Şampiy10
Magazin
Gündem

Dünyada artık tasarımlarımızla boy gösteriyoruz

Bir ürünün porselen mi, seramik mi olduğunu uzmanlar anlar. Seramik genel adı. Porselen pişme derecesi en yüksek olan. Çini ürünler dekoratiftir. Kırılmış ve çatlak ürünlerin kullanılmaması gerekir. Sağlık açısından uygun değil.

SEMA Güral Sürmeli, Kütahya Porselen’in tasarım ekibinin başında. Çocukluğunda fabrikanın dekor bölümünden çıkmazmış. İlk yaptığı tasarımlar da fincan ve fincan tabakları olmuş. Sema Güral Sürmeli’yle Kuzguncuk’taki yalısında buluştuk. Sema Güral Sürmeli, üç şehirde yaşayan ‘çalışkan’ bir kadın. Kütahya’da fabrikada çalışıyor, evi Eskişehir’de, sık sık da İstanbul’a geliyor... İki çocuk annesi.

- Sema Hanım, siz kaç yaşında seramikle ilgilenmeye başladınız? Çocukluğunuzda fabrikaya gider miydiniz?

Çocukluğumdan beri güzel sanatlara yatkındım. Çok çizerdim. Çok da küçük yaşlarda fabrika ortamına girdim. İlkokul dönemimde fabrikaya giderdim. Oyun gibi gelirdi. Hafta sonları ve yaz aylarında kız kardeşimle birlikte fabrikadaydık. Benim için fabrikaya gitmek zaman içinde tutkuya dönüştü. Ben işi çok küçük yaşlarda sevdim. Fırından ürünlerin çıkmasını beklemek en büyük heyecanımdı. Ben küçüklüğümden beri el dekoru bölümüne giderdim ve ilk olarak da fincan tabakları yapmıştım.

- Eğitiminizi de bu yönde aldınız...

Babam da yönlendirdi. Ben de istedim. Güzel Sanatlara yöneldim. Ailem hep destekledi. Rahmetli dedem ve babam yaptığım her şeyi satın alırdı. O zamanki paralar neyse onları alır ve sonra bana hediye ederlerdi. Sattığım her şey de önümde olurdu.

- İlk profesyonel çalışma hayatınız nasıl başladı?

Üniversite yıllarında. Babam fabrikada her çocuğuna ilgisine göre bir yol izlemimizi istedi. Hepimizin odası vardı. Fabrikanın her biriminde görevlerimiz oldu. Direkt yönetici olmadık. Sanırım ben şanslıydım. Fabrikada çok zaman geçirmiştim. Kardeşlerim daha çok şehir dışında oldu. Okumak için ayrılmışlardı. Bu arada babam torunlar için de aynı şeyi düşünüyor. Torunlar da isterlerse işe sıfırdan başlayacak.

- Tüketim alışkanlıkları çok değişti. Eskiden çok yüksek sayıda parçaların olduğu takımlar alınır yıllarca kullanılırdı ancak artık öyle değil. Bu işlerinizi hareketlendirdi.

Kesinlikle doğru. Porselen evet uzun ömürlü. Dayanıklı bir ürün. Torunlara da kalır. Ancak dediğiniz gibi çok şey değişti. Son yıllarda trendler oluştu. Biz de bunu yakalamaya başladık. Eskiden yalnızca Yemek Takımı ürünleri yapardık . Dolaplar dolusu parçalar olurdu. Bir parçası kırılsa o parçayı bulmak zordu. Biz parça sayısını azalttık. İki kişilik, üç kişilik ailelere yönelik de tek tek satılan ürünler yaptık. Kombin yapma olanağı tanıyoruz artık. Alternatiflerimiz çok. Bence bu anlamda hayata renklilik geldi. Satışlar da hareketlendi. 3 öğün yemek yiyoruz. En fazla da porselenlerimizi kullanıyoruz. Koltuklarımızdan sonra en çok porselenlerimizi görüyoruz. Hep aynı tabakta yemek yemekten sıkılanlar çok.

- Türkiye’de her evde Kütahya Porselen var mıdır? 17 milyon hane var...

Sanırım her evde de Kütahya Porselen vardır. Bizim fiyat yelpazemiz de geniş. Her kesim için ürünümüz var.

- Porselen takımların fiyatları çok farklı olabiliyor. Bu fiyat farkı nasıl oluşuyor?

Porselenin hammaddesi tektir. Dekorlar fiyat farkı oluşturur. İşçilik fiyat farkı yaratır.

- İncelik?

Otel porselenleri biraz daha kalındır. O da dayanıklılık için. Hammadde aynı. Takımlarda incelik aynıdır.

- Siz tasarımlarınızı yaparken nelerden ilham alıyorsunuz?

Her şeyden ilham alabilirim. Farklı motiflerden, vitrinlerden, tarihi eserlerden... Her an her şey etkileyebiliyor. Tekstil çok etkiliyor. Ben bu yıl koleksiyonumuzda çok renkler kullandım. Fuarlara katılıyoruz. Almanya ve Fransa fuarları trend belirliyor. Eskiden biz o fuarlarda seramik ve porselen konusunda Avrupa’yı takip etmeye çalışırdık. Türkiye artık takip edilen ülke oldu. Biz de trendler oluşturan olduk. Tasarımları eskiden yurtdışından alırdık. Şimdi biz tasarımlar yapıyoruz. Bizden tasarım alanlar var. Fabrikamızdaki tasarım ekibimiz çok başarılı. Biz de dünyada kendi tasarımlarımızla boy gösteriyoruz.

- Sizin kaftan tasarımlarınız çok beğenildi...

Teşekkür ederim. Bir yılda çıktı 30 kaftan serimiz. O çalışmamız endüstriyel değil, sanatsal.

- Bunlar markanıza prestij sağlayan ürünler oluyor...

Evet. Markamız çok satıyor, çok geniş bir kesime hitap ediyor. Bu ürünlerin ise çok satılma amacı yok. Prestij ürünleri...

- Bu yıl neler moda? Kelebekli takımlarınızı gördüm...

Neon renkler hakim. Ortancalar, kelebekler, kuşlar, orkideler çok moda. Kuru kafa desenleri de var. Biz de 6 ve 12 kişilik takımlar hazırladık.

Yazının devamı...

Çin’de Türkiye’deki büyüklüğümüzün 5 katına ulaşacağız

Çin’de 5 bin metrekarelik iki showroom açan Kiğılı’nın CEO’su Hilal Suerdem, “Çin’de ciddi anlamda altyapı oluşturuyoruz. Biz Çin’in 5-6 şehrinde kendi mağazalarımızı açacağız, sonra bayilik vereceğiz. Çin’e özgü ürünlerimiz, koleksiyonlarımız olacak. Orada 2 bin mağaza açmayı hedefliyoruz. Biz Çin’de Türkiye’deki büyüklüğümüzü önce 5’e, sonra 10’a katlamayı planlıyoruz” dedi.

Erkek giyim markası Kiğılı’nın CEO’su Hilal Suerdem. Markanın kurucusu Abdullah Kiğılı’nın damadı. Damat olduğu için baştan torpilli olduğunu düşünmeyin. Zaten Abdullah Kiğılı’yı tanıyan herkes bunun olamayacağını bilir. Hilal Suerdem de depoda ve tezgahta çalışarak başlamış işe... Son yıllarda ise aldığı büyük sorumlulukla markayı dünya ligine taşımayı amaçlıyor. Hilal Suerdem’le Kiğılı’nın yeni hedeflerini konuştuk.

- Siz Abdullah Kiğılı’nın kızı Merve Hanım’ın eşisiniz. Kayınpederinizle çalışmadan önce ne yapıyordunuz, birlikte çalışmaya nasıl başladınız?
1993 senesinde Kiğılı’nın deposunda işe başladım. Ama daha önce de çalışma hayatım vardı. Babamın Eminönü’nde laboratuar malzemeleri satan mağazasında çalıştım. Ben o dönemde resmi dairelere bakıyordum. Başarılıydım o işte. Trafik kazasında babamı ve annemi kaybettim. Zor günler geçirdik. Abimle işi ayırdık.



- Evli miydiniz o dönemde?

Evet, Abdullah Bey kayınpederimdi, 5 yıllık evliydim, kendisi ‘Bana gel, bizimle çalış’ dedi. Abdullah Bey bu işin duayeni. Benim bilgilerim farklı alanlardaydı. Ben kendisine ‘sıfır noktasını’ sordum.

- Depo mu dedi?

Depoda da çalıştım. Bana ‘Tezgah’ dedi. Yani tezgahtarlık. Şimdiki adıyla satış danışmanlığı. Ben de tezgaha geçtim. Capitol’de tezgahtar olarak işe başladım. Mağazanın anahtarı bendeydi, mağazanın müdürü de vardı. O izin yapardı ben yapmazdım. 7 gün çalıştım. İşin gereği neyse onu yaptım. Yeni mağazalar açılmaya başladı. Ben Anadolu Yakası’nda bölge müdürü oldum. Perakende işine kendimi verdim. Hızlı bir büyüme vardı. Abdullah Bey’in tecrübelerine neler katabilirim diye hep araştırdım. Teknolojiyi, internet çağını yakalamak gerekiyordu. Analizler yaptık. İstatistikler yaptık. Hangi kriterlere göre mağaza açacağımıza karar verdik. Şirketin büyümesiyle ilgili birlikte kararlar aldık.

- AVM sayılarının artması hızlı bir büyümeyi getirdi...

Evet. AVM’ler çoğaldı, sektör çok hareketlendi. Bazı kesimler zaman zaman bundan şikayet ediyor. Ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. ‘Kiralar yüksek, AVM’ler sömürüyor’ deselerde perakende sektörü AVM’lere çok şey borçlu.

239 mağazaya ulaştı

- Kaç mağazanız oldu?

239 mağazamız var yurtdışıyla birlikte. Şu anda 35 yurtdışı mağazamız var.

- Siz Çin’e girdiniz kısa bir süre önce. Çin’de hızla büyüme hevesinde olduğunuzu okuduk. Ne durumdasınız, oradaki hedefleriniz nedir?

5 bin metrekare iki showroom’umuz var. Biz yıllarca fuarlara gittik, tedarikte bulunduk Çin’de. Onlar bizi tanıyor. Biz showroom’u açtık bize hemen mal pazarlamaya başladılar. Bizim mağaza açacağımızı duyunca bizle ortak iş yapmak, bayimiz olmak isteyenler sıraya girdi. Çin’dekiler bizim yaptığımız işi iyi biliyordu. Çin’de ciddi anlamda alt yapı oluşturuyoruz. Biz Çin’in 5-6 şehrinde kendi mağazalarımızı açacağız, sonra bayilik vereceğiz. Çin’e özgü ürünlerimiz, koleksiyonlarımız olacak. Araştırmalar yaptık, beklentilerini biliyoruz. Alım güçlerini biliyoruz. Biz rekabete çok alışığız, pazarlamamız güçlü.

- Bunlar avantajlarınız, dezavantajlarınız da yok mu?

Var olmaz olur mu? Biz iyi inceleme yaptık. Onlar yalnızca ürünleri mağazaya koyuyorlar. Biz onlara göre çok avantajlıyız. Ayrıca çok açlar bu konulara. Birkaç yerli markaları var güçlenen, onun dışında markaları yok. Biz Çin’de Türkiye’deki büyüklüğümüzü önce 5’e sonra 10’a katlamayı planlıyoruz. Orada 2 bin mağaza açmayı hedefliyoruz. Avrupa markaları da var oraya giren ama onlar çok pahalı kalıyor. Biz bu hesapları yaptık. Bizi orada da Avrupa markası olarak biliyorlar.

- Kiğılı zor telaffuz edilen bir marka. Orada aynı adla mı açacaksınız mağazaları?

Kiğılı’yı Kiyola diye okuyorlar. Singapur’da 17 ülkenin katıldığı bir yarışma yapıldı. En kaliteli hizmet ödülünü aldık orada. O törende sunan kişi Kiyola dedi, herkes öyle telaffuz ediyor. Marka adı, logo aynı, söyleyiş farklı. Akıllarda kalıyor ismimiz.

- Çin dışındaki hedefleriniz neler?

Ortadoğu, Azerbaycan, Türki Cumhuruyetleri, Erbil’de mağazamız var. Siyasi karışıklıklar çok yoğun biliyorsunuz, bekliyoruz bazı yerler için. Mısır’da 3 mağazamız vardı. Yüzde 50 kapasiteyle devam ediyorlar. Biz düzeleceğini düşünüyoruz. Libya’da mağaza açacaktık, durdu. Halep’teki yatırımımız durdu. Siyasi istikrarsızlık o bölgelerde bizi çok etkiledi.

- Avrupa’da ne zaman mağaza açacaksınız?

Biz zor piyasa olan Avrupa’ya girmeyi amaçlıyoruz. Yunanistan’a girmeme kararımız vardı, o kararın doğru olduğunu gördük. Biz insanların gelir düzeyine, bankalardaki hesaplara, nüfusa bakıyoruz. 17 ilde olmamızın nedeni bu. Avrupa’da da derin inceleme yapıyoruz. Paris ve Londra’da, Almanya’da mağaza açacağız. Hedeflerimiz bunlar.

8Eskiden markanızın yüzü daha yaşlıydı. Bir gençleşme hareketine de girdiniz. Alt markanız olacak mı?

Gençleştirdik koleksiyonumuzu. Son 5 yıldır bu karara yönelik çalışıyoruz. Üniversite mezunlarına yönelik kampanyalar yaptık. Mezuniyet ve ilk iş kıyafetlerini bizden alsınlar istedik. Onları Kiğılı dostu yaptık. Genç Kart çıkardık. Dünyada trend renklilik ve rahat giyim. Bizde de renkli pantolanlar var artık. Klasikten asla taviz vermiyoruz ama gençleri de çekmek istiyoruz. Hafta sonu rahat giyinmek isteyenlerin de adresi olmak istiyoruz. Mağazalarımızın konsepti de değişti. Kombinler hazırlıyoruz. Fiziksel görünümleri ve ten renkleriyle ilgili kombinlerimiz var.

Halep’te yatırım durdu

- Gaziantep’te nasıl işleriniz? Çok yoğun bir alışveriş ortamı vardı, Suriye’den gelenler iyi müşterilerdi, şimdi nasıl?

Gaziantep’te 3 mağazamız var. Son olaylardan orası da etkilendi. Halep’te yatırım durdu. Van ve Gaziantep mağazalarımıza Ortadoğu’dan çok müşteri geliyor.

- İran’da da mağaza açtınız değil mi?

İran’da sahtesi yapılan bir marka Kiğılı. Orada iki mağazamız da var.

- Türkiye’de kaç ilde var mağazanız?

47 mağazamız var. Türkiye’de 17 ilde yokuz. Hedefimiz her yerde olmak.

Kiğılı, ilk 10 dünya markasından biri olacak


- Sektörün duayen isimlerinden biri Abdullah Kiğılı. Kendisi her yaptığınızı kontrol eder mi?

Abdullah Bey hepimizi kontrol eder. Ben de kontrol ederim. Rakip analizlerimizi yaparız. Ona göre pozisyon alırız. Bizim rakiplerimiz piyasayı hangi fiyatla açtığımızı, hangi ürünleri koyduğumuzu takip ederler. Farklılık yaratan bir markayız.

- Abdullah Bey’in bir açıklaması olmuştu. ‘5 yıl sonra satabilirim ama daha yapacaklarım var’ dedi... Bazı markalar ortak buldu. Silk&Cashmere ve Koton gibi...

Biz kendi öz kaynaklarımızla büyüdük. Hiç devlet desteği almadık. Turquality’e de Avrupa’ya açılacağımız için başvurduk. Çin’de de kendimiz büyüyoruz. Mali yapımız güçlü. Talep alıyoruz yurtdışından. Bankalar arasında reyting sıralamalarında başlardayız hep. Avrupa bankaları da bizi iyi bilir. İyi pozisyonda olduğumuz için dikkat çekiyoruz ama şu anda öyle bir düşüncemiz yok. Dediğimiz gibi daha çok büyüyeceğiz. Perakende sektörü hızlı büyüdü. Biz de çok büyüdük. Parlayan bir yıldız Kiğılı.

- Ne kadar büyüdünüz geçen yıl?

Yüzde 26 büyüdük 2011’de. Bu yıl da yüzde 20’lerde büyürüz. 2023’e yönelik hedeflerimiz var. Artık yurtdışını hedefliyoruz. Bizim ilk hedefimiz Türkiye’nin çıkaracağı ilk 10 dünya markasından biri olmak. Alt yapımız kuvvetli, yurtdışında da iyi bir alt yapı kurmayı amaçlıyoruz.

Kızım dedesine benziyor, iş hayatında adını duyacaksınız

- Abdullah Kığılı’nın sizce en önemli özelliği nedir?

Rakiplerine yardımcı olması. Özgüveni şahane. Çok yardımsever bir insan. Rakiplerine destek oluyor. Marka olmak isteyenleri AVM’lere sokuyor, çok adil. Hesabı yok, en büyük özelliği hep vermesi, hiç almaması.

- Siz de kayınpederiniz gibi Fenerbahçeli misiniz?

Ben de Fenerbahçeliyim.

8Eşiniz işlerle ilgileniyor mu?

Eşim Merve de yönetim kurulu üyesi ama aktif değil.

- Kaç çocuğunuz var, çocuklar bayrağı teslim alacak mı?

İki çocuğumuz var. Kızım 24 yaşında, Sabancı Üniversitesi’ni bitirdi. İşlerle de çok ilgili. Çok başarılı bir öğrenciydi. Sena’yı kesinlikle duyacaksınız. İş yaşamında dedesine benziyor, çok ümitliyiz kendisinden. Abdullah Bey’in engin tecrübesini ben de teknolojiyle birleştirdim, şimdi kızım bana ve Abdullah Bey’e dünyayı açıyor. E-ticareti, sosyal medyayı kızım çok iyi takip ediyor. Oğlum 18 yaşında. O da endüstri mühendisi olmak istiyor.

-İş dışında ne yaparsınız?

Spor yapmayı severim. Eskiden hentbol oynardım. Şimdi de futbol oynarım arkadaşlarımla. Yüzerim. Tatil az yapıyoruz. Çok iş seyahatimiz oluyor. Ailemle bir hafta tatil yaparım.

Yazının devamı...

Pantolonuyla dünyanın poposunu kaldıracak

Kadıköy’de doğan ve ünü kulaktan kulağa yayılan Gusto, popo kaldıran pantolonlarıyla dünyaya açılmayı hedefliyor. Türkiye’de 20 mağazaları olduğunu söyleyen markanın ikinci kuşak temsilcisi Pelin Mete, Londra ve Paris’te mağaza açmak istiyor

Gusto Kadıköy’den doğan, son yıllarda hızla büyüyen bir hazır giyim markası. Ünü kulaktan kulağa yayılan, farklı kumaşları, zayıf gösteren tasarımlarıyla dikkat çeken bir marka. Bu markanın başında ailenin ikinci kuşak temsilcisi genç yönetici Pelin Mete var. Pelin Mete, markanın hem tasarımcısı hem de yöneticisi. Amacı markalarını yurtdışına açmak ve ailenin üçüncü dördüncü kuşak temsilcilerine güçlü bir marka bırakmak.

- Gusto aile şirketini. Siz kaç yaşınızdan beri işlerle ilgilisiniz?

Gusto 1970’lerde kuruldu. İkinci kuşak olarak devir aldığımızda çok gençtim, neredeyse her bölümde görev aldım. Bu noktaya adım adım çok şey öğrenerek ve tecrübelenerek geldim. Eşimle beraber Gusto’yu sırtlandık ve üçüncü, dördüncü kuşaklara devretmek üzere güzel bir zemin hazırlamaya çalışıyoruz. Şirket 300’den fazla çalışanı ile koskoca bir aile.

- Tekstil mi okudunuz?

İstanbul Üniversitesi Yunan Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandım fakat aklımda İtalya’ya gidip aile mesleği olan Tekstil, Tasarım okumak vardı. 1 sene İstanbul Üniversitesi’ne devam ettim, sonrasında Roma’ya gidip istediğim bölüme yazıldım. 1 sene sonra tatile İstanbul’a geldiğimde eşimle evlenme kararı alınca İtalya’daki eğitim hayatımı sonlandırmış oldum. Burada birçok kursa gittim ve tabiÓ ki en büyük eğitimi Gusto’da aldım, canlı olarak iş hayatına atılmak, genç yaşta büyük sorumluluklar almak, koleksiyon hazırlamak bunların hepsi beni olgunlaştırdı, hayata kazandırdı. 20 yaşında bir genç kız için bu kadar sorumluluk kolay değildi. O zaman 90’li yılların başı, İstanbul’da çok fazla tarz butikler ve genç değişik ürünler yok, ben çok genç ve farklı tasarımlar yapıyordum. Kısıtlı beden üretiyorduk. 34, 36 ve 38 beden tasarımlar çok az insana hitap ediyordu. Daha sonra yaşım ilerledikçe tasarımlarımda benimle birlikte olgunlaştı. Daha ticari, daha iş kadınlarına yönelik, sofistike, şık tasarımlarla Gusto’nun mağaza sayısını çoğaltarak bugünlere geldik.



- Kaç mağazanız oldu?

Şu an 20 mağazayla İstanbul’da, İzmir’de ve Kıbrıs’ta müşterilerimize hizmet vermekteyiz. Hedefimiz Türkiye’de her ilde var olmak, çok talep var, yetişemiyoruz.

- Yurtdışına açılma planlarınız var mı?

Yurtdışına açılmak istiyoruz. Kıbrıs’la başladık, devam edeceğiz durmak yok!

- Londra, Paris planları var?

Evet. Hedeflerimize doğru ilerliyoruz adım adım.

- Siz büyük beden de üretiyorsunuz?

Rakiplerimizden en büyük farkımız bu. Büyük beden üretimimiz ve aynı koleksiyonun 36’dan başlayarak 50 bedene kadar devam ettirmemiz. Türk kadınlarının balık etli durumunu düşününce tercih sebebi oluyoruz.

- Cadde mağazası olarak başladınız. Şimdi AVM’lerde mi büyümeyi hedefliyorsunuz?

AVM’ler de tabii ki açıyoruz, yenilerine de giriyoruz, eski oturmuş AVM’lerde yer açılınca bize ve müşteri profilimize uyuyorsa kaçırmıyoruz. Mesela Metrocity, Carousel ve Beylikdüzü Migros’a sonradan girdik ve hem biz hem Gusto müşterileri çok memnun. Cadde mağazaları olmazsa olmazımız, biz dediğiniz gibi Kadıköy markasıyız. Kadıköy’de ilk mağazamızı açtık, orada doğduk, toplam 3 mağazamız Altıyol, Bahariye ve Kuşdili Caddelerinde bulunuyor. Bağdat Caddesinde çok eskiyiz. Nişantaşı Rumeli Caddesinde de 20 yıldır aynı lokasyondayız. Ama caddelerde büyümek kolay değil, hep aynı yerler, fakat AVM’ler yeni projeler doğuruyor sürekli ve talep doğrultusunda yeni projelere giriyoruz.

- Türkiye’den dünya markası çıkmadı bugüne kadar hazır giyimde. Hep hedef koyuluyor ama ulaşan yok. 2023’e kadar çıkar mı Türkiye’den dünya markası?

Dünya markası çıkarmak kolay değil, Türkiye tekstilde çok iyi yerlere geldi fakat dünya markası çıkaracağımızı gelecek 10 yılda tahmin etmiyorum.

1 Beden küçük gösteren pantolon

- Nedir sizin şu ince gösteren pantolonlarınızın sırrı?

Biz çalışan kadını sabahtan giydirip, akşama ufak aksesuar ve ceket değişikliğiyle kokteyle yollamayı seviyoruz, koleksiyonlarımız hep birbiriyle kombinli, şık parçalardan oluşuyor, zamansız klasiklerimiz çok, indirimde bu ürünlerden faydalanmak gerek. Gusto’nun 5 cepli sihirli pantolonlarını hem yaz, hem kış üretiyoruz. Pantolonlarımız 1 beden küçük gösteriyor, popoyu kaldırıyor, kalçayı daraltıyor. Bu ürünü alıp üzerine şık bir bluzla kombinleyip ayağınıza topuklu ayakkabılarınız ile giydiğinizde çok şık olabilirsiniz. Üstelik 36’dan 50 bedene bu ürünü en az 6-7 renkte bulabilirsiniz. Tasarımı, kumaşı her şeyi özel bu pantolonların.

Yazının devamı...

İzmir emekli şehri değil üniversite şehri olmalı

İnsanların emekliliklerini geçirmek istediği İzmir’in 9 üniversitesiyle artık üniversiteler kenti olduğunu söyleyen Yaşar Üniversitesi Rektörü Prof. Murat Barkan, “İzmir’de 9 üniversite, 110-120 bin öğrenci, 10 bine yakın akademisyen var. Eskiden 18 yaş sonrasında İzmir dışına çıkan çok öğrenci oluyordu. Son 2 yıldır İstanbul’dan gelen öğrencide artış var. Ulaşım sorunu yok, kiralar uygun, yurtlar güzel İstanbul’a göre yaşam kolay” dedi.

Yaşar Üniversitesi Rektörü Prof. Murat Barkan’la röportaj için randevulaştıktan sonra kendisiyle ve üniversiteyle ilgili bilgi toplamaya başladığımda ilk şaşkınlığımı yaşadım. Murat Barkan İzmirli değildi. Neden İzmir’e İzmirli rektör beklentim olduğunun yanıtını kendime vermem de zor oldu. Prof. Barkan’ı tanıyınca İzmir’e İzmir dışından bakan birinin Yaşar Üniversitesi’ne kısa zamanda uluslararası boyut kazandırdığını gördüm. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden Yaşar Üniversitesi’ne gelen Barkan, alıştığımız rektör ve akademisyenler gibi değil. Samimi konuşuyor, anılarını aktarıyor... Yaşar Üniversitesi kampüsünü birlikte gezdik. Üniversite kampüsü botanik bahçesi gibiydi. Üniversitenin kütüphanesi de halka açık. İletişimci rektöre yakışır da bir medya merkezi var...

- İzmir’de Ege Üniversitesi ve 9 Eylül’ün yanısıra yeni üniversiteler açıldı. Selçuk Yaşar’ın öncülüğünde kurulan Yaşar Üniversitesi kendini nasıl ve nerede konumluyor?

Yaşar Üniversitesi butik üniversite. Daha çok, daha da çok öğrencimiz olsun hedefimiz yok. Buraya gelen öğrenci burada ne olduğunu ve ne olmadığını bilerek gelmeli. Tesadüfen gelmelerini istemiyoruz. Gelen öğrencilerin özellikleri konusunda duyarlıyız. Buranın yüksek gelir gruplarının çocuklarının okuduğu üniversite olmasını istemiyoruz.

Şili’den öğrenci var

- Özel ve vakıf üniversitelerinin böyle algılanması doğal değil mi?

Buranın başarma motivasyonunun altında zihinsel ve fiziksel kurgu var. Başarmayı bilen, hayatını başararak götüreceğini bilen, başarı tutku ve motivasyonu ötesinde çok da imkanı olmayan öğrenci kitlelerine yöneliyoruz. Yüzde 29 burslu öğrencimiz var. YÖK dağılımı var bizim gibi üniversiteler için. Biz buna yüzde 25 oranını da ekledik. Farklı burslarımız var.

- Nasıl alınıyor bu burslar?

Kriter başarı. Spor bursu gibi. Birçok üniversitede girişi desteklemek için burs teklifleri var. Girişten sonraki başarı dalgalanmasında burslar gidiyor. Biz de öyle değil.

- İzmirli zenginlerin üniversitesi değilsiniz, böyle anlıyorum...

Öğrencilerimizin büyük kesimi memur çocuğu. Burslu değillerse büyük fedakarlıklarla buraya gelen çocuklardır. Tarlasını satarak buraya öğrenci gönderen aileler var.

- Öğrencilerin çoğu İzmir ve çevresi olmalı...

Stratejik olarak öyle. Yüzde 84.6 oranında İzmir ve çevresi. Uluslararasında da Erasmus programıyla gelenlerin dışında diğer anlaşmalarla da öğrenciler aldık. Güney Kore’den Şili’den gelen öğrencilerimiz var.

- Yeni bir üniversitesiniz. 2002’de öğrenci almaya başladınız. Bu nasıl oldu?

Geçen yıl 40 küsur öğrenci vardı yabancı, bu yıl 211 öğrencimiz var. Bu sayı artabilir. Pakistan’dan gelenlerde patlama var. Nijerya’dan da var. Yabancı öğrencilerin kalitesi de yüksek. Latin Amerika, Güney Amerika’da fuarlara katıldık. Bazı fuarlarda tek biz vardık Türkiye’den. Arjantin’deki fuara giden tek Türk üniversitesiymişiz. El Turco algısı var Latin Amerika’da. Bize çok ilgi gösterdiler. Güçlü bir lobi de var orada. Ermeni lobisi bizi orada çok destekledi. Arjantin Ermenileri bize çok ilgi gösterdi. Hatta oraya gelen tek Türk üniversitesi olduğumuz için bizden para almadılar. Şili’den 2, Arjantin’den 9 öğrencimiz oldu o fuardan sonra. Hepsi devletlerinden burs alarak geliyor. Biz üniversitemizde kültürel çeşitlilik ve kalite olsun istiyoruz. Bu yüzden de bilim kültürleri ve iyi üniversiteleri olan yerlerden İngiltere, Amerika ve Almanya gibi ülkelerden de öğrenci almalıyız.

- İzmir emekliler şehri oldu. Sizce üniversite şehri olabilecek mi?

Oluyor. İzmir üniversiteler kenti oluyor. 9 üniversite oldu. 110- 120 bin civarında öğrenci var, 10 bine yakın akademisyeni var.

- Üniversite okumaya şehir dışına giderdi İzmir’deki gençlerin çoğu. Ben de bu öğrencilerden biriyim. Ve büyük çoğunluğu İzmir dışında iş bulur. Bu değişiyor mu?

Sizin de dediğiniz gibi 18 yaş sonrasında İzmir’in dışına çıkan çok öğrenci oluyor. Ancak son 2 yıldır bunun değiştiğini söyleyebilirim. Son 2 yıldır İstanbul’dan gelen öğrencilerde artış var. Tersine dönüyor. İstanbul öğrenciler için zor ve pahalı. İzmir’de ulaşım sorunu yok. Kiralar uygun, yurtlar güzel. İstanbul’a göre İzmir’de yaşam kolay.

- Ancak İstanbul’daki kültürel zenginlik yok...

İzmir’de bunların olması için iyiye doğru bir gidiş var. Bu ortamın olması için gençlerin, entelektüel çevrenin, akademisyenlerin olması lazım. Üniversiteler bu ortamları yeşertir. Bakın bizim caz topluluğumuz yurtdışından gruplarla etkinlikler yaptı... Üniversiteler işbirlikleri yaptı...

Marina bölümü seneye

- Bir platform kuruldu değil mi?

Evet. 9 üniversite platform kurdu, işbirliği yapıyor. Kaliteli öğretim üyesi sorunu yok İzmir’in. Bu sorun Türkiye’nin her yerinde var. Sanat ve spor birikimleri şehre yavaş yavaş akmaya başladı. Alsancak’ta gezerken bizim üniversitenin öğrencilerinin caz konserini dinleyebilirsiniz. Küba’dan insanlar burada üniversite öğrencileriyle caz yapmaya geldiler...

- Emekliler şehri dememek mi lazım artık...

Negatif olarak aktarılıyor bu. Türkiye’nin farklı yerlerinden İzmir’e gelenler var bu yüzden. Emekliliklerini burada geçirmek istiyorlar, bu da çok haklı ve güzel bir istek. Cambridge, Oxford gibi üniversiteler, öğrencilerin emekli ailelerin yanında konaklamasıyla iyi üniversite şehri olmuşlardır. Bu avantaj olabilir İzmir için de. Bu ekonomik değer olarak gelebilir. İzmir’den kaçış durdu. İzmir’e gelenler artıyor. İzmir’in sanayi birikimi, limanı ekonomik değerleridir, İzmir ne yazık ki entelektüel birikimi kullanmamış yeterince.

- Yaşar Üniversitesi İzmir’in yerel özelliklerinden destek alıyor mu, bunlara yatırım yapıyor mu?

Bu çok önemli. Yerel özelliklerinden destek almalı üniversiteler. Biz de gastronomi bölümü var. Bazı araştırmalar yaptık bu konuda. Pınar gibi bir markamız var grubumuzun. Kaliteli gıda çok önemli. Biz mühendislik alanına odaklandık. Ayrıca güneş enerjisi konusunda, enerji sistemleri mühendisliğini kurduk, ayrıca 2 yıllık yüksek okulunu da açıyoruz, mühendisiyle birlikte teknisyenini de yetiştiriyoruz. Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili özel bir çalışmamız var. Türkiye geleceği için de bu çok önemli.

- İzmir bu açıdan şanslı...

İzmir Yarımadası yenilenebilir enerji kaynakları konusunda çok avantajlı. Rüzgar ve güneş enerjisiyle ilgili alınacak çok yol var. Biraz önce hızlı geçtik. İzmir’in liman şehri olmasına rağmen spesifik bu alana eleman yetiştiren bir okulu, üniversitesi yoktu. Biz lojistik bölümü, liman işletmeciliği bölümü açtık. Seneye marina işletmeciliği bölümü geliyor. Bu bölgede 8 yeni marina projesi var. Uluslararası lojistik yönetim programları da açmak gerekiyor. Uluslar arası Deniz Ticaret Hukuku’nu iyi bilenlere ihtiyaç var. Stratejik önceliğimiz İzmir. İzmir’in kan kaybetmemesini istiyoruz.

BALIK TUTACAK KADAR SABIRLI DEĞİLİM

- Çalışmak dışında ne yaparsınız?

Gitar çalarım. Yüzmeyi çok severim. Balık tutacak kadar sabırlı değilim. Kıyafetlerimi kendim ütülerim. Gittiğim her ülkeden suluboya 3 resim alırım. Bahçeyle uğraşmak hoşuma gider. Akşam yemeklerinde dost sohbetlerini severiz.

Çince eğitim de veriyoruz, atlı turizm rehberi de yetiştiriyoruz

- Üniversitenizde İngilizce dışında hangi diller var?

Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rusça, Yunanca, Japonca, Çinçe var. Bugüne kadar Çinçe de zorlandık, okutman bulmakta zorlandık. Bu yıl o sorunu da çözdük. Turizm alanı da önemli İzmir’de. Öyle dememize rağmen istihdamı çok düşük. Biz binicilik öğretiyoruz, atlı turizm rehberleri, binicilik hocası da yetiştiriyoruz.

- EXPO 2020 İzmir’in kilitlendiği bir hedef. Üniversiteler olarak siz bu hedef doğrultusunda ne yapıyorsunuz?

İzmir Üniversiteler Platformu olarak biz beyin takımıyla elektriklendik. Oy vermesini istediğimiz ülkelerin üniversiteleriyle farklı aktivitelerin planlanması gerekiyor. EXPO 2020 hedefine kitlendi İzmir. Sanayi kurulur, ticaret de eksik kalmasın ama en temiz ekonomi bilim endüstrisi ve ekonomisidir. Yüksek öğrenim almış nüfusun en yüksek oran İzmir’de ama bu bir potansiyele dönüşmemiş. Bundan sonra olacak.

AB desteği alan 13 projeden 5’i Yaşar Üniversitesi’nin

Yaşar Üniversitesi Rektörü Prof. Murat Barkan, Türkiye’de AB’nin fonladığı 13 proje olduğunu belirterek, “Bunların 5’ini bizim üniversitemiz kazandı. Performansımızı görüp ödül de verdiler. 2 hibe kazandık bunlara ek olarak. Egemen Bağış bu özelliğimizden dolayı bizi tebrik etti” diye konuştu.

Hayran olduğu bir öğrenci topluluğu ve çalışanları olduğunu da anlatan Barkan, “Bu kadar net söylüyorum. Geçen akademik yıl içinde 87 uluslararası köklü çalışma yapıldı. Bu seneki hedef 110’u geçmek. Burada Uluslararası Zeytincilik Kongresi’ni topladık 2 yıldır. Karaburun’da sabun ve zeytin atölyesini canlandırdık, halkı işin içine kattık. Üniversitemiz halkla iç içe. Kütüphanemiz halka açık” dedi.

Yazının devamı...

2023’te 500 mağazayla dünyanın ilk 10 mücevher markasından biri olacağız

ATASAY GENEL MÜDÜRÜ ÇİĞDEM KAMER:

Çiğdem Kamer’le geçen yaz röportaj yaptığımda, ‘güzel sürprizlerimiz olacak büyük markalarla işbirliği yapabiliriz’ demişti. Çok zaman geçmeden Atasay’ın Chopard’la işbirliğini öğrendik. Atasay’ın Genel Müdürü Çiğdem Kamer’le bu kez bu yeni işbirliklerini ve yeni hedeflerini konuştuk.

- Chopard’la işbirliğini ne zamandan beri planladınız?

Uzun zamandır global bir markayla işbirliği yapma düşüncemiz vardı. Türk kadınının Chopard markasına olan ulaşma tutkusunu biliyorduk. Biz de, Atasay olarak 75’inci yılımız şerefine, Türk insanının tutkuyla bağlı olduğu bu markaya ulaşabilmesini istedik.

- Bu işbirliği için imza aşamasına gelene kadar ne kadar zaman geçti? Neler yaşandı?

Markanın Türkiye’de temsilciliğini yapan Tektaş Saatçilik de bu işbirliğinin oluşmasında köprü görevi üstlendi. Görüşmeler aylar sürdü. Sonunda, 150’inci yıldönümünü kutlayan Chopard ve 75’inci yılını kutlayan Atasay markaları olarak el sıkıştık. Chopard ile olan işbirliğimiz, aynı zamanda Atasay’ın dünya mücevherat sektörüne yön veren bir marka olma yolunda olduğunun açık bir göstergesidir. Türk kadını da bu iki markanın iş birliğinden memnun kalmış olmalı ki saatlere ilgi oldukça yoğun...

- Bu özel koleksiyon markanıza neler kattı?

Tüm dünyanın bildiği ünlü mücevher markalarından birinin bir Türk kuyum markası ile işbirliği içine girmesi çok önemli bir adım. Bu işbirliği, dünyada lüks tüketim grubunun Türkiye’de ve dünyada yerel bir markayla yaptığı ilk ve tek işbirliği... Ayrıca Atasay’ın global bir marka olma yolunda olduğunun da açık bir kanıtı niteliğinde. Chopard ile gerçekleştirdiğimiz bu işbirliği, yurtdışında yeni dönemde odaklanacağımız önemli konulardan biri. Atasay da H&M gibi kendine yakın gördüğü, dünyanın önde gelen tasarımcılarıyla ve markalarıyla işbirlikleri yapacak.

Lokomotif markayız

- Atasay 2023 yılında kendini nerede görmek istiyor?

Türk kuyum sektörünün lider markası Atasay. Her yaşam biçimine ve her bütçeye uygun değer yaratan çözümler sunan inovatif çözümleriyle takı severleri daima heyecanlandıran, tecrübemize yakışır nitelikte yeniliklerin öncüsü, sektörün lider ve lokomotif markası olmayı sürdürmekte. Bu ana hedef doğrultusunda markamızı uluslar arası arenaya taşıyarak dünya tüketicisinin markası olmayı planlıyoruz. Markamızın 2023 vizyonunda da bu var. Dünya mücevherat sektörüne yön veren sektöründe dünyanın en büyük ilk 10 şirketi arasına girmeyi amaçlıyoruz. 2023 yılında 500 mağaza ile dünya takı sektöründe ülkemizi temsil eden lider bir marka olmayı hedefliyoruz.

Fatima’nın Eli, Chopard’a girdi

- Koleksiyonun içeriğine nasıl karar verildi?

Atasay olarak biz brief verdik. Chopard ve Caroline Scheufele’nin gözlemleri ile ekibi yorumladı. Bir çoğumuzun, yanımızda taşıdığımızda kendimizi iyi hissettiğimiz bizleri pozitif olarak etkileyen objeler vardır. Bu objeleri kullanarak harika bir koleksiyon ortaya çıktı. Koleksiyonumuz Fatima’nın eli,4 yapraklı yonca, kalp, nazar boncuğu ve at nalı olarak 5 parçadan oluşuyor.

- Mayıs ayında satışlar başladı. Kaç noktada bulunuyor bu koleksiyon?

Şans koleksiyonu 38 mağazamızda satışa sunuldu. Koleksiyonunun özelliklerini anlatmak isterim size. Geleneksel Türk öğelerinin ön planda olduğu ve sınırlı sayıda üretilen koleksiyon, doğu ve batıdan tarihi esintiler taşıyan “Yonca”, “Kalp”, “Nazar Boncuğu”, “Fatimanın Eli” ve “At Nalı” sembollerinin yorumlandığı 5 farklı saat modelinden oluşuyor. Çelik kasadan ve pastel renk kombinasyonunda saten kayışlardan oluşturulan saatlerde yer alan şans ve uğur semboleri, renkli safirler, yakut ve pırlantalarla süslendi. Geleneksel ve modern Türk kadını ile anne sembolünün ön planda tutulduğu “Good Luck/Şans” Koleksiyondaki tüm ürünler, uluslararası garantiye sahip.

- En çok hangi ürünlere ilgi var?

En çok içerisinde 4 yapraklı yonca motifli saatimiz satıldı. Yazın gelişiyle beraber Fatima’nın Eli figürlü turkuaz kayışlı saatimiz de tercih ediliyor.

- Siz en çok hangi ürünü beğendiniz?

Yaz aylarının gelmesiyle en çok turkuaz kayışlı Fatima’nın Eli figürlü saati beğeniyorum.

Yazının devamı...

Sanata yatırımda Koç Sabancı ve Eczacıbaşı’ndan sonra dördüncü aile Ülker

Resim konusunda Türkiye’nin sayılı uzmanlarından olan Rüştü Sungur, sanata yatırımda Koç Ailesi’nin önde geldiğini belirterek, “Koç Ailesi’nden sonra Eczacıbaşı Ailesi ve Sabancı Ailesi’ni de söyleyebilirim. Onlar da misyon üstlendiler. Açtıkları müzelerle bunları toplumla paylaştılar. Murat Ülker de çok eser alıyor. Yani Koç, Sabancı, Eczacıbaşı ailelerinden sonra Ülker Ailesi gelecek” dedi.

Türkiye’de sanat piyasası son 10 yılda katlanarak büyüdü. Bu büyümeyi en yakından takip eden ve Türkiye’nin resim konusundaki sayılı uzmanlarından biri Rüştü Sungur. Artium Sanat Evi’nin sahibi Rüştü Sungur’la Türkiye’de büyüyen sanat piyasasını, kaybolan tabloları, çürümeye terk edilen eserleri, en çok prim yapan isimleri de konuştuk.



- Burhan Doğançay Murat Ülker’i İtalyan‘Medici Ailesi’ne benzetti bundan 2 ay kadar önce İstanbul Modern’deki serginin açılışında. Bununla ilgili fikriniz nedir?

Bu ailenin 500-600 yıl sadece sanatla özel, önemli bir geçmişi var. O yüzden de Medici Ailesi gibi olmak kolay değil. Onlar derebeyiydi, güç ellerindeydi. Yaşadıkları sürece de tüm aile sanatçılara destek oldu, sanatçıları yönlendirdi bu aile. Yıllar boyunca sanat eseri toplayıp toplumla paylaştı. Müzeleri de var, biliyorsunuz. Ayrıca sanat üzerine spekülasyon yapan bir aile değil. Türkiye’de kısa geçmişi olmasına rağmen evet sanata destek olan aileler var. Türkiye’de de bu aileye benzetebileceğim aileler var.

Koç Ailesi ilk sırada

- Kimler?

Koç Ailesi başta gelir. Koç Ailesi’nden başta Ömer Koç olmak üzere çok önemli koleksiyonerler var. Koç Ailesi’nden sonra Eczacıbaşı Ailesi ve Sabancı Ailesini de söyleyebilirim. Onlar da misyon üstlendiler. Açtıkları müzelerle bunları toplumla paylaştılar. Ömer Koç çok önemli bir isim. Aynı şekilde Eczacıbaşı ailesinin İstanbul Modern’i kurması çok önemli. İstanbul Modern’e kadar Türkiye’de çağdaş sanat müzesi yoktu. Eczacıbaşı ailesi bir rüzgar yarattı. DEMSA da yakında müze kuracak. Cengiz Çetindoğan da eser topluyor bir süredir.

- Murat Ülker?

Murat Ülker de çok eser alıyor. Hat Sergisi açtı, İslam eserleri de topluyorlar, ayrıca soyut eserler de alıyorlar. Onlar da belli ki 4’üncü aile olacak, olmayı istiyorlar. Yani Koç, Sabancı, Eczacıbaşı ailesinden sonra Ülker Ailesi gelecek gibi. Onların biraz zamana ihtiyacı var.

- Bakıyoruz bazı sanatçılar aniden sıçrama yapıyor. Yine Burhan Doğançay örneğine döneceğim, Doğançay, ‘Yıllarca benim eserlerime kimse değer vermedi’ diyor. Geçenlerde Erdal Matraş paylaştı, Ömer Uluç da ölmeden önce, ’70 yıl fakir yaşadım, 2 yıldır zengin yaşıyorum’ demiş.

Sanırım eseri yapan kadar o eseri alan da önemli. Tamam eser değerli, farklı olmalı. Tekniği de çok önemli ama alan da önemli. Bakın Oktay Duran sattı Burhan Doğançay’ın Mavi Senfonisi’ni. ‘Ben çağdaş sanat sıçrama yapsın’ diye sattım dedi. Ailesinden izin aldı, çünkü Mavi Senfoni önemli bir eserdi. ‘1 milyon doların altında asla olmaz’ dedik. Fiyat sıçraması da yaptı. Yalnız şunun altını çizmek istiyorum. Hep para konuşuluyor ‘sanat olarak sıçradık mı, sıçramadık mı? bu konuşulmuyor.

- Sıçramadık mı? Ayrıca sanatta hareketlilik deyince ne anlamak gerekiyor?

Büyük gelişme var. İstanbul Bienali ses getiriyor. Belki İzmir Bienali olacak. Bu yıl Contemporary kuvvetli oldu. Türkiye’ye güçlü sergiler geliyor artık. Halk resim görmeye başladı. Resim Heykel Müzesi dışında bir yer yoktu eskiden. Abidin Dino gibi bir değerimizi keşfettik, daha yeni oluyor bunlar. Murat Ülker birçok eserini almış Abidin Dino’nun. Hareket kuvvetli Türkiye’de. Türkiye sanatta önemli olmaya başladı.

- Yakın zamanda yeni isimleri göreceğiz diyebilir miyiz?

İnternet ortamı geliştirdi. Resim eğitimi alan gençler kendini yetiştiriyor. Genç sanatçı adayları kendini gösteriyor. Ama ne yazık ki geriden çok iyi bir genç grubu gelmiyor. Ama her yapılan şeyin bir tekrarı var. Bunu ayıkladığınızda geride ne kalacak ben de merak ediyorum.

- Türkiye’de sanat eğitimi de tartışılıyor. En büyük eksiklik hangi noktada?

Bence çok uluslu sanat eğitimi verilmeli Türkiye’de. Yalnızca Türk hocalardan ders almamalılar. Çok uluslu, dünyanın her yerinden sanatçılar gelmeli, tasarımcı gelmeli.

- Ali Güreli Türkiye’deki sanat piyasasıyla ilgili iddialı bir rakam telaffuz etti, çok da tartışıldı. Sizce büyüklük ne kadar?

Ali Güreli biraz fazla söyledi. 100 milyon dolar deniliyordu, o sanırım 300 milyon dolar dedi. Bence biraz şişirildi rakam. 300 milyon şişik rakam. 150 milyon dolar gerçekçi rakam.

- Sanatseverler ve koleksiyonerleri de karıştırıyoruz sanırım.

Otobüs bileti koleksiyonu yapan da var. Sanat koleksiyonu başka. Bunu karıştırmamak lazım önce. Koleksiyoner olmak farklı. Ömer Koç koleksiyoner, Cengiz Çetindoğan koleksiyoner olmak için çaba sarfetti, muazzam resimler aldı.

Basel Fuarı’nı keşfettiler!

- Sanat ne kadar iyi bir yatırım aracı? Kıstaslar neler? Kimler iyi koku alıyor?

Kesinlikle iyi bir yatırım aracı. 1985 yılında resim işine başladım. Bana daha yakın bir zaman kadar yeni derlerdi. Ben babamın koleksiyonu içinde doğdum. Bu kültürle büyüdüm, resim yaptım, akademide okudum. 1972 yılında Nazmi Ziya’nın eserini elime aldım, evde İbrahim Paşa da vardı. O tuşeleri hep yakından gördüm. Türkiye’de insanlar kendilerini hızlı eğitiyor. Türkiye’de sanat konusunda açlık var. Kesinlikle sanat iyi bir yatırım aracı.

- Türkiye’den birçok isim artık dünyadaki sanat fuarları yakından takip ediyor. Bu yüzden yabancıların da potasına girdiler.

Bir süredir dediğiniz gibi. Türk koleksiyoncular Basel fuarını keşfetti! Türkiye’deki koleksiyonerler dünyayı geziyor. Kötü sanatçılardan eser almıyorlar. Koleksiyoncular Türk sanatını ileri götürüyor.

- 2012 nasıl geçiyor?

2012 biraz durgun. İşadamları tedirgin bu aralar. Herkes dünyayı tarıyor. Koleksiyonerler bilgisayarların başına İngilizce, Fransızca bilen genç insanları geçiriyorlar, oryantalist tablo arıyorlar. Kredi kartlarıyla alıp sonradan vazgeçip geri verenler de oluyor. Birçok firma artık kabul etmiyor bunu.

- Nasıl oluyor bu?

Çekiniyorlar Türkler’den. 3 bin euroya alıp 10-20 katına satıyorlar. Ben bir müzayedede 30 bin liraya alınmış bir tablonun, kısa sürede 1.5 milyona ulaştığını gördüm.

- Nasıl oluyor bu?

Bu işte de spekülasyon var.

- Kimlerin eserleri rekor kırıyor?

Mübin Orhon’lar rekor kırıyor, bundan 10 yıl önce 1.000 dolara satamıyorduk. Burhan Doğançay’ın da böyle eserleri var. Kurdele resimlerinden birini zar zor 8 bin dolara sattım 2000 yılında, şimdi 400-500 bin dolar. Türkiye’de insanlar değerlerinin farkında değil. Adam yapmış, bir yerlere gelmiş, bunu kimse ciddiye almıyor. Sanat tarihçileri ve birkaç isim dışında bunları bilen yok.

- Çıkan çıkıyor sonuçta...

Bir zamanlar 20 bin dolara satılan Mübin Orhon’un bir eserini daha sonra Murat Ülker 1 milyon 100 bine aldı. Mübin Orhon gerçek bir sanatçı, eserleri sanat eseri. Görmek gerekiyor. 1930’larda Fransa’da soyut akımın temsilcilerinden biri olmuş. Bir İngiliz aile ona güvenmiş 60 eserini almış.


Çin sanatçılarını tanıtmak için 20 milyon $ harcadı eserler uçtu

- Devletin kurumlarından tablolar çalınmış, şimdi ortaya çıkıyor. Resim Heykel Müzesi’nde yaşananlar inanılır gibi değil...

Devletin kültür politikası yok. Yıllarca Resim Heykel müzesinde resimler çürüdü. Bedri Rahmi’ler, Adnan Çoker’lerin ilk dönemleri, orada sanat hazinesi var. Kaplumbağa Terbiyecisi en sevdiğim resimdir. O da Erol Aksoy tarafından alınıp İtalyan uzmana restore ettirildi. Ayrıca Resim Heykel Müzesi’nin yeri uygun değil, antrepoda yer verildi, ‘Atatürk’ün kurduğu yerden bizi niye atarsın?’ deniliyor. Modern Müze’nin yanında olmasında ne sakınca var? Modern şartlarda müze kurma şansı olamaz mı?

- Çinli sanatçılar yükselişte. Sporda, sanatta her alanda yükselişteler. Biz niye yapamıyoruz?

Çin sanatçısına değer kazandırıyor. Devleti yatırım yapıyor sanata. Çin dünyanın önde gelen küratörlerini Çin’e çağırdı, sanatçılarını tanıttı. 20 milyon dolar harcamış bunun için. Çinli sanatçıların eserleri uçtu.

- Çin resimlerini toplayanlar var Türkiye’de de...

Bir zamanlar Rusya’dan çok resim geldi. Picasso bile geldi bir aralar. O resimleri getirenler tüccar, koleksiyoner değil. Şimdi aynı şeyi Çinli ressamlara yapıyorlar. Türkiye’de devlet plastik sanatları desteklemeli. Gümrüklerde kolaylık getirilmeli. Bir resmi yurtdışına çıkarmak çok zor. Kültür Bakanlığı yurtdışında ses getirecek sergiler düzenleyebilir. Burhan Doğançay 50 yılını doldurdu. Ona niye NY’de bir sergi düzenlenmesin? Kalıcı işler böyle yapılır.

Bedri Rahmi’nin eserleri toz içinde, Devrim Erbil’in yaptığı duvar yıkılmış...

- Siz bir sıralama yapabilir misiniz? Hangi sanatçıların eserleri şu anda en değerli durumda?

Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Nejat Devrim. Bunlardan üstün Fahrünnisa Zeyd var. Bu üç büyüklerin altında da önemli isimler var: Adnan Çoker, Ferruh Başağa, Neşet Günal nesli var. Bunlar durdu. İnsanlar bu isimlere biraz doydu. Adnan Çoker’in konsepti belli. Ferruh Başağa da belli. 400-500 binlere çıktılar. Son zamanlarda Burhan Doğançay’ın eserlerindeki yükseliş bile durdu. Ömer Uluç’ta da durgunluk var. Mehmet Güleryüz yükselişte, Mübin Orhon yükselişte. Ahmet Güneştekin bundan sonra büyük patlama yapabilir. Amerika’da Avrupa’da inşaat alanlarının belli bir metrekaresi sanat eserlerine ayrılıyor. Türkiye’de bu yok. Olmalı. Yeni projelere bunlar konsa, Ahmet Güneşteikin’in Saf Adalet çalışması mükemmel bir bina girişi olur. Varyap sanata müthiş yatırım yapıyor mesela. Kalıcı eser konulsa projelere çok güzel olur.

- Biz bu anlamda karnesi zayıf bir toplumuz. Olan eserleri yıkıyoruz.

İçim sızlıyor. Füreya ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun mozaikleri İMÇ’de toz toprak içinde. Devrim Erbil’in bir eseri Eskişehir’de Ziraat Bankası girişinde dev gibi duruyordu. Oraya gelen müdür yıkmış duvarı. 30 cm önüne duvar koymuş, Devrim Erbil dava açmış. Ziraat’in Harbiye’deki şubesinde Füreya’nın eserleri vardı, şimdi yok. Ne oldu onlar? Üstü mü kapatıldı bilmiyorum. Türkiye’de bilinçli değil insanlar, ne yazık ki sanatın kıymeti bilinmiyor.

Yazının devamı...

İstanbul’a yapılacak yeni ‘şehirler’ akıllı olacak mı?

Temmuz ayının ilk haftasında Faruk Eczacıbaşı’yla sohbet etmiştim. ‘Trafik sorununu çözemeyen İstanbul finans merkezi olamaz’ demişti Faruk Eczacıbaşı. Türkiye Bilişim Vakfı’nın Başkanı olan Eczacıbaşı bir süredir İstanbul ve trafik sorunuyla ilgili kafa yoruyor, çözüm önerileri geliştirilen etkinliklere öncülük ediyor.



O sohbetimizde Bilgi İletişim Teknolojileri (BİT) kullanarak İstanbul’da yapılabilecek iyileştirmeleri masaya yatırmıştık. En çok da trafiği ve biraz da enerji tüketimini konuşmuştuk. O günden bu yana bu konuda atılan adımları, toplantıları takip etmeye çalışıyorum.

İstanbul için ‘çılgın’ projeler de belli oldu. Başbakan Erdoğan İstanbul’da 2 yeni şehir yapılacağını açıkladı. Bu şehirlerin biri Avrupa diğeri Anadolu Yakası’nda olacak. 1 milyonun üzerinde nüfus bu şehirlerde yaşayacak.

Bir şehri iyileştirmek demek büyütmek demek değil. Bunu biliyoruz değil mi? Evet İstanbul’da sorunlu çok yapı var ve bu yapılar yenilenmeli. Deprem riskini en aza indirmeliyiz. Bunlara kimsenin karşı durduğu da yok.

AB Komisyonu uzun zamandır sürdürülebilir çevre için kafa patlatıyor. AB vatandaşlarının 4’te 3’ü şehirlerde yaşıyor. AB enerjisinin yüzde 70 şehirlerde tüketiliyor. AB ülkelerinin bazı şehirlerinde de trafik yoğunluğu yaşanıyor. Onlar da bu yüzden ‘akıllı şehir’ konseptleri ortaya koymaya başladılar.

AB 365 milyon euro ayırdı

AB Temmuz ayında ‘Akıllı Şehirler ve Topluluklar Avrupa İnovasyon Ortaklığı’ (SCC- Smart Cities and Communities) girişimi başlattı. Bu girişimle Avrupa enerji, ulaştırma ve BİT (Bilgi İletişim Teknolojileri) araştırma kaynaklarını tek bir havuzda topluyor. Akıllı şehir projelerine para kanalize ediyor. 2013 yılında bu projelere ayrılan kaynak 365 milyon euro.

‘Yeni bir şehir kurma planı yaparken dünyayı yeniden keşfetmemize gerek yok. Yapılanlara bakmak yeter’ demek istiyorum.

Biz de yüksek apartmanlar dikmek yerine, ‘akıllı şehirler’ yapmalıyız. İstanbul’un buna ihtiyacı var.

Çöple ısınabilir miyiz?

Örneğin İstanbul’da kurulması öngörülen bu yeni şehirlerde konutlar nasıl ısınacak? Şehirde yenilikçilik enerji etkinliği için önemli, değil mi? Üstelik ülkemizin çok önemli bir sorunu enerji. Doğalgaz yerine güneş enerjisi kullanılabilinir mi? Ya da bu yeni yerleşim yerleri de Viyana gibi çöpleriyle ısınabilir mi? Neden olmasın? İstanbul’daki birçok proje için bunu gerçekleştirmek zor değil.

Hadi bunlar olmadı. Tam akıllı olamıyoruz, en azından bilgi iletişim teknolojileri kullanarak etkin ısıtma ve soğutma sistemleri kurmayı başarabiliriz. Doğalgaz ve elektrik sayaçlarını uydudan takip etmek, vatandaşlara enerji kullanımlarıyla ilgili sık sık bilgi vermek, cep telefonuna mesaj göndermek gibi... Bunlar tasarruf demek. Bilinçli tüketim demek.

Sıfır enerjili bina ve mahalleler yaratmak neden mümkün olmasın? Yeni projeler masaya yatırılırken İstanbul’un geleceği için bunları konuşmamız gerekmiyor mu?

AB’nin bu söz ettiğim girişimi trafik sorunu, gürültü kirliliği için öncelikle dumansız ve sessiz otobüslerin kullanımını öneriyor. Bu gibi örnekler çok.

Evet İstanbul’da 2 yeni şehir yapılacak. Bu şehirlerin akıllı şehirler olması için de reçete belli. Detaylı bilgilere SCC çalışmalarını takip ederek ulaşabilirsiniz. Faruk Eczacıbaşı ve arkadaşlarının çalışmaları da bu konuda yol gösteriyor.

Yazının devamı...

Mütekabiliyet Kanunu ile gelecek yabancılar konut fiyatını yüzde 10 artırır

SEBA İnşaat’ın eski ortaklarından Panaroma İnşaat’ın Başkanı Haşmet Mürşit, İstinye’nin çehresini değiştiren işadamlarından... Gecekondu bölgelerine yaptığı lüks konutlarla biliniyor. Ortağı ve kardeşi Gazanfer Mürşit’le İstinye, Maslak ve Sarıyer’de milyon dolarlık projeler üreten Mürşit, yabancılara konut satışının başlamasıyla fiyatlarda artış olacağını söyledi. Mürşit, Mütekabiliyet Kanunu uygulamaya başlandığında konut fiyatları artar. Arap dünyası çok ilgileniyor. Yüzde 10 satışlarımız artar diye düşünüyorum” dedi.

SEBA İnşaat’ın eski ortaklarından Panaroma İnşaat’ın Yönetim Kurulu Başkanı Haşmet Mürşit’le İstinye’deki merkezlerinde konuştuk. Haşmet Mürşit, İstinye’nin çehresini değiştiren işadamlarından biri. Gecekondu bölgelerine yaptıkları lüks konutlarla biliniyorlar. Uzun süredir ortağı ve kardeşi Gazanfer Mürşit’le İstinye, Maslak ve Sarıyer’de milyon dolarlık projeler üreten işadamı, son dönemde üniversite öğrencilerine yönelik de çözüm önerileri geliştiriyor. Haşmet Mürşit’le yeni projelerini konuşurken, kentsel dönüşüm konusunu da masaya yatırdık. Mürşit’in kentsel dönüşüm projeleriyle ilgili görüşlerine de dikkat çekmek isterim. “Gerçek bir kentsel dönüşüm sürdürülebilir olmalı. Bunun için de her şey çok iyi planlanmalı” diyor.



- Siz işe nasıl başladınız. Uzun süre SEBA İnşaat’ın ortaklarındandınız. Ben daha öncesini soruyorum...

İlk iş deneyimim mi?

- Evet. Nerede büyüdünüz? Ne okudunuz?

Adanalıyım. Orada büyüdüm. Babam ticaret adamıydı. Babam idolümdü. Babamı hep örnek aldım. İş hayatına babamın yanında başladım ama babamın yanında çalışmadım. Parklarda su ve sakız satıyordum. Babam öyle yapmamı isterdi. Adana’da dikenli kaktüs vardır onu satardım. Adana’da okudum liseye kadar. Sonra ekonomi eğitimi aldım.

- Kaç kardeşsiniz?

5 kardeşiz. 2 erkek, 3 kız. Erkek kardeşim Gazenfer Mürşit ile birlikte iş hayatına girdim. SEBA İnşaat’ın yüzde 50 kurucusuyduk. Diğer yüzde 50 ortaklarımız da Emin ve Nedim Keçeli’ydi. İstanbul’da çok sayıda butik projeler yaptık. Ben o döneme uzun bir kalfalık dönemi diyorum.

- Ya şimdi?

Ustalık dönemimiz Panaroma’da. Biz güzel ayrıldık. Halen aynı binada çalışıyoruz. Yaşar Aşçıoğlu bana, ‘Ortaklığı güzel bitirmenize gıpta ediyorum’ demişti. Biz güzel ayrılmayı başardık. Arkadaşlığımız da devam ediyor. Biz yıllarca kardeş gibiydik. Bu arada bu binanın yarı yarıya ortağıyız halen. Ve Malatya’da TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonu’nda da ortaklığımız devam ediyor.

- İlk projeniz hangisiydi? Siz İstinye’deki projelerinizle biliniyorsunuz daha çok...

SEBA olarak ilk projemiz Salih Tatlıcı’nın yarım kalan işiydi. Onu bitirdikten sonra Etiler ve Ulus’ta projeler aldık. Biz İstinye’de projelere başladığımızda buralarda yol yoktu. İstinye’nin çehresi bizimle değişti. Lüks kaliteli konutları biz getirdik buraya.

- Kaç konut olmuştur?

2 bin dairenin üzerinde oldu, Sarıyer ve Beşiktaş sınırları içinde. İş merkezleri de yaptık. SEBA Bodrum Evleri ve SEBA Blue projelerini de yaptık. Yalıkavak’ta yaptığımız proje çok beğenildi.

- İstanbul’da hep Avrupa Yakası’na odaklandınız. Anadolu Yakası’nda projeniz olmayacak mı?

Evet biz hiç Anadolu Yakası’na odaklanmadık. Yalnızca Moda SEBA apartmanı yapmıştık. Şimdi Panaroma olarak Çamlıca’da güzel bir arazimiz var. Çok güzel deniz manzaralı bir yer. Orada butik çok yakışıklı bir projemiz olacak Panaroma olarak. Panaroma Grup olarak Panaroma Maslak Plaza’yı yaptık. Kiralamak ya da satmak amacıyla.

Güneş enerjisi kullanılmalı

- İstinye’de gecekondu bölgelerinde lüks konutlar yaptınız. İstinye Park ile birlikte İstinye’nin cazibesi de arttı. İstinye’de dönüşüm devam edecek mi? İstinye’deki marina talepleri artırdı mı?

İstinye’de İstinye Park’ı geçince Panavia projemiz var. 5 Blok 60 daire. Yüzde 80’i denizi görüyor, İstinye Koyu’na hakim. Yeni marinayı görecek. 2013 sonunda bitecek bu projeler. Bu proje A artı gelir grubuna hitap ediyor. Sitede yaşayanlara özel iki tekne koyduk. Ayrıca shuttle olacak her gün marinaya ve İstinyepark’a. Çok özel bir proje oldu.

- Koç Üniversitesi kampüsüne yakın çok sayıda konut yaptınız. O konutlar öğrencilere yönelik değil mi?

Koç Üniversite’nin hemen yanında 175 dairelik North İstanbul By Panaroma projemiz var. Yüzde 50’si satıldı. 1+1’ler öncelikle satıldı. Çünkü Koç Üniversitesi’ndeki öğrenciler tercih ediyor. 2+1 ve 3+1’ler var. Metrekare fiyatları 2 bin dolar civarında.

- Kentsel dönüşüm projeleri var. Deprem nedeniyle de acil önlem alınması gereken bölgeler var. Kentsel dönüşüm yapılırken nelere dikkat edilmeli?

İstanbul gerçeği bu. Ayrıca görüntü kirliliği de var. Bence yeni yapılan konutların tümünde doğal gaz değil güneş enerjisi kullanımı şart koyulmalı. Türkiye’nin geleceği için önemli. Enerji tasarrufu için bunu yapmalıyız. Ülke olarak çok şanslıyız. Ama güneş enerjisini bir türlü kullanamıyoruz. Geri dönüşüm konusunda ben bunu tavsiye ediyorum. Kentsel dönüşüm yapılacaksa böyle yapılmalı.

- Yeni rant kapısı iddiasına ne diyorsunuz?

Halkın aydınlatılması gerekiyor. Bilgi kirliliği var. İnsanlar evimizi yıkacaklar diye endişeleniyor. Oysa insanlar evlerini kredilendirebilecekler. Bunu bilen yok. Bu konu anlatılmadı henüz. Birebir aynısı verilecek imarın. Ekstra gelir yok. Güneş enerjisi zorunlu olursa yeni sağlam alt yapı sorunu çözülmüş binalar olur.

- Mütekabiliyet Kanunu çıktı. Yakında satışlar başlayacak, Bakanlar Kurulu ülkeleri belirleyecek v.s...

Bu kanun uygulamaya başlandığında konut fiyatları artar. Bu ülkelerin zengin insanları gelecek. Arap dünyası çok ilgileniyor. Yüzde 10 satışlarımız artar diye düşünüyorum.

- Yurtdışında proje yapmayı düşünüyor musunuz?

Başbakanla gezilere o amaçlarla götürüldük. Gerçekten de Türk mimarları harikalar yarattılar yurtdışında. Türk iş dünyası çok güzel projeler yaptı. Biz henüz düşünmüyoruz Biz tapuda İstanbul olan projelere sıcak bakıyoruz.

Koç Üniversitesi projenin tamamını kiralamak istiyor

- Panavia, İstinye’deki lüks konut fiyatlarınız nasıl?

6 bin lira civarında. Ayrıca Koç Üniversitesi’ne yakın Panaroma 111 projemiz var. 100 dairelik bir proje. Çoğu 1+1. Koç Üniversitesi bunun tamamını kiralamak istiyor.

- Yurt sorunu var değil mi?

Koç Üniversitesi’nde 5 bin öğrenci var. Öğrenciler için 1000 kişilik yurt var. Yetersiz kalıyor yurtlar. Ayrıca İstanbul’da yaşayıp orada kalmak isteyenler de var. Koç Üniversitesi hızla büyüyor. Yeni bölümleri var.

- Sarıyer’de bir üniversite projesi daha olacak...

Bir üniversite daha gündemde. İmar çok zor Sarıyer’de. Ormanlar var. Bunların korunması lazım. Bizim yine Koç Üniversitesi’ne yakın bir projemiz daha var. Panaroma Park diye bir proje. Panaroma Park 2013’te başlayacak. Panaroma Park’ta mimar Ömer Çamoğlu’yla çalıştık. Bölgede yapılmış en iyi proje olacak. Oradan da metroya sürekli shuttle koyduk. İstinye Park’tan 15 dakika uzaklıkta. Orman havası içinde şahane bir bölge.

3’üncü köprüde çevreciler haklı doku bozukluğu olacak

- 3’üncü köprü o bölgedeki fiyatları ne kadar yükseltti? İstanbul’un nefes almasını sağlayacak alan da konutlara kurban gidecek. Siz bölgede projeler yapan biri olarak ne düşünüyorsunuz?

Doku bozukluğu olacak çevreciler bu konuda haklı. Ama İstanbul’da trafik çilesi de korkunç. Şehrin genişlemesi şart oldu. 3’üncü köprü olmadan olmayacak. 2’inci köprü tadilatta, neredeyse hayat felç. 3’üncü köprüde raylı geçiş olacak. Bu da ilk kez uygulanacak.

- Konut fiyatları da arttı değil mi?

Dediğiniz gibi oradaki konut fiyatları şimdiden artmaya başladı. Birebir dolar bazında artış olacak gibi de görünüyor. Geleceğin arkasındaki gerçek bu.

- İstanbul’da son dönemde konut fiyatları arttı. Bir de “Bu balon sönecek” diyenler var. Bu artış devam eder mi? Hangi bölgelere ilgi yüksek?

Doğru yerde doğru proje kaliteli işçilik iyi sonuç alıyor. Değer artışı olacak. Balon olduğuna katılmam mümkün değil.

- Zorlu Center rekor fiyatlara ulaştı....

Zorlu Center’in yakınındaki Çiftçiler Holding’in projesi de topraktan metrekaresi 8 bin dolara başladı. Şimdi metrekare fiyatı 10 bin dolara çıktı. Artık AB standartlarında iş yapılıyor. Başka İstanbul yok. İstanbul’daki cazibe artıyor. Bence çıkış bir süre daha devam eder.

HOBİM BAHÇE SEBZE VE MEYVE YETİŞTİRİYORUM

- Kendinize nasıl zaman ayırıyorsunuz?

Hobim bahçe. Domates, salatalık, biber, kayısı, kiraz yetiştiriyorum. Sulama, budama, gübreleme hepsini ben yaparım. Çok seviyorum bahçemde zaman geçirmeyi. Kafamdaki her şey akıp gidiyor. Ben olumlu düşünen biriyim.

- Stresli değilsiniz...

Hayır. Ben sevgiyle, affetmekle her şeyin çözüleceğine inanıyorum.

- Başka hobiniz var mı?

Çok seyahat ediyorum. Son Kazakistan’a gittim iş nedeniyle. Oğlum Arizona’da okuyor, onun yanına gidiyorum. Oğlum psikoloji eğitimi alıyor. İyi niyetli, dürüst bir çocuk. Masterını da hukuk üzerine yapmayı planlıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.