Şampiy10
Magazin
Gündem

Sanayide çalışan kadına Borusan’dan kreş desteği

Kültür ve sanata katkılarıyla öne çıkan Borusan Holding dün kadın istihdamına yönelik bir sosyal sorumluluk projesi başlattı. ‘Annemin İşi Benim Geleceğim’ adlı proje sanayi kesiminde çalışan kadın istihdamını artırmayı amaçlıyor.

Dün bu projenin basına sunumu vardı. Bu sunum sonrasında da Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Borusan Holding CEO’su Agah Uğur aralarında benim de olduğum bir grup kadın gazeteciyle bir araya geldi. Malum Türkiye’de kadın istihdamında sorun var. Kadınların çalışma yaşamına katılımını engelleyen nedenlerden biri de çocuk bakımı. İşte bu proje özellikle de kadın çalışanın az olduğu sanayi sektöründe kadın çalışanların çocuklarını güvenle bırakacakları kreşlerin açılmasına öncülük edecek. İlk etapta 10 ilde 10 organize sanayi bölgesinde 0-6 yaş grubu çocukları kapsayan ‘Borusan Neşe Fabrikası’ açılacak. Bu kreşlerin yapımını Borusan üstlendi. 4 yılda 75-150 çocuk kapasiteli 10 kreş açılacak Organize Sanayi Bölgeleri’nde. Borusan CEO’su Agah Uğur’un verdiği bilgiye göre, her bir kreşin maliyeti 500 bin lira.



Bakan Ergün Türkiye’de

260 Organize Sanayi Bölgesi olduğunu, bunların 150’sinin aktif çalıştığını ve toplam 150 bin kadının istihdam edildiği bilgisini verdi. Bu kreşlerin açılmasıyla kadınlar bir bedel ödemeden çocuklarını bu kreşlere bırakabilecek. İlk etapta da Afyon, Adıyaman, Urfa ve Malatya’da kreşler açılacak. Bu 4 sanayi bölgesinde 5 bin 689 kadın çalışıyor. Bu kadınların toplam çocuk sayısı 1.991.

Türkiye’de kadının sosyal hayata, çalışma hayatına girmesi için desteklenmesi şart. 2008 krizinde Türkiye’de de işsizlik oranı yüzde 16’ya ulaşmıştı. Bu dönemde Fatma Şahin’in de öncülüğünde yapılan değişiklikle yeni kadın çalışan istihdamlarında işverenin payını devlet ödedi. Bakan Fatma Şahin, bu dönemde 1.5 milyon kadının istihdam edildiğini hatırlattı.

Türkiye kadınlar ve çalışma hayatı deyince konuşulacak çok konu ve yapılacak çok şey var.

Bakan Nihat Ergün, özellikle kadın girişimciliğinin de desteklenmesi gerektiğini düşünen bir Bakan. Son 2 yılda KOSGEB ile birlikte 120 bin kişiye girişimcilik eğitimi verdiklerini ve katılımcıların yüzde 50’sinin kadın olduğunu anlatan Bakan, “Bu yetmez. Kadınlara ek destek şart. Biz kendi işini kuracak olanlara da 30 bin lira hibe veriyoruz. Bu kişi kadınsa 33 bin lira alıyor” diye anlattı.

Kadın ve çalışma hayatı söz konusu olunca üstelik de Türkiye’nin önde gelen holdinglerinden biri ‘kreş’ açarak kadınların istihdamını desteklemek için bir proje başlattığında akıllara hemen Başbakan’ın ‘3 çocuk yapın’ önerisi geldi. ‘Hem çocuk hem kariyer nasıl olacak?’ sorusu artık bu tip toplantıların olmazsa olmaz sorusu. Bakan Ergün, bu soruya şöyle yanıt verdi: “Kadınların iş yaşamına, sosyal hayata, siyasete katılımının artmasını istiyoruz. Ancak dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girmeyi hedefleyen Türkiye’nin genç nüfusa ihtiyacı var. Bu yüzden de Başbakan’ımız bu öneriyi dile getiriyor.”

Bakan’ın verdiği bilgiye göre Japonya 10 yıl içinde 10 milyon işçi alacak. Genç nüfusu olmadığı için bu açığını başka ülkelerden karşılayacak.

Putin, Erdoğan’ı dinledi

Yakın zamanda belki dikkatinizi çekmiştir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de ülkesinde “3 çocuk yapın” kampanyası başlattı. Hatta ‘Haydi Ruslar yatağa’ sloganıyla duyuldu kampanya. Bakan Ergün’den öğrendiğimize göre, Putin de Başbakan Erdoğan’la Aralık ayında Dolmabahçe’de yaptığı sohbet sırasında ülkelerin geleceği ve nüfus konusunda konuşurken Başbakan Erdoğan’ın önerisini dinlemiş...

Yazının devamı...

Başbakan % 18 KDV’ye el atmalı hatadan dönülmeli

VARYAP’ın Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Varlıbaş, inşaat sektörünü karıştıran KDV artışını değerlendirdi. Varlıbaş, “KDV yüzde 18’e çıktı. Bu yüksek bir oran. Daire fiyatı yerine arsa fiyatından hesaplama başladı. Bundan sonraki satışlar çok etkilenir. Bu düzenlemelerden geri adım atılmazsa 2014 yılında inşaat sektörü büyük daralmaya girer. Bu net. Bunu görmeleri lazım. Başbakan da bunun getirdiği etkileri görecektir. Bu hükümetin en başarılı olduğu yanlardan biri hatalardan erken dönmesidir. İnşaat sektörü durduğunda Türkiye büyüyemez” dedi.

Süleyman Varlıbaş VARYAP’ın Yönetim Kurulu Başkanı. VARYAP adını Uphill Court projesiyle duyurmuştu, şimdilerde VARYAP Meridian ve GAP İnşaat ile birlikte gerçekleştirdikleri Metropol İstanbul projeleriyle gündemdeler. Hastane, okul, stadyum, endüstriyel tesis, üniversite, cezaevi ve konut projeleri var VARYAP’ın. İnşaat sektöründeki daralmaya rağmen hem taahhüt işleriyle hem de gayrimenkul projeleriyle büyümeye devam ediyorlar. Süleyman Varlıbaş’la bundan 3 yıl kadar önce VARYAP Meridian’ın bulunduğu arazide buluştuğumuzda ‘hayalim’ diyerek projesini anlatmıştı. Boş bir araziyi göstermişti. Bu kez gerçekleşmiş olan projesini gösterdi ve yeni projelerini anlattı. 2012’de daralan inşaat sektörünü, yeni vergileri de konuştuk.

- 2012’de inşaat sektörü daraldı. Siz ise çok büyük projeler başlatmıştınız. VARYAP Meridian bir yanda diğer yanda Metropol İstanbul projeniz. Nasıl gitti satışlarınız?

2012’de ekonominin yavaşlatılması planlanmıştı. Merkez Bankası tedbirler aldı. Geçen yıl inşaat sektörü de bundan nasibini aldı. Dediğin gibi de daralma başladı. Biz projelere daha önce başlamıştık. Biz o daralmadan sektörün diğer oyuncuları gibi etkilenmedik. 2011’e yakın ciro elde ettik 2012’de. Beklentimiz de buydu.


- 2012’de sektörünüzle ilgili yeni birçok düzenleme yapıldı. Bu düzenlemeler 2013’de gayrimenkul inşaat sektörünü nasıl etkileyecek?

2012’de çıkarılan bazı yasalar aslında olumluydu. 2013’ün önünü açacak diye düşünüyorduk. Daha iyi büyüme rakamlarına ihtiyaç vardı. Mütekabiliyet Yasası, 2B Yasası ve Kentsel Dönüşüm Yasası çıktı. Bunlar 2013’ün inşaat sektörü açısından daha hızlı büyüyeceğini işaret ediyordu. Ancak böyle olmadı. Bir kere hemen etki beklemek de yanlış. Gerçi bunun hemen etkilemesini beklemez sektör ama bazı yanlışlar yapıldı.

Durma noktasına gelir

- Maliye Bakanlığı yüzde 18 vergi alınmasıyla ilgili düzenleme yaptı. Bu sektörü nasıl etkileyecek?

KDV yüzde 18’e çıktı. Bu yüksek bir oran. En son çıkarılan kararnameyle KDV’nin konutlardan tahsilindeki şekil de değişti. Daire fiyatı yerine arsa fiyatından hesaplama başladı. Metrekaresi 500 liraya kadar olan arsalarda yüzde 1, 500 -1000 lira arası yüzde 8, 1000 liranın üzerinde yapılan arsalarda yüzde 18 oldu. Bundan sonraki satışlar çok etkilenir.

- Ne kadar etkilenir? Zaten 2012’de iyi gitmemişti...

Duraksama olur. Hatta durma noktasına gelebilir. Eskiye dönük uygulama olmadığı için bizim satış hızımızı artırır ama uzun soluklu inşaat sektörünün daralma sürecine gireceğini işaret eder.

- Sektör temsilcileri bunu söylüyor ama Maliye Bakanı Mehmet Şimşek çok kararlı konuşuyor...

Genelleme yaparsak bu düzenlemelerden geri adım atılmazsa 2014 yılında inşaat sektörü büyük daralmaya girer. Bu net. Bunu görmeleri lazım. Bunu biz görüyoruz. Ama biz bunu öngörürken Başbakan da bunun getirdiği etkileri görecektir.

Kayıt dışı artar

- Umudunuz Başbakan mı?

Bu hükümetin en başarılı olduğu yanlardan biri hatalardan erken dönmesidir. Israrcı olmamalarıdır. Hazine’nin de geliri düşer böyle olursa. İnşaat sektöründeki yavaşlama her sektörü etkiler. Kayıt dışı artar. Umarım 2013 içinde geri adım atılır ve yeni düzenleme yapılır. Başbakan bu işin takipçisi olacağını söyledi. Ekonominin nasıl etkilendiğini göreceklerdir diye düşünüyorum.

- Dar gelirliler düşünüldü deniliyor. Kentsel dönüşüme katkıdan söz ediliyor... Bunlar olmaz mı?

Şehir merkezlerinde 1.000 metrekare altında arsa yok. Dolayısıyla sosyal konut anlayışı da ortadan kalkıyor. Siz 1.000 metrekare üzerindeki her arsadan yüzde 18 KDV alırsanız sosyal konuttan da almış oluyorsunuz. Düşük gelirli vatandaş nasıl konut alacak? Bu çok zorlaşır. Evet, kentsel dönüşüm için yapıldı deniliyor. Kentsel dönüşüm bu maddeden yüzde 18’den muaf. Ama kentsel dönüşümün inşaat sektöründeki payı ne kadar olacak? Çok yüksek bir oran olmaz. Böyle giderse 2014’te daralma kaçınılmaz. İnşaat sektörü durduğunda Türkiye’ye büyüyemez. Oysa 2023 hedeflerine ulaşmamız için her yıl en az yüzde 7 büyümeliyiz.


- Orta yol bulunabilir mi sektörle hükümet arasında?

Belki de bu düzenleme için başka şeyler yapmak gerekir. Arsa fiyatları baz alınmış. Metrekaresi 1 lira ile 500 lira, 500 ve 1.000 lira olanlar baz alınmış. Belki sosyal anlayış için 3.000-5.000 lira arası metrekare fiyatı için yüzde 8, 3.000 lira altında yüzde 1, 5.000 lira üzerinde yüzde 18 vergi oranı olabilir. Arsa fiyatı daha yukarı çekilebilir. O zaman daha iyi bir çalışma yapılmış olur.

- Mütekabiliyet Yasası olumlu etkileyecek beklentisi vardı. Bir önceki hafta konuştuğum sektörünüzden Ozan Balaban, ‘Beklenen etki olmadı’ dedi. Sizce?

Mütekabiliyet Yasası’nın çıkması iyi oldu. Yabancıların ilgisi arttı ama çıkması yetmiyor. Yurtdışından konut alacaklar hangi avantajlara sahip olacak? Vize sorunu var, oturma izni sorunu var, 300, 400, 500 bin dolar konut alanlara yurtdışında vatandaşlık veriliyor. Türkiye’den biri bir ülkede bu kadarlık yatırım yaptığında ona kolaylık sağlanıyor birçok ülkede. Türkiye’de de konut sahibi olan kişilerin oturma süreleri uzatılabilir. Türkiye’de 3 aylık süreler düşünülüyor. Bu çok kısa. 500 bin dolarlık konut alana süresiz oturma izni verilebilir. Bunlar olmadığı için şu anda büyük ilgi yok. Oturma izinleri artarsa o insanların hizmet sektörüne katkısı olacak. Ulaşım, alışveriş imkanlarından yararlanırlar o zaman. Yoksa neden gelsinler Türkiye’ye? Zorluk yaşamak için kimse gelmez.

150 mimarla çalıştık

- Ben buraya daha önce de geldim. Burası şantiye alanıydı, O dönemde temeli kazılıyordu... Hayal ediyorum diye anlatmıştınız... Hayalim gerçekleşti.

- Toplam 10 ödül aldı VARYAP Meridian yurt dışında. Ayrıca Türkiye’nin en büyük yeşil bina konseptli projesi oldu...

14 ülkeden 150 mimarla çalışıldı. Çok iyi olsun istedik. Tasarım aşamasında dünyanın en iyi mimarları yarıştı. Sonra yarışmalara girdik. Ödüller adlı projemiz. Başbakan ‘Dünyanın 10’uncu ekonomisi olacağız’ diyor. İnşaat sektörü bunun için dünyayla yarışmalı. Türkiye dünyayla nasıl yarışacak? Bu projeler bunun için. Çevreye en uyumlu proje seçildik. İstanbul’un marka değerine ve siluetine katkımız oldu. Dünyanın farklı ülkelerinden üniversitelerinden ekipler ağırlıyoruz burada. Mimarlık ve inşaat mühendisliği alanlarından öğrenciler, akademisyenler geliyor. Birçok üniversitede tez konusu oldu burası.

- Enerji dostu binalar... Nelere dikkat edildi. Ne kadar enerji tasarrufu sağlanıyor? Hangi malzemeler kullanıldı?

Hem tasarımdan hem kullandığımız malzemelerden hem de yerinde ürettiğimiz rüzgar ve güneş enerjisinden dolayı yüzde 40’lık katkı sağladık. Yüzde 40 daha az enerji tüketiyoruz. Çevreye karbon salınımı az olan, kimyasal barındırmayan ya da en az barındıran, soğutma ve ısınmada sorun çıkarmayacak gibi az enerjiyle ısınıp az enerjiyle soğuyan konsept geliştirdik.

- Bunlar maliyetinizi ne kadar artırdı?

Yüzde 20’lere yakın artış yaşadık. Yeşil konseptin de maliyeti var.

Halka açılabiliriz

- Halka açılacak mı VARYAP?

Kurumsallaşmaya çalışıyoruz. Bir kısım işleri profesyonellere devrediyoruz. Halka açılmayı düşünüyoruz. Aile şirketleri ancak kurumsallaşmayla sürdürülebilir olur.

- İstanbul büyüyor ama güzelleşiyor demek zor. Hatta yaşam her geçen gün zorlaşıyor İstanbul’da. Siz ne düşünüyorsunuz?

İstanbul eski sağlıksız yapılardan kurtulmalı. Kentsel dönüşüm fırsat. Yeni yaşam alanlarına ihtiyaç var. Bu fırsat ama çok planlı olmak lazım. Yeni projelerde kıymetli olan dünyada ne yapılıyorsa onun yapılması. Biz buna kendi projelerimizde önem veriyoruz. Kentsel dönüşümde de bu yapılmalı.

- Siz uzun zamandır Ataşehir bölgesine odaklandınız. Finans Merkezi’nde varsınız... 5-10 yıl sonra bu bölge sizce nasıl olacak?

İstanbul finans merkezi oluyor İstanbul’un beyni Ataşehir olacak.

Jennifer Lopez söz verdi yılda 3-4 kez gelecek

- VARYAP’ın 40’ıncı yılı? Gelecek için hedefleriniz nelerdir?

Hedefimiz 10 yıl sonra sıfır enerjili bina yapmak. Kendi enerjisini kendi temin eden bir proje. Böyle binalar yapmayı amaçlıyoruz. Buna ulaşacağımızı düşünüyorum.

- VARYAP’ın GAP İnşaat ile birlikte gerçekleştirdiği Metropol İstanbul projesi de çok ilgi gördü. Jennifer Lopez’le reklam yaptınız.

Avrupa’nın en yüksek binalarından birini yapıyoruz. Bittiğinde 250 metre uzunluğunda olacak. Jennifer Lopez’li reklam ilgi çekti. ‘Ben iyiye sahip olmak isterim’ diyor. Bence bu söz etkileyici.

- Lopez reklamı yaptı. İstanbul’a bir daha uğramaz mı?

Yatırım yaptı, İstanbul’u sevdi. Bana ‘Yılda 3-4 kez geleceğim’ de dedi. Hatta bana söz verdi.

‘Dünyadaki 3 lens şirketinden biriyiz’

- Erdinç Varlıbaş sizinle çalışıyor. Oğlunuz Ercan Varlıbaş’ın lens fabrikası vardı... Devam ediyor mu?

Göz doktoru büyük oğlum. O şirketimiz geçen yıl TÜBİTAK’ın büyük teknoloji ödülünü aldı. Katarak ameliyatlarında kullanılan lensi üretiyoruz. Japonya, Amerika ve Türkiye’de üretiliyor bu lens. Dünyada 3 şirket üretiyor. Dünyada en iyilerdeniz. Pazar payının yüzde 60’ına sahibiz. da 40 ülkeye gönderiyoruz. Türkiye’de 2, Almanya’da 1 lens fabrikamız var.

- İş dışında ne yaparsınız? Bahçenizde meyve yetiştiriyordunuz...

Ailemle, çoluk çocuk ve torunlarla zaman geçiriyorum. 4 torunum var. 5 çocuğum var. Sporu, araba kullanmayı severim. Bahçem var, onunla ilgilenirim. Meyve, sebzemi kendim yetiştiriyorum.

Seyahati seviyoruz. En son Afrika’ya gittim Başbakanla... Tatil için de en son Cannes’a gittik. Okumayı, dünyayı takip etmeyi severim.

Yazının devamı...

‘Mütekabiliyet Yasası çıktı diye yabancılar akın akın gelmedi’

Emaar Türkiye’nin CEO’su Ozan Balaban, Mütekabiliyet Yasası’nın çıkmasıyla yabancıların Türkiye’ye akın etmediğini belirtti. Balaban, “Sihirli bir değnek değmedi. Kendimizi kandırmayalım. Yabancının burada doğru şekilde yatırım yapması için uzun dönem kaliteyi artırarak insanları çekmek gerekiyor. Vergiler korkutuyor. Mütekabiliyet Yasası çıktı ama gelir vergileri 5 yıldan 10 yıla çıkarıldı. Geliyor yabancı, vergileri söylüyoruz, ‘Ben Paris’ten alırım o zaman’ diyor ve gidiyor” dedi.

Ozan Balaban EMAAR Türkiye’nin CEO’su. Çok çalışkan, disiplinli biri. 2006’dan beri Türkiye’de EMAAR’ın başında. Uzun yıllar süren yurtdışı deneyiminden sonra EMAAR’ın Türkiye’ye gelme planıyla aldığı teklifi değerlendirerek Türkiye’ye dönmüş.

Birazdan kendi hikayesini de okuyacaksınız. Ama daha öncesinde EMAAR’dan söz edelim. Dünyanın en büyük gayrimenkul şirketlerinden biri olan Dubai merkezli EMAAR 4, kıtada 60 farklı şirketiyle faaliyet gösteriyor. Tahmin edebileceğiniz gibi EMAAR adı da ‘imar’dan geliyor. EMAAR’ın Türkiye’de gerçekleştirdiği ilk proje Toscana Vadisi’ydi. EMAAR Türkiye şu günlerde Anadolu Yakası’ndaki yeni projesiyle gündemde. İlk etapta satışa çıkarılan 300 konuttan 292’si satıldı.


Bu projeyi yakından görmek için Libadiye’deki satış ofisine gittim. Malum inşaat sektörü 2012’yi iyi geçirmedi. Ozan Balaban’la hem gayrimenkul sektöründeki son gelişmeleri hem de yeni projelerini konuştuk. Libadiye’deki arsayı EMAAR 2009 yılında TMSF koordinasyonunda Halis Toprak’tan 425 milyon dolara aldı. EMAAR Square 2.3 milyar dolarlık bir proje. AVM, 5 yıldızlı otel, rezidans ve konutlardan oluşuyor. Ozan Balaban örnek daireleri, kullanılan malzemeleri bir bir anlattı. Malum, projenin maketini görmek aldatıcı olabiliyor. Gayrimenkul sektöründe büyük hayaller kurup daha sonra da büyük hayal kırıklıkları yaşayan çok. EMAAR bu projesini çok iddialı hazırlamış. Son zamanlarda yapılan konut projelerinin çoğunda basık oluyor evler, bu projede tavan yüksekliği 3 metre. AVM’sinde toplam 400 mağaza olacak. Açık alanı çok geniş.

- Dünyada gayrimenkul sektöründe durgunluk yaşanıyor. 17 ülkede faaliyet gösteren bir şirketsiniz. Bundan nasıl etkileniyorsunuz?

Dünyanın finansal krizinden gayrimenkul dediğiniz gibi etkilendi. Ülkelere bakmak lazım. Avrupa’da yaşlanmış nüfus büyük sorun. Önümüzdeki 10 yıl içinde de orada bir kıpırdanma olmayacak. Yeni projelerin olması zor Avrupa bölgesinde. Türkiye etrafında sorunlar olmasına rağmen ekonomik büyümeyi sağlayabilmiş durumda. Sorunlar yok mu var ama potansiyel de var... Nüfusun yüzde 65’i 36 yaşın alında. 20 milyon birey 15 yaşın altında. Bu şu demek; önümüzdeki yıllarda bu kesim üretecek ve tüketecek. Türkiye’nin sorunları da var. Cari açık çok fazla. Ama her şeye rağmen büyüyoruz. Gelişme de var. Gelişen Türkiye’ye bakınca dünya krizinden avantajlı çıkmamız tesadüf değil. EMAAR’ın Türkiye’ye gelme nedenleri de bunlar.


- 2012’de beklenen büyüme olmadı gayrimenkul sektöründe...

Geçen yıl yavaşladı sektör. Hükümet bir soğutma politikası izledi. Bir de Türkiye’de konut faizi oranları aşırı yüksek. Biz bunu çok söylüyoruz. Dünyada para bulmakta sorun var. Piyasalar sıkıntılı. Paranın maliyeti de arttı. Bunun yanında Türkiye zaten pahalıydı, daha da pahalı oldu.

Bu faiz oranları düşmeli

- Bunca projeye rağmen ev almak kolay değil der misiniz?

Bir ev alacaksınız. Yüzde 75’ini banka kredisiyle almaya kalksanız 7-8 yıl kadar neredeyse o evin parası kadar faiz ödeyeceksiniz. Kolay değil. Dünyanın hiç bir gelişmiş ülkesinde böyle bir faiz oranı yok. Olacak iş değildi. Biz de bunu sık sık bankacı arkadaşlarımıza söylüyorduk. 1.20’lerden 0.70’lere geriledi. O.55’e gelmesi lazım. Hatta 0.50’ye inmesi lazım.

- 2012’de çok yeni proje açıklandı. Ama satışlar da beklenildiği gitmedi. İflas eden şirketler oldu. Siz tüm bunlara rağmen çok iddialı bir proje başlattınız...

Türkiye’nin ihtiyacı nitelikli proje. Artık Türkiye kendi kararını veriyor. Müşteri çok bilinçli. Eskiden kaloriferli daireye lüks denirdi. Şimdi bize yalıtımın hangi markayla, şirketle yapıldığı soruluyor. Bu nedenle nitelikli projeler kendi içinde değer yaratacak. Bunu biliyoruz. İstanbul’un en büyük alışveriş merkezi, konutlar, 5 yıldızlı otel yapıyoruz.

- Lüks konutlardan yüzde 18 KDV alınması nasıl etkileyecek?

Bu oran çok yüksek. Kentsel dönüşümü destek için yapıldı. Böyle söyleniyor. Maliye Bakanlığı gibi düşünmek lazım. Empati yapıyorum. O zaman biraz anlıyorum. Yüzde 1 KDV dar gelirli vatandaşların da ev alabilmesi için düzenlendi. 150 metrekareden fazla ev alıyorsan bu lüks sınıfa girer deniliyor. Bunun da KDV’si yüzde 18 olur denmesini anlayabiliyoruz. Ama diğer taraftan da bakmalı... İstanbul’da arazi çok değerli. Ucuz arazi kalmadı İstanbul’da. KDV küçük dairelerde bile yüksek olunca bu halkın sırtına biniyor. İyi yerden iyi ev almak zorlaşıyor. Orta gelirli için de bu çok zor hale geliyor.


Orta gelirli, çocuklu bir aile iyi bir projeden nasıl ev alacak? Bu zor.

- Mütekabiliyet Yasası da çıktı. Siz yabancı müşterileri çekmekte avantajlı olmalısınız. Körfez ülkelerinden ilgi olduğu da çok söyleniyor? Var mı beklenildiği kadar yabancı ilgisi?

EMAAR uluslararası firma. Bize ilgi var. Yurtdışındaki ofislerimizden de buraya yönlendirme yapılıyor. Ama akın akın yabancılar geliyor diyemeyiz. Sihirli bir değnek de değmedi.

- Sektörde çok olumlu yaklaşımlar oldu... Yabancılar geliyor bir projeden 800 konut alan falan var deniliyor...

Kendimizi kandırmayalım. Bu yasa yabancıları kandırmak için çıkarılmadı. Yabancının burada doğru şekilde yatırım yapması, burada yaşayabilmesi için buranın uzun dönem kalitesini artırarak insanları çekmesi gerekiyor. Yabancı gelince buradaki bakkaldan alışveriş yapacak, gezecek burada, çoluğuyla çocuğuyla zamanını değerlendirecek. İşini de yapacak. Öyle değil mi? Bu da hemen olmaz. Ve bir de şu var, vergi verecek. Uzun soluklu bir iş olmalı. İspanya bunu yaptı. Daha önceki krizinden bu sayede kurtuldu.

- Vergi mi kaçırıyor yabancıları da?

Vergiler korkutuyor. Mütekabiliyet Yasası çıktı ama diğer yandan da gelir vergileri 5 yıldan 10 yıla çıkarıldı. 5 yıldan önce vergi alacağım dendiğinde gelecek yabancıyı kaybediyorsunuz. Para kazanıyorsam vergi vermeliyim ama bunun da bir makul oranı olmalı. Bir konutu yatırım amaçlı alan biri ancak 10 yıl sonra satarsa vergi ödemeyecek. Yasa çıktı ama sorun çok. Buraya geliyor yabancı ‘Nedir diye bize soruyor, ‘Budur vergiler, oranları’ diyoruz...’ ‘Ben Paris’ten alırım o zaman’ diyerek gidiyor.

- Mütekabiliyet Yasası beklenen hareketliliği getirmeyecek o zaman...

Sektörü yalnızca buna bağlamamak lazım. Dediğim gibi sihirli bir değnek yok. 2012 soğuma dönemi ama yine de 2013 hareketlenecek.

AİLECE SEYAHAT ETMEYİ, DENİZ HAVASINI SEVERİZ

OZAN Balaban, “İkizlerimiz var 5.5 yaşında. Biri kız, biri erkek. Ben ve eşim seyahati çok seviyoruz. İtalya’da evlendik. Eşim de Türk. Sık sık seyahat ediyoruz. Londra’ya gittik en son. En etkilendiğim ülke Küba. Çok ciddi bir kültür. Hafta sonu da Milano’ya gideceğiz. Haftanın 2 günü pilates yapıyorum. Hafta sonları da eşimle beraber Boğaz’da yürüyüş yapıyoruz. İkimiz de İzmirliyiz, deniz havası bize çok iyi geliyor. Bu arada çocuklarımızla çok zaman geçirmek istiyoruz. Her fırsatta onlarlayım” diyor...


Emaar Square’in Dubai lansmanı Şubat ayında

Ozan Balaban, EMAAR Square projesini anlatırken şu bilgileri verdi:

-EMAAR Square’de 30 katlı rezidans var, ayrıca 5-14 kat yüksekliğinde konutlar var. Bir de otelin üzerinde 315 daire var. İstanbul artık dünya habı olmak durumunda. Her hafta buraya gelip İstanbul’da kalanlar var. 3-4 gün kalıyorlar, Türkiye içinden de gelenler var, yurtdışından da gelenler var. Bu daireleri onlar için yaptık. Kalmadıkları zaman kiraya da verebilecekler. Otel servisi alacaklar. 315 daire daha çok yabancıların ilgisini çekecektir. Dubai lansmanını Şubat’ta yapacağız.

-İlk lansmanımızı yaptık İstanbul’da. 300 ev çıkardık. 292 ev rezerve edildi.

8AVM’miz 400’ü aşan dükkan adetiyle İstanbul’daki en büyüklerden biri. 100 dükkan yeme-içme ve cafeye ayrıldı. 4 bin metrekare Sualtı Hayvanat Bahçesi var. Dubai’de de yaptık biz bunu, çok ilgi görüyor. Ayrıca bir başka çocuk merkezi de var. Discovery Center. 15 salonlu sinama, yapı market, süpermarket de var.

-Ayrıca DEMSA Grubu aracılığıyla Galeri Lafayette de Türkiye’ye geliyor.

Halka açılacağız yeni projelere odaklanacağız

- EMAAR Square Anadolu Yakası’nın en büyük projelerinden biri. Yatırım amaçlı bakarsak Anadolu Yakası’ndaki projelerin değeri Avrupa Yakası’ndakiler gibi artacak mı?

Anadolu Yakası hareketlenecek. Bence İstanbul iki şehir gibi. Öyle de değerlendirmek lazım. 5-6 yıl öncesine kadar İstanbul’da nüfusun yüzde 60’ı Avrupa Yakası’nda yaşamayı tercih ederken bu durum değişti. Anadolu Yakası’nda nüfusun yüzde 55’e yaşamaya başladı. Diğer tarafından İstanbul’daki kiralanabilir arazilere, iş ve ofislere baktığımızda Avrupa Yakası’nda oran yüzde 76, geri kalanı Anadolu Yakası’nda. Anadolu Yakası’nın iş potansiyeli var. Sabiha Gökçen Havalimanı 25 milyon yolcuya ulaştı, uluslararası havalimanı oldu. Daha büyük hedefleri var. Finans merkezi İstanbul’a ivme getirecek. Metro geldi. Kartal Kurtköy tarafına doğru gelişme var.

- Anadolu Yakası’nın yıldızı parlayacak diyorsunuz...

Biz bu araziyi 4 yıl önce aldık. Biz gelişmeyi gördük. O dönemde 425 milyon dolar verdik bu araziye. Çünkü 10 yıl sonra Anadolu Yakası’nın Avrupa Yakasının ivmesini geçeceğini düşünüyoruz. Lokasyon önemli ama projeler kendi değerlerini yaratırlar. EMAAR’ın tüm dünyada yaptığı da budur. Bizim için de burada yaşayacaklar için de sürdürülebilir olmak çok önemli. Sürdürülebilir bir gelir yatırımcılarımız için çok önemli olmalı. Biz de sürdürülebilir bir şirket bilançosu için burada alışveriş merkezi, otel de yapıyoruz. Bunun yanında burada oturanlar ve konut alanlar değeri artacak bir yaşam alanında olacaklar. Dubai dışında Mısır ve Türkiye EMAAR için çok önemli. Biz halka açık bir firmayız. Türkiye’de de halka açmayı istiyor. 2013’te yeni projelere bakmaya da başlayacağız.

Otopark veya terasın hesaba katılması yanlış

- Son dönemde projelerde müşteriler yanıltıldıklarını iddia ediyorlar. Konut için 60 metrekare deniliyor, ev 38 metrekare çıkıyor... Neden bunlar yaşanıyor?

Mimari net ve mimari brüt diye iki terminaloji var. Bunu anlatmak lazım. Mimari net; halı metrekaresi. Evde küvet varsa, dolap alanlarını buna koymuyorsunuz. Bu yüzden de Mimari Brüt konuluyor yani söyleniyor her zaman. Mimari brütte de daire içinde kolon alanları, yan evle paylaştığınız duvar alanının yarısı, deprem nedeniyle statik sistemden gelen yüzde 10-12’lik pay, mekanik sistemden de yüzde 6-7’lik pay geliyor. Satın aldığınız metrekarede yüzde 20 net ve brüt farkı var. Ayrıca siz yalnızca ev almıyorsunuz, yaşam alanı alıyorsunuz, ortak kullanım alanları var. Müşteri şuna dikkat etmeli: Satan kişi ortak kullanım alanlarından ev metrekaresine yer vermesi doğru ama neyi veriyor ona bakmak lazım. Uluslararası standartlarda bu şöyle oluyor, giriş lobisi, kat koridorları ve kapalı sosyal tesislerden pay veriliyor. Ama otopark alanlarının, depo alanlarının, açık teras alanlarının bu hesaplara katılması bizce yanlış.

Yazının devamı...

Dünyanın ilk 10 havayolu şirketinin 7’sine plastik bardak ve tabak veriyor

SEM Plastik Grubu, 170 milyon cirosu olan, 90 ülkeye ihracat yapan bir grup. Obama’nın canlı yayınla katıldığı Küresel Girişimcilik Zirvesi’nde Ortadoğu, Asya ve Türkiye’nin en hızlı büyüyen şirketleri arasına grubun 2 şirketi girdi. Ürettiği yanmaz bardak ve tabak dahil birçok özel ürün dünyanın en büyük havayolu şirketleri tarafından kullanılıyor. SEM Plastik Genel Müdürü Yavuz Eroğlu, “Emirates, Katar gibi dünyadaki en büyük havayolu şirketinin 7’sine biz ürün veriyoruz” dedi

Aralık ayının son haftasında Dubai’de düzenlenen, açılışını Dubai Şeyhi Muhammed Bin Raşid El Maktum’un yaptığı, Barack Obama’nın canlı yayınla katıldığı Küresel Girişimcilik Zirvesi’nde Ortadoğu, Asya ve Türkiye’nin en hızlı büyüyen şirketleri açıklandı. SEM Plastik ve SEM Grubu’nun Credoy Polimer şirketi en hızlı büyüyen şirketler arasına girerken, SEM Plastik Genel Müdürü Yavuz Eroğlu girişimcilik, inovasyon ve Filistin’deki yatırımlarıyla Zirve Özel Ödülü’nün sahibi oldu.

38 yaşındaki genç iş adamı Yavuz Eroğlu ile yeni yılın ilk günlerinde buluştuk. Yavuz Eroğlu, sektörüne yenilikler getiren bir iş adamı. Çocukluğu üretim tesislerinde geçmiş. Okumayı hep sevmiş. Hem mühendis kafası var hem de sosyal zekası. Yaptığı tüm işler bunun kanıtı. Ayrıca o bir maratoncu. Koşmayı seviyor. Sohbetimizde de aslında koştu!



- SEM Plastik babanız tarafından kurulmuş. Siz ne zaman işin içine girdiniz? Babanız bu şirketi nasıl kurmuş?

Malatyalıyız. Babam Namık Kemal Eroğlu liseden sonra geliyor İstanbul’a. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde okurken şimdi Silkar Grubu olarak bildiğimiz eskiden Taral Tarım Makinaları’nı üreten şirkete giriyor. Orada çalışırken plastiklerin Türkiye’de üretilmediğini yurtdışından geldiğini görüyor. Bir iş için İtalya’dan parçalar alınıyor, o sırada döviz sıkıntısı var. O parçaları birleştirip İran’a ihracat yapacaklar ama yapamıyorlar. Babam ‘Ben bunu üretirim’ diyor. Ağaçları ilaçlamakta kullanılan basit bir pompalama makinesi, Manometre. Babam o işten sonra ‘Ben işten ayrılıp kendi işimi kuracağım’ diyor. O güne kadar çalıştığı ekiple de anlaşma yapıyorlar, onlar da babamın ürettiklerini almak istiyorlar. Fabrikayı kuruyor babam. Ben de Bayrampaşa’daki fabrikamıza giderdim. Her yaz çalıştım. Hiç tatil yaptığımı hatırlamam...

- Hangi okullarda okudunuz?

İlkokulu devlet okulunda okudum. Daha sonra Kültür Koleji’nde gittim. İTÜ Elektronik ve Haberleşme Bölümü’nde okudum. Oradan sonra okumaya devam ettim. Askerdeyken Marmara Üniversitesi sınavlarına girdim. Askerliğimi Ankara’da yaptım. Yabancı dil nedeniyle Ankara’ya göndermişlerdi.Çocukluğumdan beri Ankara’yı sevmem.

Filistin’de fabrika var

- Neden?

Babam çok küçük yaşlarda beni Ankara’ya Süt Endüstri Kurumu’nun ihalelerine gönderirdi. Ankara’yı hiç sevmezdim. Yaşım küçük olduğu için beni ciddiye almazlardı. “Askerliğimi Güneydoğu’da yaparım, Ankara’da yapmayım” derken Ankara çıktı bana.

- Çok ürün çeşidiniz var. Siz hangi alanlarda uzmanlaştınız? Nasıl fark yarattınız da diğer şirketlerden daha önde koştunuz? Son 2 yılda plastik tedarik şirketiniz yüzde 98 büyümüş.

Credoy Polimer şirketimiz hammadde getiriyor. En iyi hammaddeyi biz biliyoruz. Hangi iş için hangi hammaddeyi kullanmak gerektiğini iyi bildiğimiz için bize güveniyor şirketler. Ticaret de güven üzerine kurulur. Biz seyahat alanında uzmanlaştık. Önce bunu yaptık. Plastik tabak bardak dışında. Bir havayolu şirketine gittiğimizde oradaki yanmazlıkla ilgili şartları, uçağın yakıt tüketimini biliyoruz. Bugün dünyadaki en büyük havayolu şirketinin 7’sine biz ürün veriyoruz. Katar Havayolu, Emirates Airlines’e biz ürün veriyoruz. Bu konuya çok hakimiz.

- Türkiye’deki havayolları şirketleriyle çalışmıyor musunuz?

Pegasus’la çalışıyoruz. Ali Sabancı entresan bir taleple geldi. İnovasyona meraklı kendisi. Biz insanlara yemek veriyoruz parayla, bunu porselen tabakta veriyoruz. Tabaklar çok ağır, yakıt tüketimini etkiliyor. Bir de ‘Porselen kırılıyor’ dedi. Porselen görünümünde, yemeği sıcak ısıtabileceğimiz, 180 derecede içinde yemek pişebilecek ve kırılmayan tabak istedi. 1.5 yıl çalıştık bu ürün için. Fırınlanabilir, kırılmayan, porselen görünümünde ürün ürettik. Yakıt tasarrufu müthiş. Normal tabaktan 4.5 kat daha hafif. Tek kullanımlık değil, yıka yıka kullan. Bir orta gövdeli uçakta yakıt tüketimi Boeing için 100 km’de insan başı 3 litre jet yakıtı yakılıyor. Bizim bu ürün bu yüzden önemli. Yalnızca bu ürün kullanılarak yüzde 1 kadar tasarruf sağlanabiliyor.

- THY ile çalışmıyor musunuz?

Onlar bu sistemi ve ürünleri inceledi. Onlarla görüşme aşamasındayız. Bor plast adı altında patenti bizde bu ürünün.

- En yoğun ihracatı nereye yapıyorsunuz?

En çok Kuzey Amerika’ya yapıyoruz. 90 ülkeye ihracatımız var. Şehirleşme, perakende sektörü bizim işlerimizi tetikler. Perakende sektörü için ambalaj çok önemli. Kadın nüfusun çalışması önemli. Bazı şeyleri kolay yapmak için konfora ihtiyaç var. Bunun için de ambalaj çok önemli bir konu.

- Kaç üretim tesisiniz var?

İstanbul’da, Malatya’da ve Filistin’de fabrikamız var.

- Neden Filistin?

İhracat için. İsrail ve Ürdün’e direkt satış yapıyoruz. Oradan Amerika’ya da gönderiyoruz ürün.

- Seyahat dışındaki hangi alanda çalışıyorsunuz?

Gıda. Unilever’le dondurmada çalışıyoruz. Coca-Cola ve Pepsi ile çalışıyoruz. Pınar, Danone ile çalışıyoruz.

MARATON KOŞUYOR

Yavuz Eroğlu maraton koşuyor. 2005’te başlamış koşmaya. Avrasya, New York, Köln, Viyana maratonunda koşmuş. Kendi yaş kategorisinde ilk 100’de. “Acı, sızı ne olursa olsun hedefe kitlenmek, bitirmeyi öngörmek adına güzel bir spor koşmak” diyor. Yavuz Eroğlu’nun 3 oğlu var. “Başbakanı dinlemişsiniz” diyorum, “Bilmem daha yolum var” diye yanıtlıyor.

Roman vatandaşlar sağolsun gönüllü çevrecilik yapıyorlar

- Yoğurt kapları ile ilgili çok farklı iddialar var. ‘Plastik kapların altına bakın, P5 mi değil mi?’ diye. Plastik yoğurt kapları kanserojen mi?

Bunun bilimsel bir kanıtı yok. Yaşam uzadı. Yaşam düzeyimiz arttı. Nüfus artıyor. “Her şeyin doğalı olsun” demek tam yerinde bir saptama değil. Her şeyin doğalı yaşanırken bebek ölümleri ne düzeydeydi? Bakalım bunlara. Şimdi bebekler yaşıyor. Tıptaki başarı bu. İnsanlık kötüye gitmiyor. Suni olarak üretilen her şeyde gelişime ihtiyaç var, buna katılırım ama yoğurt ambalajları kanserojen demek hiç bilimsel değil. Ben aynı zamanda Avrupa Birliği Plastik Üreticileri EUPC İcra Kurulu üyesiyim. Bu işleri Avrupa’da da takip ediyoruz. Türkiye’de bu alanda bilimsel olarak bu soruları yanıtlayacak otorite yok. Almanya’da var örneğin. Plastik sertifikasyondan geçiyor.

- Siz Avrupa’ya da yoğurt ambalajı, kabı satıyorsunuz. Aynısını mı yapıyorsunuz Türkiye’de de?

Evet aynısı. Avrupa ülkelerindeki tüm sertifikaları aldık. Orada tüm denetimlerden geçiyoruz. Türkiye’dekinin aynısını gönderiyoruz. Dünyanın 90 ülkesine gönderiyoruz. Süt ihraç edilemiyor ama kabını ihraç ediyoruz. Ayrıca plastik türleri var. Birini üretmeyin denilse diğeri üretilir. AB ülkeleri ve ABD’de kullanılıyor tüm ürünlerimiz. Plastikle ilgili ortaya atılanlar söylenti. Bu sektördekilerin yüzde 99’u KOBİ. Öyle çok güçlü lobileri yok. Algı tabak, çanakta. Oysa plastik her yerde. Traş köpüğünün içinde, beden için kullanılan tüm protezlerde, ilaç kapsüllerinin hepsi, göze takılan lenslerde her şeyde var plastik. Tekstilde çok kullanılıyor.

- Çevreci plastik olabilir mi?

Toplanıyor ve geri dönüşümü var. Hastanelerin her yanı plastik. Atık olarak toplanıyor plastik ve dönüştürülüyor. Cam ve metali dönüştürmekten daha kolay. Türkiye’de kolay da toplanıyor. Roman vatandaşlarımız sağolsun. Biz gıda üzerine çalıştığımız için geri dönüşüm kullanamıyoruz ama diğer sektörlerde kullanılıyor. Atık toplama sistemimiz yok. Farklı çöp kutuları konuluyor. Halk özen gösteriyor ama belediye aynı çöp kamyonuna koyuyor bunları. Belediyelerin de kendini yenilemesi şart. Kaynağında ayrışmalı çöpler...

Köpüğü koruyan bardak ürettik

- Uçakta neden domates suyu çok tüketilir?

Uçaktaki kabin basıncı belli bir irtifaya göre ayarlanıyor. Siz sanki 3 bin 500 metrelik dağın tepesinde gibisiniz uçakta. O basınç yerdeki basınçtan düşük. Basınç düşük olduğu için domates suyunun aroması daha çok çıkıyor. Domates suyu kokusuyla yüksek irtifada daha keyiflidir. Bu bilimsel bir şey. Uçaktaki yemeklerin tuz ve şeker oranları da yerdekiyle aynı değildir. Biz bu bilgileri zaman içinde çok çalıştık. Mesela bir örnek daha. Singapur Havayolları’na bardak veriyoruz, onlardan şikayet aldık. Bize, ‘Sizin bira bardaklarınızda köpük daha çabuk sönüyor, önceki şirkette kalıyordu köpük’ dediler. Biz de baktık, adamlar haklı. Ölçümler yapıyoruz, bardak şekli aynı. Kullanılan malzemeleri ölçüyoruz aynı. Farklı biralarla baktık aynı...

- Neymiş sorun?

Köpük işinin uzmanı sabuncular diye onlara danıştık. Köpük yüzey gerilimiyle ilgiliymiş, sıvının değdiği son noktadaki açı baloncuklarla çok ilgiliymiş. Son değdiği noktadaki açıyı tutturunca köpükler kaldı. Milimetrik açı farkı köpükleri korudu. El yakmayan bardak da yaptık.

- Böyle farklı başka ürünleriniz var mı?

Var. Çok sayıda var. Yanmaz tabak da yaptık. O da havayolu şirketleri için. Normal fırında yanmayan tabak...

Yazının devamı...

Bavul ticareti organize oldu, Antalya’ya indi

15 yıldır başta Rus tekstilciler olmak üzere farklı ülkelerden yüzlerce tekstilci ve butik sahibini bir araya getiren Dosso Dossi Fashion Show, bu yıl Türkiye’den butik sahiplerine de açıldı. 8-14 Ocak tarihleri arasında Antalya’da yapılacak organizasyona 30 ülkedeki 200 şehirden alıcı gelecek.

Hikmet Ersaslan, 15 yıldır Dosso Dossi Fashion Show’u düzenliyor. Türkiye’deki tekstil üreticileri ve toptancılarla başta Rusya olmak üzere farklı ülkelerdeki butik sahiplerini buluşturuyor. Bavul turizmi için Türkiye’ye gelen Ruslar’a hizmet veren bir iş yeri sahibiyken farklı bir iş modeli geliştiren Hikmet Eraslan, 2005 yılından bu yana her yıl iki organizasyon düzenliyor. Bu yıl bu organizasyona Türkiye’deki yerel butikler de eklendi. 2005 yılında Dosso Dossi Fashion Show’u başlatan Hikmet Eraslan’a bu yılki yenilikleri konuştuk.



- Laleli’deki bavul ticaretinden ilham alarak bu organizasyonu başlattığınızda bu kadar ilgi göreceğini hayal etmiş miydiniz?

İşe başladığımızda 45 kişiyi bir araya getirmiştik. Geçen yıl 5 bin kişiye ulaştık. Çok çalıştık. Doğrusu ben potansiyeli görmüştüm.

- Türkiye’den butik sahipleri toptancılara ulaşmak için neden bu organizasyona katılsın?

Bir kere kolaylık sağlıyoruz. Hepsini bir arada görüyorlar. Defalarca İstanbul’a, Osmanbey’e gelmek durumunda değiller. Ayrıca seçtikleri ürünler 45 gün içinde kendilerine ulaşacak. Biz garantörüz. Bu iş başlamadan önce çalışma arkadaşlarım Anadolu’da butiklerin haritasını çıkardı. 1500 butiği gezdi arkadaşlarım. Markaya bağlı olan butikleri değil, mağaza içinde farklı markaların ürünlerini satanları bu organizasyona çekmek istiyoruz. 8 Ne kadarlık bir iş hacmi oluyor bu organizasyonda?

Geçen yıl 40 milyon dolarlık iş yapıldı bir organizasyonda. İlk başladığımızda zorlanıyorduk, Ruslar’ın zevkleri çok farklıydı. Şimdi onlar da değişti. Ruslar hızla zenginleşiyor. Marka bağımlılığı artıyor. Türkiye’yi seviyorlar. Antalya’yı seviyorlar.

- Siz de hem iş hem tatil diyorsunuz...

Evet, İş Tatili patentini de aldık. İş Tatili bizim konseptimiz.

Dosso Dossi’ye 30 ülkeden alıcı geliyor

-Dossi Dossi Fashion Show’da sistem nasıl?

Her yıl 2 kez başta Rusya olmak üzere 30 farklı ülkeden alıcılar Türkiye’den tekstil toptancılarıyla bir araya getiriliyor. Cirodan belli bir pay organizasyona veriliyor. Alışverişlerin yapıldığı dönemde alıcılar aileleriyle birlikte tatil de yapıyor. Organizasyon ödeme ve alışveriş garantisi sağlıyor. Üretici parasını peşin alıyor, alıcı da ürün teslim alma garantisi altında işlemi yapıyor. Alıcılar organizasyona katılmak için 15 bin dolar alım garantisi veriyor. Laleli, Osmanbey, Merter ve Çağlayan’da faaliyet gösteren tekstil firmaları bir etkinlikte 100 bin dolar ile 2 milyon dolar arasında ciro yapabiliyor. Ağırlıklı katılımcı ülkeler, Rusya, Ukrayna, Ermenistan, Kazakistan, Azerbaycan, Portekiz, Amerika, İran ve Suudi Arabistan.

İnternet üzerinden toptan alışveriş

-Dosso Dossi Fashion Show’un hedefi nedir?

Daha fazla kişiye ulaşmak istiyoruz. e-ticarete başlıyoruz... Organizasyona katılma imkanı bulamayan tekstil alıcılarına yıl içinde alışveriş yapma fırsatı sunmak istiyoruz. Türk tekstil markalarını hazır alıcılarla buluşturacağız. Gelen talepler bizi daha da ileriye taşıyor.



9 Ocak’ta Adriana Lima rüzgarı esecek

- Bu yıl yeni ne var bu organizasyonda?

8-14 Ocak 2013 tarihinde Antalya’da 3 otelde yapılacak organizasyon. Bu yıl yenilik şu: Yabancı tekstil alıcılarına sağladığımız tüm imkanları yerli butik sahiplerine de tanıyacağız. Türk tekstil satıcıları hem binlerce çeşit ürünü aynı anda görme imkanı bulacak, hem de cazip ödeme imkanlarıyla mal satın alacakları gibi bir hafta boyunca ultra lüks tatil yapacaklar. Antalya’da Expo Center’da 9 Ocak’ta düzenlenecek defileye Adriana Lima da katılacak. Defile sırasında Emina Sandal da şarkı söyleyecek. Konseri de Mustafa Sandal gerçekleştirecek. Performans grubu Kazak ve Ruslar’ın Tarkan’ı Dima Bilan da organizasyona katılacak. Geçen yıl Tarkan çıkmıştı. Çok ilgi görmüştü. Bu yıl da öyle olacak. Ayrıca gecenin sunuculuğunu dünyaca ünlü Rus ajan Anna Chapman yapacak. Rusya’dan 5 bin katılımcı gelecek, Türkiye’den de 500 butik katılacak.

Yazının devamı...

‘Yerel şarabın fiyatı 90 lirayı geçmemeli’

Büyülübağ Şarapçılık’ın sahibi Alp Törüner,Türkiye’de şarap tüketiminin geçen yıl yüzde 5 düştüğünü, tüketicinin daha kaliteli şaraplara yöneldiğini söyledi. Restoranlardaki şarap fiyatlarına da değinen Törüner, “Benim 26 liralık şarabımı lüks bir restoranda çok daha yüksek fiyata satıyorlar. Bence bu yanlış. Türkiye’de üretilen en kaliteli şaraplar 60-70 liraya satılmalı, fiyat 90-100 lira olmamalı” dedi

Büyülübağ Şarapçılık’ın sahibi, kurucusu Alp Törüner... 41 yaşında Alp Törüner. Profesyonel iş yaşamında ‘yöneticilik’ koltuğunu bırakıp şarap tutkusunun peşine düşen genç bir girişimci. Şarap tutkusunun yanı sıra dünya mutfaklarına da ilgisi olan Alp Törüner, Burger King’in Doğu Avrupa ve Ortadoğu Operasyonlar Müdürü’yken hayalini gerçekleştirmek için Avşa Adası’nda dedesinden kalan bağlara, bahçelere sahip çıkarak markasını kurdu. Büyülübağ şarapları son dönemde ödüller aldı, Vedat Milor’la da bir seri çıkardı.

- Avşa Adası’nda dedenizden kalan bağ ve bahçelere sahip çıkma ve şarapçılık yapma fikri ilk aklınıza ne zaman düştü?

Aslında sanırım hep aklımdaydı. Çocukluğumdan beri merakım vardı. Çünkü ben şarabın lüks bir tüketim ürünü olarak değil sofranın parçası olduğu bir aile kültürüyle büyüdüm. Ailemizde Fransızlar da var. Dedemin de büyük etkisi oldu.

- Siz Burger King’te çalışırken işinizi ve aynı zamanda hayatınızı değiştirmeye karar vermiş olmalısınız...

Kesinlikle öyle oldu. Çok seyahat ediyordum. Farklı kültürleri tanıma fırsatı bulmuştum. Ekibim vardı. Nereye gitsem oranın yemeklerini ve şaraplarını incelerdim. Bu işi düşünmeye başladıktan sonra da bağları gezer oldum. Şarapçılıktaki yenilikleri takip ettim. Avşa Adası’ndaki bağları ise 33 yaşında dikmeye başladım.



- Büyülübağ adı nereden geliyor?

Eşim Meltem koydu. Şarap insanı büyüleyen bir içecek. Bizim şaraplarımızı içenlerin de büyülenmesini istedik.

- Siz Fransız üzümlerini kullanıyorsunuz ama bir de size özel daha doğrusu Avşa Adası’nın yerel üzümü var.

Adakarası. Bizi farklı kılan öncelikle bu üzüm çeşidi. Bu üzüm çeşidini de ada dışına çıkarmıyoruz. Önologlarla çalıştık. İşe yenilik katmak için danışmanlarımla birlikte yerçekimine uyumlu bir tesisi kurmaya karar verdik.

- Yerçekimine uygun tesis nedir? Neden böyle bir tesis kurdunuz?

Klasik şarap tesisleri düz bir üretim tesisi gibidir. Geleneksel fabrikalarda üzüm ve şarap hep mekanik kuvvetle hareket ettiriliyor. Bizim tesisimiz eğimli araziye kurulu. Kendi akışıyla geçiyor üzüm taneleri de şarap da. Pompalanmıyor.

- Pompalanırsa ne olur?

Şarap canlı. Fermante bir içki. Üzüm halinde ne kadar canlıysa şarap halindeyken de o kadar canlı. Şarabı şarap yapan çok bileşen var. Her canlı en yumuşak dokunuşları hak eder. Şarapta da bunu ön gördük. Pompalamak demek hırpalamak demek.

- Bu ancak sanırım butik üretimde olabilir...

Evet. Çok yavaş bir süreç. 10 tonluk bir tankı 5 dakika da başka tanka almak mümkünken biz saatlerce bekliyoruz.

- Bunu Türkiye’de başka yapan var mı?

Ben bunu Fransa’da gördüm. Mimarisini ve teknolojisini buna göre kuran ilk firmaydık. Mimarimiz buna göre inşa edildi. Bunu kullandığını söyleyen birkaç tesis oldu, ben gözümle görmedim.

- En çok hangi üzümden yapılan şarabınız ilgi görüyor?

Cabernet Sauvignon’u büyük üreticiler kadar satıyoruz. Çok ödül aldı bu şarabımız. Bana hangi şarabınızla gurur duyuyorsunuz?, derseniz ben ‘Adakarası’ derim. Hem kırmızı hem de roze şarapta çalışıyoruz. Roze türünde 2011 yılında Fransa’da altın madalya aldık. Bu da bizi çok gururlandırdı. Ada Karası roze olarak 15 bin-20 bin arası şişe oldu. Düşük bir üretim değil bu roze şarap kategorisinde. Bu şarabımız yurtdışına ihraç oluyor.

- Diğer şaraplarınızı ihraç ediyor musunuz?

Diğer şaraplarımız, Merlot, Cabernet Sauvignon da ihraç oluyor. Vedat Milor serisinde Sultaniye üzümü de kullanıyoruz. Dışarıdan aldığımız tek üzüm çeşidi Sultaniye.

- Türkiye’de şarap tüketimi kişi başına yılda 1 litre miydi?

O kadar... Daha da düşük. Bu arada 2012’de şarap tüketimi yüzde 5 düştü.

- Çok sayıda yeni marka çıktı...

Evet ama pasta aynı kaldı. Daha iyi kaliteli şaraplara eğilim oldu. Toplam pastaya bakınca çok şarap tüketilmiyor. Bu rakamlar içinde turizme giden şaraplar da var. Biz Türk mutfağını şarapla birleştirme amacındayız.

Bürokraside şarap tüketimi düştü

- Şarap tüketimi düşmesine rağmen umut var diyorsunuz...

Türkiye’de kıyı şeridinde satılıyor şarap. Denize kıyısı olan kentler ve Ankara’da tüketiliyor. Ankara’da şarap tüketimi de düştü zaman içinde. Bürokrasi şaraptan uzaklaştı. Türk şarapçılığı için 2012 zordu. 2013 yılı da kolay olmayacak. Ama Türkiye’de daha kaliteli şaraplar üretilecek. İhracat da artacak.

- Yerel markalı şaraplar otellerde çok pahalıya satılıyor. Sizler fiyat belirleyemiyor musunuz?

Bu önemli bir sorun. Benim 26 liralık şarabımı lüks bir restoranda çok daha yüksek fiyata satıyorlar. Bence bu yanlış. Türkiye’de üretilen en kaliteli şaraplar 60-70 liraya satılmalı, fiyat daha yüksek olmamalı. 90-100 lira olmamalı. Türkiye’de şarap satmak kolay değil... İnternet ortamında da alkollü içecek satışı yasak.

- Yasak olmasa ilgi olur mu?

Olur. Çünkü her yere ulaşamıyoruz. Erzurum’da iyi şaraptan anlayan biri olamaz mı? Nereden bulacak iyi şarabı. Sipariş edip alabilir. Ama şu an için online satış yasak.

MERAKIM MUTFAK

- İş dışında neler yapıyorsunuz. Hobiniz işiniz olmuş. Başka hobileriniz var mı?

Çok zamanımı alıyor bu iş. Ben Avşa’da az zaman geçiriyorum, pazarlama firmamız, satış ekibimiz İstanbul’da. Eşim de işin bir parçası. Hayatımız Büyülübağ. Üretimin her virajında Avşa’da oluyorum.Eşim ve ben yemeğe çok meraklıyız. Önce ‘nerede ne yiyelim’ diye düşünürüz. Seyahat dediğimizde orada aklımıza ilk gelen oralarda ne yiyeceğiz. Mutfağa meraklıyız. Çin mutfağına, Hint, Japon mutfaklarına çok ilgim var. Yurtdışından malzeme taşırım sık sık. Hobim mutfak. 2 oğlumuz var. Seyahati çok seviyoruz ailece de.



KARİKATÜRLERE KONU OLDU

Ünlü karikatürist Erdil Yaşaroğlu’nun yukarıdaki karikatürü, Alp Törüner’in şarap fiyatları konusunda dikkat çektiği dengesizliği mizahi bir dille anlatıyor.

Kuzu kapamayla da talaş böreğiyle de şarap içilir

- Sulu Türk yemekleriyle şarap içilir mi? Gerçi Avrupa’da şarap her şeyle içiliyor...

Evlerimizde pişirdiğimiz sıradan yemeklerle bu şarapları eşleştirebiliriz. Kuzu kapama ile talaş böreğiyle de şarap içilir. Mutfak ve şarabı evlendirme konusunda Vedat Milor’un birikimi bizim için çok önemli. Şarap tüketimi Türkiye’de bira ve rakıdan sonra geliyor. Hatta viski ile eşit tercih ediliyor. Bira sonsuz seçeneğe sahip. Maç izlerken, piknikte v.s... Rakı da öyle. Roka, rakı, balık. Kebapla rakı... Şarap sınırlı tanımlanıyor. Yurtdışında böyle değil ama Türkiye’de şarap özel günlerin içeceği. Biz bunun dışında tanımlamak istedik. Fiyat-kalite dengesi bu açıdan çok önemli.

- Siz kaliteli bir şarap yapsanız da yurtdışında aynı kalitede bir şarabı çok daha ucuza içiyoruz. Malum vergiler söz konusu. Hatta çok daha iyi şaraplar çok daha ucuz. Bu yüzden de Türkiye’de şarapçılığın gelişmesi çok zor değil mi?

Yurtdışında çok daha ucuza iyi şarap var. Fırsat tarafı da rekabet ortamı doğurması da söz konusu. Tüketicilerin iyi şarabı tanıması önemli. Butik üretimin artması tüm sektördeki kaliteyi yukarı doğru çekti. Yeni firmaların gelmesi olumlu gelişme ama pasta büyümeli. Pasta firmalardan firmalara bölünüyor. Firmalar pastanın büyümesi için çalışmalı.

- Hükümetten destek beklemiyorsunuz herhalde...

Şunun bilincinde sektör. Sektör kendi işine sahip çıkmalı. Ve işin ucunda ihracat havucu var. Fransa’nın şarap, alkollü içecek ihracatı 60 milyar dolar. Türkiye’nin toplam ihracatının yarısı kadar.

- Türk şarabı da Fransız şarabı değil...

Alınacak yol var. Bizim toplam ihracatımız da 10 milyon dolar. Bu kadar küçük. Bağ alanı olarak dünyada 3’üncü ülkeyiz. Üzüm üretiminde de ilk 3’teyiz. Fakat şaraplık üzüm üretimimiz toplam üretimin yüzde 3. Bu değişmeli. İhracat için de değişmeli.

Yazının devamı...

Antalya kadar turist çekiyor!

Paris’in dünyaca ünlü müzesi Louvre, neredeyse Türkiye’nin tatil merkezi Antalya kadar turist ağırladı. Antalya’yı 10 milyon turist ziyaret ederken Paris’te sadece Louvre Müzesi’ni 8.8 milyon kişi gezdi. İKVS Genel Müdürü Görgün Taner ve İstanbul Modern Şef Kuratörü Levent Çalıkoğlu, sanat etkinliklerinin şehirleri nasıl değiştirdiğini rakamlarla anlattı.

Ben bu başlığı şöyle değiştireyim: Paranız varsa sanata para ayırın ama paranız olmasa bile sanata zaman ayırın. Başlık İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Genel Müdürü Görgün Taner’den. Hatta kendisi bu sözü Marka 2012 Konferansı’nda Bülent Erkmen tasarımı, Mavi markalı tişortunda taşıyordu. Bu detayı sanat, tasarımcı ve marka buluşmasına dikkat çekmek için yazdım.

Bu yılın en keyif aldığım etkinliklerden biriydi Marka 2012 Konferansı. Konferansın marka-sanat ilişkisini masaya yatıran konuşmacıları ise en ilgimi çekenler oldu. 2012’nin en keyifli saatleri benim için de müzelerde, sergilerde geçti. Yaratıcı kimlikleri tanıma dışında, müzelerde yapılan etkinlikler her şeye rağmen İstanbul’da yaşamanın cazip olduğunu hissettirdi.



İstanbul Modern Şef Kuratörü Levent Çalıkoğlu bakın müzeler için ne diyor: “Eskiden soğuk bir bilgi deposuydular şimdi ise hayatın tam merkezinde farklı sosyal grupları kapsayan bir çekim merkezi oluşturdular.” Gerçekten de tam da öyle oldu. Bu yıl İstanbul Modern, Pera Müzesi, Sabancı Müzesi’nde ne çok etkinlik ve buluşma oldu. Müzeler restoranlarıyla, hafta sonuna özel etkinlikleriyle, müze mağazalarıyla çekim merkezi oldular. Bu müzelere olan ilgi yeni girişimcileri de hareketlendirdi. Yakında İstanbul’un hayatına yeni müzeler de girecek.

Evet İstanbul hızla büyüyor. Çoğu zaman çarpık yapılaşması, her yana dikilen plazaları, duvarların ardına saklanan siteleri ve trafiğiyle insana ‘Bu şehirde ne yapıyorum? İstanbul’a yazık oluyor’ dedirtiyor ama bir yandan da İstanbul dünya kentleri arasında cazibesini artırıyor. Bu arada İstanbul’daki tüm çarpıklığın en iyi özetini de Tasarım Bienali’nde ünlü mimar Emre Arolat’ın küratörlüğünde hazırlanan Musibet sergisinde gördük.

Müze şehri etkiler mi?

Müzeler ve sanat etkinlikleri şehrin iklimini nasıl değiştirir? Sanatın güçlü olması ülkenin markalarını nasıl etkiler? Bu soruları üzerine kafa yorarken Levent Çalıkoğlu’ndan aldığım bilgilerle aktaracağım: “2012’de dünyanın en çok gezilen müzesi Louvre’u 8.800.000 kişi, Londra’da National Museum’u ise 5.253.216 kişi gezdi. Müzecilik tarihini değiştiren modern müzeciliğin ilk adımı New York’taki MOMA’yı tam 2.814.746 kişi gezdi. (Bu arada aynı şehirdeki Metropolitan Museum ise (MET) 6.004.254 ziyaretçi ile Louvre’un ardından 2. oldu.” İstanbul’u New York, Paris ve Londra ile karşılaştırmak ne kadar doğru diyebilirsiniz? Haklısınız ama bir örnek daha vereceğim: Bilboa.

Bilboa efekti

Bakın Levent Çalıkoğlu Bilboa’daki değişimi nasıl anlatıyor: “80’lerde ağır bir ekonomik krizin ardından Bilbao ekonomisinin belkemiğini sorgulamaya girişti. Ağır sanayi şehri terk ederken ardında birçok çöküntü alanı, işsizlik ve gri bir ruh hali bıraktı. Şehir küllerinden doğmak için kendine yeni bir rota çizdi. Bu rotanın baş aktörleri sanat, mimarlık ve servis sektörü olacaktı. Sir Norman Foster’ın elinden çıkan yeni metro ağı, Calatrava’nın beyaz köprüsü ve elbette Frank Gehry’nin eseri Guggenheim müzesi. Her biri alanında marka olmuş isimlerin elinde şekillenen şehrin çehresi değişti. Üstelik dünyada müzecilik denince adı ilk anılan Guggenheim markasını da 1997 yılında portföyüne katarak şehircilik a raştırmalarında ‘Bilbao efekti’ olarak anılan bir başarıya imza attı. Dünün terkedilmiş paslı tersanesi bugün Bilbao’ya gelenlerin yüzde 82’inin ziyaret nedeni oldu. Müzenin açılmasının ardından ilk beş yılda müze içinde ziyaretçilerin harcadığı 8.9 milyon Euro’ya ilave olarak şehri ziyaret edenler Bilbao’da konaklama k için 43 milyon euro, yem eğe 35 milyon euro, alışverişe 13 milyon euro, ulaşıma 9.5 milyon Euro ve eğlenceye 6.6 milyon euro harcadılar. Bilbao’nun ekonomik rönesansına müzenin etkisi rakamlarla ortada.’

Sanat uzak değil artık çok yakın herkese. Görsel sanatlar birçok olayın analizini ve sonucunu çok hızlı sunuyor. Bunlar gündelik yaşamımızdan kopuk değil. Ve bu yüzden de çağdaş sanat hiçbir zaman olmadığı kadar popüler. İstanbul’un daha çok sanata, Türkiye’nin daha çok yaratıcı kimliğe, sanatçıya, tasarımcıya ihtiyacı var. 2013’de kendinize ve sanata zaman ayırın.

Yazının devamı...

'Hızlı büyüyen kaybediyor'

Yılda 1 milyon 300 bin kişiyi ağırlayan Develi’nin patronu Arif Develi, yurtiçi ve yurtdışından çok teklif aldıklarını ancak lezzet ve kaliteyi bozmamak için temkinli davrandıklarını söyledi. Develi, “Londra’dan geldi son olarak bir teklif. İzmir’den istediler. Ama biz avucumuzun içine sığanı tutmak istiyoruz. Bir anda hızlı büyümek isteyenler çökebiliyor. Lezzetti de kaliteyi yakalamak büyüdükçe zorlaşıyor” dedi.

Arif Develi 6 yaşından beri çalışıyor. Çocukluğunu hiç yaşamamış. 2.5 yaşındayken kaybetmiş babasını. Abileri babalık yapmış Arif Develi’ye. Gaziantep’te dededen, babadan kalma kebapçıları varmış. İşin tüm püf noktalarını çocuk yaşta öğrenmiş.



Arif Develi, Samatya’da ‘Develi Kebap’ı açtığında 22 yaşındaydı. Şimdi 69 yaşında. 5 kebap restoranı, bir balık restoranı, 2 de baklava dükkanı var. Oğullarıyla birlikte çalışıyor. Hala her gün işe gidiyor. Artık biraz yorgun, bu yüzden de kendi deyimiyle akşamları eşinin dizinin dibinden ayrılmıyor. Develi Kebap bu yıl 100’üncü yılını kutluyor. Bu vesileyle Arif Develi ve oğlu Ali Develi’yle buluştuk. Yeme-içme sektöründeki hareketliliği konuştuk.

-Arif Bey siz bu işte 3’üncü kuşaksınız. Şimdi oğullarınızla birlikte çalışıyorsunuz. Bu işi 4 kuşaktır devam ettirmenin sırrı nedir? Siz oğullarınıza ne öğrettiniz her şeyden önce?

Bir işe başlamak kolay, uzun yıllar devam ettirmek ise zor. Ben mutfakta büyüdüm. Oğlum Ali de erken yaşta işe başladı. Diğer oğlum Nuri ise bu işin okulunda okudu. Ben onlara dürüst olmayı öğrettim. Esnafın ödemelerini aksatmamaları gerektiğini, peşin çalışmalarını, kaliteden asla vazgeçmemeleri gerektiğini öğrettim. Hırsa kapılmak da iyi değildir. İşi dürüstçe yaparsanız müşteri sizi bırakmaz.

- Kızınız var mı?

Var. Kızım çalışmıyor. Eşi Endüstri Mühendisi. Ama kızım da bu işin parçası. Kız-oğlan ayrımı yapmadım. Bizim işte şu önemli: Bu kapıdan müşteri asık yüzle çıkarsa o paranın hayrını görmeyiz. Buradan müşterinin memnun çıkması için önce dürüst olmalıyız. 1 liraya aldığın malı 40 liraya satmayacaksınız. İyi diye kötüyü koymayacaksınız. Ben yıllardır aynı kişilerden alışveriş yaparım...



- Örnek verir misiniz?

29 yıl aynı patates ve soğancıdan alışveriş yaptım. O vefat edince başka yer bulmak zorunda kaldım. Bir kuruş ucuz diye başkasına gitmem. Bize gelen tüm ürünler laboratuardan geçiyor. Tarım Bakanlığı’nın laboratuarlarına da başvuruyoruz. Bize gelen bütün ürünleri gönderiyorum. Ürün iyi çıkarsa o alıcıdan ürün alırım. Nar ekşisi geldi geçenlerde, farklı şişelerden numune alıp tetkike gönderdim, iyi sonuç gelince parayı ödeyip aldım. Fıstık çok kullanıyoruz. Üretim belgesi olan firmalarla çalışıyoruz.

- Eti nereden alıyorsunuz? Çiftliğiniz var mı?

Çiftlik olsa tüm etleri kullanmak zorunda kalırız. Biz dişi hayvan kullanmıyoruz. Dişi daha geç pişer ve kokar. Kasaplarımızla 35 yıldır çalışıyoruz. Siz haklı olarak et konusunu soruyorsunuz. Türkiye tarım ülkesi deniliyor ama çok yanlışlar yapıldı tarım ve hayvancılıkta.

- Ne kadar tüketiminiz?

Ali Develi: Günde 1 tonun üzerinde et çalışıyoruz. Genelde 1 ton tüketiliyor günde. 6 restoran var. 2 baklavacımız var. 6 restoranın biri balıkçı. 5 restoranda 1 ton et tüketiliyor.

- Müşteri sayınız belli mi?

Senede 1 milyon 300 bin müşteri geliyor.

- İlk şubeyi ne zaman açtınız?

1997 yılında Kalamış’ı açtık.

Her hafta el ölçümü var

- Şubeleşmeye devam edecek misiniz?

Şube açmak kolay da kontrol zor. Biz son olarak Florya’da 5 bin 500 metrekarelik bir restoran açtık. Oradan çok memnunuz. Ama biz her yerde Develi olsun mantığında değiliz. Bize gelenler de oldu. Ama bu bizi bozar. Başkalarına markamızı emanet edemeyiz. Kaliteyi yakalamak zor olur. Ben çocuklarımdan çok memnunum. Kötü çoban sürüyü, kötü evlat aileyi dağıtır. Bizim birlik beraberliğimiz var. Ben oğullarımla görev paylaşımı yaptım. İki kardeş iyi geçiniyor, ablalarına saygılılar.

- Yabancı müşteri oranınız nedir?

Ali Develi: Yaz aylarında yüzde 20 oranında oluyor. Kış aylarında ise yüzde 10 oranına düşüyor.

Arif Develi: Burada yabancı müşteri farklı fiyat ödemez. Herkes aynı parayı öder.

- Yurtdışında açılmayı hiç düşünmediniz mi?

Çok teklif aldık. Londra’dan geldi son olarak bir teklif. İzmir’den istediler. Ama biz avucumuzun içine sığanı tutmak istiyoruz. Onun dışını tutamayız. Daha doğrusu biz olmayız öyle yaparsak. Bir anda hızla büyümek isteyenler çökebiliyor. Ayrıca personel sıkıntısı da var. Kaliteli insan bulmak zorlaşıyor. Lezzette de kaliteyi yakalamak büyüdükçe zorlaşıyor. Bizim işimiz kebap. Ete bağlı, mezeler yöresel. Bunların hepsini kontrol etmek çok büyüdüğünde mümkün olmaz.

- Kaç kişi çalışıyor Develi Kebap’ta?

Burada 800 kişi çalışıyor. Hepsini eğitiyoruz. Ayrıca eğitim sürekli, hiç bitmiyor.

- Hijyen eğitimi nasıl veriliyor, neler yapıyorsunuz?

Bakın bir çırak ustasından ne görürse onu yapar. 10 kere et kesersin bir kere el yıkarsın, ben böyle öğrendim. Şimdi ders verdiriyoruz. Ayrıca uzman geliyor her hafta, el ölçümleri yapılıyor.

- Ne demek el ölçümü?

Mantar var mı, bakteri var mı bakılıyor.

Ali Develi: Sağlık durumları kontrol ediliyor. Her hafta grip olan var mı başka sorunları olan var mı bunlara da şirket doktorumuz bakıyor.

- Doğuş Grubu yeme-içme sektörüne büyük yatırımlar yapıyor. Aldıkları kebapçı ve etçi de oldu. Siz nasıl bakıyorsunuz büyük grupların sektöre yatırım yapmasına?

Bunlar güzel gelişmeler. Ama dediğim gibi esas olan her bir markanın kaliteden ödün vermemesi.

- Bir ara kebapçıların sayısı artıyordu, şimdilerde de Steakhouse’ların. Siz hiç Steakhouse açmayı düşündünüz mü? Onlar rakip oldular mı size?

Açmak istesek hemen açarız. Et işini biz biliyoruz. Biz hayvanı alıp eti burada hazırlıyoruz. Kaburgası, şişi burada hazırlanıyor. Hepsi iyi kasap burada çalışanların. Ama bizim branşımız farklı. Bize gelen kebap yemeye geliyor. Külbastıya, pirzolaya, fıstık kebabına geliyorlar.

Rekabet müşterimizi artırdı

- Etkilendiniz mi rekabetten?

Ali Develi: Aksine işlerimiz son yıllarda arttı. Olduysa bir etkisi olumlu oldu.

Arif Develi: Ben 22 yaşında Samatya’da açtım ilk dükkanımı. Devletin memuruna maaş ödemediği dönemlerden geliyorum. Şu an öyle bir durum yok. İnsanlar para harcıyor. Bu gün durum farklı. Orta sınıf da çok geziyor. Ekonomideki hareketten biz de payımızı aldık. Biz yüzde 15 büyüdük 2012’de.

Ali Develi: Baklava dükkanları da açtık. Samatya’da atölyemiz var orada yapılıyor baklavalar. Üretimde kullandığımız tüm malzemeler yöresel. Biber salçası Antep’ten, pul biber Maraş’tan. O biberi İstanbul’da bulamazsınız.

AKŞAMLARI EŞİMİN DİZİNİN DİBİNDEYİM

- 6 yaşından beri çalışıyorsunuz. 69 yaşındasınız, her gün işe gelir misiniz?

Yorgunum artık. Sabahları gelirim işe ama akşamları hanımımın dizinin dibindeyim. Ben kendi işyerlerimde alkol almam. Dışarıda içerim ama kendi yerlerimde içmem. Hanımı ve dostları da alıp gezeriz.

- Siz nerede yemeğe gidersiniz?

Ben balık yemeye giderim. Kebap var zaten burada.

- Evde yemek pişer mi?

Eşim Sevil gurme. Ve 52 kilo. Harika bir kadın, çok şanslıyım. Muhteşem sofra kurar. Saat 17.00’de arayım ‘eve 10 kişiyle geliyorum’ diyeyim, dünyaları yapar 2-3 saatte.

- Antepli mi eşiniz?

Hayır Karadeniz kökenli ama İstanbul’da doğup büyümüş. Bize bir kere gelen bir daha gelmek ister.

100’ÜNCÜ YILA OKUL

- Bu yıl 100’üncü kuruluş yılı Develi’nin. Ne yapıyorsunuz?

100’üncü yıl nedeniyle kutlama yapalım istedik. İlk önce gece düzenlemeyi istedik ama sonra gece unutulur dedik ve okul yaptırmaya karar verdik. 33 derslikli bir okul yaptırmaya başlıyoruz Gaziantep’te.

Kebap eskiden Antep usulüydü, artık İstanbul usulü yağsız, hiç acı değil

- Acı mı yenir kebap?

Eskidendi... Şimdilerde daha yağsız. Hiç acı değil. İsteyen acı yer. Biz eskiden çiğ köfteyi acıya basar yerdik. Şimdi damak tadına uyarlandı kebap da. Eskiden Antep usulü yapardık, artık İstanbul usulü yapıyoruz. Etteki yağ oranı maliyeti düşürür, şimdi yağ yok. Biz mis gibi kuzu etiyle yapıyoruz tüm kebaplarımızı. 10 kilo gerdan eti alıp, içine de 10 kilo kuyruk katıp kebap satan var. Onlara da kebapçı deniliyor. Senede 250-300 bin patlıcan-biber kurusu kullanıyoruz. Maş fasulyesinden salatamız var. Onu İstanbul’a ilk ben getirdim.

- Kişi başına ne kadar ödeniyor Develi’de? Steakhouse’ların fiyatlarının yüksekliği eleştiriliyor. Sizde fiyatlar nasıl?

Ali Develi: Alkol de alınırsa 100-120 lirayı bulur. Doğru bu fiyatlar. Alkol varsa fiyat yükseliyor. Aşağı yukarı fiyatlar Steakhouse’larla aynı. Et pahalı Türkiye’de.

- En çok ciroyu hangi restoranınız yapıyor?

Ali Develi: Şu an Florya. Yaz aylarında Kalamış. En yüksek doluluk Etiler’de. Her dükkanın mevsimi var.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.