Haziran seçimine CHP yine “ana muhalefet” sıfatıyla girecek. Bu sıfat dünyanın bütün demokrasilerinde iktidar alternatifi ve adayı olarak anlaşılır, CHP etiketi dışında yine bu sıfatın uzağında duruyor.CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun bir gün önceki “MİT bizi karıştırmak için operasyon yapıyor” sözünün üzerine hemen atlayanlar, ciddiye alanlar oldu.Doğru cevabı da CHP milletvekili Rıza Türmen verdi: “Yeteri kadar karışığız. MİT’in bizi karıştırmasına ihtiyaç yok.”Bu söz aslında CHP’nin değil iktidar alternatifi, adayı olmak, siyasi parti hüviyetini kaybetmeye yaklaştığını da anlatıyor.SHP döneminden beri hiçbir konuda politika üretemeyen, toplumun önüne herhangi bir iktidar programı getirmeyen CHP’nin genel başkanının da seçim sonrasında ayrılması kaçınılmaz olacaktır.CHP uzun süredir yüzde 25’lik bir oy bandında duruyor, AKP iktidarını siyaseten en fazla zorlayan gelişmeler bile CHP’nin oylarına yansımadı. CHP’nin de seçimlerde “umduğu” oy oranı da yüzde 30’dan fazla değildir.Eğer bu seçimde CHP yüzde 30’a ulaşırsa, kendini çok başarılı hissedecek ve bir dönem daha ana muhalefet sıfatı taşımanın rahatlığını yaşayacaktır.CHP’nin sosyal demokratları, solcuları bu partiyi içeride “daha fazla demokrasi” için mücadele eden, siyasi iktidarı zorlayan ve eğer iktidar olursa daha fazla demokrasi getireceğine halkı inandıran bir parti haline getiremediler.Getirmeleri mümkün de değildi, çünkü daha fazla demokrasinin kilidi olan Kürt meselesinde ve bütün inançlara tam özgürlük meselesinde açık ve inandırıcı bir tavır alamadılar. Tam tersine geleneksel devletçi Kemalist anlayışa sıkı sıkı tutunarak, küçük rötuşlar ve kandırmaca jestlerle bazı cilalar yapmaktan bir adım ileri gitmediler.CHP Haziran genel seçimine de en iddiasız ve inandırıcılığı sıfır haliyle gidiyor. Bunu en iyi kendileri biliyor. O kadar biliyor ki, genel başkan halktan iktidar isterken ancak “dört yıl” diye bir süre de telaffuz ediyor.CHP demokrat ve gerçek bir iktidar alternatifi ana muhalefet olamayarak Türk siyasetine ve Türk halkına yeterince kötülük yaptı. Yapmaya da halen devam ediyor.
Bir yıldır yoğun bir siyasi gerilim havasında yaşadığımız ve iki önemli seçim geçirdiğimiz için dikkatimizden uzaklaşmış olabilir, ama genel seçime sadece altı ay kaldı.Bu seçim, yakında geçirdiğimiz seçimlere göre daha az önemli gibi görünebilir, çünkü herhangi bir sürpriz beklenmiyor.Ama bu seçimin çok önemli tarafı, ülkenin yönetim kadrolarında ciddi değişiklikler olacağından kaynaklanmaktadır.AKP’nin kurucu kadrosunun, Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında tümü siyaset sahnesinin önünden çekilecek, yerlerini yeni isimler alacaktır.Cumhurbaşkanı Erdoğan da Başbakan Davutoğlu da, çeşitli beyanatlarında bu seçimdeki hedeflerini açıkça söylediler. Hedef anayasayı da tek başına değiştirebilecek bir Meclis çoğunluğuna ulaşmaktır.Önceki oy oranları ve bugünkü seçmen eğilimleri üzerinden gidildiğinde, anayasayı değiştirecek bir Meclis çoğunluğuna ulaşmak için AKP’nin oylarının 5-6 puan artması gerekmektedir. Bu da oy sayısı olarak yaklaşık 3 milyon seçmene tekabül etmektedir.30 Mart’ın yerel seçim koşulları ve cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan’ın ve AKP’nin rahatlığının yaklaşık 3 milyon seçmeni sandıktan uzak tuttuğunu göstermiştir.AKP’nin hedeflediği çoğunluğa ulaşması için, geçen iki seçimde sandığa gitmeyen seçmeninin sandığa gitmesini sağlaması ve üzerine 1-1.5 milyon oy eklemesi gerekmektedir.Böyle bir potansiyelin var olduğunu tereddütsüz söyleyebiliriz. Yeni isimlerin, yüzlerin yaratacağı yeni bir heyecanı, AKP örgütü seçmene kazandırmakta en yüksek kabiliyet sahibi partidir.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kampanyaya bizzat girmesi, muhalefet tarafında anayasa tartışmaları açılmasına neden olsa da, seçmeni etkileyecektir.Kaldı ki Erdoğan halk önüne iki “ulusal” mesele ile çıkacak, barış sürecinin ertesini anlatacak ve medeni bir anayasa için destek isteyecektir.Muhalefet partilerinin buna karşı durabileceği sağlam bir mevzi ortada yoktur, altı ay içinde de olmayacaktır.AKP’nin iktidar partisi olmanın bütün avantajlarını kullanacağına kuşku yoktur. Buradan da AKP’nin yüzde 55’i zorlayabileceği sonucuna, tabii ki bugünkü verilere göre ulaşmak mümkündür.
Dersim’den Alevi açılımına Eski adıyla Dersim, resmi adıyla Tuncelililer Kürtler içinde Alevi azınlığı oluştururlar. Türkiye Kürtlerinin büyük çoğunluğu Sünni’dir, küçük azınlık Alevi’dir.Dersim “isyanı”nın ardından yaşanmış olanlar artık kimsenin gizlisi değildir. Devletin aşırı orantısız güç kullandığını, gerçek bir kıyım yaptığını yakın tarihe kadar fazla bilen yoktu, artık herkes biliyor.Bu kıyımı haklı göstermeye çalışanların bir kısmı “Kemalist devlet ne yaptıysa doğrudur” sarsılmaz inancını tekrarlıyor.Bunlar çoktan tarihte kalmış bir anlayışla tarihi gerçeklerin teslim edilmesine, vicdanların temizlenmesine karşı çıkıyorlar. Kendi hayal denizlerinin bittiğini farkında değiller.O hayal denizi bitti ama, başka bir deniz de olduğu gibi duruyor. Kürt meselesi başka bir aşamaya, demokratik toplum içinde çözüm aşamasına ilerlerken Alevi meselesinde demokratik çözümün söz kısmında duruyoruz.Başbakan Davutoğlu’nun “Dersim Kerbela’dır” sözüyle Dersim kıyımı için Dersimlilerden açık bir özür zamanı da gelmiş oldu.Bu özür Türkiye’nin Alevi vatandaşları için önemlidir, ama onların başka somut talepleri de var ki, bunlar daha yeni tartışılma aşamasına geliyor.Taleplerden biri çok basit, Sivas’taki Madımak katliamının gerçekleştiği binanın “utanç müzesi” olmasını istiyorlar. Bunun için kim kimin elini tutacak ki?Alevilerin ana talebi ise cemevleriyle ilgili. Cemevlerinin “resmi” ibadethane olarak yasal statü kazanmasını, bugünkü dernek sisteminin kalkmasını istiyorlar.Bunun için de Alevi inancının Diyanet İşleri’nin kapsamına girmesini, yani cemevleri abakılması ve din adamlarının atanmasının Diyanet İşleri tarafından yapılmasını istiyorlar.Aleviler bunu bugün bu kadar kuvvetle talep ettiklerine göre, Diyanet İşleri gibi “müesses nizam”ın önemli bir organının içinde yer alıp almamayı enine boyuna tartışmışlardır. Talepleri de sonuçta “resmi” bir dini kimliktir.Bir başka istekleri daha var Alevilerin. Bu da din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması veya “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersinin adına uygun bir şekil alması. Bunun da sadece Aleviler açısından değil herkes açısından doğru bir talep olduğu ortadadır.Türkiye Alevilerinin bu ülkede mutlu ve kendilerini eşit vatandaş oyarak hissetmelerinin karşısında gerçekten ciddi bir engel yok. Bu da sadece bir siyasi irade ve karar gerektiriyor.
Barış sürecinin üçüncü yılı tamamlanırken, yol haritası, bundan sonra kimin ne yapacağı iyice kesinleşti.İlk hedef 2015 Nevruz’udur, ama bu hedefe ulaşana kadar aşılacak yolda hala bazı mayınlar döşelidir.Bu mayınların önemli kısmı, barış sürecinin tamamlanmasını istemeyen kuvvetler tarafından döşenmiştir ve bunların faaliyetleri aynen devam edecektir.HDP’nin İmralı heyetiyle dün görüşen Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, süreç son aşamaya geçerken şiddet içeren eylemlerin terör eylemleri sayılacağını söyledi.Bu, Hükümetin açık talebini ifade ediyor: Kürt siyasetinin bütün unsurları, bu aşamada kendi alanlarını tam olarak kontrol etmek, hiçbir şiddet eyleminin suyu bulandırmasına izin vermemekle yükümlüdür.İstek bu olunca, bunun karşı taahhüdü de, bir şiddet eylemi olmadıkça herhangi bir operasyon yapılmayacağıdır.Kandil’in durumuyla ilgili çeşitli spekülasyonlar devam ederken, özellikle büyük can kaybına yol açan Kobane eylemleri dolayısıyla Kandil’in de açık bir pozisyon alması beklenecektir.Sonuçta, silahlı güçlerin, dağda ya da şehirlerdeki militanların sınır dışına çıkmalarını veya silahsız olarak evlerine gitmelerini sağlayacak olan Kandil’deki KCK yöneticileridir.Otuz yılı aşkın bir süredir silahlı mücadele yürüten örgütün birinci kuşağının, silahla ulaşılabilecek son noktaya ulaşmış olduğunu görmesi, kabul etmesi kolay değildir. Kandil’in bilinen isimlerinin arada yaptıkları açıklamaların bazıları politika yapmak anlamına gelse de bazılarında tereddüt işaretleri de yoğun olarak görülmektedir.Abdullah Öcalan ile HDP, Nevruz hedefli takvim konusunda fikir birliği içindedir ve Kandil’i, ne tür bir tereddüt söz konusu olursa olsun ikna imkanı ve sorumluluğu da onların elindedir.Silahlı güçlerin Türkiye’yi tümüyle terk etmeleri, daha önce varılmış anlaşmanın bu kez tam olarak uygulanmasını sağlayacak olan da Öcalan, HDP ve Kandil şeflerinin işbirliğidir.Daha önce yaşananlardan çok iyi biliyoruz ki, sert konuşma merakları, şuursuz beyanlar, aşırı suçlamalar barış sürecinin en büyük zehirlerinden biri olmuştur.Dünyadaki benzerlerine göre, Türkiye’nin barış süreci çok şeffaf şekilde kamuoyunun gözü önünde yürümüş, bütün iniş çıkışlar anında halka iletilmiştir. Bunun sürece ayrı bir kuvvet kazandırdığı kesindir, ama kaçınılmaz zarar da fazla beyanattan gelmektedir.Nevruz’a kadar geçecek sürede, hatta sonrasında da yine kontrol dışı bazı unsurların da, farklı güçlerin kontrolündeki unsurların da süreci zehirleyecek icraatları olabilir. Bunların üstesinden gelecek olan da toplumun tümünün barış iradesidir.
Meclis’te görüşülen güvenlik yasasının “makul şüphe” maddesi komisyondan geçti.“Makul şüphe” daha önce yasada vardı, AKP’nin yaptığı bir değişiklikle yerini “kanıt”a bırakmıştı.Emniyetin herhangi bir işlem yapabilmesi için “makul şüphe”nin yeterli bulunmasının ciddi bir gerileme olduğuna kuşku yoktur.Polisin insanların üstünü, evini araması, gözaltına alması için “makul şüphe”nin yeterli olmasının sonuçlarının ne olabileceğini herkes kolayca tahmin edebilir.“Makul” kelimesi tam bir izafiyet ifade eder. “Makul” herkes için farklı olabilir, herhangi bir durum için herkes “makul”ü farklı tarif edebilir.“Kötü kötü bakarak geçmek” de bir insanın üzerinin aranması için “makul şüphe” sayılabilir, bir evin perdelerinin sürekli kapalı olması da “makul şüphe” yaratabilir.Israr zarar getirir“Makul şüphe” yeterli sayılır, kanıt gösterilmesi istenmediği zaman her şey makul şüphe kapsamına sokulabilir, güvenlik güçlerinin yetkilerini aştıkları her icraat kanun koruması altına alınır.Bakanlar Kurulu’nda kabul edilmiş bir başka tasarıda da güvenlik güçlerinin silah kullanma yetkilerinin artacağı açıklandı.“Makul şüphe” ile birleştiği zaman, güvenlik güçlerinin silah kullanmada daha rahat hareket etmeleri çok geniş bir yetki artışına işaret etmektedir.Bu tür düzenlemeleri talep eden ve savunan güvenlik yetkilileri, kanıt bulmakla kaybedilen vakitleri ve cezasını bulamayan suçluları anlatır. Silah kullanma yetkisinin darlığı nedeniyle güvenlik güçlerinin önleyemediği suçlar anlatılır.Kanıt olmadan yapılan işlemlerde mağdur olan insanların sayısı da gizlenir, yetkisini aşarak silah kullanan memurların yol açtığı zararlar da örtbas edilir.“Makul şüphe” maddesinin Meclis’te düzeltilmesi için zaman vardır. Silah kullanma yetkisini artıran paket de henüz Meclis’e gelmemiştir.Bu düzeltmeler Hükümet tarafından yapılırsa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal de söz konusu olmaz. “Makul şüphe” gibi bugünkü hukuk anlayışının aşırı gerisinde kalmış bir düzenlemede ısrar sadece zarar getirir.
CHP’den istifa eden Emine Ülker Tarhan’ın, bir grup CHP’liyle birlikte İşçi Partisi’ne katılacağı, hatta genel başkanlık pazarlığı bile yapıldığından söz ediliyordu.Sonuç, Anadolu Partisi adıyla yeni bir parti kurulması oldu. Kurucu genel başkan olan Tarhan’ın siyasi geçmişi ve kurucular arasında bilinen birkaç isim dolayısıyla Anadolu Partisi’nin ulusalcı hatta yer alacağına kuşku yok.Ulusalcı hattaki siyasi partiler sayarsak kısmen veya zaman zaman veya gününe göre CHP ile başlamak gerekir. Bu hatta Doğu Perinçek’in İşçi Partisi sağlam şekilde durmaya devam ediyor. Adındaki komünist kelimesine rağmen TKP de uzun süredir ulusalcı politikanın içinde, önünde yer alan ve belli bir militan gücü olan bir siyasi parti olarak sayılmalıdır.Buraya bir de Anadolu Partisi’nin gelmesinin etkisi ise ancak CHP içinde görülebilir. Son Dersim kavgasının da bir kez daha gösterdiği gibi, CHP’deki ulusalcı kanat veya geleneksel devletçi milliyetçi CHP ruhu, her şeye rağmen parti içinde ve dışında belli ağırlıklara sahiptir.Her şeye rağmen derken kastettiğimiz, özellikle cumhurbaşkanı seçimindeki aday tespit ve kampanya stratejisidir. Buna Mehmet Bekaroğlu gibi isimlerin CHP’ye katılmaları, son olarak da Sezgin Tanrıkulu’nun özürüyle başlayan yeni Dersim kavgası eklenmelidir.CHP’nin ulusalcı kanadının büyük ağırlığının halen CHP dışında bir partide gelecek görmediği de anlaşılmaktadır. Anadolu Partisi kurucu heyetinde Tarhan dışında bilinen bir CHP’li isim bulunmamaktadır.Anadolu Partisi’nin kısa bir sürede gereken örgütlenmeyi yaparak Haziran 2015’te yapılacak genel seçimlere katılması mümkün görünmediği için CHP’nin ana ulusalcı gövdesi bu seçime CHP içinde girmek ve ağırlığını korumak isteyecektir. Kaldı ki seçim yaklaştıkça “AKP karşısında güçleri bölmeyelim” mantığı da daha önce görüldüğü gibi yükselecek ve kendi alanını kapatacaktır.Ulusalcılığın yani kendisine solcu süsü veren milliyetçi -devletçi-muhafazakar ruhun “ana örgütü” CHP’dir. Anadolu Partisi de yakın siyasi tarihte görülmüş başka partiler gibi sadece zayıf bir taklit olma imkanına sahiptir. Başka büyük gelişmeler olmazsa ilk seçim rüzgarının içinde Anadolu Partisi’nin oyuna girdiği gibi çıkması kaçınılmaz görünmektedir.
Barış sürecinin devam edeceğine ilişkin açık irade beyanları bugün daha öncekinden çok daha kuvvetli bir durumu ifade ediyor.Kobane olayının, eylemlerinin, faili meçhul asker cinayetlerinin teşhisi doğru yapılmıştır, sürecin yeni aşamaya geçmesinin kuvveti bu yüzden artmıştır.Yeni aşama “silahlara veda” aşamasıdır. Bunun ilanı en önemli siyasi sıçrama olacaktır. “Teknik” altyapısı ise silahları bırakanların ne olacağıyla ilgilidir.Demokrasi hamleleri, barış sürecinin önemli bir parçası olarak görülse bile aslında toplumun tümünün demokrasi talebiyle ilgilidir.Demokratik hamleler, Kürtler açısından kendi kimlik ve eşit vatandaşlık haklarının güvence altına alınması olarak görülebilir. Ama demokratik sürecin ilerlemesi demek, sadece Kürtlerin ve başka azınlıkların değil, Türk toplumunun bütün kesimlerinin eşit vatandaşlık ve kimlik haklarının güvence altına alınmasıdır.Aşılacak hassas noktalarBarış sürecinin çözüm aşamasına yaklaşması demokratik sürece hız ve kuvvet kazandıracağı için büyük önem taşımaktadır. Aynı şekilde her demokratik hamlenin karşılığı da barış sürecinin sağlamlaşması olacaktır.Bu aşamada silahlara veda edecek olan, Kürt siyasetinin silahlı unsuru olan PKK’dır. Silahlara veda edilmesini talep edecek olan da, bunun hayata geçmesini sağlayacak olan da Kürt siyasetidir.Kürt siyasetinden gelecek talepleri yerine getirecek olan merci de Türk hükümetidir. Son aşamanın müzakere süreci budur.Bu aşamanın önemli unsurları da, karanlık odaklardan gelecek her türlü provokasyona karşı “birlikte” tavır alınması ve silah bırakanlarda tereddüt yaratacak her türlü “operasyon”dan dikkatle ve kararlılıkla kaçınılmasıdır.Kürt siyasetinde barış süreciyle ilgili kuşku yaratma faaliyetinin başlıca dayanağı bir süredir “Siz silah bırakınca en önemli kozunuzu kaybedeceğiniz için Hükümet üstünüze çullanacak” korkutmasıdır.Ama silahlara vedanın ilan edilmesiyle birlikte her türlü korkutma ve çatlak yaratma çabasını boşa çıkarabilecek tek kuvvet de Hükümettir.Önümüzdeki yılın Nevruz’unda silah bırakma çağrısının gelmesini beklerken hem Hükümet hem Kürt siyaseti açısından da aşılacak hassas noktaları artık herkes iyi bilmektedir.
Barış süreci sona ererse, bunu kendilerinin zaferi olarak görecek olanların sesleri birkaç köşede yükselmeye başladı.Her şiddet olayı ve provokasyonun ardından, bu olayları mümkün olduğunca büyüterek göstermek, böylece insanların “bu iş böyle gitmez” demelerini sağlamak için yoğun bir çalışma var.Ulusalcı medya ile Gülen Cemaati’ne yakın medya bu konuda aynı noktada duruyor. Sürekli tekrar ettikleri “böyle barış süreci olmaz, bu süreçte sadece terör güç kazanıyor” fikridir.Bu hattakilerin “peki nasıl olacak, nasıl olmalı” sorusunu sormak ve cevap aramak gibi bir niyetleri olmadığına göre sonuçta umdukları, bekledikleri 90’ların en kanlı günlerine dönmek ve barış kelimesinin çöpe gittiğini görmektir.Kürt siyaseti içinde bir kesim de sürekli “barış süreci sona ermiştir” kanaatini tekrarlamaya başladı. Bunlar “AKP oyalıyor, güvenilemez, başka ittifaklara, hatta devlete dönelim” fikrini Kürtlere taşıyorlar.Bu cephenin tümünün ana endeksi, barışın sağlanması ve demokratik süreçlerin geliştirilmesi değildir. Hepsinin ana endeksi, AKP’nin bu işten başarılı çıkıp çıkmamasıdır.Hükümet sürecin devam ettiğine ilişkin iradesini tekrarlıyor, Abdullah Öcalan da iki yıl önceki çizgide durmaya devam ediyor.Ancak süreçte yeni bir kesinti yaşandığı da ortadadır. Kobane eylemlerinin yarattığı sarsıntının ardından esas olarak Hükümet tarafında bazı iniş çıkışlar olduğunu tespit etmek zor değildir.“Teknik” gibi görülebilecek bir mesele, İmralı ile ana trafiği sağlayan HDP heyetiyle ilgilidir. İmralı’nın dışarıyla iletişimini geliştirmek için beklenen kararlar, varılan anlaşmalar henüz hayata geçmiş değildir.İmralı ile sürekli iletişimi sağlayacak HDP heyeti, müzakerelerin ana gövdesinin temel siyasi parçalarından biridir. Bu heyetin “atamayla” oluşması talebinin mantığını açıklamak kolay değildir. Bu heyet, İmralı ile Kandil ve bütün Kürt siyaseti arasındakiiletişim hattı olacaksa, bunun tayininin “devlet memuru ataması” tarzıyla olmayacağı da bellidir.Barış karşıtı cephe bugünlerde kendilerine Kürt siyasetinden katılımlarla bir rüzgar almış görünmektedir. “Hükümet de barış sürecinden umudunu kesti” diye dolaşanların aslında basit bir siyasi hedefi vardır. Bu yakın hedef de, barış sürecinin şu anki dalgalanmalar içinde kalması, bu arada provokasyonların ve olumsuz beyanatların artması ve Haziran seçimine AKP’nin bu havada gitmesidir.