odaklandı. Hatırlatmakta yarar var. İzmir’in önde gelen sanayicisi Selçuk Yaşar, Rodos doğumlu. Ada çocuğu. ‘Deniz kokusu olmadan yaşayamam’ diyenlerden. Sanayiciliğe ömrünü vermiş biri. İzmir Kemeraltı’nda küçücük bir dükkanda başlayan iş hayatında DYO, Pınar, Tuborg gibi markaları hayata geçirdi, öncü kişiliğiyle biliniyor. Her hafta Cumartesi günleri Ildırı’daki tesisini gezdiğini, ekibiyle toplantılar yaptığını öğrendim. Selçuk Yaşar, deneyimlerini aktarmak için de bir süredir kitaplar çıkarıyor. Son kitabını da bu ay çıkardı. ‘Çipura ve Levrek Sektörü Ülkemiz İçin Stratejiktir’ adlı kitabı sektörle ilgili son durumu ortaya koyuyor. Selçuk Yaşar’a, “Balık çiftlikleri denizi kirletiyor” dedim, bana “İşimizi iyi yapıyoruz, bu yanlış bir bilgi” dedi. Dalmadım ama çevrede bir kirlilik de görmedim. Deniz pırıl pırıldı. Görüşmemizde çalışma arkadaşları Yaşar Holding Tarım-Hayvancılık-Balıkçılık Grubu Başkanı Hasan Girenes, Çamlı Deniz Ürünleri İşletmesi Balık İş Kolu Başkanlık Danışmanı Halil Kırmacı, diğer danışmanı Halil Tekşal ve İletişim Danışmanı Hakan Atis de vardı.

İlkleri gerçekleştirmek zor

Selçuk Yaşar röportajda, “Bunca iş yaptım. Türkiye’de ilkleri gerçekleştirmek zordur. Onları yapmak için çabaladık. Bir zamanlar 50’nin üzerinde şirketim vardı. Şimdi de 22 şirketimiz var. Ne Pınar ne DYO beni yordu. Beni en çok balıkçılık zorladı. Türkiye’de herkes balık yesin, akıllı bireyler yetişsin istedim. Türkiye balıkçılıkta büyüsün istedim. Balıkçılığı Türkiye’ye anlatamadık. 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülkede balıkçılıkta istenilen noktaya gelemedik. Buna çok üzülüyorum” dedi. Sahilde buluştuk. Yanıbaşımızdaki akvaryumda çipuralar, levrekler, ahtapot vardı. Sohbete ortak noktamızdan başladık. Ben de Selçuk Yaşar gibi Karşıyakalıyım. Çocukluğumda sık sık evlerinin önünden geçerdim. O zamanlar DYO ve Pınar’ın sahibinin evi diye bildiğimiz yer, şimdilerde müze oldu. Selçuk Yaşar hâlâ Karşıyaka’da oturuyor. Tamamen bir tesadüf eseri Çeşme’de Selçuk Yaşar’ın yaz aylarında çocuklarını büyüttüğü eski evinde ben de kızımı büyütüyorum. Aman yanlış anlaşılmasın dediğim gibi tamamen tesadüf.

- Balık çiftliği kurmak nasıl aklınıza geldi?

Bu işe 1985 yılında başladım. 1980’lerde de bunun üzerine çalışmaya başlamıştık. Çok araştırdım. ‘İlk nereden duydum, öğrendim’ diye merak ediyorsun. Bira işinde de biz ilki yaptık. Türkiye’nin ilk özel sektör birası Tuborg. Ben o işi Danimarkalı ortaklarla yaptım. Oraya gidip gelirken balık çifliklerini, kültür balıkçılığını öğrendim. O gün bugündür uğraşıyoruz. Bir türlü bu işin önemini anlatamadık. Yeni düzenlemeyle balık çiftlikleri için kıyıdan 1.1 kilometre uzaklık zorunluluğu getirdiler. Bu olmaz. Yanlış yapılıyor.

- “AB standartları gelsin” diyorsunuz. AB’de durum nasıl?

AB’de 1.1 kilometre şartı yok. Norveç’te akıntı hızına bakılıyor. Türkiye’de 1.1 km sabit hale geldi. Türkiye’nin Avrupa’ya ihracat edebildiği tek et ürünü balık. Levrek ve çipuranın rakibi yok. Okyanusta yetişmez. Yeri Akdeniz. Bizim buraya araştırmacılar, uzmanlar geldi. Suyun değerlerine bakıyorlar. Bizim bu suyu kirletmediğimiz ortada.

- Burada yılda ne kadar balık üretiliyor?

Şu an 5500 ton. Hedefimiz 10 bin ton. Gönlümden geçen 30 bin ton.

Pis suda balık yaşamaz

- Türkiye’de nasıl rakamlar?

Hasan Girenes: 80 bin ton çipura, levrek, 100 bin ton Alabalık üretimi var. Yunanistan’da çipura, levrek 120 bin ton üretiliyor. Alabalık üretiminde dünyada ikinciyiz. 500 milyon dolarlık ihracatımız var, et ve tavuk ihracatından daha fazla. Bu arada AB ülkelerine gönderiyoruz balıkları. Ayrıca Türkiye hem üreten hem de tüketen bir ülke. Yunanistan’ın nüfusu az, bu yüzden de balık tüketimi az. Üretiminin çoğunu ihraç ediyor Yunanistan. Türkiye’nin nüfusu fazla. Hem tüketen hem de ihraç eden bir ülke. Bir taraftan da Türkiye çipura, levrek ve alabalık üreten tek ülke. Türkiye’de ne yazık ki balık tüketimi düşük. Çabamız var yükselmesi için. Önümüzdeki yılların konusu açlık, protein eksikliği. Gıda güvencesi konusu önemli bir sorun. Türkiye’nin üretebilme potansiyeli var, bu yüzden çok önemli. Balık çiftliklerinin desteklenmesi lazım. Çevre Bakanlığı sitesinde denizi kirleticileri koydu sıraladı. Sanayi, tekneler, yazlıklar, oteller kirletiyor. 14 kirletici vardı, 14’üncü balık çiftlikleriydi. Bu kaldırıldı. Çünkü bunun olmadığını ispatladık.

Selçuk Yaşar: Balık temiz su ister. Doğası böyle. Pis suda balık yaşamaz. 2002-2007 yılında 5 yıllık izleme yaptırdık. Profesörlerin imzası var. Siz de görüyorsunuz. Biz herkes balık yesin istiyoruz.

Hasan Girenes: Çiftlik balığı üretilmeseydi kimse balık yiyemeyecekti. Kıymetli bir proteine ulaşımı kolaylaştırıyoruz. Hükümet obeziteyle mücadele kampanyası başlattı. Balık çok önemli değil mi? Omega 3 en yüksek nitelikli protein... Biz balık pansiyonculuğu yapıyoruz.

- Restoranlarda çipura ve levrek de hep karşımıza iki seçenek olarak çıkıyor. Çiftlik çipurası mı deniz çipurası mı? diye soruyor balıkçılar. Arada da fiyat farkı var. Öncelikle nasıl ayırabiliriz çiftlik ve deniz balığını? Ve ne farkı var?

Deniz çipurası ve levreği diye gördüklerinize inanmayın. Kalkan vardır denizde ama diğerleri yalan. Çipura ve levrek yok. Seçiyorlar bizim kasalardan ‘Bu deniz levreği’ diyorlar. Restoran sahipleri maalesef bizim binbir emekle yetiştirdiğimiz ve 3 kuruşa sattığımız balıkları deniz çipurası ve deniz levreği diye fiyatını katlayarak satıyor. İnanmayın. Restoranlarda gördüklerinizin hepsi çiftlik levreği ve çipurası. 10 liraya satacaklarken 70 liraya satıyorlar.

Yunanistan’a yavru balığı ben verdim, şimdi kat kat üzerimizde üretim yapıyorlar

- Balık çiftlikleri denizi kirletmiyor mu?

Bu yanlış. Burası pis mi? Bak denize. Sizin gazeteden Ercan İnan da burada daldı, o da gördü. Denizi kirletmiyoruz.

- Biliyorum. Balık çiftlikleri denizleri kirletiyor diye sınırlamar getiriliyor...

Burada siteler var. Bir dönem bize de burada kampanya oldu. Her partiden milletvekilinin evi var burada. Onlar bir dönem bizle çok uğraştı. Balık çiftliklerinin baş düşmanı oldular. Geçenlerde Muhtar Kent geldi. O da Yunanistan’daki balık çiftliklerini anlattı. Her gün Sakız Adası’ndan tonlarca balık gidiyor Amerika’ya. Hepsi oradaki çiftliklerden. Ben bu işe 1985 yılında başladım. Yunanistan’a yavru balığı ben verdim. Şimdi bizim kat kat üzerimizde üretim yapıyorlar.

- Onlar hızla büyürken biz geride kaldık diyorsunuz...

Evet. Ama ben kendim balıkçıyım. Olta balıkçılığı yaptım buralarda. İlk Ceylan Yatı benimdir Türkiye’nin. Ben denizleri kirletecek bir iş yapar mıyım? Biz ilk olarak İngilizleri danışman aldık. Benim teknemle 1984’de buraları taradık. Aslında çalışmaya da 1980’de başlamıştık. Yere İngilizlerle karar verdik. İngiltere Sterling Üniversitesi’nden geldi uzmanlar. Tüm teknolojiyi de oradan aldık.

Hasan Girenes: Gördüğünüz çiftlik Türkiye’de ilk. Çipura ve levrek entegre tesisi olarak Akdeniz Havzası’nda ilkti. Diğer ülkeler daha sonra girdi bu işe.

Selçuk Yaşar: Akdeniz kıyısında artık her yerde yapılıyor.

Ben yavru balık verdim her yere.

- Derinlik sınırlaması da var balık çiftlikleri için. Siz uzaklık 1.1 kilometre olmamalı diyorsunuz, derinlik nedeniyle olabilir mi?

Siz kirlettiğimizi düşünüyorsunuz. Ben size ‘hayır işimizi iyi yapıyoruz’ diyorum. Hükümet ve bürokratlar bu işi bilmiyor. Ne yazık ki balıkçılık çok büyüyecekken yanlış kararlar nedeniyle ilerleyemedik. Çevre Komsiyonu üyesi milletvekilleri geldi bu tesise. Burayı çok beğendiler ama kararlar değişmedi.

Balıkçılıkta zorlandığım kadar hiçbir sektörde zorlanmadım

- Siz şu anda tüm enerjinizi balıkçılık işine veriyorsunuz. Son olarak yeni bir kitabınız da çıktı. Bunca yıldır çok sayıda ve başarılı girişimde bulundunuz. Türkiye’nin en yüksek marka değeri olan şirketlerine imza attınız. Balıkçılık, bu son girişiminiz, siz bu işte ne öğrendiniz?

Ne DYO ne de Pınar... Ormanlardan reçineyi ilk ben çıkardım. O zaman kadar Yunanistan’dan reçine ithal ediliyordu. Biz 10 bin ton reçine çıkardık zamanında. Bu iş beni üzdü ve yordu. Balıkçılıkta zorlandığım kadar hiçbir sektörde zorlanmadım. Balığa çok masraf yaptım, önem verdim.

- “İzmir geri kaldı, İzmir’de iş hayatı gelişmedi” diyenlere bir sözünüz var mı?

Çok söz var... Sanırım İzmirli iş dünyası siyaseti iyi okuyamadı.

- Siz hiç İzmir’i bırakıp İstanbul’a yerleşmeyi düşündünüz mü?

Asla. Hiç aklıma gelmedi. İstanbul’da çok işlerimiz, yatırımlarımız var ama düşünmedim. Ben İzmir’i bırakamam.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.