Şampiy10
Magazin
Gündem

Sabancı, Ford ve Buffett ‘Çocuk Gelinler’i aynı platformda destekliyor

Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, ‘Çocuk Gelinler’ projesine bu yıl da destek vereceklerini açıkladı. Sabancı Vakfı’nın kadınlar, engelliler ve gençlere yönelik projelere bu yıl ayırdığı kaynak ise 1.2 milyon lira oldu. Girls Not Bride platformunun çalışmaları hakkında da bilgi veren Sabancı bu platformu destekleyen vakıflar arasında Ford Vakfı ve Warren Buffett’ın vakfının olduğunu da belirtti.

Sabancı Vakfı, 4 yıldır kadınlar, engelliler ve gençlere yönelik hibe veriyor. Farklı illerden ve sivil toplum örgütlerinden gelen ‘toplumsal dönüşümü’ sağlayacak projeleri destekliyor. Geçen yıl üzerinde çok konuştuğumuz ve ne yazık ki Türkiye’nin önemli sorunlarından biri olan ‘Çocuk Gelinler’ projesi de Uçan Süpürge kadın örgütü tarafından yürütülen bir projeydi. Bu projeye Sabancı Vakfı da destek çıktı. ‘Çocuk Gelinler’ konusunu devlet de gündeme aldı. Kadından ve Aileden Sorumlu Bakan’ın da devreye girmesi sağlandı. Daha da önemlisi ‘Çocuk Gelinler’ konusunu Türkiye artık uluslararası platformlara da taşıyor. Çünkü ‘Çocuk Gelinler’ sorunu yalnızca Türkiye’de yok. Dünyanın farklı coğrafyalarında çocuk yaşta kızlar evlendiriliyor, satılıyor.

Önceki akşam Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’nın davetiyle bir araya geldik. Güler Sabancı, Sabancı Vakfı ekibiyle birlikte bizlere bu yıl destek vermeye başladıkları projeleri açıkladı. ‘Çocuk Gelinler’den söz ederek konuya girmemin nedeni de projenin bu yıl da desteklenmeye devam ediliyor olması.



Uluslararası destek de var

Kadın sorunlarına duyarlılığıyla bildiğimiz Güler Sabancı, bu sorunun peşini bırakmıyor. Sohbetimiz sırasında Girls Not Bride platformunun çalışmalarını da öğrendik. Bu platformu destekleyen vakıflar arasında Ford Vakfı ve Warren Buffett’ın Vakfı da var.

Güler Sabancı, dünyadaki vakıfçılık ve filantropi sektörünü yakından takip ediyor. Bildiğiniz gibi hem Sabancı Vakfı hem de Güler Sabancı bu özellikleriyle de çok sayıda önemli ödül de aldı.

Güler Sabancı, sohbetimiz sırasında kadınlara mikro kredi uygulamasını başlatan Nobel ödüllü profesör Muhammed Yunus’un ‘Çocuk Gelinler’le ilgili söylediklerini de anlattı. Girls Not Brides platformunda Yunus deneyimlerini şöyle aktarmış: “Çocuk yaşındaki kızlar Bangladeş’te de satılıyor. Evlendiriliyor. Ama ne zaman ki anneler mikro krediyle para kazanmaya başladılar, kız çocuklar da iş yapar ve para kazanabilir hale geldi ve anneler kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesine karşı çıktı. Anneler kız çocuklarını korudu.”

Anahtar, ekonomik çözüm

Güler Sabancı, bunu anlattıktan sonra, “Bu konular Davos’ta da gündemimizdeydi. Bazı ekonomik çözümler sosyal çözümlerin de anahtarı oluyor. Çocuk Gelinler,Afrika’da da var, Amerika’da da var. Nasıl başettikleriyle ilgili örnekleri biz de dinliyoruz. Çocuk Gelinler çarpan etkisi yaratıyor. Eğitim alamayan, çalışma yaşamından uzak hatta erken hayatını kaybeden genç kadınlar...” dedi. Gelelim diğer projelere... Sabancı Vakfı, 4 yıldır 20 projeye destek veriyor. Bu yıl da 8 projeye destek verecek. Bu yılki destek miktarı 8 proje için 1.2 milyon lira. 28 projenin aldığı toplam destek ise 6 milyon liraya ulaşmış oluyor.

Güler Sabancı’nın anlatımıyla, Sabancı Vakfı küresel çapta büyük vakıfların uyguladığı çarpan etkisiyle kendi kendini büyüten bir sosyal modeli olan hibe programlarını destekliyor. Türkiye’de bunu yapan ilk vakıf. Bunun da sanırım en iyi örneklerinden biri biraz önce yazdığımız Çocuk Gelinler projesi oldu.

60 bin kişinin hayatına dokunduk

SABANCI Vakfı, Toplumsal Gelişme Hibe Programı (TGHP) kapsamında 2012 yılında 8 sivil toplum kuruluşuna 1.2 milyon lira hibe verecek. Sabancı Vakfı Programlar ve Uluslararası İlişkiler Direktörü Filiz Bikmen, TGHP’ye dahil edilen projelere ilişkin bilgi verdi. Toplumsal Gelişme Hibe Programı’nda şimdiye kadar 71 ilde eşit fırsatlardan yararlanmayan ve topluma katılamayan, 60 binden fazla kadın, genç ve engellinin hayatında fark yarattıklarını kaydeden Bikmen, hibe programına seçilen projelerde en önemli şeyin şeffaflık, katılımcılık ve çok boyutlu bir değerlendirme olduğunun altını çizdi. Bikmen, aslında bir sosyal yatırım yaptıklarını belirtti. Türkiye’de 37.2 milyon kadın, 12.5 milyon genç ve 1.8 milyonu ortopedik görme, işitme konuşma ve zihinsel engelli olmak üzere 8.5 milyon engelli olduğuna dikkati çeken Bikmen, şunları söyledi: ”Öğrenim çağında olan kadınların yüzde 10’u, engellilerin yüzde 36’sı okuryazar değil. Yükseköğretim çağında olan gençlerin yüzde 67’si eğitimine devam edemiyor. Çalışma çağında olan kadınların yüzde 71’i, gençlerin yüzde 62’si, engellilerin yüzde 78’i işgücüne katılamıyor. Sivil toplum kuruluşlarını projelerinde ’genç kadın’, ’engelli genç’, ’engelli kadın’ örtüşme noktalarına odaklanmaları için teşvik ediyoruz.”

Farkındalık gelişti

Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan ise “Kadınlar, gençler ve engellilerin toplumsal yaşamdaki sorunlarını yakından görebilen ve bunlar için çözümler geliştiren sivil toplum kuruluşlarının projelerine hibe veriyoruz. Bu projelere hibe verirken Türkiye’deki mevcut durumu, toplumun ihtiyaçlarını göz önünde bulunduruyoruz. 2009 yılında TGHP’ye 5 proje ile başlamıştık. Bu yıl ile birlikte toplam 28 projeyi programa dahil etmiş olduk. Hibe programı ile güçlü bir kıvılcım yakaladığımızı düşünüyoruz. Bu konuda bir farkındalık geliştiğini gözlemliyoruz” dedi. Toplantıya Sabancı Üniversitesi Rektörü Nihat Berker de katıldı. Üniversitedeki gençlerin okudukları sürece en az bir sosyal sorumluluk projesinde sorumluluk aldıklarını anlattı. Sabancı Ünivesitesi’nden bir grup genç Sultanbeyli’de ev kadınlarına bilgisayar kullanmayı öğretiyormuş.

Bu yıl hangi projeler desteklenecek?


- Muş Kadın Derneği “Erken Yaşta Evlilik Kaderimiz Olmasın” projesiyle resmi nikahsız evlenmenin yaygın olduğu Güneydoğu’da ‘çocuk gelinlere’ dikkat çekiyor.

- Engelli Kadın Derneği “Engelli Kadınların Hak Temelli Mücadele Adımları” projesi, Ankara, İzmir ve Samsun’da engelli kadınların haklarına odaklanıyor.

- S.S. Karabiga Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi “Karabiga Kadın ve Çocuk Merkezi” projesinde kadınların sosyal ya da ekonomik potansiyellerini geliştirmek için eğitimler düzenleyecek.

- K. Demirel Sevgi Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi Gençlik ve Spor Derneği “Ereğli Down Cafe ve Özel Gençler Sanat Evi” projesi Konya Ereğli’deki zihinsel engelli gençlere eğitimler vermeyi ve kurulacak olan Down Cafe’de meslek edindirmeyi amaçlıyor.

- Toplum Gönüllüleri Vakfı “Genç Bank” projesinde, İstanbul, İzmir, Batman, Artvin, Samsun ve iki yeni ilde kurulan Genç Bank aracılığıyla gençlik konularındaki projelere destek verilecek.

- Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği “Çocuk Gelinler” projesi devam edecek.

- Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı “Kırsal Kesimdeki Kadınların Güçlendirilmesi” projesi, Hatay ve Adıyaman’da üretim atölyelerinde kadınları girişimcilik için teşvik etmeyi hedefliyor.

- Anne Çocuk Eğitim Vakfı “Van Aile Danışma Merkezi, Travma Sonrası Psikolojik Destek ve Müdahale” projesiyle deprem sonrasında çocuk ve yetişkinlere terapi ve psikiyatrik hizmet götürmeyi amaçlıyor.

Yazının devamı...

‘Kompleksimiz yok, tutmayan mağazayı kapatırız, hedefimiz Avrupa başkentlerine açılmak’

Türkiye’nin köklü şirketlerinden Matraş, yurtdışında büyüme planları yapıyor. Matraş Ailesi’nin ikinci kuşak temsilcisi Erdal Matraş, “Dünya başkentlerinde olmak istiyoruz. Yakın vadeli hedefimizde Avrupa’da birden fazla başkente olmak var. 2015 yılında ise 100 milyon dolar ihracat hedefliyoruz” dedi. Yurtiçinde her yerde Matraş olması gibi bir düşünceleri olmadığını kaydeden Erdal Matraş, “Biz tutmayan mağazayı kapatıyoruz. Tabela kaldırmam kompleksimiz yok” diye konuştu.

Matraş Ailesi’nin ikinci kuşak temsilcilerinden Erdal Matraş. Ailenin büyüklerinin açtığı yolda bayrağı devralmanın sorumluluğunu taşıyan bir isim. “Büyüklerimiz çok büyük özverilerle çalıştılar. Bizi getirdikleri noktanın kıymetini bilip, işimize iyi sahip çıkmalıyız” diyor sohbetimizin hemen başında. Erdal Matraş, çocuk yaşta tanışmış deriyle. Ekonomi okuduktan sonra, deri üzerine de okumuş. 19 yıldır Matraş’ta çalışıyor. Matraş’ın deri bölümü MADER’in başında. Aynı zamanda Deri Sanayicileri Derneği Başkanlığı da yapıyor. Erdal Matraş’ın kendini adadığı ve çok zaman verdiği bir hobisi de var. Ünlü ressam Ömer Uluç’u anlatırken duygulanıyor Erdal Matraş. Yakın arkadaşlarmış. Erdal Matraş’ın geniş bir Ömer Uluç koleksiyonu olduğunu öğreniyorum. “Virüsü kaptım, resimle yakından ilgiliyim” diye anlatıyor Erdal Matraş.

- Matraş eskiden erkeklere yönelikti daha çok. Babalarımız için gittiğimiz Matraş kısa bir süre önce değişti.

Güzel özetlediniz aslında değişimi. Farklılaştık. 2007 yılından bu yana değiştik. Ben ikinci neslin ilk işe başlayanlarındanım. İkinci nesil takımımız tamamlandı. Şu anda 5 kişiyiz ikinci nesilden. Sorumluluğunu bilen ve çalışmak isteyen, sorumluluk alanlar görev aldı. Sorumluluk verilmiyor, alınıyor bizde. Aramızda profesyoneller de var. Dünyanın en önemli markalarının üreticisiyiz uzun yıllardır. Mağazaların yapısından modellere logomuza kadar her şeyde değişilik yaptık. İyi yanıtlar aldık.

- Hem yüksek miktarda ihracatınız var, dünya markaları için üretim yapıyorsunuz hem de mağazalarınız var. Mağazalaşmak sizin için ne kadar önemli?

Matraş köşe başı dericisi olma iddiasında değil. Seçkin seçilmiş yerlerde olmak istedik. Biz kendimizi ifade edebileceğimiz sayıda kalmayı hedefliyoruz. Türkiye genelinde olmadığımız yer az ama Hadımköy’de 4 AVM var, 4’ünde de olan markalar var. Matraş bu değil, Matraş aranılan bir marka olmak istiyor. Bizim alanımızda her AVM’de olmayan az. Bizim düşünce yapımıza bu ters.

- Dünya markaları için uzun yıllardır üretim yapıyorsunuz. İhracat rakamlarınız nedir?

1947 yılında başlayan titizlik ve kalite korunuyor. Gücümüzü üretimden ve ihracattan alıyoruz. 2011 yılında 50 milyon dolar ihracat yaptık. 100 milyon dolara yaklaşan bir ciromuz var. İç piyasa ve ihracat yarı yarıya. İhracatımız 2011 yılında yüzde 43.8 arttı. İç piyasada ise yüzde 30 büyüdük.

İhracatın % 90’u AB’ye

- Çok iyi bir büyüme yakalamışsınız... Sürecek mi?

Bu oranlarda büyümek zor. Uşak’ta açtığımız fabrika sayesinde bu rakamları yakaladık. Güneşli dışında Uşak’taki fabrika olunca üretimimiz arttı.

- Yatırım teşviği almıştınız...

Evet. Uşak’ta yeni bir yer daha aldık. Orada da üretim yapacağız.

- 2008 krizinden hiç mi etkilenmediniz? Avrupa’nın önde gelen markalarının üreticisisiniz...

AB ülkeleri krizinden etkilendiğimizi söyleyemeyeceğim. Her şeyden vazgeçerim ama lüksten asla anlayışı var ya, biz buna hizmet ediyoruz. Markalar Avrupa markası belki ama dünyanın her yerinde satıyorlar. Bizim ürettiklerimiz belki Uzakdoğu’da çok sattı. Bizim üretimimizde bir değişiklik olmadı. Krizden güçlenerek çıktık.

- 2012 nasıl geçiyor?

Yüzde 20’lik bir büyümeyi yakalarız. İç piyasada ise ilk 6 ayda yüzde 33 gibi artış var. Ve önümüzde iki bayram ve yılbaşı var. Biz bu yıl iç piyasada yüzde 40 artış yakalarız. Mağaza sayımızda artış yok.

- Bu arada Uşak’taki üretim kapasiteniz de büyüyecek...

Sene sonunda orada daha da büyüyecek gibiyiz. Şu an 300 çalışan var. Hayatında deri ellememiş insanlar deri çanta yapıyor orada. Çok kaliteli bir çalışan profilimiz oldu.

- Bu söz ettiğimiz sizin üretim yaptığınız dünya markaları Türkiye’de İstanbul’da büyük mağazalar açtı son yıllarda. Hermes çanta için Türkiye’de sırada bekleyenler var örneğin. Türkiye’de lüks tüketimdeki artışı nasıl buluyorsunuz?

Ekonomi büyüyor Türkiye’de. 136 milyar dolar oldu ihracatımız. Kişi başına düşen gelir arttı. Markaları kendimize çektik. İstanbul ilgi odağı. Dün yabancı müşterim vardı, 15 yıldır buraya geliyor. Boğaz’da restoranlarda yer bulmakta zorlandık. Pazartesi günü yer bulamıyoruz. O da bize ‘15 yıl önce sokaklarda insan yoktu böyle’ dedi. Markalar için Türkiye’nin cazibe merkezi olması şaşırılacak bir şey değil. Abdi İpekçi Caddesi de kaliteli bir yer oldu. Bu markalar zaten dünyanın her yerinde bu tür caddeleri tercih ediyor.

- Siz yurtdışında mağaza açmayı hedefliyor musunuz?

Var planlarımız. Dünya başkentlerinde olmak istiyoruz. Yakın vadeli hedefimizde Avrupa’da birden fazla başkente olmak var. 2015 yılınsa 100 milyon dolar ihracatı da hedefliyoruz. Aynı yıl 2-3 Avrupa başkentinde olabiliriz.

- Türkiye’de büyüme hedefleriniz nedir?

Var. Ama dediğim gibi her yerde Matraş olmayacak. Biz tutmayan mağazayı kapatıyoruz. ‘Tabela kaldırmam’ kompleksimiz yok.

- E-ticaret için yatırım planlarınız var mı?

Internet bizim için önemli. Her yerden sipariş geliyor. Hem kendi sitemizden yapıyoruz hem de bazı sitelerle işbirliğimiz var. Geçen yıl 1 milyon liralık satış yaptık. Matraş’ın stokları eridi. E-ticaret için üretim yapmak istiyoruz. 2013 senesinde yapabiliriz. Bunun için ayrı plan yapılması gerekiyor.

Sanata destek vermeyen ülkelerden marka çıkmaz

- İş dışında ne yaparsınız? Hobileriniz var mı?

Ela ve Emira kızlarımın ismi, parmağımda yazıyor. Köklerimiz Makedonya’da. Emira prenses demek. Kızlarıma çok düşkünüm. Matraş İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın ana sponsorlarından. Tasarım Bienali’nin de ana sponsoruyuz. Benim şahsi ilgi alanım resim. Ömer Uluç, çok yakın arkadaşımdı. 15 yıl kopmadık. Onun sayesinde resim ilgim oldu. Ömer Uluç koleksiyoneri oldum. Vapurların Seyri diye bir sergi yaptık. Muhteşem bir iş oldu. Sonra da Beylerbeyi Sarayı’nda sergi yaptık. Ömer Uluç’un kitabını çıkarmak istiyorum tüm eserlerini kapsayan. Bende de çok resmi var. Sergiyi bir an evvel yapmak istiyorum.

- Ömer Uluç’la başlayan serüveniniz devam ediyor sanırım...

Evet, benim ilgim devam ediyor. Genç sanatçılarla devam ediyorum. Seçkin Pirim yakın takip ettiğim biri. İşlerini çok beğeniyorum. Ben bu işe çok zaman ayırıyorum. İşten çıktıktan sonra Ömer’e uğrardım. Dostumdu. Şu anda da resim hobinin ötesinde benim için. İleride umarım geniş kitlelerin ulaştığı bir hale getiririm.

- Sanatın, sanatçının destek bulması çok değerli...

Bu ülkeden marka çıkacaksa önce tasarımcı çıkmalı. Tasarımcı çıkacaksa önce sanatçılar çıkmalı. Sanatçıları çıkması için de sanata yatırım şart. Sanatın kuvvetli olduğu yerde marka çıkar. Bu kadar net.

İmitasyon merakı çığ gibi büyüdü

- Ne olacak bu indirim dönemleri? Artık hep indirim var. Müşterinin güveni kalmadı, diye düşünüyor musunuz?

‘İndirim dönemi’ diye bir dönem kalmadı. Temmuz 25’ine kadar tam fiyat olmalıydık. Olamadık. Çünkü bizim sezonu başlattığımız pazartesi gününden 3 gün sonra bazı markalar indirime girdi. Biz kaliteli deri ürün sattığımızı ilan eden bir marka olarak fiyatlarımızı çok geri çektik. Yanınızdaki mağaza indirime başlayınca cironuz düşüyor. Ertesi gün sizin de indirim yapmanız gerekiyor. Bazı yanlışlar doğru gibi oldu.

- Taklit ürünler de çok sıkıntı yaratıyor...

Çantada bir kesim lüks marka alıyor. Biz kesim düşük fiyat alıyor. Bir de orta kesim imitasyon alıyor. Tehlike bu. Bizim ürün konumlanmamız orta ve üst seviye. Bu kitle de imitasyona merak çok. Türkiye’de bu merak da çığ gibi büyüdü. Biz 65 yıldır dünyanın en kaliteli deri ürünlerini yapıyoruz. Dünyada markaların markası olmuş durumdayız. Avrupa’da insanların gözünde marka değiliz ama marka sofralarında takip edilen, sıraya girilen tedarikçi olması istenilen bir markayız. Bizim karşımıza deri olmayan ürünle geliyorlar. Bizi deri olmayanla karıştırıyorlar. Elmalarla armutlar karışıyor. Uzakdoğu dünyayı fethettiği için başka bir yol var artık. 32 senedir dünya markalarına iş yapıyoruz. Kim kimi 32 yıldır bırakmaz?

Yazının devamı...

Salyangoz kili kremi üreten eczacı Taner Acar dünyaya açılıyor

Eczacı Taner Acar, İzmir Çiğli’de ürettiği farklı ürünleri Türkiye’nin her yerine ulaştırıyor. Ukrayna, Fas, Kazakistan, Benin gibi ülkelere ürün gönderen Taner Acar’ın şirketinin yurtdışında da tanınmasını sağlayan buluşu ise kil maskesi. Acar’ın ürettiği ürünleri incelemek için Rusya Sağlık Bakanlığı’ndan bile yetkililer gelmiş.

Taner Acar, eczacı. Uzun yıllardır kendini araştırma ve ürün geliştirmeye adamış. Eczanesinde ilaç satmanın dışına çıkmış. 2007’de de tamamen bitkisel karışımlarla geliştirdiği hemoroid ilacını ruhsatlandırıp ACR İlaç Şirketi’ni kurmuş.

O küçücük ilaç şirketi tamamen Taner Acar’ın çabalarıyla ayakta. Acar, ürettiği farklı ürünlerle yalnızca Türkiye’nin her yerine değil, yurtdışına da ulaşmaya başladı. Ukrayna, Fas, Kazakistan, Benin gibi ülkelere ürün gönderen Taner Acar’ın şirketinin yurtdışında da tanınmasını sağlayan buluşu ise kil maskesi.

Taner Acar’ın ‘Poros’ markasıyla ürettiği kil maskeleri çok farklı. Ege’de, Taner Acar haklı olarak yerini söylemiyor, bulunan salyangoz kili yatağından üretilen salyangoz kili maskeleri, güzellik mucizesi olarak gösteriliyor. Salyangoz kili kırışıkların, aknelerin tedavisini sağlıyor, yüzü geriyor, genç bir görüntü veriyor.

Acar’ın en çok dikkat çeken ürünü olan salyangoz kilinden ürettiği maskeler dışında da Poros markasıyla ürettiği farklı ürünleri var. Ve yine genç bir cilt için önerilen ozonlanmış zeytintağı Eon-Oil de ACR Şirketi’nin en bilinen ürünlerinden biri. Eczanelere giren tek ozonlu zeytinyağı Taner Acar’ın ürettiği Eon-Oil.

- Siz tam eski eczacılar gibi çalışıyorsunuz...

Doğru, eczacılık yaparken ben eczane mutfağında çalışıyorum hep. Araştırma, geliştirme hayatımın bir parçası.

- Şirketinizi nasıl kurdunuz?

Bazı özel taleplere dikkat ediyordum. Hemoroid şikayetleri çok fazlaydı. Bitkisel ağırlıklı çalışmalar yaptım. Ameliyata gerek kalmadan çözüme odaklandım. Hemoroid bölgeseldir. Doğu’da yaşayanların hemoroidiyle Batı’dakinin oluş nedeni farklı. Kuşkusuz benzerliklar var ama farklılıklar da çok. Benim tıp anlayışım vücuda çok müdahale etmemek, ben vücudun kendini düzeltmek için önüne çıkan engelleri kaldırmaya odaklandım. Ürettiğim ürünü hekimler reçete etmeye başlayınca mamul madde ürettim. Ruhsat aldım. Bu vesileyle de ilaç şirketi kurmuş oldum.

Fosili üniversite buldu

- Salyangoz maskeleri, kili nereden çıktı?

Ege Bölgesi’nde bir yerde salyangoz kili yatağı bulundu. Daha doğrusu farklı bir kil olduğunu anlamışlar, bana getirdiler. Tesadüf aslında. Ben tesadüfü değerlendirdim. Kili alıp araştırdım. 9 Eylül Üniversitesi Maden Fakültesi’ne götürdüm. Bu arada farklı bir kil olarak bana geldi ama içinde salyangoz kabuğu olduğu bilinmiyordu. Maden Fakültesi’nde yapılan araştırmalarda mineral zengini çıktı o kil. Biz araştırdık. Genelde salyangozla ilgili yapılan ürünler salyangozun salgısıyla üretiliyor. Salyangoz kremleri çok fazla. Salyangozun yapışkan maddesiyle yapılan ürünlerden bizimki çok farklı. Bu salyangoz kremi değil.

- Ne özelliği var bu kilin? Nasıl gençleştiriyor cildi?

Bu kilin içindeki fosil salyangozdan ötürü başka hiçbir yoldan alınamayacak ve insan vücudunda var olan ama yaş ilerledikçe azalan ve vücudun yerine koyamadığı DPT Geni içindeki Dermatopontin isimli protein var. Bu özel protein bizim salyangoz kilinden ürettiğimiz Poros Kili’yle vücuda alınıyor. Bu kil yüze veya vücuda sürüldüğünde toksinleri negatif yüküyle çekiyor, cilt altını temizleyip gözeneklerin dermatopontini almasını saplıyor. Bu hazır gelen proteinle cilt kendini yeniliyor. Anti-aging etkisi yapıyor. Ölü hücreler atılıyor.

- Eczanelerde mi satılıyor?

Evet. Biz isteyen her yere göndermeye çalışıyoruz. Gündüz gece kremlerimiz var. Onlara da koyduk salyangoz kili. Azerbaycan’da bir güzellik zinciri tamamen bizim ürünlerimizi kullanıyor.

Rusya’dan da geldiler

- Diğer ülkelerde de güzellik zincirleri mi?

Fas, Ukrayna, Benin, Kazakistan gibi ülkelere farklı satış noktaları var. Fuarlara katılıyoruz. Aynı zamanda internet aracılığıyla ulaşıyorlar. Geçenlerde Rusya’dan Sağlık Bakanlığı’ndan geldiler, ürünü alıp incelediler. Beğendiler, şu an bekliyoruz ne kadar talep geleceğini ben de bilmiyorum.

- Yeterli mi kaynak?

Yeterli. 500 bin tonluk bir kaynak olduğunu biliyoruz.

- Yeriniz İzmir’de...

İzmir-Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde.

- Ozonlu zeytinyağınız var, çok fazla var bu yağlardan. Sizinkinin ne farkı var?
Bizim ürünümüz en çok tercih edilen. Çünkü asit oranı çok uygun. Her ozonlu zeytinyağına inanmamak lazım. Şu anda eczanelere giren tek ozonlu zeytinyağı bizim ürünümüz. Ozonlama oranı bu işte çok önemli.

Yazının devamı...

Hedefim ABD’de steak house açıp dünyanın en lezzetli etine sahip Wagyu ineğini üretmek

Günaydın Et’in ortağı Cüneyt Asan, yurtdışında büyüme planları yapıyor. Önümüzdeki 4 ayda 6 şube açacaklarını söyleyen Asan, “Şu anda 30 şubemiz var. 4 ayda 6 şube açacağız. Ankara’da açılacak bir tane. Bakü’ye ikinci açılacak. Diğerleri İstanbul’da olacak. 1.200 çalışanımız var. Yıl sonuna kadar 1.500 kişi olacağız. Evet dünyada güzel yerler var. Bu işi en iyi yapanları geziyorum ama bizim servisimiz, hizmetimiz daha iyi. Ben Amerika’da en iyi steak house’u açmayı hedefliyorum” diyor. Asan’ın bir diğer hedefi de dünyanın en lezzetli etine sahip olduğunu söylediği Wagyu ineklerini üretmek.

Günaydın Et’in ortaklarından Cüneyt Asan, işine aşık bir adam. Buluştuğumuz anda işiyle ilgili detayları, işine gösterdiği özeni, alanına getirdiği yenilikleri birbir sıralıyor. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjisi var. Bunu da her gün et yemesine bağlıyor. Günaydın Et’i önceleri İstanbul’un Anadolu Yakası biliyordu. Zaman içinde kasap olmanın yanısıra Steak House’larıyla hızla büyüdü. İstinye Park’taki yerleri Günaydın Et için milat oldu. Yurtdışına da şube açan Günaydın Et’in hedefleri artık çok büyük. Yakında Bakü’de ikinci yerlerini açacaklarını söyleyen Cüneyt Asan’ın gözü ise ABD’de.

- Siz Erzincanlısınız. İstanbul’un en bilinen kasabı oldunuz. Sonra işleriniz büyüdü. Yanınızda yetişenler de adını duyurdu. Nasıl başladı sizin hikayeniz?

10 yaşında ihtiyaçtan kasap yanına girdim. Aslen Erzincanlı’yım. Kasaplar Çarşısı’na gidip iş aramamın nedeni de eve et götürme isteğiydi. Annem 10 çocuk doğurmuş, 5’i yaşamış. Ben aval aval Kasaplar Çarşısı’nda gezerken bir adam elimi tuttu, dükkana soktu. O kişi 15 yıl patronum oldu. Her gün hâlâ konuşuruz. O benim patronum, bana, adam olmam için şans verdi. Ona saygım sonsuz.

Yabancı ortak düşünmüyor

- Kendi kanatlarınızla uçmaya ne zaman nasıl başladınız?

Askere gidene kadar onun yanında çalıştım. 25 yaşına kadar sürdü. Zaten dükkanda yatardım. Bir günüm boş geçmezdi. Zaman içinde tüm müşteriler bana odaklı oldu. Patronum zeki, çalışkan biriydi. Bana çok güvendi. Biz Kasaplar Çarşı’sında 15 dükkanla rekabet ettik. ‘Bahar Kasap’ adını değiştirdim, ‘Günaydın’ adını da ben koydum. Askerden sonra patronum bana, ‘Seni ortak yapacağım’ dedi. Döndüm, 2 sene sonra da dükkanı satmaya karar verdi. Ben alıp ceketimi gittim. Ama kısa zaman sonra her şey değişti. Yeni sahipleri o dükkanın bensiz olamayacağını kısa zamanda anladı. Ve ortak olduk. Ama şu var, ben ‘ortak’ demem. Hepsiyle kardeşiz. Uzun bir yolculuğa çıktık. Onlar da Anadolu’dan gelmiş aslan gibi çocuklardı. 30 yıl önce ilk Amerikan Bar’lı kasabı yaptık. Bizi 30 yıl önce ‘mesleğine çağ atlatan kasap’ diye yazdılar.

- Kasaplıktan çıktınız. Restoran kurdunuz. Markanızın dönüm noktası bu olsa gerek...

İstinye Park ile bizi dünya fark etti. Etiler dükkanıyla İstanbul bizi fark etmişti. Şimdi herkes satın almak için, franchise açmak için peşimizde. Hepsine ‘Hayır’ diyoruz.

- Yabancı bir ortak almaz mısınız?

Düşünmüyoruz.

- Yurtdışında şube açtınız...

Evet. Bakü çok iyi gidiyor. Sizle görüşmeden önce Ruslarla yemekteydim, Moskova’ya çağırıyorlar. Araplar istiyor.

- Büyüyeceksiniz hızla. Şu anda kaç yeriniz var?

30 şubemiz var. 4 ayda 6 şube açacağız. Ankara’da açılacak bir tane. Bakü’ye ikinci açılacak. Diğerleri İstanbul’da olacak.

- Kaç çalışanınız oldu?

1.200 çalışanımız var. Yıl sonuna kadar 1.500 kişi olacağız.

- En büyük ciroyu hangi yerde yapıyorsunuz?

Hafta sonu İstinye Park en çok ciro yapıyor.

- Türkiye’de kısa bir süre öncesine kadar bu kültür yoktu. Kebap yemeğe giderdi insanlar. Bu değişim nasıl oldu? Her yer bir anda steak house’larla doldu.

İyi iş yaptık. Et kültürünü yerleştirdik. Hiç kolay olmadı. İyi eti yurtdışında yiyenler şimdilerde Türkiye’de de iyi et yemenin keyfine vardı. Artık Türkiye’de her şey var.

- Dünyayı geziyor musunuz? Michelin yıldızlı restoranlara gider misiniz?

Gezerim. Bu benim işim. En son İtalya’ya gittim, Floransa’da Darior Cecchini var. Benim gibi o da kasap. İyi et pişiriyor ama benden iyi değil. Evet güzel yerler var. Bu işi en iyi yapanları geziyorum. Arjantin’de iyi etler var ama restoranları iyi değil. Bizim servisimiz, hizmetimiz daha iyi. Ben Amerika’da en iyi steak house’u açmayı hedefliyorum.

- Fazla iddialı olmadı mı?

Ben bu işi iyi biliyorum, iddialıyım. Biz ülke olarak yıllarca gelişemedik. Biz de durmadan öğreniyoruz.

- Neydi sorun?

Bizim hayvancılığımız geriydi, çiftlik yoktu.

Et kurutulmadan pişirilmeli

- Siz özel çiftlik kurdunuz. Etlerinizin özelliği nedir?

Biz Avusturya’dan gebe getirdik. Annelerinin karnında geldiler, bizim çiftlikte doğdular. Moltofon, simental ırkı. Amacım Wagyu üretmek.

- Şu birayla beslenen, masaj yapılanlar...

Evet. İneklere bakacaksınız. İnsan gibi düşünün. En iyi inek Wagyu. Kobe ondan yapılan biftek. Hedefim bu. Çiftlikte çalışıyorum.

- İyi ırk, iyi meralar, özen dışında bir de eti pişirmek çok önemli işinizde. Nedir işin sırrı?

Etin pişirilirken kurumaması lazım. Eti alıp hemen üzerine baharat kullanmayın, deniz tuzu ve hafif yağdır işin sırrı. Kızgın ızgaraya koyun eti, bir iki çevirin, mühürleyin eti. Etin suyu içinde kalsın. Et pişirirken ateşin gücü önemli.

Himalaya tuzunda bekletiyor

- Türkiye’de insanlar genelde iyi pişmiş et yemiyor mu? Kan görünce rahatsız olanlar çok değil mi?

Bizim etlerde kan olmaz, suyu var etimizin. Kullandığımız etler özel ırklar... Himalaya tuzu dolaplarında bekletiyorum, doğru dinlenen etin içinden kan çıkmaz, kan çıkarsa doğru dinlenmemiş demektir.

- Balıkesir’deki yeni çiftliğinizde bio-gaz da üretiyorsunuz. Bu çiftliğin başka özellikleri nedir?

Son 3 yıla kadar Terirdağ Malkara’da çiftliğimiz vardı. 3 yıl önce Balıkesir’de 3 bin başlık çiftlik kurduk. Şu anda Malkara da duruyor. Orada kıvırcık kuzularımız var. Balıkesir’deki çifliğimiz ise Avrupa’da bir numara seçildi. O çiftlikte Almanlarla ortak bio-gaz üretiyoruz. Yenilecek etin haritası Marmara Bölgesi içindedir. Burada hayvan ırkı iyidir. Et ırkı, süt ırkı vardır bir de yoz ırk vardır. Anadolu’daki hayvanlar iş gücüne dayalıdır. Marmara’daki hayvanlar güzel ve yakışıklı.

DÜKKANA ET ALMAYA GELDİ, ‘BEN BU KIZLA EVLENECEĞİM’ DEDİM

- 3 oğlunuz var...

Hepsi okudu. Hepsi yanımda. Büyük olan tamamen işlerle ilgili. Büyük oğlum ortağımın kızıyla evlendi. Biz geniş bir aileyiz.

- Eşiniz işlerle ilgili mi?

Hayır. Çok çalışmamdan şikayetçi. Eşimi de dükkanda tanıdım. Annesiyle bana et almaya gelmişlerdi İlk gördüğümde ‘Bu kızla evleneceğim’ dedim.

Nusret de benim gibi işçiydi, patron oldu

- Şu sıralar alanınızda en çok adını duyduğumuz kişi Ferit Şahenk’in de ortak olduğu Nusret. Sizle çalışıyordu. Şimdi rakip oldu.

Bu çok doğal. Ben de işçiydim patron oldum. Bundan doğal ne var? Nusret ve ailesi de işçiydi, şimdi patron oldular. Aferin. Ben de onları yetiştirdiğim için gurur duyuyorum. Yalnızca onlar değil yanımda yetişen çok başarılı olan çok kişi var. Ben hep dua ederim. Hep şükrederim. Her sabah ‘Allahım bugün beni sağ kaldırdın, dışarıda ayağımı kaydırma, kötü insanlara musallat etme’ deyip şükrederek güne başlarım. Akşamları da eve yaklaştığımda ‘Allahım beni bugün de yedirdin içirdin, dışarıda ayağımı kaydırmadın, şeytana musallat etmedin, hamdolsun sana’ diye şükrederim. İleride vakıf kurmak istiyorum. Dünyada beni ruhen doyuracak amacım da bu.

Ayda 110 ton et satıyoruz

- Günaydın Et’in toplam cirosu nedir?

2011 yılında 55 milyon dolar oldu. Kasaplık ve hayvan ithalatı ticaretine rağmen. Türkiye’de alanında en büyük ciroyu yapan şirketiz. Geçen sene yüzde 25 büyüdük.

- 30 dükkanda ne kadar et tüketiliyor?

Aylık 100 ile 110 ton arasında et tüketimimiz var.

- Fiyatlarınızı yüksek bulanlara ne diyorsunuz?

Bu kadar özel eti hiçbir yerde bulamazlar. Bizde yediklerinde başka yerde et yiyemezler. Bunu da bizi bilenler biliyor.

- Siz de her gün et yer misiniz?

Her gün et yerim. Enerjimi ete borçluyum ben yağlı et severim. Ne kadar et tüketiyorlarsa o kadar yeşillik tüketsinler. Tavsiyem bu.

Yazının devamı...

Türkiye’de üretilen kumaş neden burada giysi olmasın?

Türkiye’nin ilk yünlü kumaş fabrikası İpekiş; Versace, Moschino, Cavalli, Marella, Zadig, Christian Dior, Marina Rinaldi, Fendi gibi markalarla çalışıyorlar. Dünyanın her yerine İpekiş’in ürettiği yünlü kumaşlar ulaşıyor. İpekiş’in Genel Müdürü Aşkın Kandil, “Devler bizden kumaş alıyorlar. Bizden aldıkları kumaşları hazır giyime dönüştürüyorlar. Biz de burada hazır giyimcilerle onların buluşmasını çok istiyoruz. Türkiye’de üretilen kumaşlar Türkiye’de giysiye dönüşsün istiyoruz” dedi.

İpekiş Türkiye’nin ilk yünlü kumaş fabrikası. 1. İktisat Kongresi’nde Atatürk’ün önerisiyle kurulmasına karar verilmiş. 1 Ekim 1925 tarihinde de İpekiş kurulmuş. 1991 yılında İpekiş’i TARMAN Grup aldı. Fabrika yeni yatırımlarla büyüdü. İnovasyona odaklanıldı. Son 3 yıldır da Ar-Ge’ye önem veren İpekiş başta İtalya’nın moda devleri olmak üzere dünyanın en önde gelen lüks markalarının yünlü kumaş üreticisi oldu. İpekiş bugün dünya yünlü kumaş üretiminin önemli oyuncularından. Tekstil mühendisi. Tüm kariyerini yünlü kumaş üzerine yapmış. 25 yıldır her gün yünlü kumaşlara dokunuyor.

- Sizin ailenizde tekstil geçmişi var mı? Yoksa profesyonel olarak mı bu sektöre girdiniz?

Bursalıyım. Hayatımın önemli bir bölümü Bursa’da geçti. 1987 yılında tekstil mühendisi olarak mezun oldum. Ailemde de tekstilciler de var. Hem üretimde olan hem de ticaretinde olan büyüklerim var. Kumaş ticaretini çocuklukta öğrendim. Dayılarımın yanında okurken çalıştım. Virüsü o zaman kaptım. Aynı zamanda da zeytin yetiştiriciliği yapıyoruz.

- O işle de ilgili misiniz?

Zeytinliklerimiz var. Şu anda bizzat ilgilenemiyoruz ama ailemin diğer fertleri ilgileniyor. Hafta sonları da hep zeytin bahçelerindeyiz. Hayatımda kumaş ve zeytin önemli bir yerde. İlerde bir butik zeytinyağı markası kurma hayalimiz var.

Yünlü kumaşa bağlıyım!

- Siz işe nasıl başladınız?

Yünlü kumaş sanayinde 25 yıllık bir geçmişim var. Tarih olduk bu işte. Beni çok gururlandıran şey de İpekiş’in bu alanda Türkiye’nin en önemli şirketi olması. Ben yünlü kumaş işinin dışına çıkmadım profesyonel hayatımda. Tekstil mühendisliğinden mezun olur olmaz yün ipliği yapan bir fabrikaya girdim. Daha sonra da yünlü kumaş alanının en eski kurumlarından biri olan Merinos Sümerbank’ta çalıştım. Orası okul gibiydi. Yünlü kumaş ve iplik konusunda orada çok şey öğrendim. Benim yünlü kumaş sanayine ilgim okuldan başlamıştı. Sadakatim çok yüksek yünlü kumaşa. Kumaş ellemeden geçirdiğim bir gün olmadı. Yünlü kumaşa da hiç ihanet etmedim.

- İpekiş de 1990’lardan sonra satıldı. Kendini yenilemeyi başarmış bir işletme oldu.

Evet. İpekiş çok köklü ve yenilikçi bir şirket. Kendini hep yeniliyor. Ama hep yünlü kumaşa odaklı. Bu çok önemli bir özellik. Bu yüzden de dünyanın en önde gelen markalarına veriyor kumaşlarını. Siz de biliyorsunuz, İpekiş 1 Ekim 1925 yılında kuruldu. Kuruluş kararı da 1. İktisat Kongresi’nde verilmiş bir şirket. İpekiş’in kurulması için İş Bankası görevlendirilmiş, müteşebbisleri organize etme görevi verilmiş. Bu da Bursa için çok önemli.

- Versace’den Armani’ye birçok ünlü markaya yıllardır yünlü kumaş satıyorsunuz, değil mi?

Evet. Birçok marka var daha. Dünyanın en önde gelen markalarına veriyoruz. Bundan da gurur duyuyoruz. En az bizim kadar geçmişi olan markalar var müşterilerimiz içinde. Biz onlara yalnızca kumaş vermiyoruz. Birlikte iş yapıyoruz. Hatta her şeyi birlikte yapıyoruz. Satışımızın artık büyük bölümü erkek hazır giyim markalarına.

- Yıllık üretiminiz ne kadar?

Biz yılda 2 milyon 200 metre kumaş üretiyoruz. Tamamı yüzde 100 yün. Bu çok yüksek bir oran. Bizim gibi bir şirket bu anlamda yalnızca İtalya’da var. Bizim üretimimizin yüzde 40’ı doğrudan bizim tarafımızdan kumaş olarak ihraç ediliyor. Bir de bizden alan ama daha sonra ihraç eden önemli bir yüzde var, o da yüzde 40. Bu oran hazır giyim olarak çıkıyor. Türk müşterilerimiz kumaşı alıp takım elbise üretip yurtdışına satıyor. Biz bundan da çok memnunuz. Direkt ve endirekt yurtdışına kumaş satışlarımızın toplamı yüzde 80. Biz yurtiçindeki hazır giyim üreticisi olan müşterilerimizi yurtdışında çalıştığımız şirketlerle de buluşturuyoruz. İtalya ve Fransa’daki önemli müşterilerimiz üretimlerini bizim buluşturduğumuz hazır giyimcilere yaptırıyorlar.

Kumaş giysiye dönüşsün

- Hangi markalar var?

İtalya’da Versace, Moschino, Cavalli, Armani, Patrizia Pepe gibi müşterilerimiz var. Bizden kumaş alıyorlar. Onların bizden aldıkları kumaşları hazır giyime dönüştürüyorlar. Biz de burada hazır giyimcilerle onların buluşmasını çok istiyoruz. Bizim üretimimiz kumaşlar burada hazır giyimciler tarafından alınıp dışarı satılırsa katma değerimiz artar. Ülkemiz için bunu çok önemsiyoruz. Türkiye’de üretilen kumaşlar Türkiye’de giysiye dönüşsün istiyoruz. Türkiye’de bu işi çok başarılı yapanlar var.

- Bu markalar için tasarımlar da çok önemli.

Biz ünlü markalarla çalışıyoruz uzun süredir. Aramızda güven ilişkisi var. Versace’nin 2011 koleksiyonunun yüzde 80’i bizim kumaşlarımızla yapıldı.

- Ürün geliştirmeye odaklısınız. Nasıl bir kadronuz var?

15 uzman arkadaşımız var. Ama bence bizim şirketimizde çalışan 270 kişi bu işin ortağı. Planlamadan üretime lojistiğe kadar her şey vizyonumuzda gizli. Bu da şu: Müşteri, kalite ve moda odaklı tasarım ve ürünlerimizle dünya markası olmak.

- Hedefiniz rakamsal olarak nedir?

2025 yılında 100 yaşında olacağız. Bu bizim için çok değerli. Rakamlarla çok ilgili değiliz. Katma değerli iş yapmaya odaklıyız. Önemli olan sürdürülebilir katma değer yaratmak. 2025 yılında Türkiye’nin ilk 100 yaşına gelmiş sınai markası olacağız.

- Büyüme oranlarınız nedir?

Ortalama yüzde 12 büyüyoruz. Bu sene de yüzde 15 büyüyeceğiz. Yapımız da buna uygun daha fazlasına uygun değil. Geçen yılarda yabancı bir müşterimizle görüşürken sohbet ediyoruk. Biz standart bir soru sorduk fuarda, ‘Nasıl kumaşları beğendiniz mi? memnun musunuz?’ diye. Müşterim, yıllardır müşterimiz olan büyük bir markadan söz ediyorum, oranın yöneticisi bana şöyle dedi: ‘Evet memnunuz ancak son teslimatınızdan memnun olduğumuz kadar memnunuz’ Bence aldığımız yanıt çok manidar. Biz artık tüm müşterilerimizin böyle düşündüğünü varsayıyoruz. 20 teslimat yapmış olabilirim ama son teslimatta bir sorun yaşasak her şey bitebilir, bozulabilir. Bu yüzden yaşadığımız süreçler çok önemli. Hiçbir şey hiçbir zaman vazgeçilmez değildir. Ve bilinen bir ifadeyle değişmeyeni değiştirirler. Hep iyi olmak zorundasınız.

Stres attıran kumaşımız var

- Sizin çok farklı kumaşlarınız var. Su, leke tutmayan, parfümlü. Son olarak da zayıflatan kumaş, parfüm kokan ve stres attıran kumaş ürettiniz... Nedir bu kumaşların özelliği?

İpekiş, şu ana kadar 7 farklı akıllı kumaş üretti. Bu kumaşlar maksimum esnek, su-kir itici, anti bakteriyel, özel parfümlü, leke tutmayan, zayıflamaya yardımcı, polen itici ve güneşin zararlı etkilerini azaltan kumaşlar. ‘Kumaşın 7 Harikası’ olarak özel olarak tasarladığımız bu kumaşlar hem yurt içi hem de yurt dışında satılıyor. Bir de Zero Stres ürünümüz var. Yüzde 100 takım elbiselik kumaşlarda yalnızca bizde var bu ürünler. Bizim asıl marifetimiz bu fonksiyonel özellikleri yünlü kumaşa estetiği bozmadan uygulamak. Nanoteknoloji ve mikro kapsül konularında teknolojik ortaklarımız var. Türk-Alman ortaklı Rudolf Duraner şirketiyle yapıyoruz...

- Parfümlü kumaşlarınız nasıl parfüm kokuyor?

Kumaşa parfümlü koku kapsülleri yerleştiriliyor. Bu parfüm seçimini markayla birlikte yapıyoruz. Siz hareket ettikçe koku yayılıyor. Çok hafif kokular tercih ediliyor.

- Ya stres attıran kumaşlarınız?

BioRelax kumaşlarımız. Bunların özelliği negatif iyonları kıyafet üzeriene çekmekle ilgili. Akarsu, şelale yanındaymış gibi hissediyorsunuz kendinizi.

2 ŞEHİRLİ BİR YAŞAMIM VAR

- İş dışında neler yaparsınız?

12 yaşında oğlum var. İş dışında oğlumla zaman geçirmeye özen gösteriyorum. Doğrusu büyüdüğüne yeterince şahit olamadım. İş hayatımın zor dönemine denk geldi. Mal çok müşteri yok döneminden geçtik. Son 10 yıldır büyük sorumluluklar aldığım dönemde oğlum büyüdü. Şimdi tüm fırsatları değerlendiriyorum. Oğlum benden ateşli bir Fenerbahçe taraftarı. Oğlumla sık sık sinemaya gidiyorum. İş seyahati dışında seyahat etmeyi beceremiyorum. Eşim de tekstil mühendisi. Eşim benim için işine ara verdi. Ben 2 şehirli yaşıyorum. Bursa ve İstanbul arasında mekik dokuyorum. İpekiş fabrikasına daha çok zaman ayırmak için eşim de Bursa’ya yerleşti. Büyük fedakarlık yaptı.

Yazının devamı...

Alaçatı-Bodrum seferleri başlıyor

Haliç-Bozcaada ve Haliç-Alaçatı seferlerine başlayan Türkiye’nin ilk deniz uçağı Seabird, filosunu büyüterek Çanakkale, Ayvalık, Marmaris, Kapadokya, Antalya, Trabzon, Samsun, Fethiye ve Göcek’e de uçmayı hedefliyor. 2015’te 10 adet uçağa ulaşacaklarını belirten Seabird’ün Genel Müdürü Kürşad Arusan, İstanbullulara özel sürprizlerinin olduğunu açıkladı. Arusan, “15 dakikalık İstanbul turlarına başlayacağız. Biliyorsunuz yurtdışında bu tip turlar var” dedi ve ekledi: Alaçatı-Bodrum seferlerine de 16 Temmuz’da start veriyoruz.

Türkiye’de bu yaz havacılık sektöründe bir ilk yaşanıyor. Türkiye’nin ilk deniz uçağı Seabird denizden kalkıp denize iniyor. Şimdilik Haliç-Bozcaada ve Haliç-Alaçatı seferleri yapılıyor ama yakında Alaçatı-Bodrum seferleri de başlayacak. Hatta tarih de belli. 16 Temmuz’da Seabird Bodrum’a da uçacak.

Seabird’ü geçen hafta denedim. Daha önce yurtdışında deniz uçaklarına binmiştim. Dolayısıyla içimde bir korku yoktu. Yalnızca merak vardı. Korkuyu niye mi aklınıza getirdim? Seabird’ü denediğimi söylediğim herkes ‘Korkmadın mı? Sallıyor mu? diye soruyor da ondan.

Ben korkmadım, aksine muhteşem bir manzara eşliğinde seyahat ettiğimiz için zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım. 14 yolcuyu taşıyan uçakta herkes birbiriyle tanıştı, istediği koltuğa oturdu, telefonunu açıp heyecanını sevdikleriyle paylaştı. Evet yanlış duymadınız yol boyunca cep telefonu serbest.

Yaz aylarında sık sık İstanbul-Çeşme arası gidip gelmekteyim. Seabird ‘kurtarıcım’ oldu diyebilirim.

Seabird’ü Türkiye’ye getiren, bu işi başlatan kişi Kürşad Arusan. Seabird’ün Genel Müdürü. Arusan uçuşumuza eşlik etti ve kendisiyle röportaj yapma fırsatı buldum.

Röportaja geçmeden önce uçuş deneyimimi paylaşmak isterim. Haliç’te Rahmi Koç Müzesi’nin yanındaki parktan kalkıyor deniz uçağı. Orada bir Seabird teknesi de var. Parka girince Seabird çalışanlarını görüyorsunuz, bavulunuzu onlara teslim ediyorsunuz. Adınızı söyleyip sahildeki cafede uçuşu bekliyorsunuz. Uçağa binmek için biz tekneyle Balat’taki iskeleye geçtik. Uçtuğumuz gün ters rüzgar vardı, bence şanslıydık, Haliç’te sürat motoruyla gezer gibiydik, bir süre denizde uçağımızla gezdik, daha sonra havalandık.

Muhteşem manzarayı da doya doya izledik. Dikili’den Karaburun sahilinden süzülerek rüzgar güllerinin arasından Alaçatı’daki Balıkçılar Koyu’na indik. Toplam 1.15 dakika sürdü yolculuğumuz. Ön koltuklarda oturursanız gürültü daha fazla. İsterseniz bir kulaklık bulundurun yanınızda. Uçakta servis de yok. Uçuş süresi de rüzgara göre değişiyormuş.

Gelelim Kürşad Arusan’a....

Arusan müthiş heyecanlı. Yaptığı işten çok keyif alıyor. Malum havacılık zor bir sektör. Türkiye’de deniz uçağı dediğiniz anda, akla gelen bin bir soru işin hiç de kolay olmadığını ortaya koyuyor.

15 dakikalık İstanbul turu düzenleyecek


- Öncelikle en sondan başlayacağım. Haliç-Bozcaada ve Haliç -Alaçatı seferleriniz başladı. Bu kadarla mı kalacak bu yaz, yoksa yeni noktalar başlayacak mı?

16 Temmuz’da Alaçatı-Bodrum başlayacak. İkinci uçağımız geliyor. İleride artacak seferlerimiz.

- Planlarınızda nereleri var?

İleriki dönemlerde mevcut rotalara ek olarak, Çanakkale, Ayvalık, Marmaris, Kapadokya, Antalya, Trabzon, Samsun, Fethiye ve Göcek’e de uçmayı hedefliyoruz.

Yazının devamı...

Ulaşım sorununu çözemeyen İstanbul finans merkezi olamaz

Türkiye Bilişim Vakfı, TAGES ve Sabancı Üniversitesi, Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği katılımıyla İstanbul Bilgi Toplumu İzleme Grubu oluşturuldu. Bu grubun kurucuları Leyla Arsan ve Faruk Eczacıbaşı, İstanbul’un en önemli sorununun ‘trafik’ olduğunun altını çizdi. Faruk Eczacıbaşı, “Finans merkezi olmak için öne çıkarılmak istenen İstanbul’da trafik sorunu akıllı biçimde çözülemezse İstanbul’un finans merkezi olması hayal olarak kalır” dedi.

Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı (TBV) Faruk Eczacıbaşı ve TAGES Yönetim Kurulu Başkanı Leyla Arsan’la sohbet ettik. Sohbetimizin ana ekseni İstanbul’un sınıf atlamasıydı. Daha doğrusu ‘İstanbul bilgi ve iletişim teknolojilerinden mümkün olduğunca yararlanan akıllı bir şehir olabilir mi?’ konusuna odaklandık. Akıllı şehir olabilmek için İstanbul’un önünde çok uzun ve zor bir yol olduğu açık. İstanbul’un çok büyük sorunları var. İşte konuştuğum ikili, bu konuya kafa yoruyor, projeler üretiyor.

Evet İstanbul son yıllarda cazibe merkezi oldu. İstanbul’a gelen turist sayısı artıyor, İstanbul’da yaşam hareketleniyor. Daha fazla konser, etkinlikle anılan, sanatın kültürün nabzının attığı bir kent haline geliyor İstanbul. Aynı zamanda bir finans merkezi olma yolunda ilerliyor. Peki Türkiye’nin en gözde şehri, en çok vergi toplanan, en kalabalık şehri dünyada hangi noktada? Ve daha da önemli bir noktaya gelebilecek mi? İstanbul gerçekten de hızlı ve planlı bir dönüşümle statü atlayabilir mi? İstanbul Kalkınma Ajansı İstanbul’un kalkınması için İstanbul Bölge Planı oluşturdu. Bu plan Faruk Eczacıbaşı ve Leyla Arsan’ı da proje üretmek için yüreklendirdi. Türkiye Bilişim Vakfı, TAGES ve Sabancı Üniversitesi, Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği (TÜBİSAD) katılımıyla İstanbul Bilgi Toplumu İzleme Grubu oluşturuldu.

Bu grubun kurucuları Leyla Arsan ve Faruk Eczacıbaşı, görüşmemizde İstanbul’un en önemli sorununun ‘trafik’ olduğunun altını çizdiler. Bilgi İletişim Teknolojileri kullanarak nasıl bu sorunların altından kalkılabileceğini anlattılar. Hatta Leyla Arsan bu sohbetimizde Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın ‘Akıllanamıyoruz bari ulaşımı akıllı hale getirelim’ sözünü de hatırlattı.

- Hangi noktada İstanbul? Siz bir proje hazırladınız. Kalkınma ajansı destekliyor... Malum İstanbul’un çok sorunu var ama siz öncelikli olarak en büyük sorun ‘Ulaşım’ dediniz...

Faruk Eczacıbaşı: İstanbul hepimiz için önemli. İstanbul son zamanlarda iddialı bir şehir. Önemli bir çekim merkezi. Biz de bunu çok tekrarlıyoruz. Yabancı basında da bu çıkıyor. Bunu eşelediğimizde altının dolu olmadığını görüyoruz. İstanbul’un tarihi değeri müthiş, doğal güzellikleri harika, yakın doğunun önemli bir ticaret merkezi. Bunlar güzel ama sürdürülebilirlik için yeterli araştırmalarımız, Ar-Ge çalışmalarımız, verilerimiz yok.

- Tüm bunlar geçici olabilir diyorsunuz

Faruk Eczacıbaşı: Evet. Biz bilgi iletişim teknolojilerini kullanmalıyız İstanbul için. Bu noktadan hareket ettik.

Leyla Arsan: Bilişim sektörünün yüzde 97’si İstanbul’da. İstanbul’un çözülecek çok sorunu var. BİT sektörü İstanbul’un sorunlarına çözüm üretmeli. Türkiye’de bölgesel ve kentsel yaklaşımlar bugüne kadar yoktu. 27 kalkınma ajansı yeni kuruldu. Bu anlamda bizler de “İstanbul’u BİT sektörüyle geliştirmek için İstanbul’u ölçümlemek lazım” dedik. Çünkü buna göre çözüm ve politika önerileri oluşturabiliriz diye düşündük. Bu doğrultuda hazırladık projemizi.

- Hangi noktada İstanbul? Hangi verilere ulaştınız? Örnek verir misiniz?

Faruk Eczacıbaşı: 2012’de yayınlanan küresel şehirler endeksinde İstanbul 66 şehir arasında 37’inci sırada.

- Birinci New York mu?

Faruk Eczacıbaşı: Sanırım öyle.

- Diğer veriler nasıl?

Faruk Eczacıbaşı: Pek iyi değil. Küresel Finans Merkezleri 2012 İndeksi’nde İstanbul 77 şehir arasında 61’inci sırada. İnovasyon Kentleri Dünya 2011 listesinde 125 şehir arasında 89’uncu sırada. İnovasyon Kentleri Avrupa 2011 Endeksi’nde de 60 şehir arasında 51’inci.

- Tablo karanlık...

Faruk Eczacıbaşı: Biz şunu hep söylüyoruz; rakamlara ihtiyacımız var. ‘Ölçülmeyen başarı başarı değildir.’ İstanbul iyi pazarlandığında güzel şehir ama eğer bu şekilde tüketilirse yarın öbür gün Cape Town gelir, Bombay gelir. Biri çıkar 3’ü iner sıralamalarda. Kalıcı olmak için ayakların yere basması lazım. Kalıcı sonuçlara ihtiyacı var İstanbul’un.

- Geri kalmış bir şehir bu verilere baktığımızda. Çok göç almış, çarpık büyümüş olmanın, alt yapı eksikliğinin getirdiği sorunlara bilgi iletişim teknolojileri nasıl çözüm olabilir?

Faruk Eczacıbaşı: Her şey değişiyor. Kentler artık fabrika sayılarıyla, işçi nüfusuyla değil üretim niteliği ve niceliğiyle ölçülüyor. Yaratıcı kültürünü endüstriye dönüştüren şehirler turizmden, hizmet sektöründen, bankacılıktan, bilişimden daha fazla gelir sağlıyor. Bilgi İletişim Teknolojileri’nin İstanbul’a sağladığı katma değer nitelik ve nicelikte olacak. İstanbul potansiyelini doğru hesaplamalı.

Leyla Arsan: İstanbul Bilgi İzleme Grubu, TBV’nin desteklenen ilk İstanbul projesi. 10 Temmuz’da bir konferans düzenleyeceğiz. Önerilerimizi orada açıklayacağız. Bakan Binali Yıldırım ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dijital Gündem sorumlusu Neelie Kroes de katılacak. Şunu bilmeliyiz. Biz trafiğe çözüm oluşturmak istiyorsak bunu yalnızca yol, köprüyle anlatamayız. İstanbul için çözüm arıyorsak binalardan, köprüden oluşmuyor kent, insanlardan oluşuyor. Çözüm içine insanları almalıyız.

- Önce şunu anlatır mısınız akıllı şehir ne demek?

Faruk Eczacıbaşı: Akıllı şehir için tamamen kapsayıcı bir tanım yapmam mümkün değil. Ama elbette bir şehirde bilgi teknolojileri kullanımı azsa oradan ‘akıllı’ diye söz edemeyiz. Ancak akıllı şehir derken yalnızca BİT alt yapısına bakmak da yanıltıcı olabiliyor. Bunun yanı sıra ‘smart city’ yani ‘akıllı şehir’ kavramının temelinde daha katılımcı, demokratik saydam bir toplum olma gayreti var. O şehri oluşturan nüfusun ortak aklının akılcı biçimde kullanılmasından da söz etmeliyiz. Belediye, STK’lar, gençler, üniversiteler...

- Sizin kuruluşuna öncülük ettiğiniz İstanbul Bilgi Toplumu İzleme Grubu üniversiteleri, özel sektörü, STK’ları dinledi ve en büyük sorun ‘trafik’ dedi. Tespit tamam ama gerisi... Ve trafik hangi sorunları beraberinde getiriyor? İnsanların psikolojisini, işteki verimliliği de çok etkilemiyor mu?

Faruk Eczacıbaşı: Kesinlikle öyle. Belki çalışma biçimlerini değiştirmeyi konuşmalıyız. Herkes işe gitmeli mi? Bazı işler evden de yapılabilir. Son dönemde İstanbul’un finans merkezi olmasından da çok konuşuyoruz.

- Sizce olabilir mi?

Faruk Eczacıbaşı: Bu haliyle zor. Finans merkezi olması için girişimler artıyor. Ama bunun karşısındaki en büyük dezavantaj ulaşım yani ulaşamama. Finans merkezi olmak için öne çıkarılmak istenen İstanbul’da trafik sorunu akıllı biçimde çözülemezse İstanbul’un finans merkezi olması hayal olarak kalır. Ulaşım mesafelerinin uzaklığı, bunlar arasında metro olmaması, toplu taşıma sistemlerinin yetersizliği, şehir içi ulaşımın büyük ağırlıkla karayolunda olması...

- 3. Köprü yapılmalı mı?

Faruk Eczacıbaşı: Yapılmalı. Hükümet zaten sorunları gördü. Ulusal Akıllı Ulaşım Sistemleri Stratejisi ve Eylem Planı hazırlamaya karar verdi. Bu plan dahilinde İstanbul’un trafiği düzenlenecek. Bakan Binali Yıldırım, ‘Yol yapmak yetmez, yolları daha akıllı hale getirmeliyiz’ de dedi. Bizler de bu soruna çözüm getirilirken mutlaka bilgi iletişim teknolojilerinden yararlanılması gerektiğini söylüyoruz.

İŞE METROYLA GİDİP GELİYOR

Kuledibi’nde oturan Faruk Eczacıbaşı Levent’teki iş yerine metroyla gidip geliyor.

Diğer şehirlere kötü örnek oluyor

- 10 Temmuz’da gerçekleştirilecek İstanbul’un Dijital Gündemi toplantısında İstanbul’da Akıllı Trafik ya da Ulaşım için hangi öneriler gündeme gelecek?

Leyla Arsan: İstanbul’un BİT ile, BİT’in İstanbul ile Gelişimi için; 7 Ayaklı Açık İnovasyon Eko-Sistemi Yaklaşımı, 5 Devrimsel Çözüm Önerisi, 54 Politika Önerisi 10 Temmuz Salı günü sunulacak. Akıllı ulaşım için vatandaşın BİT’i özümsemesi, canlı bir laboratuvar ortamı olarak, kullanarak, eğlenerek, akıllı çözümler geliştirmeye katkıda bulunması gerekiyor. Bizim önerdiğimiz metod bu. Yaşlı da, engelli de, çocuk ve genç de, iş insanı da, ev insanı da akıllı ulaşıma bulunacak çözümde katkıda bulunabilmeli. BİT buna olanak sağlayacak.

- Nasıl olacak bu?

Leyla Arsan: Belediye ile BİT sektörü işbirliği yapacak. Bunun için altyapılar hazırlanacak. Otomotiv, BİT, şehir plancıları, psikolog ve sosyolog ile vatandaş aynı projede birlikte çalışacak. Vatandaş akıllı ulaşım buluşlarını hayata geçirebilecek! Bunun için ortamlar yaratılacak.artık şehrin göbeğinde sanayi üretmemeli. Sanayi limanlar vs. gözetilerek Marmara’ya yayılmalı. İstanbul bir sanat, finans ve servis (hizmetler) şehri olmalı.

- İstanbul’a dönüşüm lazım!

Leyla Arsan: Evet. Şehrin merkezleri şehir dönüşüm projeleri sırasında nefes alacak yollar, altyapı ile ile yeniden tasarlanmalı. İstanbul 17 milyon nufusa sahip olunca tüm Türkiye için regülasyonda yanlış modelleme oluyor. İstanbul icin bir regülasyon yapıp Ardahan’da da aynısını uygulamaya çalışmamak gerekir. Şehirleri belli standartlara göre tasarlamak gerekir. Şu anda teknoloji geliştirilmesi açısından teknoparklar üzerinde çok duruluyor. Ar-Ge’yi Teknopark’ta geliştirirseniz tamam ama dışarıda bir uzman bunu yaparsa saymıyoruz. BİT çözümleri ile şehir yaşamının kolaylaşıp geliştiği bir model şüphesiz yerli üretimler için teşvik edici olacak. Artık belediyelerin ‘Kaldırımlara ayırdığı kadar bir kaynak’ BİT konusunda bir platform oluşması için yatırılmalı.

10 Temmuz’da öneriler sunulacak

10 Temmuz’da gerçekleşecek toplantıda gündeme gelecek öneriler de şöyle:

- BİT sektörünün ulusal kalkınma planlarında, ulusal istatistik sistemlerinde (TÜİK) ayrı bir sektör olarak belirlenmesi.

- Türkiye’nin öncelikli olarak tükettiğinin yüzde 30’unu Türkiye’de üretmek gibi bir hedef koyması. Bu hedefe ulaşmak için regülasyonların da kaldıraç olarak kullanılması.

- Türkiye BİT sektör göstergelerinde aşamalı olarak ilk 10 ülke arasına girmeyi hedeflemeli.

- Göstergelerin belirlenmesi ve oluşturulmasında kamu kuruluşları ile eşgüdüm içinde çalışılmalı.

Yazının devamı...

Tatlıcı Tombak AVM’lerden çekilip caddelere çıkacak

Nedim Saban ‘tatlıcı’ olarak kalıcı olduğunu ve tiyatro sevdası kadar işadamlığında da ‘usta’ olduğunu kanıtlama yolunda ilerliyor. Tatlıcı Tombak zinciriyle büyürken, zincir marketlere özel tatlı üretimine de başlayan Nedim Saban’la yeni stratejilerini konuştuk.

- Kaç şube oldu? Nereye kadar büyüyeceksiniz?

Tatlıcı Tombak olarak, insanların damak tatları arasında en çok seçici oldukları lezzetin tatlı olduğunun farkındayız. İnsanlar tatlıyı seviyor. Bunun içinde müşterilerimizin yerinde ve zamanında bu tercihlerine yakın olmak ve kolay ulaşmalarını sağlamak için büyüyoruz. 30 şube ile girdiğimiz 2012 yılında şu ana kadar Türkiye genelinde 35 şubeye ulaştık. Yılsonuna kadar amacımız şube sayımızı 40’a çıkartmak. Ağırlıklı olarak İstanbul ve Marmara Bölgesi’nde büyümeyi hedefliyoruz. Büyüme stratejisi konusunda hızlı şubeleşme ile şube sayısını artırmaktan ziyade sağlıklı ve kârlı büyümeye odaklanıyoruz.



- Üretim tesisinizi gezdim. Farklı markayla da üretim yapıyorsunuz değil mi?

Evet, Tatlıcı Tombak’lar dışında zincir marketlerde satışta olan Şeftat markamız var. Çok beğenildi bu markamız. Bu alan, son birkaç yıldır yatırım yaptığımız ve odaklandığımız bir pazar segmentiydi. Tüm bunlar ve daha fazla kurumsallaşmak güçlü bir kadro gerektiriyordu. Ben de Tatlıcı Tombak markasını kurumsallaştırmak adına yönetimi profesyonellere bıraktım.

- Yeni ürünleriniz var mı?

Var. Geçen seneki satışların yüzde 10 üzerine çıkmak ve yeni ürünlerle birlikte kârlılığı artırmak istiyoruz. Ar-Ge yatırımları ve altyapı çalışmalarımızı tamamladık. Önemli zincir marketlerle işbirliği halindeyiz. Buralarda çok yakında yeni ürünlerimiz de yer almaya başlayacak. Ürün gamımıza kendi üretimimiz olan kurabiyeler, kekler, cookie’ler ve simit gibi fırın ürünlerini ekleyeceğiz.

Rakibimiz Bolulu Hasan Usta

- Çok rakip var. Nasıl rekabet ediyorsunuz? Sıkı rakiplerinizin olması sizi nasıl etkiliyor?

Süslü tatlı konusunda bizim rakibimiz Bolulu Hasan Usta. Özsüt pasta, Mado dondurma ağırlıklı. Geleneksel sütlü tatlı konusunda Bolulu Hasan Usta ile başa baş durumdayız. Onun dışında başka bir rakibimiz olduğunu düşünmüyorum. Ben her zaman nasıl rekabet edildiğine değil, ne kadar kâr elde edildiğine odaklanmaktan yanayım. Biz ‘cafe konsepti’nden uzaklaşıyoruz.

- Neden? Her yer cafe oldu diye mi? Yabancı zincirler de güçlü.

Rakiplerimiz daha çok lüks cafe açma yolunda ilerliyor. Biz daha kolay tüketilen ürünler yapmak amacındayız. Yaptığımız tüketici araştırmaları neticesinde şubelerimizde daha az vakit geçirilen, insanların paket olarak tatlıları satın alabilecekleri bir konsept oluşturduk. Tatlı sektöründe lüks cafe konseptine gerek olmadan büyümenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca paket olarak tatlı almak isteyen çok fazla müşterimiz var. Cafe’lerden paket tatlı alma tercihi tüketicilerde çok nadir olur. Bizim müşterilerimiz evlerine ya da iş yerlerine giderken tatlı alıp gidiyor. Genel olarak söylememiz gerekirse, çalışanlar ve aileler bizim yoğunlaştığımız müşteri kitlemiz.

- Üretim tesisinizdeki kapasite ne kadara ulaştı?

Fabrikamızın üretim sistemini modernize ettik, milli ve uluslararası denetim şirketlerinin istediği standartlara uygun hale getirdik. Ayda 1.5 milyon adet üretim kapasitesine ulaştık. Sahip olduğumuz bu yeni teknoloji ile tatlılarımızın dayanma süresini 35 güne kadar çıkardık.

‘Anneannemin tarifi’

- Sütü nereden alıyorsunuz?

Her malzemenin en doğal ve sağlıklı olanını kullanmaktan yana olan bir markayız. Sütleri pastörize edilmiş halde Gebze’deki yerel üreticilerden alıyoruz.

- En çok hangi tatlılar satıyor?

Tatlıcı Tombak olarak sütlü tatlı, şerbetli tatlı, pasta ve kurabiye çeşitleri üretiyoruz. 100’ün üzerinde ürün çeşidine sahibiz. Bize özel en farklı lezzet anneannemin gizli tarifi olan Tombak Tatlısı. Anneannemin yaptığı eski bir muhallebi olan Tombak Tatlısı, taze süt ve karamelin birleşiminden oluşuyor. Ayrıca profiterol ve ekler gibi pasta çeşitlerimiz de oldukça ilgi görüyor.




AVM’lerde haksız rekabetle karşılaştık


- AVM’de mi caddeler de mi olmayı tercih ediyorsunuz?

Biz ağırlıklı olarak caddeleri tercih ediyoruz. İnsanlar AVM’lere genelde yemek yemeye gidiyor. Tatlı yemeye ayrı bir yere gitmeyi tercih etmiyor. Ayrıca İstanbul’daki eski muhallebici geleneğini yaşatan bir marka olarak da caddelerin bize daha uygun olduğunu düşünüyorum. AVM’lerde gördük ki birçok yer menüsüne sütlü tatlı koymaya başladı. Sonuçta tatlıcılar haksız bir rekabet ile karşı karşıya kaldı. Bu nedenle yavaş yavaş AVM’lerden çekiliyoruz.

- Yurtdışında Tombak açma hedefiniz var mı?

Yurtdışı için yoğun bir talep alıyoruz. Hatta bu konuda yaptığımız birkaç görüşme de var. Ancak böyle bir karar almadan önce lojistiğini de planlamak gerekiyor. Sorun şu ki her ürünün her lokasyona ulaşması hele ki konu sütlü tatlı olunca pek mümkün değil.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.