Dizilerle nasıl tanıştık?

6 Nisan 2014

Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele filmi Türk halkının televizyonla tanışmasını bir köy üzerinden anlatan bir filmdi. Cem Yılmaz’ın filmde “Ben TV’dekileri göreceğim. Peki, onlarda beni görecekler mi?” sorusu sinema izleyicisini çok güldürmüştü ama 1970’li yılların başında televizyonla yeni tanışan herkesin merak ettiği soru buydu. O yıllarda Türkiye, demokrasi sınavı veriyordu. 12 Mart Muhtırası yeni gerçekleşmiş, halk siyasi ve ekonomik krizin etkilerinden en az hasarla kurtulmaya çalışıyordu. Televizyon pahalı bir kutu, ona sahip olmaksa statü sembolüydü. Evinde televizyonu olmayanların ise komşularına gitmekten başka şansı yoktu. “Müsaitseniz babamlar size oturmaya gelecekler” cümlesi de, bize o dönemlerden yadigâr kaldı. Aslında bu cümle “Müsaitseniz babamlar size televizyon izlemeye gelecekler” anlamına geliyordu. Halk arasında misafir yerine artık “telesafir” denir olmuştu.İlk dram dizisi Aşk-ı MemnuTRT, yedi günlük yayın hayatına başladığında Türk halkını, etkisi yıllarca sürecek yepyeni bir şeyle tanıştırdı: Yerli TV dizileri… 1974 yılının mayıs ayında hayatımıza Kantar ailesi yani Kaynanalar girdi. Tekin Akmansoy ve Lale Çıdamlı’nın başrollerini paylaştığı Kaynanalar hem ilk dizimiz hem de ilk sit-com denememizdi. 32 yıl ekranda kalmayı başardı.Ama hiç şüphe yok ki, Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu romanı, Halit Refiğ’in yönetmenliğinde büyülü ekrana aktarılırken dram dizileri bize ilk kez göz kırpıyordu. Üstelik o zamanlarda reyting canavarı bile hayatımıza girmemişti. Başrollerini Müjde Ar, Salih Güney, Şükran Güngör ve Neriman Köksal’ın oynadığı Türkiye’nin ilk dram dizisinin oyuncuları şöhretle tanışırken, Bihter ve Behlül’ün yasak aşkı tartışılır olmuştu. Bu dizide herkes kendisine yasak olana aşıktı. Kıskançlık, entrika, intikam ve zengilikle bezenmiş bu hikaye bugünün tabiriyle iyi reyting demekti. 34 yıl sonra Aşk-ı Memnu yeni oyuncularla yayınlanmaya başladığında hem kanal yöneticisi hem de yapımcı hiç kuşku yok ki, dizinin tutacağından emindi. Zira Türkiye bu hikayeyi çok sevmişti.İlk ağa dizisi Kartallar Yüksek Uçar1980 askeri darbesi ülkeyi olduğu kadar, Türk TV dizilerini de sekteye uğrattı. Türkiye, kent ve kasaba zenginleri arasındaki mücadeleyi anlatan Kartallar Yüksek Uçar’la ancak 1983 yılında tanışabildi. Sadri Alışık, Can Gürzap, Serap Aksoy ve Selda Alkor’un başrollerini paylaştığı dizi, Selda Alkor’un tabiriyle Türkiye’yi yerinden oynatmıştı. 2000’li yıllarda yeniden moda olan ağa konseptli dizilerin ilki bu diziydi. Kartallar Yüksek Uçar, 2007 yılında yeniden ekranlara geldi. Ancak reyting canavarının kurbanları listesine girdi.İlk dönem dizisi Küçük Ağa80’li yıllarda kahramanlık hikayeleri, kentli-kasabalı çatışmaları, mahalle dizileri ve aile senaryoları TV dizilerinin konseptini oluşturuyordu. Çetin Tekindor ve Fikret Hakan’ın başrollerini paylaştığı Küçük Ağa, ilk dönem dizisiydi. Osmanlı’nın çöküş döneminin ve İnkîlâp tarihinin anlatıldığı dizi, halka kahramanlık duygusunu aşılıyordu. Mahalle, komşuluk, vefa, dayanışma kavramlarının yok olmaya başladığının konuşulduğu yıllardaysa hayatımıza Perihan Abla girdi. Orta yaşlı Perihan ve sakir Şakir arasında yaşanan aşk, komşularla yardımlaşma Perran Kutman ve Şevket Altuğ üzerinden anlatılırken, Tuluğ Çizgen’in canlandırdığı “Meraklı Melahat” karakteri yıllarca meraklı insanların lakabı oldu. Diziler hayatımıza sirayet etmeye başlarken, yeni bir sektör doğuyordu. Devlet tiyatrosu oyuncuları ekranlara transfer oluyor, yönetmenler, kameramanlar ve set işçileri TRT’de yetişmeye başlıyordu.İlk fantastik dizi Uzaylı Zekiye’ydiSihirli Annem, Selena, Bez Bebek gibi sihir konseptli dizilerin atası 1987 yılında ekrana gelen Uzaylı Zekiye’ydi. Seden Kızıltunç’un başrolünü oynadığı, uzaylı bir kızın başından geçenleri anlatan dizi, 20 sene öncesinin teknolojisiyle çekilen ilk fantastik diziydi. Uzaylı Zekiye’yi Bizimkiler takip etti. Bu dizi seyirciyi 14 yıl ekrana bağladı. Çünkü onlar da bizdendi, onlar “Bizimkiler”di. O yıllarda diziler 90 dakika değil, 45 dakika yayınlanıyordu. Bugün bir dizinin setinde 70-100 kişi çalışırken, o yıllarda 30 kişi zor bulunuyordu. Oyuncular ve set işçileri sendikalıydı. Çalışma saatleri ve kazanacakları para sendika tarafından belirlenirdi. Bugün bir başrol oyuncusunun bölüm başına 50-70 bin lira kazandığı konuşulurken, 1980’li yıllarda bir dizinin bütün oyuncuları bu değerde bir parayı ancak kazanıyordu.

Devamını Oku

Mekanın cennet olsun Pamir

5 Nisan 2014

Cuma günü saat 9.00’da 3.5 yaşındaki Pamir’in kaybolduğu haberi Twitter’da duyuruldu. O an itibariyle herkes fotoğrafı paylaşmaya başladı. Arama çalışmaları an an yine sosyal medyada paylaşıldı. Hepimiz gelişmeleri takip edip dua etmeye başladık. Akşam saatlerinde Pamir’in babası Serdar Dikdik televizyonlardan çağrıda bulundu. Beyaz Show ve Makina Kafa programları da bu çağrıyı yineledi. Saatler geçip Pamir’den haber gelmedikçe moralimiz bozuldu ama umudumuzu kaybetmemeye çalıştık. İstanbul’da yaşayan vicdanlı insanlar Zekeriyaköy’e arama ekiplerine yardım etmek için koştu. Ama ne yazık ki, sabah olduğunda hâlâ bulunamamıştı. Ben yazımı yazmak için bilgisayarımı açtığımda Twitter’a kötü haber düştü. 3.5 yaşındaki Pamir’in cansız bedeni tam evlerinin yanındaki villanın havuzunda bulundu. İçimiz yandı ama hepimizin aklından aynı soru geçti. Bütün gece ormanda arama yapıldı ama kimsenin aklına yan villaya bakmak gelmedi mi? Her kanalda başka açıklama yapıldı. Halk TV muhabiri Can Coşkun, ayrıntılı bir açıklama yaptı. Yan evin havuzuna aynı gün bakıldığını ama havuzun çok kirli olması nedeniyle görülemediğini söyledi. Ama işin ilginç yanı, cumartesi sabahı bir kadının gelip ısrarla yan evin havuzuna bakılmasını istediğini ve diğer havuzlara göre bu evin havuzunun bir gün içerisinde kirletilmiş olduğunu söyledi. Kadının yoğun ısrarları sonucunda dalgıçların o havuza girip Pamir’i bulduğunu da ekledi. Olay çok taze ve sağlıklı bir bilgi akışı gerçekleşmiyor. Birkaç saat sonra detaylar ortaya çıkacaktır. Ama ne olursa olsun 3.5 yaşında bir çocuk öldü. Bu saatten sonra her şey anlamsız. Mekanın cennet olsun Pamir. Ailesine başsağlığı diliyorum.“Yasak” ay ortasında başlıyorDeniz Çakır, Burak Yamantürk, Fikret Kuşkan ve Ezgi Eyüboğlu’nun başrollerini paylaştığı Yasak’ın uzun süredir tanıtımları yapılıyor ama dizinin bir türlü ne zaman başlayacağı açıklanmıyordu. Duyumlarıma göre, Yasak nisan ayının üçüncü haftasında start verecek. Senaryosunu Volkan Sümbül, Emre Özdür, Ali Demirel ve Meryem Gültabak’ın kaleme aldığı, Kudret Sabancı’nın yönetmen koltuğuna oturduğu Yasak’ın çekimleri Beykoz Kundura Fabrikası’nda devam ediyor. Yasak, Osmanlı’nın son dönemlerinde bir konakta yaşanan ve farklı hayatların birbirine karıştığı aşk, ihtiras ve hayallerle örülü bir hikâyeyi anlatıyor. Keşke, havalar bu kadar ısınmadan başlasalardı. Malum, havaların ısınmasıyla televizyonda izlenme oranları düşüyor. Ama Yasak’ın nasıl bir dizi olduğuna da izledikten sonra karar vereceğiz.Hürrem Sultan 30 Nisan’da ölüyorMuhteşem Yüzyıl bu sezon final yapıyor. O nedenle taht kavgası da hızlandı. Malum, dizinin en merak edilen ve ses getiren kahramanı Hürrem. Geçen hafta yayınlanan bölümde de yine ölümün eşiğinden döndü. Gelelim Hürrem’in dizide ne zaman öleceğine… Çarşamba akşamı yani 9 Nisan’da 131’inci bölüm ekrana gelecek. Hürrem ise 134’üncü bölümde, 30 Nisan’da Muhteşem Yüzyıl’a veda edecek. Yaşamı boyunca şehzadelerinden birini tahta çıkarmak için uğraşan Hürrem Sultan, oğlu Selim’in tahta çıktığını da göremeyecek.

Devamını Oku

Zeytin Tepesi izleyicisine haksızlık etti

4 Nisan 2014

Aslıhan Gürbüz, Tayanç Ayaydın, Salih Bademci, Ayça Varlıer, Zerrin Sümer, Hakan Karahan, Oya Okar ve Neşem Akhan’ın başrollerini paylaştığı Zeytin Tepesi, çarşamba akşamı final bölümüyle ekrana geldi. Ekran macerası ne yazık ki, sadece yedi bölüm süren Zeytin Tepesi finaliyle beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. Zira, hiçbir şeyin sonuçlanmadığı bir bölümdü. Aslında final bölümüne iyi bir hikâyeyle başladılar. Deniz’in masum olduğu ortaya çıktı. Tarık’ın babasının katilinin, Deniz’in annesinin peşine düştüler. Bazı ipuçları da bulunmuştu. Üstelik ortaya Ferit çıktı ve bölümün sonuna doğru her şey sonuçlanacak duygusu yarattı. Bölümün ritmi iyiydi. Her şey Tarık’a çarpan arabayla değişti. Son 10 dakikada Tarık hastaneden çıktı, evine geldi. Kapıda karısı Oya’nın hamile olduğunu öğrendi. Arabaya atladı ve Deniz’e gitti. Tabii ki, izleyici olarak beklentimiz başkaydı. Son üç dakikada Deniz ve Tarık birbirine sarıldı ve ekranda “Son” yazdı. Finalde hiçbir şey nihayetlenmedi. Tek bildiğimiz Deniz Tarık’ın metresi olmayı kabullendi. Sonrasında ne olduğuysa izleyicinin hayal gücüne bırakıldı. Madem sonunu böyle yapacaktınız, biz neden yedi bölüm Tarık’ın babasının katilinin bulunmasını ve Deniz’in annesinin sırrını ne zaman öğrenecekler diye bekledik. Dizi bitti diye seyirciye bunu yapmak bence haksızlıktı. Oyunculuklar adına söyleyecek hiç lafım yok. Özellikle Zerrin Sümer gidişinde ne kadar iyi oyuncu olduğunu ortaya koydu. Ama seyirciye vaat ettiğini “Benim işim bitti, final için de uğraşamam. İzleyin diye bölümün yarısında olayları çözüyor gibi yaparım, finalde de öpüştürüp bitiririm” mantığıyla yazılmış bu senaryoyla Zeytin Tepesi izleyicisine ayıp etti.Çalıkuşu perşembe akşamı da uçamadıÇalıkuşu artık perşembe 20.00’de ekrana gelecek. Perşembe akşamı da görücüye çıktı. Üstelik çok avantajlı bir konumdaydı. Kurtlar Vadisi yoktu. Yani 12 reyting boştaydı. Kurtlar Vadisi izleyicisi dizinin yokluğunda Çalıkuşu’na bakabilirdi. Ama geçen hafta yazdığım gibi Aramızda Kalsın izleyicileriyle Çalıkuşu’nun takipçileri aynı kişiler. İnsanlar perşembe izledikleri diziyi bırakıp Çalıkuşu’nu seyretmek yerine internetten takip etmeyi tercih edecekledir. Bunu reyting sonuçları da gösteriyor. Çalıkuşu, perşembe akşamı yayınladığı bölümle Tüm Kişiler’de 3.29 reytingle 17’nci, AB’de 4.46’yla 5’inci oldu. Peki, yayınlandığı son bölümde, yani 25 Mart Salı kaç reyting almıştı? Tüm Kişiler’de 3.87 reytingle 10’uncu, AB’de 4.96 reytingle 6’ncı olmuştu. Sıralamayı boş verin, reytinglere bakınca görüyoruz ki, Çalıkuşu perşembe, üstelik de Kurtlar Vadisi yokken kan kaybetmiş. Anlayacağınız, Çalıkuşu perşembe akşamı da uçamadı. Bakalım, Kanal D dizi için nasıl bir formül bulacak?

Devamını Oku

Televizyonlar sezonsuz kaldı

3 Nisan 2014

Bazen “Ah eski günler” derken buluyorum kendimi. Bu cümleyi her kullandığımda da yaş aldığımı hatırlıyorum. Her şeyin ışık hızıyla değiştiği dünyada, Türk televizyonları da bu değişimden nasibini aldı ama bu iyi mi oldu yoksa kötü mü tartışılır. Çok değil birkaç yıl önce televizyonlarda sezon olurdu. Kanallar iddialı projelerini eylül ayında görücüye çıkarırdı ve hepimizi ekrana mıhlarlardı. Bazen iyi bir proje olursa, Muhteşem Yüzyıl, Kurtlar Vadisi gibi, ocak ayında başlardı. Ama ne olduysa Türk televizyonun da sezon dönemi kalmadı. Şimdi eylül ayında bazı projeler başlıyor. Tutmazsa ekimde yedekte bekleyen devreye giriyor. O da mı olmadı ikinci yedek ocakta devreye giriyor. Bu da olumlu sonuç vermediyse şubat ve martta yeni proje geliyor. Hatta artık nisan bile sezon oldu. Haziranda sezon finali hop gelsin yaz dizileri… Seyircinin de beklentisi kalmadı. Biz yıllarca eylüle formatlanmıştık. Daha sonra iyi dizi ocakta çıkar demeye başladık. Şimdi star isimlerin dizisi martta başladı. Herhalde önümüzdeki yıllarda mart ayını bekleyeceğiz. Anlayacağınız, sezonsuz kaldık. Bence bu hayra alamet değil… Kanalların acilen eski sisteme dönmesi gerekiyor. Çünkü bir dizinin tadı eylülde başlayıp haziranda sezon finali yapmasıyla çıkıyor. Önümüzde altı ay var. Umarım kanallar bu eylül ayına iyi hazırlanırlar. Yoksa yap-boza çevirdikleri bu sistemde kimse dizi izlemek istemeyecek.Hafta sonu önerisi Ayta Sözeri’ye gidin!Size hafta sonu için şahane bir önerim var. Kayıp Şehir dizisinin Duygu’su Ayta Sözeri her cumartesi Etiler Club Vivon’da sahne alıyor. Sahne performansı inanılmaz. Sahnede hem sizi şarkıların duygusunda gezdiriyor, hem de efkârlandığınız anda stand-up yapmaya başlıyor. Ciddiyim, herkesle uğraşıyor. Ortaya inanılmaz komik anlar çıkıyor. Ben iki kez dinlemeye gittim. İkisinde de çok eğlendim. Şimdiden söylememin nedeni rezervasyonda geç kalmayın. Çünkü her hafta çok kalabalık oluyor. Sesiyle kulaklarınızın pasını silecek, esprileriyle güldürecek Sözeri’yi dinlediğinize pişman olmayacaksınız. Giderseniz, benim için de Sezen Aksu’dan Kaçak’ı isteyin. İnanılmaz güzel söylüyor.Güle güle cancağızım!Sanırım cancağızım dediğimde kimden bahsettiğimi anladınız ama izlemeyenler için açıklama yapayım. Karadayı dizisinde 65 bölüm boyunca hikâyenin ortasına oturan, çatışmanın başrolü, heyecanın ve kötülüğün daniskası ama sempatikliğiyle izleyicinin sevgisini kazanan savcı Turgut’tan bahsediyorum. Onun tabiriyle cancağızımdan… Yapmadığı kötülük kalmadı ama gidişi de ne yalan söyleyeyim üzdü. Çünkü savcı Turgut’a Yurdaer Okur hayat veriyordu. Okur, bu karakteri saf kötü bir senaryo karakterinden zaafları olan bir insana dönüştürdü. Bana kalırsa Türk dizi tarihine de Yurdaer Okur adını yazdırdı. Köprü’de, Sakarya Fırat’ta, Kılıç Günü’nde de çok iyi oyuncuydu ama Karadayı ve savcı Turgut ona gol atma fırsatı verdi. Onsuz Karadayı nasıl olacak göreceğiz ama ben cancağızımı özleyeceğim. Fakat Yurdaer Okur’u önümüzdeki sezon yine iyi bir performansla izleyeceğimden de eminim.

Devamını Oku

Ahkâmı değil haberi tercih ettiği için seçim ekranının kazananı Portakal oldu

1 Nisan 2014

Aylardır süren seçim maratonu pazar günü sona erdi. Şimdi cümleye böyle başlayınca bitti zannedeceksiniz ama maalesef şaibe iddiaları, itirazlar derken resmi seçim sonuçlarını hâlâ öğrenemedik. Bu gidişle de bir süre daha öğrenemeyeceğiz. Tüm yaşamım boyunca seçim geceleri ekran karşısına oturup dakika dakika gelen oyları izledik. Bütün kanallarda aynı veriler olurdu. Aklımızın ucundan her kanalda farklı sonuç olacağı geçmez, oyumuzu verdikten sonra sandık gözetmeni olup peşine düşmezdik. Biz vatandaşlık görevimizi yapar, geri kalanını demokratik ülkelerde olduğu gibi açıklanan sonuçtan takip ederdik. Tarih bize bunları da öğretti. Oyunu ver, seçim saati bittikten sonra oy sayımını izle, tutanakların fotoğrafını çek. Açıklanan sonuçlarla karşılaştır, ıslak imzada yazılanla, dijital ortama yüklenen farklı olunca hakkını ara, sandığını koru. Üç gündür bir yandan olayları takip ediyorum, diğer taraftan hakkını arayan insanların mücadelesini görüp ülkemin gençleriyle gurur duyuyorum. Umarım, en yakın zamanda şaibe iddiaları sona erer, adalet yerini bulur ve demokratik bir ülkede yaşadığımızı tekrar hatırlarız.Grafikli karşılaştırmalar oldukça iyiydiNeyse konumuz seçim ekranı. Seçim akşamı ekranda tam bir kaos yaşandı. Bir yanda Cihan Haber Ajansı’nın, diğer tarafta Anadolu Ajansı’nın verileri vardı. O nedenle her kanalda farklı sonuçlarla karşılaştık. Hangisine inanacağımızı şaşırdık. Bir de art arda adayların ve siyasilerin çıkıp ajansların manipülasyon yaptığını söylemesi iyice kafamızı karıştırdı. Sırayla tüm kanalları izledim. Ama ne yalan söyleyeyim, hem heyecanı, hem tarafsızlığı, hem de grafikleriyle beni en çok ekrana çeken isim Fox TV yani Fatih Portakal oldu. Bir kere yayın heyecanı takdire şayandı. Eski seçim gecelerini hatırlattı. Diğer kanallarda heyecan yoktu. Özellikle seçilen konuklar izleyici de körler sağırlar, birbirini ağırlar duygusunu yaratıyordu. Fox’ta hem il il, ilçe ilçe sonuçlar veriliyor, hem de grafiklerle bir önceki seçimdeki durum ortaya koyuluyordu. İsmail Küçükkaya ve Gülbin Tosun’da yorumlarıyla renk kattı. Yayının en sevdiğim tarafı konuklara ahkâm kestirilmemesiydi. Her gelen sonuçla konuğun sözü kesiliyordu. Yani haber ahkâmdan önemliydi.Altı saatlik yayınla zirvedeErtesi sabah sonuçlar geldiğinde gördük ki, izleyici de benim gibi düşünmüş. Fox Seçim Özel reytinglerde Tüm Kişiler’de 5.72’yle zirveye oturdu. AB’de ise 6.22 reytingle yine zirvedeydi. Ama asıl başarısı yayını bölmeden bu reytinge ulaşmasıydı. Portakal, 19.15’te yayına başladı ve 01.00’de yayını bitirdi. Yani 6 saat yayını bölmeden sürdürdü ve altı saatlik reytingi bu. 6 saat süren bir yayında 6.22 reyting almak neredeyse imkânsızdır. O nedenle başta Fatih Portakal olmak üzere hem derslerine çok iyi çalıştıkları, hem tarafsız duruşları, hem de seçimin tansiyonunu 6 saat ekranda bize yansıtabildikleri için Fox haber ekibini kutluyorum.

Devamını Oku

Not Defteri gün değiştirmeli!

30 Mart 2014

Çok yoğun bir siyasi gündemden geçtik. Dün yerel seçimler gerçekleşti. Ben bu yazıyı yazarken sonuç belli değildi ama eminim hepimiz geceyi ekran karşısında geçirmiş olacağız. Bu sabah tüm sohbetlerin konusu da seçim sonuçları olacak. Biraz rahatlamak, başka bir konuya göz atmak isteyenler için ben dizileri irdelemeye devam ediyorum. Bugün çarşamba akşamı ilk bölümü yayınlanan ve iyi sonuçlar elde edemeyen Not Defteri dizisini bakacağız. Not Defteri’nde Fatih Al, Ebru Özkan, Beste Kökdemir, Tarık Ündüz, Ekin Mert Daymaz ve Merve Oflaz başrolleri paylaşıyor. Dizinin jeneriğe kadar yayınlanan bölümü yeni bir Hababam Sınıfı uyarlamasıyla karşı karşıya olacağımızı hissettirdi. Ardından rotayı Duvar ve Arka Sıradakiler dizisine kırdı. Hikâye Dersaadet semtinde geçiyor. Bir yanda yeni yapılan lüks sitelerde oturan çocuklar, diğer tarafta gecekonduda yaşayan gençler… Sürekli zenginlerin semte gelmesiyle zıtlığın oluştuğu, hırsızlık olaylarının arttığı vurgulanıyor. Bir de ne hikmetse, zengin çocukların kavgada, dövüşte fakirlerden aşağı kalır yanı yok. Aslında bu zenginlik daha çok “sonradan görmelik.” Keşke bunu senaryo ve reji destekleseymiş. Zira bir elleri yağda, bir elleri barda zengin çocuklarının bu kadar kavgacı, iyi zincir çeviren tipler olması pek inandırıcı olmamış.Mutluluğa açılan kapı MahirHikâye daha ilk bölümden edebiyat öğretmeni Mahir’in Dersaadet’e gerçek anlamını kazandırmak için geldiğinin sinyalini verdi. Yani mutluluğa açılan kapıyı Mahir açacak. Kızını kaybeden ve ayakkabısıyla uyuyan bu korkusuz öğretmeni keşke ilk bölümde daha fazla tanısaydık. Çünkü bir öğretmen maaşıyla hem komşunun 200 lira doğalgaz borcunu ödemesi, hem öğrencilerin kantinde yiyip içtiğini üstlenmesi, hem de ev tutup yerleşecek olması imkânsız. Çatışma konusuna gelince, aşağıdakiler, yukarıdakiler… Zenginler, fakirler… Her zaman işleyen bir konu. Ama keşke yönetmen Ilgaz Giritlioğlu, genç oyuncuları oynatmak konusunda biraz daha çaba sarf etseymiş. Çoğunun oynadığı çok belli. Oysa oyunculuk oynamamak, o olmaktır. Diziye genel olarak bakıldığında bence tutması muhtemel bir gençlik dizisi. Ancak Fox TV, çarşamba günü yayınlayarak büyük hata ediyor. Muhteşem Yüzyıl, Kara Para Aşk gibi büyük rakipler karşısında tutunması neredeyse imkânsız. Oysa hafta sonu Not Defteri’nin daha fazla izleyicisi olur. Ebru Özkan’ı ilk bölümde çok az izledik ama o bile yetti. Bence Suna rolüyle farklılık yaratacak. Fatih Al, Muhteşem Yüzyıl’dan sonra Mahir karakteriyle de oldukça başarılı. Kısaca, Not Defteri gün değişikliğine gider, prodüksiyon bütçesini yükseltir, oyunculuklar doğal kılınırsa zirveye oynamaz ama gençliğin yeni ilgisini çeker.Çalıkuşu perşembe olur mu?Kanal D, Arkadaşım Hoşgeldin’le perşembe akşamları PT 2’de iyi bir ivme yakalıyor ancak PT 1’de ne yazık ki, Boynu Bükükler Kurtlar Vadisi ve Aramızda Kalsın’la mücadele edemiyor. Zaten Boynu Bükükler’in günü yanlış. Yoksa hemen vazgeçilecek bir proje olduğunu düşünmüyorum. Gelelim, Çalıkuşu’na… Tüm Kişiler’de bir türlü patlayamadı ama ciddi bir AB izleyici kitlesi var. Perşembe akşamı zirve Kurtlar Vadisi’nin… Listenin geri kalanını da komedi dizileri oluşturuyor. Çalıkuşu’nu Aramızda Kalsın kitlesi O nedenle onların işi zor. İki sevdikleri diziden birini tercih edecekler. Ama bana kalırsa alışkanlıklarını kolay kolay bırakmazlar. O nedenle Çalıkuşu’nun gün değişikliği diziye kan kaybettirebilir. Dikkat!

Devamını Oku

‘Bu diziden sonra başrol derdim yok, anti-kahraman oynamak istiyorum’

29 Mart 2014

Dün Kaçak dizisinin setinde vurulma maceramı anlatmıştım. Bugün sette geçirdiğim saatlerde sıra… İsmet Ali Topçuoğlu’nun evindeyiz. Çiftlik o kadar büyük bir araziye kurulmuş ki, tenis kortlarından yürüyüş parkuruna, yüzme havuzundan evcil hayvanlara her şey var. Ama ekibin bu nimetlerden faydalanacak boş anı yok. Yemek aralarında o da bazen yönetmen Volkan Kocatürk ve Gürkan Uygun tenis oynuyormuş. Behzat Ç.’den tanışıklığımız var İnanç Konukçu’yla… O nedenle ev sahipliğini o üstleniyor ve çaylar, kahveler ondan geliyor. Sette benim tabirimle dizinin Robin Hood’ları var. Gürkan Uygun, Hasan Küçükçetin ve İnanç Konukçu… Güneşin altına oturup sohbete başlıyoruz. Ben sözü ilk bölüm kurulan dünyanın muhteşemliğine ama senaryonun gitgide aksiyona kaydığına ve dizinin erkek işi olmasına getiriyorum. Özel hayatlar devreye girse belki kadınların da ilgisini çeker diyorum. Oyuncular eleştirilerimi dinliyorlar ama onlar da önlerine gelen senaryoya sadık kalıyorlar. Bana söyleyecek çok sözleri yok.İdmanlı direnişçi oldularGürkan Uygun’a 10 sene Memati karakterini oynadıktan sonra bir anda Serhat’la Memati’yi unutturabilmesinin büyük başarı olduğunu söylüyorum. O kadar mütevazı ki, “Sadece teşekkür ediyor.” Ama eklemeden de durmuyor: “Hem Memati hem de Serhat vicdanlı adamlar. Bu diziden sonra başrol derdim yok, anti-kahraman oynamak istiyorum. Saf kötü olsun. Tabii ki önce dinlenmek istiyorum. Kaçak’ta neredeyse 7 gün çalışıyoruz. Aksiyonu bol olduğu için diğer dramlara göre işimiz daha ağır.” Hasan Küçükçetin’e “Dizide bir mekâna girip burnunuz kanamadan 10 kişiyi öldürüp çıkıyorsunuz. Dövüşmeyi de, vuruşmayı da biliyorsunuz. İdmanlı direnişçi oldunuz” diyorum. “Değil mi? Bize hedefi göster, o mekânı alıp çıkalım” diye cevap veriyor. Kahkahayı basıyoruz. Üç sene Behzat Ç.’de cinayet büro komiseri Hayalet’i oynayıp, bir kişiyi bile vurmayan İnanç Konukçu, Kaçak’ta kaç kişiyi vurduğunu hatırlamıyor. Onlar çekime koyulurken, ben soluğu Çağkan Çulha’nın yanında alıyorum.‘Kurgu dili kurdum’Az sonra bir dövüş sahnesi çekilecek, o nedenle eğitmenle çalışıyorlar. Bir iki taktik kapmaya çalışırken, yanımızdan geçen Gürkan Uygun espriyi patlatıyor. “Seni vurduk olmadı, az sonra gel bir de dövüşelim.” Benden pes, insana bir gün tek aksiyon yeter. Yemek arası veren yönetmen Volkan Kocatürk tenis oynamaya başlıyor. Beni de davet etti ama onun maçını da yarıda kesip sohbete koyulduk. Şubat dizisinden hatırlarsınız Kocatürk’ü. Kaçak’ta da bence büyük emek harcıyor. Özellikle geçiş planlarını çok beğendiğimi söylemeliyim. Kocatürk, “Her diziyi kurarken yönetmen yorumunu koyar. Kaçak’ta daha çok kurgu diliyle ifade biçimimi koyuyorum. İlk bölümde de zamanı geri sarma dilini kullandım. Seyircilerimiz aksiyon seviyor. O nedenle tempomuzu hızlandırdık. Mesela arabanın gelişini uzun uzun kullanmak yerine, hemen getiriyoruz” diyor. Kocatürk’e “6 gün çalışıp, yedinci gün montaja giriyorsunuz. Hayatı kaçırmıyor musunuz?” dediğimde “Çocuklarınızın büyüdüğünü göremiyorsunuz. Hatta oğlum şikâyet ediyor ama ona da ‘Sen yokken de, ben bu mesleği yapıyordum. İşim bu’ diyorum” diye cevap veriyor.Ekibe kadın lazımO sırada sahne hazır talimatı geliyor. Monitörün yanına geçiyoruz. Dört saat silah sesine maruz kalan ben pes edip müsaade istiyorum. Oyunculara sizin aranıza artık bir kadın lazım diyerek onlarla poz veriyorum. Umarım senarist Zülküf Yücel sesimi duyar. Bu ekibe bir kadın katmak lazım. Ben ekiple vedalaşıp ayrılırken, patlama sesi sesiyle irkiliyorum. Arkamı döndüğümde Kaçak setinde rutin hayat devam ediyor. Tabii barut kokusu da...

Devamını Oku

Kaçak'ın Serhat'ı Gürkan Uygun beni vurdu

28 Mart 2014

Başrollerini Gürkan Uygun, Mustafa Avkıran, Berk Hakman, Özlem Yılmaz, Begüm Birgören, İnanç Konukçu ve Hasan Küçükçetin'in paylaştığı Kaçak dizisinin Mahmut Şevket Paşa köyündeki İsmet Ali Topçuoğlu evi çekimlerine konuk oldum.Hava mis, ortam yeşil… Keyifli bir gün geçireceğim derken kendimi çatışmanın ortasında buldum. Silah sesinin bir an durmadığı, el bombalarının patladığı çekimlerde havada barut kokusu vardı. Ekiple tanışmak için ara vermelerini beklerken kurşun sesi altında yaşamanın ne kadar korkunç olduğunu iliklerime kadar hissettim. Az sonra yanıma Gürkan Uygun, Hasan Küçükçetin ve İnanç Konukçu geldi. Her silah sesinde yerinden zıplayan beni görünce de şaşırdılar. “Biz alıştık artık” diye söze girdi Hasan Küçükçetin. “Dünkü çekimlere gelseydin roket atar vardı. O zaman ne yapacaktın” diye de ekledi. Ortalama 18 kişi ölüyorBiz çayımızı yudumlarken reji asistanı figürasyonlara “Ölenler kalkın” diye bağırmaya başladı. Ölenler kalktı, “Şimdi ölün” diye bağırdı. Ardından tekrar “Kalkın ölenler…” Tabii ki beni de bir gülme aldı. Bilgisayar oyunu gibi… O sırada aklıma bir fikir geldi. “Madem, ölmek bu kadar kolay, sonunda ölenler hep kalkıyor. Beni de öldürsenize” dedim. Bütün set şaşkınlıkla bana baktı. İnanç Konukçu, korkutmaya çalıştı ama nafile korka korka bunu yaşamak istedim. Kaçak dizisinde her bölüm ortalama 18 kişi vuruluyor. Geçtiğimiz hafta ekrana gelen 22. bölümde 22 kişi vuruldu. Bir fazla göz çıkarmaz diye düşündüm. Yönetmen Volkan Kocatürk, ekibe talimat verdi. Bana bir gömlek ve fünye hazırlandı. “Gürkan Uygun’a beni vurur musun?” dedim. “Kadın vurulmaz” dedi ama ısrarlarım karşısında beni kırmadı. “Şimdi seni vuracağım, bu defa da gazeteci, üstelik de dizi eleştiren bir gazeteci vurmuş olacağım. Bak sen o zaman yaşayacağıma” diye espri yaptı. 3 saniyede vuruldumAz sonra ekip bana gömlek giydirdi ve fünyeyi yerleştirdi. Dışarıya çaktırmamaya çalışıyorum ama korkudan ölüyorum. Olmaz şeyler hep benim başıma gelir. Volkan Kocatürk, kapının girişinde kamerayı kurdurtuyor. Gürkan ve ben yerimizi alıyoruz. Gürkan’ın silahı bana doğrulttuğundaki suratıma bakarsanız, duygularımı zaten anlarsınız. Üç saniyede vuruluyorum. Ama ben de hiçbir his yok. Çünkü hiç acımıyor, en ufak bir acı bile duymuyorum. Gömlekten dışarıya kanlar dökülmeye başladığında vurulduğumu anladım. Söylediğim ilk cümleyse “Hiç acımıyor ki, beni niye bu kadar korkuttunuz.” Anlayacağınız, vurulmak kolay, maharet ölmeyi oynamak da… Tabii ki, biz işin oyun kısmındayız. Şiddete karşıyız. 'Kaçak'ın Serhat’ı Gürkan Uygun beni vurdu - İşte o anlar..'video için tıklayın

Devamını Oku