Şampiy10
Magazin
Gündem

Kadınlar mutfakta aşk arıyor

Homend en yeni Elektronik Ev Aletleri markalarından biri. Homend’in ürünleri ‘yeşil’ yani çoğu az enerji tüketiyor, aynı zamanda tasarımları da çok şık. Homend’in Genel Müdürü Hakan Koçer’le sohbet ettim. Yaptırdıkları araştırmaları, Türkiye’de kadınların ve erkeklerin ev aletlerine olan ilgisini anlattı. Erkekler ve kadınlar diyorum dikkat ederseniz. Mutfak dediğimizde hep ilk akla gelen kadınlar. Çünkü kadınlar mutfakta çok zaman geçiriyor. Ama günümüzde mutfak hobisi olan erkekler hiç de az değil. Onlardan biri de Hakan Koçer. Bu yüzden de bu iş Hakan Koçer’i mıknatıs gibi çekmiş.

Homend’in geçmişi 3 yıl. Çok yeni bir marka. Index Grubu’nun bir markası. Grup bu alana girmeden önce araştırmalar yaptırmış. Hakan Koçer, mevcut ev aletleri markalarının neden tercih edildiğini, müşteri bağımlılığını, alanda beklenen yenilikleri, tercihlerin neye göre yapıldığını araştırdıklarını anlatıyor. ‘25-35 yaş grubu arası kadınların bakışlarını da 19 sonrası nişanlılık dönemi genç kızların beklentilerini de, çalışan kadınları da ev kadınları da ne düşünüyor diye araştırmalar yaptırdık’ diyen Koçer’in tüm bu araştırmalardan çıkardığı sonuç ilginç:

Kadınlar aşık olacakları ev aletlerini alıyorlar.

Nasıl yani? diye sordum ve şaşırdım. Hakan Koçer açıkladı: “Kadınlar eskisi gibi değil, işimi görsün yeter diye düşünmüyor, tasarımına önem veriyor, şıklık arıyor, işini görsün ama aynı zamanda göz alıcı olsun istiyorlar. Biz buna aşk diyoruz”

Örneğin garanti süresi uzatıp uzatmamak konusunda da sorular sormuşlar, yanıt ‘hayır’ olmuş. Aşklar da çok uzun değil. Bir sorun olduğunda servise kolay ulaşmak, sonuç alana kadar ürünün yenisiyle değiştirilmesi tercih ediliyormuş.

‘Blender’ımı alayım, 10 yıl kullanayım’ diyen yok.

Homend de bu yüzden servise çok önem veriyor. 7 gün 24 saat hizmet veriyorlar. Tamir süreleri kısa, üstelik 48 saat içinde sorun çözülüyor, ya alet tamir ediliyor ya da 48 saat içinde müşteriye yenisi veriliyor.

En çok ne satıyorlar? diye merak ettim, Konuşan çay makineleri çok satılıyormuş. Aşk arayan kadınlar aynı zamanda diyalog da istiyor!

Bu arada Homend’in bence en önemli farklılığı küçük ev aletleri alanında az enerji tüketen ürün çeşitliliğine sahip olması.

Hakan Koçer’den aldığım bilgileri aktarayım. Bir evde enerji tüketiminin yüzde 31’ini küçük ev aletleri yapıyor. Yüzde 10-11 aydınlatma, gerisi ise buzdolabı, bulaşık makinesi v.sÖBir evde bir hafta içinde 4 saat ütü yapılıyorsa, bu bir haftada buzdolabının kullandığı enerji ise eşit bir tüketime denk geliyormuş. Malum son zamanlarda çıkan buzdolapları bundan 10 yıl önceki modellere göre 5’te 1 oranında enerji tüketiyor. İşte bu yüzden de küçük ev aletlerinin ‘yeşil’ yani az enerji tüketiyor olması enerji tasarrufu açısından da çok önemli.

Hakan Koçer’i biraz tanıtmakta fayda var. Koçer Kadıköy Anadolu Lisesi’nden sonra İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği bölümünde okudu. 1992 yılından 2002 yılına kadar Arena Bilgisayar’da genel müdürdü. Kariyerini hep bu alanda yaptı. Son olarak da 2009’a kadar AirTies Yönetim Kurulu üyesiydi. 2009 yılında Elektronik EV Aletleri sektörüne girerek Homend’in Genel Müdürü oldu. Hakan Koçer’in bu alanı seçmesinin ana nedeni yemek yapmaya olan ilgisi.

Yazının devamı...

Adana’dan çıkan ‘ince belli’ Sunar Yeni Zelanda’ya uzandı hedef 80 ülkeye ihracat

Sunar Grup, Adana’da temelleri atılan, bugün dünyanın dört bir yanına ihracat yapan bir sanayi grubu... Tam bir Anadolu Kaplanı olan grubun ürünleri ince belli ambalajı olan Sunar markasıyla öne çıkıyor. Aralarında Yeni Zelanda ve Panama’nın da olduğu 60 ülkeye ihracat yapan grup, bu yıl ülke sayısını 80’e çıkaracak. Türkiye’de yerel marketlere giren grubun bir diğer hedefi de büyük zincir marketlerin raflarında yerini almak.

Hüseyin Çomu Adana’nın duayen işadamlarından Nuri Çomu’nun oğlu. Sunar Grup’un Yönetim Kurulu üyesi. Sunar Grup, Adana’dan çıkıp dünyaya uzanan bir şirket. Tam bir Anadolu Kaplanı. Sunar Grup’un Elita Yağ şirketinin ürünleri yeni Zelanda’dan Panama’ya kadar farklı coğrafyalara uzanıyor. Tarıma dayalı sanayide Türkiye’nin en iddialı şirketlerinden biri olan Sunar Grup geçen yıl da BM’nin FAO Altın Madalyası’nı kazandı.

Hüseyin Çomu’yla İstanbul’da buluştuk. Sunar Grup’un atılım hikayesini dinledik.

- Şirketiniz çok eski, köklü ama biz adını son yıllarda duymaya başladık. 2 yıl önce ilk 500 sanayi şirketi içine giren Sunar Grup tarıma dayalı sanayide en büyükler arasına hızla girdi... Nerede başlıyor hikayeniz?

Adana’da eskiden 3 önemli aile vardı. Sabuncular, Sabancılar ve Sapmazlar.

- Evet hatta 3S diye anlatılır hep.

Annemin babası Mehmet Nuri Sabuncu’dur. 1940’da sanayiciliğe başlamışlar. 1940’lı yıllarda sabun ve helva yapılıyormuş. 1950’lerde iplik üretiyorlar. Akdeniz İplik Fabrikası. 1973 yılına kadar büyüyorlar. Babam da okulu bitirince dedemle çalışıyor, sonra annemle evleniyor. Kızı hak ediyor diyelim. 1973 yılından sonra dedem ve annem üst üste vefat etti. Annemin de rahmetli olması sonrası Sunar’ın temeli atılıyor. Annemin adı Sunar. Bazı zorlukları hayır diye anlamlandırmak gerekiyor sanırım. Kolay bir hayatımız olmadı. Babam özel bir insan. O dönemde pamuk Çukurova’da önemli ürün, çeltik de önemli. Babam da öyle başlıyor. Babam Yüksek Ziraat Mühendisi, topraktan yetişen her şeyi canı kadar seven bir insan. Toprağa aşık bir adam. 1960’larda 15 bin dönüm tarla ekiyor. Öyle başlıyor. Tüm yatırımlarımız tarıma dayalı sanayi üzerine. İlk fabrikayı Adana’da bizim bulunduğumuz yere 80 kilometre uzaklıkta olan Osmaniye’de kurmuş babam.

Adana’yı mısırla tanıştırdı

- Buğday üzerine değil mi?

Evet. Sunar Özlem Un Fabrikası 1976’da başladı. Osmaniye’nin sanayileşmesine katkısı oldu. Çukurova’da şu an yıllık 100 bin ton civarında buğday işleme kapasitesine sahip bir fabrika. Daha sonraları 1986’da Çukurova’da pamuk azalmaya başladı. Çiftçi para kazanamaz hale geldi, tekstil çok etkilendi. Pamuğa alternatif tarım ürünü arayışları vardı. Babam mısırı araştırdı ve başladık.

- O zamana kadar Adana’da mısır yok mu?

Yok. Babamın öngörüleri çok önemli bu alanda. Sunar Mısır kuruldu. Sunar, bölgede yetişen mısırı işleyen bir fabrika. Nişastası da yapılıyor yağı da. 1 milyon 200 bin ton mısır yetişiyor bölgede. Tamamı Türkiye’de kullanılıyor. Türkiye’nin mısır ihtiyacının yüzde 40’ını Çukurova karşılıyor. O dönemde mısır yoktu bölgede şimdi dünya çapında kaliteli mısır üretiliyor Çukurova’da.

- Kaç ülkeye ihracat yapıyorsunuz?

60 ülkeye ulaştık. 5 yılda hızla yayıldık. 105 milyon dolarlık ihracat yaptık geçen sene. Elita Yağ 2010 yılında ISO 500’e girdi. Bu sene çok daha yüksekte olacak. Elita Yağ’ın ihracatı kendi cirosu içinde yüzde 40’a ulaştı.

- En çok komşu ülkelere mi satış yapıyorsunuz?

Evet, komşu ülkelerle iyi ilişkiler olumlu etkiliyor. Son zamanlarda yaşanan olumsuzluklar da etkiliyor bazı ülkeleri. Ancak biz yine de ticaretin başlayacağını düşünüyoruz Suriye’yle. Ülkemiz kişi başına yıllık gelirin en az 20 bin dolar olması gereken bir ülke. Biz dünyayı geziyoruz. Ben her ihracat yaptığımız ülkeye gidiyorum. Çoğu ülkeye defalarca gittim. Türkiye parlayan bir yıldız. Sunar Grubu olarak hedefimiz gittiğimiz her ülkede kalıcı olmak. Süreklilik sağlamak. Komşu ülkelerin tamamında aranan marka olduk. Yeni Zelanda’ya da ihracat yapıyoruz.

- Yeni Zelanda’ya kadar uzanmışsınız...

Panama’ya da satıyoruz. Bizim için büyük gurur. Tasarıma da önem verdik. Şişelerimiz ince belli. ‘İnce belli Sunar’ dünyaya yayılıyor. Annemin adıyla olması ayrı bir mutluluk yaratıyor. Komşu ülkelerde bir numaralı marka olmayı hedefledik. Grup olarak bizim en büyük farklılığımız mısır yağımız. Dünyada çok iyi bilinen bir yağ değil. Türkiye’de kullanılan sıvı yağların yüzde 80’i ayçiçek yağı, çünkü ucuz. Mısır yağı yapımı diğer yağlardan farklı. Tarladaki mısırdan yağa kadar barındıran tek kuruluş biziz Türkiye’de.

Mısırlarımızda GDO yok

- GDO korkusu var mısır yağlarında...

Bizim mısırlarımızda GDO yok. Tesislerimizde yalnızca Türkiye’de yetişen mısır kullanıyoruz. Türkiye’de GDO’lu mısır ekimi yasak. Biz buna rağmen tahlil yaptırıyoruz. Yağlarımıza da ‘GDO’suz’ diye boyunluk asıyoruz.

- Zeytinyağına dönersek...

Zeytinyağının kendine has tadı olmalı. Sızma zeytinyağı tercih edilmeli. Hakiki zeytinyağının yerini hiçbir yağ tutmaz. Zeytinyağı bir üstadın dediği gibi meyve suyudur. Soğuk sızma zeytinyağı yemek tercih edilmeli. Çukurova Doğu Akdeniz’de. Eskiden de çok zeytin ağacı varmış. Süveyş kanalı yapılırken yönetim çam ağaçları kesimini yasaklamış, Süveyş kanalı için zeytin ağaçları kesilip gönderilmiş. Zeytin bölgesi Mardin’e kadar gidiyor. Bir İtalyan işletmeci Mardin’den zeytinleri alıp sıktırıp İtalya’ya götürüyor. Sarı Ulak zeytinleri Ayvalık zeytini gibi özellikli. Biz bizim bölgemize has zeytinleri bulup onları sıktık. Gurmelere danıştık, beğenildi. Farklı ve lezzetli bir tat. Sarı Ulak zeytinyağımız beğeniliyor. Zeytinyağı üretimine hassasiyet gösteriyoruz. Türkiye hazine bu anlamda. Ben Çin’e ilk gitiğimde Çin’e mal satacağım dedim. Biz Çin’e ayçiçek yağı satıyoruz, oraya da zeytinyağı satacağız ileride.

- Yeni yatırımlarınız olacak mı?

Elita Yağ kapasitesini yüzde 30, rafine kapasitesini ise 2’ye katlıyor 1 Eylül itibarıyla. Biz ihracatta daha da büyüyeceğiz. 2012’de 80 ülkeye ihracat yapacağız.

- Türkiye içinde iddianız yok mu?

Pazarda yerel marketlere girdik, bunu markalaşma sürecinde önemli görüyoruz. Evet ihracata çok odaklandık. İleride markalaşma sürecimizde ulusal market zincirlerine de gireceğiz. Fransa, Almanya Balkan ülkeleri tamamında Hollanda, Belçika ve Norveç, Finlandiya ve İsveç’de yağlarımız satılıyor. Biz işkoliğiz kazanç yeri değil hayatımızın bir parçası işlerimiz.

EN ÇOK ETKİLENDİĞİM ÜLKE MISIR

Hüseyin Çomu, seyahat etmeyi çok sevdiğini belirterek, “Eşim de Boğaziçi Üniversitesi mezunu. 3 çocuğumuz var. Birlikte seyahat etmeyi çok seviyoruz. Finlandiya’ya gittik son. Umarım ülkemiz de o seviyelere gelir. En etkilendiğim ülke Mısır. Muazzam bir kültür ve tarih ve muazzam bir çöküş. 5 bin yıl önce beyin ameliyatı yapan, 1.000 metreye su basan bir ülke. Geçmişte bugünkü Mısır’dan daha medeni bir ülke vardı. Çok yazık...” diye konuştu.

Sunar Özlem Un Fabrikası’nda yılda 70 bin 200 ton un, 19 bin 800 ton kepek, 345 bin 600 ton yem üretim kapasitesi var. Aynı zamanda taze meyvecilikte de yılda 1 milyon ton üretimi var Sunar’ın. Elita Gıda ise yılda 200 bin ton hammadde işleme 150 bin ton rafinasyon kapasitesiyle Türkiye’nin ilk 5 tesisinden biri..

5 bin çiftçiden alım yapıyoruz

- Siz babanızın yanında yetiştiniz. Ne okudunuz?

Ben de Boğaziçi Üniversitesi İşletme mezunuyum. Okulu bitirir bitirmez fabrikada işe başladım. Zaten yaz tatillerinde hep çalışırdım. Türkiye’de eskiden mısır ithal edilirdi. Bir ara babama ‘İthal edelim yurtdışında fiyatlar çok düşük’ dedim. Babam ‘Çiftçilere ne yapacağız, bize güvenip ekim yaptılar?’ dedi. İthalat yapmadık. Bu bir felsefe, bakış açısı.

- Şu anda kaç çalışanınız var?

600 çalışan var ama 5 bine yakın çiftçiden alım yapıyoruz. Bizim fabrikalara günde 200 civarında kamyon girer. Yem tesisimizde besi yapan insanlara destek veriyoruz. Yıllık 350 bin ton yem üretiyoruz. Türkiye’nin yarısına ürün satıyoruz.

- Un fabrikası, yem fabrikası ve yağ fabrikalarınız var.

Mısır yağı ve çiçek yağı üretimine 2006’da başladık. Yağlı tohum üretimini devlet de teşvik etti. Biliyorsunuz, enerjiden sonra en büyük ithalat kalemiydi. Daha öncelerde Çukurova’da verimsiz buğday tarımı yapılan yerlerde ayçiçek tarımı başladı. Ayçiçek üretimi bölgede süratle arttı. Elita Yağ 2006’da kuruldu. Bölgedeki en yüksek çekirdek kırma kapasitesine sahip entegre tesisiz. Türkiye’nin alanındaki en modern tesisi. Kuruluş kapasitesi 180 bin ton. Aynı zamanda rafinerisi de var. 5 yılda Elita Yağ Çukurova’da ayçiçek üretimini 4 kattan fazla artırdı diyebiliriz.

Yazının devamı...

Çağrı merkezleri yurtdışına açılmalı

Turkcell Global Bilgi Türkiye’de çağrı merkezleri alanında en büyük şirket. En büyük müşterisi Turkcell olmakla birlikte perakendeden sigortacılığa bankacılıktan kamuya farklı alanlarda müşterileri var. Toplam 10 bin çalışanı olan Global Bilgi bir süre önce gözünü yurtdışına da dikti. Şimdilerde bu açılımının meyvelerini de almaya başladı. Ukrayna ve Belarus’ta 10 milyona yakın müşteriye hizmet veren Global Bilgi yurtdışında da hızla büyüyor. Global Bilgi’nin Genel Müdürü Bahadır Pekkan’la sohbet ettik.

Geçen yıl şirket Turkcell dışında yüzde 50 büyümüş. Yani yeni müşteri sayısı hızla artmış. Turkcell için müşteri memnuniyeti ölçümlerini sık sık yapan Global Bilgi, aynı hizmeti diğer şirketler için de yapıyor ve son araştırmalara göre müşteri memnuniyeti yüzde 80 oranında çıkmış.

Ben işin müşteri tarafındayım. ‘Neden özellikle bankaları aradığımızda uzun süre bekliyor, tuşlama yorgunu oluyoruz?’ diye sordum.

Pekkan, ‘Artık bankaların çoğu müşteriyi internete çekmek istiyor. O hizmeti internet üzerinden yapmanızı tercih ediyor’ dedi.

Yine müşteri refleksiyle sordum. Teknik bir sorun için aradığımızda karşımıza kim çıkıyor? Bize o hizmeti satmak isteyen kişiyle, teknik hizmeti veren kişiler aynı mı? Genelde sorunlar çok zor çözülüyor. Müşterileri en çıldırtan nokta hizmeti satarken yakalanan hızla, sorun çözerken yakalanan hızın arasında uçurum olması...

Bahadır Pekkan; bu soruya yanıt verirken uzun uzun çağrı merkezlerine alınan personele verilen eğitimi anlattı. Kimi müşteri çekmek için kimi ise teknik hizmet için eğitim alıyormuş.

Global Bilgi’nin Türkiye’de 30 müşterisi var. Pekkan, ‘Biz bir proje konuşurken terzi gibiyiz. İhtiyaca uygun çözümü gerçekleştiriyoruz. Kalite, süreç, bilgi teknolojileri bizim bordromuzda’ diyor.

Müşterileri arasında Superonline, P&G, sigortalar, bankalar, alışveriş siteleri var, LCW de var. Tarım Bakanlığı’nın Alo Gıda Hattı, MEB’nın Alo Eğitim Hattı, Sağlık Bakanlığı’nın Alo Sigarayı Bırakma Hattı, e-pasaport hattı gibi kamuya ait hizmet hatları da var. Bu açılımlarla Global Bilgi 2005 yılından bu yana 5 kat büyüdü. Toplam 125 milyon liralık yatırım yaptı. Erzurum, Eskişehir, Artvin, İzmir, Ankara’da da çağrı merkezleri kurdu ama hala en büyük merkezi İstanbul’da.

Çağrı merkezlerinde çalışanların yüzde 65’i kadın. Çalışanların yaş ortalaması ise 25-26. Pekkan, ‘Özellikle Anadolu’da kadınlar için çok iyi bir iş alanı çağrı merkezleri. Genelde Anadolu’da genç kızların çalışması kolay değil’ diyor.

Global Bilgi’nin yurtdışında da 850 çalışanı var. Global Bilgi Ukrayna’da alanında ilk 3 şirketten biri oldu. Hedefini de uluslararası boyutta koydu. Bunu da Pekkan şöyle anlatıyor: Artık çağrı merkezleri yerel kalamaz. Uluslararası iş yapmazsanız işiniz zor. Çünkü Türkiye’ye de yabancılar gelecek ve hızla büyüyecekler. Bulgaristan’da da Almanya’da da Türkçe konuşanlar var. Biz de uluslararası arenada rekabet etmek istiyoruz’ diyor.



Sabancı Vakfı’yla fark yarattılar

Sabancı Vakfı 2009 yılında Fark Yaratanlar projesine başladı. Güler Sabancı’nın davetiyle bu projeyi ilk dinlediğimde de heyecan duymuştum. Projenin hız kaybetmeden devam etmesi ise ne kadar doğru bir iş yapıldığını gösterdi. Türkiye’nin farklı yerlerinden farklı başarılara imza atmış kişileri ortaya çıkarmayı hedefleyen bu projenin geçen hafta 3’üncü sezon finali yapıldı. Fark Yaratanlar’ı bize yakından tanıtan d=a Cüneyt Özdemir olmuştu.

İlk 2 sezonunda CNN Türk ekranlarından izlediğimiz program, 3’üncü sezonunda web sitesinden takip ediliyordu. Bu sezon da 150 aday arasından 15 fark yaratan isim seçilmiş. Bazılarıyla tanışma fırsatı buldum. İyi haberler, başarılar duymak çok hoşuma gitti doğrusu. Birkaç tanesini burada paylaşmak isterim. Projelerden biri 3’üncü sezon finalinde de sahne alan Sulukule Çocuk Sanat Atölyesi’ydi. Farklı yaşlarda çocuklar, hepsi Sulukuleli İTÜ Konservatuarı öğretim üyelerinden ders alma şansını bulmuşlar. Garaj İstanbul, Babylon’da da sahne alan gençlerin geleceği parlak görünüyor.

Bir başka örnek Muş’tan Melahat Aydın. Muş Kız Bölge Yatılı Okulu’nun müdürü Melahat Hanım. 15 kişilik öğretmen kadrosuyla kapı kapı dolaşıp kız çocuklarını okula göndermeyen aileleri ikna etmiş. Onun bireysel çabalarıyla 150 kız okullu olmuş. Bir başka isim de Meral Kekeçoğlu. Düzce’de arı genetiği üzerine çalışan öğretim üyesi 207 kişiye arıcılık eğitimi vermiş. Sahtekarlığın boyutunu düşününce bu alandaki bu kişilerin kıymetini bilmeliyiz diye düşünüyorum. Ne yazık ki fark yaratanların hepsine yer veremedim, merak edenler www.sabancivakfi.org; http://www.sabancivakfi.org; ve www.farkyaratanlar.org; http://www.fark yaratanlar.org; sitelerinden bilgilere ulaşabilir.

Yazının devamı...

Amanruya’da hedef Türkler değil, Türkiye’ye hiç gelmemiş zenginler

Fibula Mücevhercilik’in sahibi Öztürk Şerefoğlu, Bodrum’daki lüks otel Amanruya’nın da ortağı... Şerefoğlu, Nuruosmaniye’de 72 odalı bir oteli de Starwood Grubu’nun Aloft markasıyla yakında hayata geçirecek. Bodrum’daki otelin müşterilerinin yüzde 90’ının yabancı olduğunu söyleyen Şerefoğlu, “Türkler’in çok iyi bildiği bir zincir değil Aman... Türkler de geliyor ancak yüksek fiyat ödediğinde farklı isteklerde bulunuyorlar. 50 dönümlük arazide oda servisi var. Aman Resort’un sahibi Adrian Zecha bana ’Bu oteli Türkler için yapıyorum’ dese yatırıma girmezdim zaten” dedi.

Öztürk Şerefoğlu’yla Nuruosmaniye’deki Fibula Mücevhercilik’te buluştuk. Şerefoğlu, artık yalnızca kuyumculuk sektöründe adından söz ettiren bir işadamı değil, son iki girişimiyle turizm alanında önemli projelere imza atan biri. Öncelikle yazmak isterim, çok kibar bir insan Öztürk Şerefoğlu. Hiç böbürlenmiyor, iş yaşamında yaptıklarını anlatırken “Bir zamanlar taklit ediyorduk” da diyor. Bu yıl adından çok söz ettireceğine kesin gözüyle bakılan Amanrüya’nın ortağı Öztürk Şerefoğlu. Dünyada huzuru arayanların oteli olarak bilinen Aman Grup Bodrum’daki oteliyle Türkiye’deki ilk yatırımını yaptı. Öztürk Şerefoğlu bu otele ortak olmak dışında Nuruosmaniye’de 72 odalı bir oteli de Starwood Grubu’nun Aloft markasıyla işbirliğiyle yakında hayata geçirecek.

- Sizi biraz tanımak istiyorum. İlk işiniz neydi?

Kahramanmaraşlıyım. Üniversiteye kayıt için İstanbul’a geldim. Uzaktan bir akrabamla konfeksiyon işi yapmaya başladım. İlk kazancımı oradan sağladım. Sultanhamam’ın cazibesi beni sardı ve üniversiteyi yarıda bıraktım. Benim bütün ilişkilerim arkadaşlık üzerine kurulu. 30 kişiyle iş yaptım, hepsiyle dostum. Konfeksiyondan sonra da sanayi işine yine ortaklarımla girdim. Sanayicilikte kotalar geldi. Ortağım sermaye eksikliği nedeniyle altın sektörüyle ilgilenmeye başladı.

- Sizi de cezbetmiş olmalı...

Aynen öyle oldu. Çok sevdim. 1989’da ilk mağazamızı açtık. 1994 yılında büyüdük. Sektörü ben çok sevdim. Çok şey yapılacağına inandım. Tekstilde önemli bir hammaddeyi alıp kesip işliyorsunuz, o zaman para kazanıyorsunuz. Oysa altın farklı. Hep para ediyor. Herşeyden vazgeçseniz de hemen paraya dönebiliyorsunuz. Ama işin içine girince zorluklarını da gördük.

-Ne gibi zorluklardı bunlar?

Biz de ilk işe başlayınca İtalya ve Fransa’yı taklit ettik. Ben bunu açık yüreklilikle söylerim. Böyle öğrendik işi. 1995 yılından sonra ülkemizdeki değerleri fark ettik. Ülkemizde 5 bin yıllık bir geçmişi var altının. Araştırmalara başladık. Fibula işte bu arayışta doğdu.

- Ne demek Fibula?

Fibula, Frig döneminde insanların iki yakasını bağlamakta kullandıkları iğne, hem takı hem birleştirici anlamında. Geçmişten bir isim koymak istedik. Yaşadığımız coğrafyadaki takılardan esinlenerek takılar yapıyoruz. Savaş baltasından da Kuran kabından da esinleniyoruz. İlk yıllar zorlandık. Sonra zaman içinde bu işe herkes girdi. Sektördeki büyük firmaların hepsi bu işe girdi, bizden çok daha öne çıkanlar oldu, bence bu gurur verici sektör için. Biz her dönemde stabil kaldık. Yüzde 50 ihracatımız var uzun süredir. 18-22 milyon dolarlık bir hacmimiz var. Ne zıplama yapıyoruz ne de iniş. Geçmişte Amerika’da iyi iş yaptık. Orada 18 mağazamız oldu ama şimdi kapattık. Oradaki ortaklarım krizden çok etkilendi. Japonya ve Amerika eskiden bizim için başlıca ihracat yerleriydi.

- Şimdi nerelere ihracat yapıyorsunuz?

İran, Körfez ülkeleri, Rusya, Belarus, Azerbeycan gibi ülkelere ihracatımız var. Bu ülke imajıyla ilgili. Ülke kapıyı açıyor biz de o kapıdan giriyoruz. Hiçbirimiz dünya çapında bir marka değiliz. Türkiye’de de 26 satış noktamız var.

- Siz nasıl otelci oldunuz?

1989-2000 arasında Gerede Otelimiz vardı. Kış ve dağ oteli. Beşiktaş’ın kamp yaptığı oteldi. 2000 yılında devrettim arkadaşlarıma. Ben buralarda otel yapmak istedim. Tarihi yarımada çok özel bir yer. Tarihi Ahmet İmam Matbaası’nın olduğu yeri aldık. Otel yapıyoruz. 72 odalı butik otel olacak. Starwood Grubu’yla anlaştık. Onların Aloft markasıyla işbirliği içindeyiz.

Bodrum’a ‘huzuru’ getirdi

- Aman Grubu sizi nasıl buldu?

Konuşmamın başında da söylediğim gibi. Her şey dostlukla arkadaşlıkla oluyor. Başbakanlık Tanıtım Ajansı’nın başında Alpaslan Korkmaz Bey vardı. Kendisi arkadaşımdır. Türkiye’ye gelen yabancıları en azından bir kahveye gönderir bize, biz de ev sahipliği yaparız. Hiçbir ticari beklentimiz yok bizim bu işte, tanıtım amacıyla. Aman Otelleri’nin sahipleri Adrian Zecha ve Zelfa Oliver geldi buralara. O zaman yalnızca çevreyi gezdirmek için buluştuk. Bizim otele baktılar, küçük buldular. Başka yer bulduk Cağaloğlu tarafında, orası da olmadı.

- Ve Bodrum oldu...

Aman Grubu ‘Ben otelim’ demiyor, ‘Lifestyle’ diyor. Oda sayısı söylemiyor, ‘Anahtar’ diyor. O arada onlar hazır bir olayın içine girdi. Dünya kriziyle birlikte Hüsnü Özyeğin projeden çekilmek istedi, ‘Girdiğim koşullarla çıkarım’ dedi. Bana teklif ettiler. Ben de böylece hem araziye hem de projeye ortak oldum. Kolay karar değildi.

- Nasıl karar verdiniz?

8 oteline gittim. Mükemmel bir konsept. Bali’deki otele gittim, gece vardık, sabah kalktım gözüm deniz arıyor, deniz yok. Her yer pirinç tarlası. Huzurun adı Aman. Türkiye’deki otelleri 25’nci. Yakında 30’a ulaşacak. Yunanistan ve Portekiz’de de projeleri var. Aman Otelleri Türkiye için 3 yıldır bekliyordu. Finansmana ihtiyaçları vardı. İyi bir başlangıç yaptık.

- Ne kadarlık bir yatırım yaptınız?

50 milyon dolara yakın yatırım yaptık.

- Otel açıldı, kimler ilk müşterileriniz?

Müşterilerinin yüzde 90’ı şimdilik yabancı. Türkler’in çok iyi bildiği bir zincir değil. Gelen müşteriler de asla açıklanmıyor. Türkler de geliyor ancak Türkler böyle bir para ödediğinde farklı isteklerde bulunuyor. Ambiansa geliyor yabancılar. Türkler, ‘1.200 euro verdim çay ılık olmasın’ diyor. 50 dönümlük arazide oda servisi var. Adrian Zecha, bana ’Bu oteli Türkler için yapıyorum’ dese ben zaten bu yatırıma girmezdim.

- Arazi çok büyükmüş, villalar da yapılacak mı?

420 dönümlük arazi. Villa planları var...

TARİHE MERAKLIYIM, GEZMEYİ SEVERİM

İş dışındaki hayatınızda ne yaparsınız? Hobileriniz var mı? Çocuklarınız var mı?

4 çocuğum var. 3 kız, bir erkek. Çocuklar büyük keyif. 9 yaşındaki kızımın kalemi çok iyi. Hepsinin değişik özellikleri var. Gezmeyi çok severim. Tarihe meraklıyım. Eşim de gezmeyi çok seviyor. Eşimin kültüre merakı çok. Nereye gitsek çok özel yerleri bulur araştırır. Türkiye’de de çok gezeriz. Urfa, Karadeniz hepsi çok farklı özelliklere sahip. En son Venedik’e gittik. Defalarca gitmiş olmama rağmen bu sefer yine farklı yerlerini keşfettik.

160 bin müptela vardı, 220 bine çıktı

Bodrum’da hedefiniz ne?

Aman Resort, Türkiye’ye daha önce hiç gelmemiş insanları getirmekte kararlı. Projeye başladığımızda 160 bin müptelası vardı bu markanın.

Müptela mı diyoruz?

Müdavimi de diyebilirsiniz. Bu kişiler yüksek gelir grubundan hep Aman Oteller’nde kalıyorlar. Reklam yapmıyor bu otel zinciri. Biz projeye başladığımızda 160 bin kişiydi, şimdi 220 bin oldu. Bu sayede şu anda Haziran ayı içinde dolu otel. Aman huzur demekmiş. Tüm otellerinde huzur var. Ben Kahramanmaraş’tan İstanbul’a geldim. O dönemde alabalıktan başka balık bilmezdim, yaşayarak öğreniyoruz. Ben de yeni öğrendim. Aman Resort bambaşka, tarzı çok farklı. Mücevher gibi benim için, en büyük mücevherim oldu. Adrian Zecha bu işte bir efsane, çok mutluyum onlarla ortak olduğuma.

Yazının devamı...

Türkiye’de ilaç, ciklet fiyatına satılıyor...

Kuruluşunun 100’üncü yılında New York’ta Uluslararası Toplam Kalite Yönetimi Ödülü’ne layık görülen Abdi İbrahim’in CEO’su Candan Karabağlı, Türkiye’de ilaç fiyatlarının sürekli aşağı çekildiğini belirterek, “İlaç neredeyse ciklet fiyatına satılıyor” dedi. Sektördeki maliyetlere dikkat çeken Karabağlı, yine de karamsar bir tablo çizmedi: “İyi bir stratejiyle Türkiye ilaçta önemli bir küresel oyuncu olur. Abdi İbrahim’deki amacım Türkiye’de pazar lideri olan şirketimizi küresel güç yapmak” diye konuştu:

Türkiye’de ilaç sektörünün lideri olan Abdi İbrahim bu yıl 100’üncü yılını kutluyor. Bu nedenle Türkiye’ye Van Gogh Alive sergisini getiren, ‘Akıllı İlaç’ kampanyasını başlatan şirkete bir de uluslararası ödül geldi. Abdi İbrahim önceki gün New York’ta Business Initiative Directions (BID) ödüllerinde altın kategoride ‘Uluslararası Toplam Kalite Yönetimi’ ödülünü aldı. Abdi İbrahim’in CEO’su Candan Karabağlı ve bir grup gazeteci arkadaşımla ödül törenindeydim. Bu ödül, Abdi İbrahim’in başvurduğu bir ödül değil. Candan Karabağlı kendileri için de bu ödülün sürpriz olduğunu söyledi. Ödül vesilesiyle Candan Karabağlı’yla sohbet etme fırsatı bulduk. Hem Türkiye’de ilaç sektörününde yaşanan son gelişmeleri hem de Abdi İbrahim’in hedeflerini masaya yatırdık.

Uzun zamandan beri Türkiye’de ilaç sektörü temsilcileri bir yol ayrımında olduklarının altını çiziyorlar. “Böyle giderse yerli ilaç şirketi kalmaz. Rekabete dayanmak zor” diyorlar. Nitekim Mustafa Nevzat İlaç firması da dünya devi Amgen’e kısa süre önce satıldı. Hal böyle olunca sohbette de ağırlıklı olarak ne yapılırsa Türkiye’nin ilaç sektörü güçlenir, gelecekte sektörün ifade ettiği gibi küresel bir oyuncu olur konusu üzerinde durduk.

Yeni düzenlemeler olacak

Candan Karabağlı, son yıllarda ilaç fiyatlarında gerçekleştirilen düşüşlerin altını çiziyor, sektördeki maliyetleri anlatıyor anlatmasına ama umutsuz ve karamsar bir tablo çizmiyor. Hatta iddialı, “İyi bir stratejiyle Türkiye önemli bir küresel oyuncu olur ilaç sektöründe. Benim de Abdi İbrahim’deki amacım Türkiye’de pazar lideri olan şirketimizi küresel güç yapmak’ diyor.

Bu noktada Candan Karabağlı’nın 22 yıl Unilever’de çalışmış, 11 yıllık küresel pazarlarda yöneticilik yapmış deneyimli bir iş kadını olduğunun da altını çizmek isterim.

Peki Türkiye ne yapmalı?

Candan Karabağlı Darwin’in bir sözünü hatırlatıyor: “En güçlü olan değil değişime en kolay ayak uyduran ayakta kalır.”

Ve şöyle anlatıyor:

“İlaç sektörü değişim içinde. Dünyada patent korumalı ilaçların büyük çoğunluğu süresini dolduracak yerine yeni ilaçlar gelecek. Yeni rekabet ortamı başlayacak. Jenerik ilaçlar artacak. Büyük firmalar yeni jenerik ilaç üreten şirketleri alıyorlar. Yeni düzenlemeler olacak.”

Türkiye’de ilaç fiyatlarının son yıllarda sürekli aşağı çekilmesi yüzünden sektörde çalışanların yüzde 10’u işsiz kaldı. 2009’da yüzde 20, 2010’da yüzde 10, yüzde 2011 yüzde 10 fiyat düşüşü yaşandı. İlaçlar neredeyse ciklet fiyatına satılıyor.

Dünyada ilaç pazarının büyüklüğünü ifade etme açısından yazalım. Dünyada yılda reçeteli ilaç satışı 675 milyar dolar. Türkiye’de ilaçların yüzde 15’i reçetesiz satılıyor.

İlaç sektörü artık daha çok jenerik ilaçlara, yeni kombinlere ve biyoteknolojiye odaklı. Rusya, Brezilya, Çin ve Hindistan gibi ülkeler ilaç sektöründe güçleniyor. Türkiye de gelişen ülkeler içinde. Geçen yıl Türkiye’de büyüme rakamı 3.7 olmuş, Batı Avrupa’da ise 1.8. 2010’da 11 miyar liralık büyüklüğe ulaşan Türkiye’deki ilaç sektörü, 2011 yılında 9 milyar liraya geriledi. Bu rakamlarla Türkiye’de dünyada 15’inci sırada. Hindistan 800 milyon nüfusu olmasına rağmen Türkiye’ye benzer büyüklükte bir ilaç satışına sahip. Bunun en önemli nedeni Hindistan’da insanların ilaca erişiminin düşük olması. Türkiye’de ise devlet politikaları nedeniyle ilaca erişim yüksek.

Peki Türkiye’de son dönemde yaşanan sorunlara, ilaç fiyatlarının düşmesine, sektördeki kârlılıkların düşmesine rağmen neden yabancı ilaç şirketleri Türkiye’ye geliyor?

Türkiye’deki büyüme cazip

Candan Karabağlı, bunu şöyle anlatıyor:

- Ne olursa olsun Türkiye’de büyüme olacak. Adet bazında büyüme olacak. Parasal olarak büyüyüp büyümeyeceği politiklarla ortaya çıkacak. Devletin ilaç fiyatlarını sürekli düşürmesi şirketleri sarstı.

Türkiye’nin gelişmekte olan pazar olması, ünite bazında büyümesi uluslararası firmaların ilgisini çekiyor. Bu yüzden de Türkiye’de ilaç sektörü küreselleşmeli. 10-15 yıl içinde ilaç sektörünün tek çıkar yolu küresel olmak. İlaç endüstrisinin stratejisi yoktu ama artık var. İlaç İşveren Sendikası strateji belgesi geliştirdi. Bugüne kadar ilaç sektörü kimya sanayi altında alt kol görünüyordu, oysa öyle olmalı. Devlet de bunu değiştirme kararı aldı.

- İlaç sanayi silkinmeli. Kendi moleküllerini üretecek yetkinliğe gelmeli. Bunun için de elinden tutulması lazım. Biz küresel arenada birtakım ülkelere göre geri kaldık. Kore, İrlanda ve Hindistan’a baktığımızda devlet sanayi ve üniversitelerle işbirliği yaparak öne çıkmış durumdalar. Katma değeri yüksek ürünler üreten, kapasitesini aşmış, ilaç ihraç eden bir ülke haline gelmeliyiz. Yol ayrımındayız. Kolay mı değil?

- Devletin teşvik vermesi çok olumlu ancak başka sorunlar da var. Ar-Ge’ye yatırım yapan, katma değerli ürünler üreten bir tesisin fizibıl olması zor. Zamana ihtiyaç var. Rekabet ortamında böyle bir tesisin kurulduğunda yüzde 10 kapasiteyle çalışması fizibıl değil. Onkoloji tesisi kuracağız. 1.5 yıl validasyon için beklemek istemiyoruz. Devletin bu anlamda desteği şart.

Abdi İbrahim global oyuncu olacak

Abdi İbrahim Türkiye’de 10 senedir kutu bazında da ciro bazında da pazar lideri. Karabağlı, “Türkiye’de Pazar lideriyiz ama dünyada önemli bir varlığımız yok, biz bunu değiştirmek istiyoruz. Abdi İbrahim global oyuncu olacak, bunun için sürdürülebilirlik ve Ar-Ge’ye ağırlık verdik. Yeni ürün havuzunu ikiye katladık. 2017’e kadar çıkacak 1.7 milyar liralık yeni ilaç havuzu var. 2 milyarın üzerine de çıkabilir. Biz bu havuzdan pay almak için çalışıyoruz, 17 yeni projemiz var” diyor.

Van Gogh’u 151 bin kişi gezdi

Yazmadan olmaz, şirketin 100’üncü yıl kutlamaları kapsamında gerçekleştirdiği Van Gogh Alive sergisi büyük ilgi gördü. İstanbul’da 151 bin ziyaretçiyi ağırlayan sergi, yakında Ankara’da da açılacak.

Devlet destek verirse Güney Kore’yi yakalarız

Devletin ilaç sektöründeki oyunculara destek olması gerektiğini belirten Candan Karabağlı, şu noktalara dikkat çekiyor:

- Biz Abdi İbrahim olarak küresel bir şirket olmak için çalışıyoruz. İki hafta önce Güney Kore’deydim. Kore nasıl buraya geldi? Devletin ve sektörlerin işbirliği, maddi manevi arkada durma var.

- Güney Kore 1970’de başlamış Ar-Ge yatırımına. Devlet onlara o yıllarda yardım etmiş. Yakalayabilir miyiz, evet yakalarız.

- Devlet ilaç sektörünü stratejik görmeli, oyunculara destek olmalı. Yeni teşvik yasasında biyoteknoloji ve onkoloji yatırımları desteklenecek. Bu olumlu adım.

- Devlet sesimizi duymaya başladı. Yeni teşvik düzenlemelerinde 100 milyonluk yatırımlar için çıkarılan teşvik 50 milyonluk yatırımlara düşürüldü.

- Benim Oscar’ım Türkiye ilaç sektörünün küreselleşmesidir, bugünkü Güney Kore’nin yerine gelmesidir.








Yazının devamı...

Artık Türkiye’deki perakendecilere üretim yapabiliriz

BM Kadını Güçlendirme İlkeleri Sözleşmesi’ne imza atan ilk KOBİ olan Suteks’in sahibi Nur Ger, başarılı bir isim. Galatasaray Lisesi’nin ilk 20 kız öğrencisinden biri. AFS ile Amerika’ya giden öğrencilerden. 23 yaşında kendi şirketini kurmuş, Türk Giyim Sanayicileri Derneği’nin ilk kadın başkanı olmuş. Türkiye’nin artık imalatta marka olduğunu belirten Ger, “Perakende sektörü de daha profesyonel ve aynı lisanı konuşuyoruz. Türkiye’deki perakendeciler için de üretim yapabiliriz artık. Hazır giyim sektörü trendleri, tüketicileri ve piyasaları iyi takip eden bir yapıda” dedi.

Nur Ger gibilerin sayısı artmalı. Bu kadar net söyleyebilirim ancak. Çalışmaya aşık, üretken, vizyon sahibi bir kadın Nur Ger. Ne yaptıysa kendi emeğiyle, başarısıyla gerçekleştirmiş bir kadın. BM Kadını Güçlendirme İlkeleri Sözleşmesi’ne imza atan ilk KOBİ oldu konfeksiyon şirketi Suteks. Daha önce bu sözleşmeyi imzalayan 3 şirket var Türkiye’de. Boyner Holding, Sabancı Holding ve A&Y Mağazacılık. Ayrıca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ‘Çalışma Hayatında Cinsiyet Eğiştiliğinin Geliştirilmesi’ yarışmasında da ‘Orta Ölçekli İşletme’ kategorisinde birinci seçildi Suteks. Bu farklılık yakalayan şirketin kurucusu Nur Ger. 26 yıldır yurtdışına ihracat yapan Suteks birçok şirkete model olacak özellikler taşıyor. Nur Ger’in hayatı da tam bir başarı öyküsü. Galatasaray Lisesi’nin ilk 20 kız öğrencisinden biri. AFS ile Amerika’ya giden öğrencilerden. 23 yaşında kendi şirketini, kurup ihracat yapan bir kadın. Nur Ger, Türk Giyim Sanayicileri Derneği’nin de ilk kadın başkanı olmuştu.

- Siz ilk çalışmaya nasıl başladınız?

16 yaşındayken özel ders veriyordum. Harçlığımı kendim çıkarırdım. Girişimcilik içimde vardı. AFS ile Amerika’ya gittim. Ailenin babası bir gün, ‘Sen geldin bizim bütçemizde böyle böyle oldu’ dedi. Ertesi gün okulun rehber öğretmenine gittim. Kısa saatli çocuk bakıcılığı yapmaya başladım. Aileden haftalık 6 dolar alıyordum, bu işin saati 4 dolardı. Benim için astronomik bir paraydı. Herkes hafta sonu gezerdi, partilere giderdi, ben çalışırdım. DNA’mda ayakları üzerinde durmak var.

- Annenizi rol model aldınız mı? Bir patik hikayesi var...

Annem bana hamileyken patik örmüş. Babam o patikleri İstanbul’daki butiklere götürmüş, beğenilmiş. Babam anneme gelip ‘40 düzine patik siparişi aldım’ demiş. Annem o kadar kısa zamanda o işi yapamayacağı için, Teneke Mahallesi’ndeki kadınlara yün alıp vermiş, patikleri ördürmüş. Modelini annemin çıkardığı, babamın pazarladığı patikleri satmışlar. Annem para kazanan bir kadın olmuş böylece. Sonra annem ve babam senelerce birlikte çalıştı. İşler gelişti. Babamın iş yeri Sultanhamam’daydı. Biz de kardeşimle dükkana giderdik.

- Babanızdan da çok şey öğrenmiş olmalısınız...

Evet ama ne yazık ki genç kaybettik babamı. Amerika’dan döndükten hemen sonra babamı kaybettik. Annem babamın yerini aldı. O dönemde Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletme okudum. 23 yaşındayken kendi şirketimi kurdum.

- Ne şirketi kurdunuz?

Mersin’den İspanya’ya fiğ ihracatına başladım.

- Hayvan yemi?

Evet. Mersin’de 21 gün fiğ toplayıp İspanya’ya gönderdim. 1989 yılında bir genç kız tek başına bunu yaptı. Bu arada Türkiye’ni ilk simultane tercümanlarından biriyim. Daha sonra master da yaptım. Tekstil işi yapanlar insanı sevmeli. İnsana değer vermeli.

- Kaç ülkeye ihracatınız var?

Tüm AB ülkelerine ihracat yapıyoruz. Şu an Hollanda ağırlıklı.

- İç pazara neden girmediniz? Perakendeci olmayı düşünmediniz mi?

Bir iki defa denedik. DNA uyuşmazlığı yaşadık sanırım. Ama bugünkü perakende sektöründeki gelişme çok farklı. Ne yazık ki Anadolu’da yatırım işi zamanında destek görmedi. Ucuz işçilik Çin’e yöneltti herkesi. 1996’da Gümrük Birliği’ne girdiğimizde kotaların kalkacağını, Çin’in her yere ürün satacağı belliydi. Bunu çok söyledik. 2006’da dünya ticaretinin serbestleşeceği biliniyordu. 4.5 milyar dolar olan hazırgiyim ihracatı bugün 16.5 milyar dolar. Daha da büyüyecek. Gümrük Birligi ve AB süreci olmasaydı bugünkü stratejimize ulaşamazdık.

- Siz AB sürecini çok yakından takip eden ve destekleyen birisiniz. Desteğiniz sürüyor mu?

AB 3 milyon euroyu 32 kadın örgütüne hibe verdi. Bunlar önemli. Bunu hâlâ AB ile kafası karışanlar için söylüyorum.

- Türkiye’de perakende hızla gelişti. Yurtdışı mağazaları çoğaldı. Şimdilerde ‘marka olmak’ için stratejiler konuşuluyor. Siz hep yurtdışına iş yapan biri olarak nasıl görüyorsunuz gelişmeleri?

1980’li yıllardan buraya gelirken AB ükeleri perakendeye ağırlık verdi, biz o aralar imalata yoğunlaştık. Türkiye imalatta marka oldu, şimdilerde biz imalatta markayız. Perakende de başarılı rol modellerimiz var. Çok iyi gidiyor.

- Sizin fikriniz değişti mi? Suteks yalnızca ihracat yapan olmaktan çıkabilir mi?

Artık çalışabiliriz. Çünkü perakende seaktörü şu anda daha profesyonel ve onlarla aynı lisanı konuştuğumuz bir kültür gelişti. 1980’lerde bu yoktu. Türkiye’deki perakendeciler için de üretim yapabiliriz artık. Şu anda Türkiye’deki hazır giyim sektörü trendleri takip eden, tüketicileri ve piyasaları iyi takip eden bir yapıda. Hızlı yol alıyoruz Türkiye’de.

- Üretim miktarınız nedir?

2012’de 500 bin adet ürün, 1.400 model, 78 yeni kalite kumaş kullanılmış.

- 2008 krizi sektör için fırsat olacak diyenler vardı...

Kriz sektör için hız demek, talebe hızlı yanıt veren kazanır. Bu kriz hazır giyim sektörü için fırsattır. Türkiye’nin ekonomik yapısının göreceli olarak sağlam olması bizler için avantajdır. Zaman Türkiye’deki konfeksiyon üreticisiyle perakendecinin stratejik işbirliği yapma zamanıdır. Üreticilerle ihracatçılar satış modeli üzerine büyüyenler daha yakın çalışabilirler.Kendi markanızla ürün pazarlamak demek, satış kanallarına geçmek demek benim için. Bu müşterimin işini yapmak demek. Bunu yapacaksam ancak iyi bir perakendeciyle yaparım. Perakendeci tüm organizasyonu yapan olmalı. İmalatçısı da kuvvetli olmalı. Mağazalara imalatçı ürünleri kolilerle teslim etmeli. Böyle bir imalatçı var mı? Ben yıllardır böyle çalışıyorum. Yurtdışındaki perakendecilerle anlaşmalarım böyle. Böyle bir imalatçı modeli varsa sırtı yere gelir mi bir perakendecinin? İyi imalatçıyla iyi perakendeci işbirliği yaparak büyüyebilir.

Toplumun yarısı çalışma hayatı dışında kalmamalı

- Sizin uzmanlık alanlarınızdan biri kadın konusu. Siz öncelikle şirketinizde farklılık yarattınız ayrıca birçok kadın örgütünde de aktif birisiniz. Çalışma yaşamındaki kadınların durumu parlak değil Türkiye’de. Sizce neler yapılmalı? Hükümetin politikalarını nasıl buluyorsunuz?

Hükümet yüzde 35 koydu çalışma hayatındaki kadın oranını. Bunu sindirmem mümkün değil. Çalışılabilir durumda olan kadınların yüzde 35’i çok düşük bir hedef. Minimum yüzde 50 olmalı. 10 yılda enflasyonu bitirdi Türkiye. GSMH 12 bin dolara geldi. Hedef 20 bin dolar. 16’ıncı büyük ekonomi olduk. Bunu adanmışlıkla yaptık. Aynı şeyi kadının çalışma hayatında da yapmalıyız. Bir ülkenin kalkınmışlık endeksi kuşkusuz önemli. Biz dünyadaki gelişmiş ülkelerin endeksiyle eşitleneceğiz. Bunu yaparken toplumun yarısı çalışma hayatı dışında mı kalacak? Kadını çalışma hayatının içine katamazsak o söz edilen hedeflere varamayız. 2023 yılında dünya da farklı olacak. Geçmişle ilgili kodlarımız da değişmeli. Hızlı değişime gençlikle ayak uydurabiliriz. 22 yaşındaki 25 yaşındaki insanların hayali Türkiye’yi yönetmeli. Daha adil ve şeffaf bir dünya olmalı. Ülkemizin yarısı gelişmeye muhtaç. Bunu unutmayalım.

ÇOK OKURUM, ÇOK GÜZEL YEMEK YAPARIM

- Siz iş dışında ne yaparsınız?

Sağlıklı yaşam için spor son 8 yılda hayatıma girdi. Sinemayı çok severim. Çok derinleştirdiğim bir hobim yok. Televizyon izlemem. O zamanı kitap okuyarak geçiriyorum. Haftada ancak bir saat TV izlerim. Çok okurum. Gazeteleri okurum, kitap okurum. Radyo dinlerim. Haberleri genelde internet üzerinden takip ederim. Çok güzel yemek yaparım.

Bizim iş emek ister bin kere düşsen de kalkacaksın

- Girişimci ruhunuz var. İyi bir eğitim almışsınız ve çok inançlısınız çalışıp başarmakla ilgili...

Üniversiteyi bitirince vizyon oluyor önünüzde. İyi eğitim almak önemli. Kadın sorunlarının çözümü de eğitimde. Üniversite mezunu kadınların yüzde 72’si çalışıyor. En büyük sorun eğitim almayan kadınlarda. Dediğiniz gibi konfeksiyon işini seviyordum. 1.5 yıl bir şirkette yönetici olarak çalıştıktan sonra oradaki 3 arkadaşımla birlikte şirket kurmaya karar verdik. Yüzde 25 ortaktım. Çok iyi gitti işler. İki erkek ortağım ayrıldı. Ben devam ettim.

- Özel hayatınız ne durumdaydı bu arada?

Evlendim.10 yıl evli kaldık. Kızım oldu. Ayrıldığımızda kızım 7 yaşındaydı. Ben çocukların aile içinde büyümesi gerektiğine inanıyorum. Bizimki 10 yıl sürebildi. İşime dönersek, şans önemli ama kendimi bildiğimden beri çok çalışırım. Kolay vazgeçmeyeceksiniz 1.000 kere düşseniz yine kalkacaksınız. Bizim işimiz emek yoğun.

Yazının devamı...

Destek verdiğinizde kadınlar başarıyor

Eczacıbaşı’nda Ecza Dolabı adlı bir müzik grubu da var. CEO Erdal Karamercan da bu grubun bir üyesi. Bu grubun verdiği konserlerden elde edilen gelir de hep İKSV’nin etkinliklerine katılmak isteyen gençlere aktarılıyor. Karamercan sanat etkinliklerine ilgi duyan, katılan genç sayısının her geçen gün arttığına işaret ediyor.

Eczacıbaşı İKSV’nin 40’ıncı yıl nedeniyle bir reklam filmi de çekti. Bu film TV ekranlarında gösterilmeye başlandı. Filmdeki oyuncuların tümü Eczacıbaşı çalışanları.

Türkiye’de kadınlara fırsat verildiğinde kadınlar başarıyor. Biliyorsunuz Türkiye yurtdışında en çok kadın hakları konusunda tenkit ediliyor. Türkiye’dekadınlara fırsat verildiğinde kadınların başaracağının en güzel örneklerinden biri Türkiye’de kadın voleybolunun geldiği nokta. Kadın voleybolunda Türkiye dünyada 11’inci. Erkek voleybolunda ise 46’ncı.”


Oturanlar: Nalan Ural (Menajer), Erdal Karamercan, Esra Gümüş (Kaptan)
Ayaktakiler: Neslihan Darnel, Cemre Kuzuloğlu, Büşra Cansu, Ayça Meriç Yıldırım, Elif Öner.

Bu sözler Eczacıbaşı Holding CEO’su Erdal Karamercan’a ait. Önceki gün Kanyon’da Eczacıbaşı’nın ofisinde Erdal Karamercan’ın davetiyle buluştuk. Nejat Eczacıbaşı’nın kurucusu olduğu İKSV’nin bu yıl 40’ıncı yılı. Eczacıbaşı bu yıl hem sanatta hem de sporda kurumsal sosyal sorumluluk anlayışında ‘sürdürülebilirliğin’ne kadar önemli olduğunun kanıtı olarak karşımızda duruyor.

Toplantıda Eczacıbaşı’nın Kurumsal İletişim Direktörü Okşan Atilla Sanön, İKSV 40’ıncı Yıl Öncü Sosyal Sorumluluk ve Sponsorluk Çalışmaları’nın bir özetini yaptı. Bu sunumdan önce vurgulamak istediğim bir nokta var.

Malum spor deyince en çok futbolu konuşuyoruz. Sokakta bir kamuoyu anketi yapılsa kadın voleybolcularımızın başarısını duymayanlar da çıkabilir.

Türkiye dünya futbolunda 36’ncı sırada, biz futbolla yatıp futbolla kalkıyoruz, Türkiye kadın voleybolunda ise 11’inci. Olimpiyatlarda bu yıl tam 52 yıl aradan sonra ilk kez bir takımımız, kadın voleybol takımımız Türkiye’yi temsil edecek.

Hiç şüphesiz bu başarıların altında çok şey var. Eczacıbaşı Voleybol Takımı tam 28 kez Türkiye şampiyonu oldu. Eczacıbaşı Topluluğu’nun kadın voleyboluna verdiği destekle kadın sporcular yetişti. Şu anda Milli Takım o oyunculardan oluşuyor büyük çoğunlukla.

Okşan Atilla Sanön’ün sunumuna dönersek, tüm sunumda en dikkat çekici olan Eczacıbaşı Topluluğu’nun sosyal sorumluk alanı olarak gördüğü alanlarda çok uzun yıllardır varlık göstermesi. İKSV 40 yıl, Vitra Sanat Atölyeleri 55 yıl, Eczacıbaşı Tıp Ödülleri 53 yıl, Eczacıbaşı Spor Kulübü ise 46 yıllık geçmişe sahip.

Karamercan, bunu Eczacıbaşı’nın çalışanlarıyla birlikte tamamen bu projeleri sahiplenerek ve içselleştirerek yaptığını söylüyor.Bilmeyenler için yazalım, Eczacıbaşı’nın kadın voleybolcularını destekleyen ‘Tigers’ diye bir taraftar grubu var örneğin.

Hep spordan söz ettik. Yıllar önce Bülent Eczacıbaşı ve Türkan Saylan’la birlikte benim de ziyaret etme şansını bulduğum YİBO’lar var. Eczacıbaşı, Yatılı İlköğretim Bölge Okulları YİBO’ları yeniliyor. YİBO’larda duş alanları yapılıyor, tuvaletler yenileniyor ve çocuklara hijyen eğitimi sağlanıyor. YİBO’larda hayatında ilk kez duşla tanışan çocuklar okuyor.

2002 yılından bu yana 53 ilde, 7600 okulda 6 milyon öğrenciye hijyen eğitimi verilmiş. 18 YİBO da yenilenmiş.

Kadın çalışan sayısı artıyor

2 yıl önce 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Erdal Karamercan’la birlikteydik. Kadın çalışan sayısının artırılması için Eczacıbaşı çok önemli bir adım atmıştı. Bu toplantıda bu konudaki inancın devam ettiğini gördüm. Eczacıbaşı Topluluğu’nda yurtiçindeki işe alımlarda beyaz yakalı kadın çalışanların oranı 2010 yılında yüzde 40.4 iken, bu oran 2011 sonu itibarıyla yüzde 43.9’a yükselmiş. Yurtiçindeki beyaz yakalı çalışanların içerisinde 2010 sonu itibarıyla yüzde 32.2 olan kadın oranı ise, 2011 sonunda 33.7’ye ulaşmış. Topluluğun yurtiçi ve yurtdışı yönetim iş ailesinde çalışan kadın oranı ise yüzde 28.5 olmuş. Bu rakamların daha da artacağını düşünüyorum. Bu konuda Eczacıbaşı’nın Türkiye’deki iş dünyasına örnek olacak başka adımları da olabilir.

Yazının devamı...

Burhan Doğançay Murat Ülker’i Medici Ailesi’ne benzetti

Büyük usta Burhan Doğançay’ın 50 yıllık çalışmalarından oluşan ‘Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı’ adlı Burhan Doğançay Retrospektifi bugünden itibaren İstanbul Modern’de ziyarete açılıyor. Önceki akşam bu vesileyle İstanbul Modern’deydik. Ev sahibi İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, serginin sponsoru Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, Burhan Doğançay ve Angela Doğançay’la sergiyi gezdik. Çok heyecan verici olduğunu söyleyebilirim. 1960’lardan 2012’ye uzandık. Burhan Doğançay’ın malum sözü hep kulağımıza fısıldanıyor gibiydi: ‘Duvarlar toplumun aynasıdır’

Uzun süre New York’ta yaşayan Burhan Doğançay’ın eserlerine bakarken toplumsal değişim ve dönüşümlerin kısa tarihçesi aklımıza düştü. Şov dünyasının aktörlerinden siyasi kimliklere, unutulmaz konserlere, siyasi değişimlere belleğimiz tazelendi.

Bu sergide Doğançay’ın 14 ayrı dönemi, 120 eseri var. 1970’lerden bugüne 114 ülkenin duvarlarından esinlenerek tuval üzerine duvarlar yaratan ustanın çalışmaları, ‘bir tür toplumsal DNA ya da evrensel bilincin izi’ olarak da değerlendiriliyor.

Burhan Doğançay, eşi Angela ve Oya Eczacıbaşı, kalabalık bir gazeteci grubu ve serginin küratörü Levent Çalıkoğlu’nun eşliğinde dolaştık sergiyi. New York uçağından inip davete yetişen Murat Ülker de aramıza katıldı.

Burhan Doğançay sergiyi gezerken hayatından kesitler paylaştı bizlerle. Babası ona Paris’e giderken iki koşul öne sürmüş. Biri futbolcu olmayacaksın, ikincisi de ressam olmayacaksın. Doğançay, “İkisini de oldum” diyor. Doğançay’ın futbol geçmişi de var.

Paris’te yaşarken sanatın kalbinin New York’ta atacağını hissettiğini anlatıyor. Uzun yıllar New York’ta yaşayan Doğançay, 1970’lerden bu yana dünyayı geziyor. Gezmediği yer kalmamış gibi. Her yerde objektifine takılanlardan geniş bir arşivi var. “40 binden fazla slaytım var” diyor. Arjantin’de Nikon fotoğraf makinesini çalmış hırsızlar, karakola gittiğinde,”Dua et sağsın” demişler. “Bu tabloları Şanzelize’de gezerek yaratamazdım” diyor Doğançay. Büyük ustanın günümüze de bir göndermesi var:

“İnternet çıktığından beri duvarlar eski duvarlar gibi değil. Hep duvarlarda siyaset vardır ama Nişantaşı’nda değil Dolapdere’de bakacaksın duvarlara” diye de ekliyor.

Davette Burhan Doğançay, Murat Ülker’i İtalya’da Rönesans’ın başlamasına öncülük eden, Rönesansı tetikleyen Medici Ailesi’ne benzetti. “3-4 yıl önceye kadar kendisini tanımıyordum. Murat Bey büyük katkı sağladı. Türkiye’nin Medici’si Murat Ülker’dir. Sanata desteği hep devletten beklememek lazım” dedi.

Hatırlatmaya gerek var mı bilemiyorum ama yine de yazalım. Murat Ülker sanatçının ‘Mavi Senfoni’ adlı eserini 2.2 milyon liraya almıştı. Bu rakam, bir Türk ressamının eserine ödenen en yüksek miktar olarak da tarihe geçti.

Bu arada Mavi Senfoni için Murat Ülker ünlü besteci ve piyanist Kamran İnce’ye bir eser de besteletti. Bu sergiyle birlikte bu eseri de dinleme imkanı bulacağız.

Doğançay’ın ince bir sitemi de oldu. “Yıllarca New York’ta Türklere tablo satamadım. Tam 49 yıl alan olmadı. Yurtdışında yaşayan bir Türk gelip tablomu almadı.”

Oysa biliyoruz, özellikle de son zamanlarda Uzakdoğulu sanatçıların eserleri en çok Berlin ve New York gibi sanatın kalbinin attığı yerlerde oralarda yaşayan vatandaşlarınca alınıyor. İranlı sanatçıları yurtdışında İran’dan çıkmış zengin aileler destekliyor.

Eserler 13 müzeden

Oya Eczacıbaşı sergide Doğançay’ın eserlerinin dünyanın 13 ayrı önde gelen müzesinden de geldiğini anlattı. Guggenheim’dan British Museum’a farklı müzelerden gelen eserleri var Doğançay’ın. Oya Eczacıbaşı Doğançay’ın bugüne kadar en kapsamlı sergisini gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyordu. Sanatçının ilk retrospektifinin de 2001 yılında Nejat Eczacıbaşı Vakfı tarafından gerçekleştirildiğini hatırlatan Oya Eczacıbaşı, “1987 yılında 1. İstanbul Bienali’nde sorumlu olduğum Askeri Müze’de sanatçının Muhteşem Çağ, Madonna ve Mavi Senfoni’si bir arada yer almıştı. Bu sergide de bu eserler yine bir arada” dedi.

Davet masasını imzaladı

Bu davet için her şeyin özel olarak düşünüldüğünü yazmadan olmaz. Davet için özel tasarlanan bir masada oturduk. Oval masanın orta yerinde Burhan Doğançay’ın kurdeleleri vardı. Her birimizin tabaklarında Doğançay’ın tabloları basılıydı. Bu masayı özel olarak tasarlatan ve gecenin ince detaylarına imzasını atan Yıldız Holding Kurumsal İletişim Müdürü Zuhal Şeker’in ricasıyla Burhan Doğançay masayı imzaladı. Hem de her davetli için ayrı ayrı imza attı. Bu masa da artık herhangi bir masa değil.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.